Basıldığı yer: Roj Matbaası
Basıldığı tarih: Aralık 2005
Kitap Halini İndirmek İçin Tıklayın
Bu kitap, 10 Temmuz 2005’te Dersim’de şehit düşen Azam(Murat Yavuz), 21 Ağustos 2005’te Xinerê’de şehit düşen Diren (Gulabi Kuman) ve 19 kasım 2003’te Bingöl Kızılağaç’ta şehit düşen Rohat(Mustafa Gök) yoldaşların anısına ithaf edilmiştir.
FEDAİ ŞAİR
Direniş fırtınalı kişilik ister. Yüreğin beyinde ve bedende patlamasıdır direniş… Yenilmez irade ve keskin kararlılık beynin yürekte kendisini yaratmasıyla gerçekleşir. En anlamlı direniş örnekleri, bilimsel cesaretin kendini komple ve entelektüel biçimde ifade ettiği militanıyla verilmiştir. 21. yüzyılın Kürdistan gerillası HPG ile kendini yenilemiş, profesyonelleşmiş, savaş ve direnişte efsaneleşmiş, böylelikle fedaileşerek tarihin taş yazıtlarına bir anıt gibi dikilmiştir. Yaratıcılığındaki muhteşemlik gerillanın hünerli ellerindedir artık. Sanat, kültür ve edebiyatta kendini var etmenin direnişçi örneklerini de bizlere ispatlamaktadır.
1999 yılına kadar gerillanın on beş yıllık özgürlük mücadelesinde yarım kalan birçok yön vardı elbette. Hele hele ARGK’den HPG’ye yaşanan dönüşüm, kendisini artık yarım kalan yürüyüşten başarı ve zafere taşıyan bir yürüyüşe sürükleyişti. En çetin sorgulama ve en keskin kişilik savaşımları kendini, başarıda ısrarlı olanların sağlam duruşlarıyla yeniden gerilla giysilerine büründürdü. Belki elbiselerimize dökülen kanları ve öykülerini keşke anlatabilseydik dediğimiz zamanlar oldu. Fakat birçok öykü kendilerini anlatamadan bu elbiselerle birlikte toprak oldu, tarihin gizli hazinelerine karıştı…
Tam olmak yaşamaktı. Düşüncesini, duygularını, hayallerini, yaşadığı mutluluk, sevinç ve üzüntülerini romana dökmekti. Anı yazmak, şiirleştirmekti. ‘Ben direndim.’ demekti. ‘Ben varım.’ demekti. Toprak olmadan önce yaşadığını gösterebilmekti.
Her gerilla öyküsünü dinlediğimizde en çok gülüşler kalır belleklerimizde. Gerilla nasıl güler acaba? Gerilla nasıl ağlar? Gerilla yaşanamaz denilen kasvetli dağlarda nasıl türküleşir, şiirleşir, kahramanlaşır? Gerilla en vahşet savaşların dayatıldığı anlarda nasıl ruhunu barışa kanatlandırır? Çürüttük dendiği anda nasıl yeşerir, serpilir, çoğalır ve büyür?
Silahlı mücadele tarihimiz iki önemli dönemecin yarattığı çıkışla gelişti. Bu, 15 Ağustos Atılımı’nın yarattığı ulusal-demokratik diriliş ve bu dirilişin birikimine dayanarak başlatılan 1 Haziran kararının atılıma dönüşerek yarattığı direniş ruhudur. Bir ulusal dirilişten demokratik konfederalizm temelinde demokratik bir kurtuluşa ulaşmanın direnişiydi. Açığa çıkan gerçeklik; Kürdistan’da mücadele edildiğinde başarma ve kazanma gerçekliğinin somutluk bulduğudur. Kürdistan’a ve Kürt halkına dayatılan inkâr ve imha siyasetinin parçalanması işte bu direnişin kahramanca örnekleriyle gerçekleşti. Apocu çizgi ve şehitlerimizin Reber Apo çizgisinde sonsuz bağlılıkları cesareti, kararlılığı ve coşkuyu kazandırdı. Serhildanların öncü ruhu oldu. Önderliğe özgürlük şiarını Özgürlük hareketi etrafında yekvücut haline getirdi. İşte bunun dili, bunun şiiriydi Şehit Bagok Welat yoldaş…
Özgür yaşamda ısrarın, direnişin ve adanmışlığın fedai kişiliği ile duygu devriminin fedai şairiydi. Çağımızın en gelişkin yaşam biçimi olan gerillanın özgür yaşamını şiirlerine işleyendi. Direniş ile fedailiğin özünü yakalayarak şair olandı. Gerillanın savaşımını, yaşamını, umutlarını, özgürlük aşkını ve duygularını yaşayarak tanıyandı. Yaşayarak yazandı. Tabii fedai ruhla mücadele etti ve fedai ruhla yazdı. Ruhun açılmasıyla dizeler dizdi. Şiirleri ruhunun aydınlanmasıydı. Yoldaşlığa bağlılığın duygu seliydi. Onun kaynağına inmeydi. Öyle sistemin üst okullarında yetişmemişti. PKK’nin yaşam üniversitesinden aldığını yaşamsallaştırarak ve edebileştirerek bize geçmişin gelecek yüzünü bıraktı.
Şehit Bagok arkadaş, Kürdistan’daki teslimiyet ve direniş ruhunu tanıyarak ve bilerek şairleşti. ‘Direnenler vardı, varlar ve var olacaklar.’ düşüncesi kararlılığı ve duygusuna sahipti. Ve öylece son olarak Dersim şehidi şehit Ruhat’ı yazdı özgürlük ve fedailiğin şairi... Bizlere de kendini anlatmayı ve yazmayı bırakmadı. Kendisini, Önderliği, yoldaşlığı, mücadeleyi, halkı ve şehitleri şiirlerle bırakarak anlattı.
Ve bizler de Şehit Bagok’un anlatıcıları, iz sürücüleri olarak anısına bağlı kalmanın ilkelerini dokuyacağız bedenlerimize. Şairliği, gerillacılığımızın özlü ve özgün yanlarımızın ifadesi olacak ve bu mirası gerillalaştıracak, şairleştireceğiz.
Bahoz Erdal
Göçün şiiridir yalnızlığımız
Kristal yağmurlar damlıyor Masallarımızın sararmış yapraklarına Her yağmur damlası teni yakan ateş Mevsim katıksız yalnızlık
Hangi kasabanın bitişine terk ettik Çocuk şarkılarımızın dargın melodilerini Mavi rüzgarı arıyor şimdi İçimizdeki kar beyazı düş martısı Tutkularımızdan köprüler kurduk Arayışlarımızın derin uçurum ağızlarına Soluğumuzda belirginleşirdi zaman Hayallerimizde tutuşurdu mekan
* Hangi zaman Hangi mekan Saklı tuttu aşklarımızın yürek sancısını
Dalgalar saflığı ipeksi tül gözlerimiz Yürek yağmur yarışı Islak toprak Ve halen kirletilmemiş sevinç Ufkumuzun sınır hatlarında * Göz yelkenlerimizi indiriyoruz O yeşil deryanın gizemine Ardımızda Bir tek zamanı bırakıyoruz Zaman ki Ağır ağır silecekti Geçmişin ayak izlerini
Dudağımızda Hala o kentin hüzünlü melodisi Eski bir harabeyi anlatır Şimdiki zamanın terk edilen mekanlarına Hangi sürgünün hüsranı Hangi kuşatmanın kara lekesi
* Ve hangi kentin yalnızlığını sindirdik Yüreğimizin işgalsiz yerinde
Sazlık dumanları arasında yürüyoruz Bilinmeyen uzaklığa doğru * Kulağımızda Yıkıntılardan kalma çocuk ninnileri Avuçlarımızda Kar beyaz martı çığlığı Sahipsiz masalların Balıkçıl kuşlarıyla göçüyoruz Dilimizde sızılı bir anlatımın anlaşılmayan dilsizliği Düşlerimizde Liman çocuklarının mızıka sesleriyle göçüyoruz Kımıltısızlığımızı duyan var mı? Gören var mı? Çöldeki kayıp benliğimizi
Ve şimdi Şair imgelerken İçimizdeki saklı acıları Göçün şairidir yalnızlığımız Kalbin aynasıdır sancılarımız Hayalin
Dün zamanı çiviledim gökyüzüne Yüzümü geçmişe dönerek Hayallerimde aradım seni Bize ait ama yaşamadıklarımızı Bir bir yargıladım Kefenin bir ucunda sen Diğer ucunda Hayalin Sen kayboluyordun kendi hayalinle Rüzgarda nefesini hissettim okşarken saçlarını Yüreğin sele uğruyordu Boğuluyordum rengini verdiğin bulutlardan * Akan göz yaşlarında Sandal olup dalıyordun enginliğine Uzatınca elimizi uzaklaşıyorduk Ve hayalin sen olup gidiyordu Bir ben kalıyordum yine Asılı zamanın boşluğunda Sadece ben
Haritanın Görünmeyen Yüzü KemalPpir’e
Çocuklar kadar gençtiler o zaman Şimdilerde ak saçlı bilgeler genç olanlar Yirmi bir yıl önce bugün doğanlar İlkokul çağına geldiklerinde Çizgilerin boş sayfada Ne yöne çizilmesi gerektiğini Ve artık heceleyerek Okumaya başladıklarını biliyorlardı Çizgili çizgisiz Kareli defterlerini İlk çizmeye başladıklarını Harita bir atlasın Unutulmamış ama alışılmış haritanın dışındaydı Yüzlerce yıldır çizilmiş çizgileri Kendi kalemleriyle değiştirdiler
Özlemin
Kaç yıl oldu görmeyeli Kaç mevsim Yüzüne hasret kaldığım günler Ne çabuk büyüdü
Anımsar mısın beni Hayalimdeki yüzün Şimdi büyüyen çocukluğun Hayalindeki yüzüm
* Ak saçların Güven veren dokunuşların Yıldızlı gecelerimde huzur veren Anadilimde yüreğime işleyen Sevincimiz
Sevgi ve barış kokan aşklarımız Aşklarımız sabaha da sürsün isterdim Çocuksu özlemlerimizin güneşi koynunda
* Huzur veren dokunuşlarını Selamlamak isterdim Masalların düşlerimde tamamlanırdı Ak saçlarında dilsiz bir tarih
* Çocuk yüreğime anlatamadığın gizli yaşanmışlıklar
Büyüdüm Bir uzun yolculuk bekliyordu beni Artık senin için bir hayal Genç bedenlerin savaşında
Yaşama dönüşerek Görkemli dağların yolculuğunda Beni uzun dönüşsüz Suçlusu masallarım olan Adını bir türlü veremediğim Bana yabancı gelen İstemsiz, o kenti bırakmış * Ardımdan ağlamalarını istemem Dağlarımın tüm çiçeklerini armağan ediyorum Toprağa düşen masal çocuklarına Unutma beni Şafak vaktinde
Şafak al kırmızı olmuş yıldızlar küsmüş o gün destansı yaşamın bağladığı sabah hüzün dolmuş yüreği Munzur’un suları donmuş beyaz gelinlik içinde Kuş cıvıltıları acı ve barut donatmış köşe bucağı
* Yüreğim parça parça Ciğerim karanlığa bürülü Şafak karla örtülü Yine coşkun akan Munzur öfkesiyle çılgın Delirmiş vurur vadi duvarlarına Gittikçe yükselen uğultusuyla bir şeyler anlatıyor Yüreği tanıktır zulümlere Asi yol vermez bu zamanlarda Vicdanı sızlamıyor Munzur’un Hem de dertli mi dertli Çobanların kavalı duyulmaz bu diyarda
* İnsanlar ıssız bırakmıştır onu Bundandır küskün oluşu Sana ne eyledik biz Can istedik can aldın hem de çocuk genç demeden
Sana feryadım çok Yüreğinin can damarlarının sızladığını sanan Munzur
* Coşkunluğuna gem vurasın derim Derim ki beni dinle Yıldızların küstüğü gün kaş ve göz arasında vedalaşan Aşkları uğruna ölümü seven yiğitlerin öyküsünü dinle Dinle ki coşkuna ortak bulasın Yaban eller dinlesin Dinlesin ki Ölümü sevenler aşkına Kavgana kavga katsın
* Karanlık bir şafak doğmuş Böyle şey olur mu deme bana Ben de bilirim şafakları İnanmak böyle şafağa İşte böyle bir karanlık
Gece gündüz yer değiştirdiler Laç’tan bir çığlık koparcasına anlatamaz bunları Ben de anlatamam kardelenleri
* Gözü yaşlı anaların yüreğini paylaşmak zor Munzur Bir sessiz şafak vaktinde güleç yüzlü diren yoldaşım İnadından dönmeyen Daha başaracağım çok şey var diyor rüzgarın çocuğu Menav yoldaş İnadına Munzur’un derinliğine indi
Yüreği sapasağlam Yiğitler böyle selamlaşır Yoksa anlatamazdım Munzur’a Canlar bir tek yürek olur Vatan sevdasının paylaşıldığı şafaklara
* Şimdi anlar mısın beni dertli mi dertli
O günden beri Laç’ta kekik kokusu yayılmaz Geyikler görülmez
Ve sen Munzur Daha hırçın, daha coşkun Asiliğine asi canlar katarak Bütün diyarlara uzanasın
Unutma Munzur Aşk uğruna ölümü sevenlerin Öyküsünü anlatasın
Yaşamı Yaratmaya Giderken
Sımsıkı sarıldı inançlı yürekler Bakışlar sonsuzca gülüştü
Aşkın çocukları anlar Silahlarını yoldaşlarına bıraktılar sürsün diye yaşam kavgaları
Başarı dileyen umutlu yüreklerin Yıkılmazlığından aldılar inançları Kutsaldı kararları
Kapkara ıslak gözleriyle Ardından bakan küçük bir Arap çocuğu Sözdü ateş içinde yanan, Kürt bebesine duyulan sevgiydi
* Yaratılmalıydı yaşam Anlamını yitirmeden kan yaratılmalıydı umut Çok sıkı sarıldılar sımsıkı Yaşama sarılıştı bu
Yaşam yaratılmalıydı Son kez baktılar birbirlerine ilk kez bakar gibi Bembeyaz bir güzellik oldular kızıl taçlarıyla
* Yaşam yaratılmalıydı İşte gittiler ‘Merhaba yaşam’ diyerek gittiler
Gerçeğin özü deme
Bir bedene yerleşti yedi ayrı figür Tüm farklılık ve ayrılıklarıyla gittiler Şehrin kehanetini asarak boyunlarına gittiler O uzak çölün saydam yalnızlığına Geride, Kentin kapısında gülen yüzleri kaldı Bir de, Sahipsiz tanrısal gizemi
* Gizi içinde saklı bir soruydu Künyelere kazılıydı suretleri gittiler Ayın simli gölgesinde Avuçlarında bir tarih Geçtiler, Zaman tünelinin mavi penceresinden
Yedi yüzük bir sihir
* Yüzük, Gülüşü kaya sertliği Zaman, Ağır ağır siliyor yüzüğün kehanetini Kil ve dilden yeniden oluşuyor putlar
* Sihir içimizde yatan bir enkaz Ansız bir çağın sızılı atmosferi Şimdi mekan fabrika bacaları Bir bir değiştirmiş yüzleri Duygular kara Yürekler kara
Serbest piyasa dostluklar ikilem kıskacında Hüküm sürüyor iktidar Hükümlü olmuşuz Hükmettiğimiz çarkın sahte zarında Her gün, Biraz daha zalimleştiriyor İçimizdeki canavarı Her kuvvet, Biraz daha zalimleştiriyor İçimizdeki şeytanı
* Her saltanat bir enkaz Her enkaz, Kokmuş bir ceset yüzüğün gizeminde Örtülü bir toplumsal marjinal gerçeklik Modern duygular, Çağdaş fikirler, Ortaçağ duvarına yapıştırılmış, Satılık bir portre benliğimiz
Gerçeğin özü değil, uyarlanmış biçimi hayat Hayatın perdesini aralamak Siyah beyaz gözlükler ötesinde Ve akta değişen kara hayatı kurutmak Donuk beyinlerde sırrın düğümünü çözmek Tüm gizemliliğiyle devirmek Güçlendiğini sandığı sahte tahtı Çağ imajındaki maskeleri kırmak Eski saydam yüzleri bulmak Yüzüğün sihirli kehanetinde * Zaman ağır ağır örmüş Kafataslarımızın içinde İsimli örümcek ağlarıyla Bir kaba sığdıramazken Kum tanesi hacmimizi Ufkumuz, bir bardak dolusu çağlayan
* Yüzük Hep sessizceydi Çığlıkları çığlık Dizgin bir asi attı yüzüğün aynasında Alıntılar yapıyorum Eski defterden bir yaprak Değişmeyen tek mevsim Halen hüzünlü sonbahar Hayatın yüzünde bozuk renkler Zaman kayıp, yitik bir mazi Kazılı künyeler geride kaldı Numaralı tozlu dosyada Erkekliğin kibirli cesareti Otuz üç dizimli kehribar yüzük
* Yüzük Şarap kadehine zehrini boşaltı yılan Şekilsel görüntülü dijital dünya Vicdanımız Anlatamadığımız anlamlarla dolu İki yanıttan oluşan bir dünya Her yanıt, bizi ısıran kara bir yılan Kırık camlara yansıyan sisli gölgeler Parçalar bütünlüğü bir yürek Benliğimizi parçalayan o kama, hançer Boşaltmakta zehrini kadehimize
* Bir öyküyü kirlettik buzlu bıçak ağzına Çıplaklık Kara kristal gibi soğuk avuçlarımızda sancı Değişen bir yüzü belgeleyememek her yanıyla Vakit geç oldu Kapatın ışıkları
* Yüzük Bulutla örülü raylarda Yelken açıyorum çocukluğuma Mavi deniz gözlerimde Eski puslu aynada Bir yan gerçek kendi tabirinde Büyük bir dünya küresi Yüzüğün saydam çerçevesi Küçük şirin sazlık bir ev Çocukluk düşümün arka bahçesi
* Yüzük ve Çocukken de, Büyürken de, Tek oyuncağıydı toprağı
Kayıp bir adres benliğimiz Buğulu simli perde gözlerin Saydam ayın Kristal çıplaklığında Batan güneşin kızıllığı şimdi ülkem Ve sen Yüreğimden kayan bir hançer darbesi Yüzüğün iç çığlığında Dünya küresinde Dipsiz kuyusuna atılmış Yaralı toprağın gizemli sureti Yaprak gözlü Türkü kıvamında bir toprak Sevda kıvamında bir özgürlük Zaman sende Sihir sende Sana akıyor çocuk hayallerim
Her ufuk Senden kalma bir uzaklık Her uzaklık Sana olan özlemdir
* Yüzük Solgun Katıksız mevsim Üşüyen duygularım Dilimde, hala geçmişten kalma bir ezgi
Bir öyküye uyarlamak Yaşantısız aşklarımı Tablonun fırça izlerini değil, renklerini taşımak Görüntümüzün gölgesinde
* Yüzük Kimim? Neredeyim? Hangi zamandayım? Tarihin sayfasında. Rafa kaldırılmış tozlu bir dosya.
Ayrılık Zor Gülüm
Ayrılık zor gülüm senden memleketimden ve dostlardan
Yaklaştıkça ayrılık vakti yüreğim yanar Senden el çekmem bakışların sevda dolu Özgürlüğe götürür
* Anlatamam gülüm sana Anlatamam Sevdana sevdalı olduğumu Sonra alıştım buralara Öten kuşları Vızıldayan arıyı Altın yapraklı kavağı anlatamam Anlatamam gülüm Senden ayrılmak zor Bir anlık bile
* Sonra dostum Giderim gönlüm razı olmaz Bilirim sevdam buruk Ama senin için benim için dostlarım için Geriye dönüşte Tekrar seni kucaklamak için
O zaman sevdam sevdanla yüreğim yüreğinle olsa Sana varıp Anlından öperim Tarihten Gelen Ses
O kutsal topraklarda bir gün sesimi duyacaksın Dedi ve sustu
Ve sonra Süzülürcesine çekildi kendi dünyasına Kapı yavaşça aralandı Gözleri yaşlıydı Saçlarımı okşadı Sessizce gülümsedi
Sende mi buradasın küçük? Gözlerimi, Sesimi, Yüreğimi, Hepsini aldı birden Çekildi kendi dünyasına ağlayarak
Oysa anlatmalıydım ona Çakıl taşlarını Dere suyunun ve toprağın gizini
Yalnızlık sana mahsus değil ki Paylaşmaya gelmez biliyorsun Ama ben paylaşmak isterdim Yalnızlığımı
Konuşursa çözülecek yaşamın sırrı Yaşatacak yüreği Söyleyecek dili
Umursamazlık değil Bu sadece hüzün Umutlarımı aldığının resmi
Ellerimi tuttu ve gülerek Dinle küçük Hüzün nedir? Çakıl taşları mı toprak mı?
Ya yaşam nedir? Ya yürek nedir?
Süzülürcesine çekildi zamanına Sesini duydum yüzyıllar sonrasında
Sizce yaşam nedir diyorum Ben ise dinlerken Artık duymuştum Seslenirken de Ben o kutsal topraklardaydım Ateşi Çalan
Karanlık Kapkara dünya İnsanların yüreğinde Ama tanrılar Kendi katmanlarında yalnız Aydınlıkta Ve bir gün biri Tanrıların elinden Çaldı ateşi Aydınlığı Armağan eyledi insanlara Yüreklere Yüzlere Dillere * Tanrılar Elbet unutmadı bugünü Acımasızca Duygusuzca En yüksek dağın zirvesine En ulaşılmaz kayasına Çivilediler Ama Bir gün, İnsanlar Yüreklerine Gözlerine Dillerine yaşam verenler için Ateşi Alıp götürdüler ateşe İşte o zaman Ateş hırsızı Bir zamanlar tanrılardan çaldığı Ateşte birleşti Ateşle şahlandı Uzandı dört bir yana alevleri Yüceldi Tanrılardan daha Yüceldi O zaman
Çocuk Özlemi
Islak topraklar üzerinde yürüyen sen misin çocuk? Yalınayak Lime lime olmuş elbiselerinle Issız bucaksız sokak köşelerinde çaresiz mi kaldın çocuk? Ekmeğini el çöplüğünde, Büyük şehirlerin sana ait olmayan caddelerinde Sakız, mendil satarak arayan sen misin çocuk? * Unutma çocuk Yıllarını yaşamadan geçirdin Senden çalınan günleri unutma ki Büyüdüğünde seni bekleyenlere inat Kurtarasın Senden sonrakini Bekletildik
Benim sende Senin onda Onun sende Gizlediği pencerede Yaşamın Hayallerin Ötesinde bekletildik Umudun şafağında Özgürlüğün tetiğinde Bekletildik Bugünün hasretine
Özüm VarKaç zamandan beri Nice gün geldi geçti Kimseler duymadı sesimi Ne tarih sayfaları gördü ne yazdı beni Ne de başka kimse bildi adım evindar Unutulmuş kızıl zamanda doğdum bir parça İsa gibi Bir tanrı lütfu babasızım Dahası Meyremsi sabaha güldüm * Gülüşüm göç Gülüşüm sürgün Gökyüzüm güneşsizdi
Makineli tüfek sesinde öğrendim merhabayı Kaç kuşaktır beklerim Sözüm var kemaller’e * İntikamı sevda adım evindar
Kızılkayalar’da Karadere’de Karanlık boğazlardan geçiyoruz zamanı Adım evindar Vahşetin zindan kuyusunda Yıldızların buz yediği aysız gecede Dört alev oldum Dört candım dört canım Bedenlerinde doğdum Kızıl kanımla sevmeyi öğrendim Ama can çıkmaz bedenimde Ölüm soğuk Ölüm Ölümde yaşamak gerekir dedi tarih İşte o an bombalaştı bedenim tek sesli değil Milyon sesli türküdür artık yaşama merhaba
Umut VarKaçıncı şiirim olacak bu Kim bilir Hepsinde saklı olan Umut var Her söylemde Uzaklaşan Anılarla ben Bir tepenin zirvesinde
Her kalem alışında Dökülecek diye Dökülürse rüyan Frenlenmiş duygularım Ve belki sen Bir uykunun derinliklerindeyken umudu Paylaşırken umudu Bütünleşecek olan Bir şeyimiz vardı
Ben umut diyorum ona Sen de koru Sende söyle Çünkü Her umut hecesinde Seni Sende vatanı Vatanda toprağı Özlemi Emeği Sevgiyi Görmek isterdim. Belki de Gördüğün benden ibaretti
Anlamlı olur yaşam Başında taçlanana dek Umut çiçeğinden yaptıracağım Yel dağının Arkasına kadar Uzanacağım Yeter ki gülüşün çiçeği solmasın Zehir zemberek olmasın dünya Güneş yeniden doğuyor Bak umut daha da aydınlatıyor. Yel dağını ışık ışık Ve insanlar gülümsüyor.
Bir TutkuYitik ülkenin dolu bakışlarını Taşıyan çocuk O küçük yüreğinde Ne de büyük sevdalar taşıyorsun
Doruğunda bağların ne anlamlıydı O göz kırpışın tarihe O yiğit duruşun
Peki neydi? Neydi seni acımasızca zulmün bağrına iten? Hani bir sevdan vardı? maviden yana hani bir tutkun vardı? güneşten yana Yarım mı kaldı? O küçük yüreğin büyümedi mi daha? Kardelen bakışlarına ne oldu? * Aç gözlerini Bak annen kan ağlıyor Şehittir diyemedi Varamadı dili Bak güneşin çocuğu Dinle ateş yürekli yiğit Seninle beraber Şaha kalkıyor bu dağlar Seninle gülüyor Aç gözlerini
Göçmen
Gittiler göçmen kuş sürüleri gibi Oradan buraya savrularak Uçtular gökyüzünde Solgun bir buluttan Yağmur tanecikleriyle Gittiler yüreklerinin bilinmezliklerini geçerek Yürüdüler gecelerce Yürüdüler günlerce Yolcularıydılar güneş sabahlarının Küçük küçük ömürlerinde Yıllara Çağlara yürüdüler Kimileri daha çocuk yaşta Basamaklarına gençliğin Bir yumruk Bir yürek sancısında Sınanmıştı gönülleri Patikaları Ve uçurumsu yollardan Gittiler bilinmeyen Uzaklara doğru…
Yarınlar İçinİşte görüyorsun İlk kez yol alacağım Görmek rüyalarda mı olacak?
Saçların, baharın rüzgarlarıyla mı taranacak?
Sakın unutma Unutacağını sanmıyorum Ama yine de Bir resmim kalacak arkamdan Seninle almak için Onu sakla ve koru O senin gururun Döneceğim zaman Emanetin yük olmasın diye Alırım senden Ama şimdi gidiyorum Zamanın rüzgarıyla yüklüyüm Ve yol uzun Belki yüzüm kırışır bu asırda Kambur olurum Saçlarım beyazlanır Ve belki de güçsüzleşirim Sen yine de sakla O yarınlar için bir izdir Çünkü mutlaka döneceğim Umudumdur dönüşüm
İşte ilk adımı atıyorum Ve şayet bir gün dönersem Bıraktığım resimler kadar anlamlı Onalar gibi yaşamı anlatan Renkleri kadar güçlü Ve bir o kadar da Eşit döneceğim
Tutkular
Eylem çiçekleri kırmızı açar Tıpkı Rüzgar melodisindeki rengi gibi Öyle ki arzular büyük Kurşunlar köprü olur yoldaşlığa Ve ateşler oluşuverir Sevdasına vurgun olduğum dağlarında
Sonra ezik olan türkülerimiz Direniş masallarına dönüşür Gerillanın silah namlusunda Amacına ulaşınca İradeyle açar eylem çiçeklerimiz Rengarenk Tarihine, Özgürlüğüne susamış Halkalar öncülüğünde
* Sizler ki yoldaşlığın Ve insanlığın sanatkarları Öfkemiz kımıldayan Yüreğimizde gizliydi Aşkımız kanımızda alev alev Kinimizi bizler de biliriz Tutkular halinde doruklaşan Öyle ki Heybetinden dağlar selama durur Yol vermeyen geçitler Boynu bükük
Gerçeğine OlalımAyrılmak yoktur hikayemizde Buluşmaz ayrılıklarda birleşmek Yıldız olan daha kutsaldır Gökyüzüne çıkanlar Ve yeryüzünde kalanlar Nedendir bilmek Ama Yeryüzü izin vermez yıldızlara Gizemli olduklarından olsa gerek Bundandır ya Tüm yeryüzü aşıkları Her zaman göklere yıldız olmayı seçerler Leylalar ve Mecnunlar birleşince Çatlatırlar şu adaletsiz yeryüzünü Ölümse sadece dünya üzerinde Kirli beden toprağın Ruhumsa göklerin olsun Ölümsüzlükse Tanrı gökyüzünde Bir yeni dünya var oralarda Ölmeden de ulaşabiliriz Aya ve yıldızlara Haydi gerçeği olalım Ayın ve yıldızın oğlu
Özgürce
Sen bir özgürlük kuşu Kanadını bağlamışlarsa Güneşe doğru uçarken, Ufukta kayboldu birden Bir rüya gibiydin
Kimler kaçırdı seni? Tutunacak eller Sabahsız seher yelinde Kınalı keklikler gibi
Rengarenk melekler gibi Sendin Karanfil kokulum Barış özleminde Saklandın bir an
Yükseldi devrim çığlıkları Ezilenler ayaklandı Saldılar emekçim seni Yüzlerinde Köle değiliz hizmette Özgürüz emekte Sancak açıldı Kör dağların ardından Yaşamaya davet var
Akan su hiç kirlenir mi? Bulandırmayın yeter artık Bayraklar dalgalanır ülkemde özgürce
Her gün bir başka yerde gerilla Ayrı ayrı meydanlarda Dağların yüceliğinde Çatışmak var özgürce
Sınırsız PaylaşanYaşam, Sonsuz bir rüya gibi Bir ömür, Sanki sınırsız Yalnızlık vadisinin Dolambaçlı yolları gibi
Anlam kazanır paylaşan canlar Anlamak ve çözmek Uyanmak artık rüyadan Ve dönüp ardına bakmak Aramak özgürlüğe dair olanı tutkuyla
Gerçek Sevgi İster
Senin olan bir zamanda Ellerinde demir bir yazgı Kılıçtan zincir Yakalamıştı zaman Ve senin yazman Kimler yakardı seni Tıpkı senin gibi Sen o kavimin hüsranıydın Kollarına vurulan hançer gibi Kara gözlerimizde kömürden yazgı Çarmıhtan gelirmiş gibi Sen gittiğinde o dağ çöktü işte O şehir yok şimdi O ülke yok Gün doğumunda beliriyordun bir sır gibi Kalbimize vurulan bir hançer gibi Seni arıyorduk Düşüyorduk senin olduğun o ateşe Yangın oluyorduk Oysa ki, Her mekan seni arar, Ve her şehir seni yazardı Bilmezlerdi ki ağladığını Hani ne güzel yazarlardı seni Tıpkı senin gibi Kimler yakardı seni? Ve sonra da kimler yazardı? Hani seni bulmuştum ya Bir sırrı bulmuş gibi Hani seni yakmış gibi Tenin yoktu
Sen yoktun İşte o zaman Adı sen olan bir yol başladı O macera Bitmeyen bir gidiş kendimizden uzağa Ve dağ savaşçıları senin sabahlarındı işte Anlıyorduk ki bitmeyen bir yolculuktun sen Kaç ateşten yaratıldı zaman Söylüyorlar işte senin şarkını Sen o şarkı ve içimizdeki dağdın Ve hiç bitmeyen bir sırdın Dağ akşamlarında ay
Sensiz yollarda adımlar yorgundu Ve gitmiyordu Oysaki Ulaştığımız uzaklıklarda Bir sen vardın Bir de sır
Alıp başını Simli bir dünyayı Getirdin ya ormandan Mana biterdi ve Gölgeler bile giderdi Hadi kalk yıkıldığın yerden Toprağa ve denizlere gömüldüğün o mavi enginliklerden Ver sırrını yeniden Dağ savaşçıları yalnızdır Bak Düşler şehri yakılıyor Bıraktığın o yer Artık içimizde yanıyor Ruhumda orman Ormanda kuşlar ağlıyor Yansımada kırılıyor oysaki
Bu şehrin görüntüsü ve sen Seni yazanlar bile ağlıyor Varlığında yokluğunun sanrısı Bir de sır Sen gittikçe Ve sen hep gittikçe biter şehir Ve sen gittiğinde Bıraktığın zırhlardan Ve kargılardan har kılıç geçer Her savaşçı yitiktir oysaki sensiz Yokluğun bela Bir felaket .çağrısı Der ki kitap Aşırılmış sular tatlıdır ve şarap
Hani içimizdeki o bağ bozumu Ve o şarap ki Yüreğimizde zehri içer Ve gerçek denen o şey kendinden geçer Kimler yazdı ihaneti? O yangını Kalk ve bak Kim çizdi senin olmayan yüzünü Oluştukça yüzün Şehrin bozulduğunda Yani sen yok olduğunda Belki Pazarlıktadır insan Ve aşk Sen bizim ruhumuzdun oysaki Herkesindin
Seni soran ve yokluğunu dolanan Bilmezdi oysaki Ve senin miskin dünyan Alevden kamçı ve kör ateşti Yanıyor Ve hep yanıyordu İçimizdeki orman Toprak ve sınırsız ülkem ve o yer Seni okumayalı sensizdi Bıraktığın zamanda Yitik yollarda bir göç başladı Dağ savaşçıları olurdu Bir de o efsane belki
Asıl sen yoktun Tutsaktın Dön artık Kalk küllerinden o ateşten Sen olmayınca bu kavim düşer Sen savaşın en iyi savaşçısıydın Bilmem ki neden korkarlar? Senden ve geceden O geceden de karanlık bir sır gibi Ne kadarda çok severdik biz seni Tıpkı senin gibi
Sen bizim tek kafesimizdin oysaki Ve hiç bitmeyen ömrümüzdün Sen gittikçe Ve hep sen gittikçe Her dokunuş bir mezarlık Sensiz bir aşk Yalnızlık bir intihar
Ve o mavilik sen olmayınca yanıyor Ve hep yeniden yanıyor bak Bıraktığın o zamanda Sır çürüyor Gri ruhumuza O yangındaki ormana Ve sür öfkeni bittiğin yere
Belki En büyük intikam sevdadır Ve bizim aşkımızda büyüyor Hani seni bulmuştum ya Senin bulduğun gibi Hani seni yakmış gibi Yoktun sen Ellerin yoktu İçimde yanıyordu Ve o macera başlıyordu Sen sırdın Yanan bir ülke ve sihrini Ve bana bir sır ver Gönül ister bir sır
Çöllerde Esen Rüzgar
Senin için sana Sadece satırlar dökebilirim kalemimle Bir bilinmezlikte salınırken Nedenlere boğuluyor bütün düşüncem Bedenim bende değil sanki Yüreğimin sesindeyse dile getiremediğim Ulaşamadığım isimsizlik yakıyor duvarları Damarları kanarcasına birbiri ardına yıkılıyor Sokaklar ıssız koşuyor dağlara Toz duman sarıyor ruhlarımızı Hadi temizlen, hadi arın Diyen haykırışlar var Yoksa o ben miyim kendini yok eden? Ruhu sarmalanmış ben miyim? Yanıbaşımda uzanan kim? Zamanın bir durağında kımıltısız yatan kim? Nasıl geldi bu yurda? İsimsiz duvarlara yazdığı neydi? Yoksa onun çığlığı mıydı duyduğum? Yada duyduğumu zannettiğim Ama bir türlü ulaşamadığım Ellerimin her defa boş kaldığı Yittiği, gittiği omuydu Görmeyen gözler, duymayan kulaklar Tozun kana karıştığını bilmediler bile Bir şafakta mı, gün ağarışında mı_ Öğle vakti mi, hiç mi? Ne fark eder? Zaman artık bir bilmeceydi onun için Gidiyordu ardına bakmadan Islık çalmadan, gülmeden, ağlamadan Asırlar boyu bir sessizlik bu Usulca toprağa uzanan için Zaman koskoca bir boşlukta artık Nerede yattığı ne fark eder ki Söyle ne fark eder? Bir çölde mi? Bir vadide mi? Sığınmasız karanlık bir hücrede O insandı Örneğin eti kemiği dışında yaşayan Yüreği olan hisseden Merhaba diyen bir canlı Gülümseyen Ayrılığa üzülen insanoğlu insandı Şimdi topraklar mı göğsüne dolmuş Çöllerde mi uzanmış Bedeni toprak mı olmuş bilinmez Her gidenin ardından neyimiz kalır ki?
Giderken nasıl baktı gördünüz mü? Elleri açık imiş Belki de uzattığı eller boş kaldı Görmüştüm onu tepelerde yapayalnız Çöllerde esen şiddetli rüzgar Tenine her vurduğunda ne hissettirir Çölün kum zerreciklerinden bile
Yaşamın seni çağırdığını duymadın mı? Duymadın mı sevginin sessizliğini? Ellerini tuttuğun çocukların Hayallerimden tutmadı mı söyle? Ya yaşamı parelenmiş özlemlerimiz Ağıtları gelmedi mi kulağına Halkımızın sürgün özlemleri Hayır diyemem Haksızlık olur Derin bakışların
Selamsız gidişin neden? Selam yaşamaktır Bedeninde değil yaşamak Artık selamsız olmasın Ayrılık olsa da sonsuzluğu Ölümün, yaşamak kadar gerçektir Her defasında merhaba diyerek Yaşamak Yine yaşamak, en anlamlısından Ölümsüzce yaşamak Her şeye rağmen bir daha merhaba Bu yazdığım benim son şiirimdir
(dersimde şehit düşen Rohat arkadaşın anısına)
|
GENÇ KOMÜNİST’E
Bu kitabı senin deyişinle sahipsiz masallara balıkçıl kuşları misali göçüşünün sonrasına yetiştirebildik ancak. Sağlığına yetiştiremediğimiz için kusurumuza bakma. Senden sonrasının dayanılmaz ikliminde; acılardan süzülmüş mısralarını kitaba dönüştürmek, belki de yaşarken yapamadıklarımızın ufak bir özrü olur sana. Şiirlerin adını koyamadığımız bir zamanın bağrında, tüm sakinliğinle, dönülmez yollara çıkışına arkadaşlık etti. Seni yalnız bırakmayan mısraların, tarihin sevda duvarlarında geçmişe ve geleceğe yazılmış şiirlerle kol kola yürüyecekler ömrümüze. Şiir gibi berrak ve dokunaksız bir yaşam bıraktınız bize.
Sen bizim genç komünistimizdin. Arsız bir nehir gibi kabına sığmayan, yetişemediğimiz bir heyecandın. Ailelerince ülkesinin dağlarına hediye edilmiş nice çocukluğunu yaşayamamışlardan biriydin. Sunak olmuştun dağlara. Ömrünün baharında yanık ezgilerin esintisinde, dağları yoldaş edindin kendine. Dağlarla arkadaşlıkta doğumla başlamış gibi yabancılık çekmedin. Benzersiz bir uyum vardı aranızda. Dağlarla buluşman yarım kalmış bir şeyin tamamlanması gibiydi. Tüm sorularının cevapları bir bir karşına çıkmıştı. Yaşamın tek geçerli kuralı sürekli aramak ve öğrendiklerinin hakkını vermekti. Sen öğrendiklerine sırt çevirmedin. Aradıklarını sana sunan yaşamın hakkını verdin. Kısa bir ömürde dünyalara değişilmeyecek şeyler yaşadın ve yaşattın
.İlk önceleri uyumlu, çalışkan yanların dikkatimizi çekmişti. Sonraları gerilla becerilerinle çıktın karşımıza. Sıkı ve disiplinli bir gerillaydın. Eylemci, soğukkanlı ve sonuç alıcıydın. Az bir zamana çokça eylemci başarısı sığdırmıştın. Çoğumuz gıpta ile baktık. Sana çok söylemesek de yerinde olmak, onca eyleme girip, öfkemize su serpmek istedik. Yapamadıklarımızın çoğunu sen yapmıştın. Araziye hâkimiyetin, koparıcılığın, fedakârlığın ve duyarlılığın iyi bir askeri kişilik yapmıştı seni. Kısa boyuna ve küçük cüssene o kadar gücü nasıl sığdırmışsın diye düşünürdük. İraden gücünün temel kaynağıydı. Gülünce, şaşılır bir coşkuyla gülüyordun. Ağız dolusu katıla katıla bir gülüştü seninkisi. Gülmeyi severdin sen. Kızdığında yanına yanaşılmazdı. Kör bir kızgınlıktı. O sakin, gülünce yeri oynatan halinle yanardağa dönüşmüş halini yan yana düşünmek zor oluyordu. Aynı anda iki insan oluveriyordun. En lafa gelmez, kimseyi dinlemez zamanın o anlar oluyordu. Kızgınlığın bertaraf olunca mahcup bir pişmanlıktı payına düşen. Olanlar geri döndürülemezse de sen olmandan dolayı çok yıkılıp dökülen, tamir edilemez sonuçlar da oluşmuyordu. Hepimiz seni anlar, seni asabiliğinle severdik. Kabullenir, sorun yapmazdık.
Dersimli bir gerillaydın sen. Topraklarına terini akıttın, filize durmuş fidanlarına su verdin, yükseklerin soluğunu taşıdın. Toprağına düşmüş şehitlerine yoldaşlık edip, yokluğun zorluğunu içine çektin. Yeni başlanmış bir ömrün en güzel yıllarını Dersimle yoğurdun. Munzurlar öz evladı gibi baktı sana. Emsalsiz bir aşkın tüm güzellikleriyle sarıp sarmaladı seni. Teraziye vurulamaz yüreğinin seslenişleri Munzurların zirvelerinde yankılandıkça yoldaşlığınız daha bir pekişti. Kanla, şehitlerle kutsadınız ortaklığınızı. Kimi zaman sen ağladın Dersim’e, kimi zaman Dersim ağladı sana. Tutuştukça gözyaşlarınız, çözülmez bir bağ oluştu aranızda. Birbirinize tutkunuz, hasretler eklenince daha bir kabarıp dayanılmaz oldu. Kürdistan özlemlerinize katıştı, ayrılığınıza ilaç oldu. Sevdanızı harmanladı, kavuşamamışlığınızı kutsadı. Dersim’den uzaklığını bütün ülkenin sevgisine maya yaptı.
Belki de senin en geç keşfettiğimiz yanın şiirdeki ustalığındı. Çok sonraları gizemli ve mütevazı duygu dünyanla tanıştık. İlk başlarda inanamadık. Sen ve bu şiirler diye düşündük. Sen yazdıkça, yüreğinin ezgileri mısralarda yer aldıkça, kendi sır perdesini söküp atmış hazine misali duyguların büyüledi bizleri. Erkenden fark edemememizin yanlışlığına üzüldük. Okul okumamıştın. Okuman yazman sonradandı. Derme çatma, kelimeleri düzgün durmayan bir yazı, yalpalayan ve duraksayan bir okumaydı. Bunlara bakıp şiirlerini düşünememiştik. Ama şiirin okul işi, çok yazma okuma işi olmayıp; bir yürek işi, derin duygu işi olduğunu bizlere öğrettin. Şiirlerin şatafatlı hazırlıklarla süslenmiş, içine yapmacık okul kelimelerinin doluşturulduğu yollardan çıkıp gelmediğini; iyi kulak verilmiş, her yanıyla yaşanmış ve hissedilmiş, yaşam pınarının kaynağından alıp geldiği duygularla döşenmiş yollardan çıkıp geldiğini gösterdin. Şiirdeki yanlışlığımızı düzelttin. Yazdığın her satırı hissederek yazdın. Mısraların şehitleri, değerlerimizi taşıdı, Kürdistan’ı, Dersim’i, özlemlerimizi ve anlatamadıklarımızı taşıdı.
Şiirlerin, yalnızlıkla örülmüş o sert görünüşünün arkasına saklanmış yufka yüreğinin, hissettiklerinin sözcüğe dökülmesiydi. Her sözcük senden bir parçaydı. Kor gibi düştüğü yeri ısıtıyor, imgelerden bir büyü yaratıyordu. Onları okuyunca yüreğinle tanışıyorduk, yüzünün bambaşka bir iklimiyle buluşuyorduk. Gözleri yolda kalmış hecelerinin hasreti sıra sıra diziliyor, bizleri onları kucaklamaya çağırıyordu. Sessizliği gözleyen haykırışların ve adından bile kaçındığın, söylemediklerin korunaklı bir sığınak bulmuş gibi doluşuyordu o hecelere. Ve bizi alıp götürüyordu enginliğine. Seni buluyorduk oralarda. Sessiz kelimelerin, lal anlatımların çıkıyordu karşımıza. Seni şiirlerinle anlıyorduk. Görünmeyen sessizliğin mısralarda ayan beyan bizi karşılıyordu. Seni bulmak için yüzümüzü şiirlerine dönmemiz gerektiğini anlıyorduk.
Bir şiir gibi yaşadın. Onun gibi kısa ve dopdolu. Yüzlerce cümlelik anlatılamayacakları iki üç kelimeyle özetledin. Tüm söylenmemişleri birkaç sözle söyledin. Kavgayla, aşkla yoğrulmuş şiirlerin, seni anlatacak tarihe, geleceğe. Mısraların bir halkın bütün kutsal sevgilerini taşıyan ezgilerde yaşayacak.
Sen genç bir komüniste yakışır gibi diri ve sıkı; bir şaire yakışır gibi yürekli ve duygulu yaşadın. Sevinçsiz ve yüreksiz bir yaşamı kabul etmedin. Sen kararlı ve ısrarlıca şiirlerini okudun. Sen sözünü söyledin, şimdi sıra bizde.
Erken oldu yiğidim. Çok çabuk ölüm çaldı kapıyı genç komünist. Şiirlerinin içinde ölüm kötü bir sözcük gibi sırıtıyordu. Şiirlerin ve ölüm yakışmıyordu aynı defter sayfasına. Birlikte duramıyorlardı. Birdenbire hesapsız bir seher vaktinde şiirlerinin ahengini ölüm nasıl yakaladı. Bu kadar çabuk yetişmek zorunda mıydı? Ölümü kovalayan mı vardı? Neydi bu acele. Yoksa tüm şiirlerinin özündeki geçmişe özlemini gidersin, şehitlerle buluştursun diye, sen mi bir şiirinin köşesine o karanlığın adını yazmıştın? Şimdi onun adını mısralarının içinden bulup çıkarmak için tekrardan karıştırıyoruz şiirlerini. Her bir satıra göz gezdirip, senin izlerini arıyoruz. Sözlerini çıkarıp geleceğe yazıyoruz.
İznin olursa kitabını AZAM, DİREN VE ROHAT arkadaşların anısına ithaf etmek istiyoruz. ŞEHİT AZAM da senin gibi sessiz ve gizli bir şiir dostuydu. Senden sonra çok olmadı düştü toprağa. Durur durur ezberden şiirler okur, duygulu bir atmosfer yaratırdı. Senin gibi şiire aşıktı. Belki de birlikte şiir okuyamayışınızın üzüntüsünü kitabınla telafi edebilirsiniz. AZAM, DİREN VE ROHAT arkadaşları unutmayacağız.
Şiyar Dersim