Artık özgürlük zamanı!
Öncelikle İmralı'da eşsiz bir mücadeleyi geliştiren Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Sevgilerimizi sunuyorum tüm arkadaş yapımımız adına.
Sizin de belirttiğiniz gibi 43 ay sonra bir görüşme oldu. Elbette ki bu görüşme hem halkımız hem de parti yapımız tarafından coşkuyla karşılandı.
Düşünün ki bir tabutluk olarak tasarlanmış bir sistem var. Koyu bir karanlık, oradan bir ses yükseliyor. Bunun tabii ki nasıl oluştuğunu, nasıl geliştiğini, hangi faktörlerin bunda etkili olduğunu doğru anlamamız gerekli.
Biz hep tartışmalarımızda İmralı soykırım sistemini tanımlamaya çalıştık. Dedik ki İmralı bir soykırım sistemidir. Dedik ki İmralı bir özgürlüğün hapsedildiği bir alandır. İmralı'da sadece Kürt halkının değil halkların geleceği karartılmak isteniyor. Bunları döne döne toplumumuza anlatmak istedik, Kürt toplumuna anlatmak istedik. Şimdi bir kez daha yaşanan gelişmeler açığa çıkardı ki gerçekten İmralı gerçekliği anlaşılmadan Türkiye'deki siyasal durum, Türkiye'deki gelişmeler değerlendirilemez.
Bu anlamıyla gerçekten İmralı soykırım sistemi üzerinde yoğunlaşmak ve yaşanan gelişmeleri biraz o çerçeveden anlamak gerekli. Bu konuda şu anda çok yoğun bir özel savaş propagandası var.
TÜRK ULUS DEVLETİ GÖRÜŞMEYE MECBUR KALDI
Kimi diyor ki Bakur'da artık gerilla kalmadı, PKK varlığı kalmadı, ondan dolayı böyle oldu. Kimi çıkıyor diyor ki konjektürel durum, bölgedeki savaş, dengeler böyle bir görüşmeye sebebiyet verdi. Fakat biz şunu çok iyi biliyoruz. Esas olarak iki temel nedenden dolayı içinde bulunduğumuz dönemde böyle bir görüşmeye Türk ulus devleti mecbur kaldı. Ve bunu da Devlet Bahçeli gibi en uç milliyetçi kesime söylettirdiler.
Bu faktörlerin başında Önder Apo'nun muhteşem direnişi geliyor. Önder Apo İmralı'yı bir mücadele merkezi, bir savaş merkezi olarak değerlendirdi. İmralı'da nasıl bir savaş yürüyor? Dışarıdaki savaşı değerlendiriyoruz. Medya Savunma Alanlarındaki savaşı değerlendiriyoruz. Topluma karşı özel savaş saldırılarını değerlendiriyoruz. Her alanda 3. Dünya Savaşı'nı değerlendiriyoruz. Fakat ısrarla hep şunu vurguladık. Dedik ki 3. Dünya Savaşı'nın esas merkezi İmralı'dır. İmralı'da bir savaş yürüyor.
Şimdi açığa çıkan sonuç şudur. Gerçekten İmralı'da çok görkemli bir direniş vardır. Önder Apo'nun yılmaz bir iradesi, duruşu vardır. Bunu tanımak zorunda kalan, bununla yüzleşmek zorunda kalan bir Türk ulus devlet gerçekliği vardır. O anlamıyla İmralı soykırım sistemi içerisinde yürütülen savaşı doğru anlamak lazım.
3. Dünya Savaşı'nı yeri geldiğince tartışıyoruz, daha da tartışacağız. Çünkü günübirlik olarak bu coğrafyadaki insan yaşamını, toplum yaşamını etkileyen bir durum. Fakat 3. Dünya Savaşı'na giden yol İmralı soykırım sisteminin kurulmasıyla oluşturulmuştu.
Şimdi yeni bir aşamaya geçerken bu Dünya Savaşı işte bir bölgede yoğunlaşırken İmralı soykırım sisteminde de hareketlilik olduğunu görüyoruz. Burada Önder Apo'nun bu muazzam direnişini ve duruşunu görmek, böyle tanımlamak gerekli. Birinci faktör bu. Niye böyle bir görüşme oldu? Yok işte vakit tamamdır bilmem ne... bunlar gerçekten işin hem magazinel kısmı hem de propaganda kısmı. Doğru olan Önder Apo'yu böyle bir sisteme, sistem içerisine alarak Kürt halkı karşısında soykırım savaşını yürütenlerin Önderlik üzerinden geliştirmek istedikleri hesapların boşa çıkmasıdır.
Neydi bu hesaplar? “Biz Önder Apo'yu İmralı soykırım sistemine alırız, bir rehine statüsünde tutarız. Yeri geldiğinde de Kürt halkına karşı kullanırız.” Böyle bir yaklaşımla ele alındı. Fakat 26 yılın sonunda açığa çıktı ki böyle bunu başaramadı.
Gerçekten karşımızdaki güçler, devletçi, iktidarcı güçler gerçekten halkın çıkarlarıyla, demokratik değerlerle bağlantısı olmayanlar, özgürlük değerlerinden uzak olanlar bu gerçekliği anlayamazlar. Bu siyasal sistemin gelip gelip çakıldığı nokta burası. Mentalite farklı, mantık yapısı farklı, değerler sistemi farklı. O yüzden Önder Apo'yu tuzağa düşüremiyorlar, kandıramıyorlar, aldatamıyorlar. O yüzden biz diyoruz Önder Apo kandırmaz, kandırılamaz; aldatmaz, aldatılamaz.
MÜCADELE, DİRENİŞ SONUÇ ALDI
İkincisi, elbette bu böyle bir Önderlikten haber almamızı sağlayan, görüşmemizi sağlayan diğer bir faktör Kürt halkının duruşudur, direnişidir, mücadelesidir. Uluslararası Komplo'dan bugüne kadar dört parça Kürdistan'da hatta sadece dört parça Kürdistan'da değil, Kürtlerin bulunduğu her alanda kendi varlığını hisseden, onurluyum diyen her Kürt Önder Apo için elinden geleni yaptı, yapıyor.
Kimi niyetleriyle katıldı, kimi en ağır bedelleri vererek katıldı ama Kürt halkı böyle bir mücadeleyi yürüttü. Önder Apo Kürt halkının demokratik ulus olarak doğuşunda temel faktördür. Onu doğuran, onu açığa çıkaran gerçeklik Önder Apo'dur. Önder Apo'nun fikridir, Önder Apo'nun düşüncesidir, Önder Apo'nun eylemidir. O fikir ve eylem Kürt demokratik uluslaşmasının zeminidir, temelidir. Hem kalbidir hem de beynidir.
Böyle bir gerçeklik var. Fakat Kürt halkı da Önder Apo'yu doğuran gerçekliktir. Kürt halk gerçekliği, Kürt halkının içinde bulunduğu koşullar kadar bünyesinde barındırdığı fedakarlık, cesaret, kendi kimliğine bağlı kalma arzusu, özgürlük istemi, kendi kendini yönetme arayışı Önder Apo'yu da şekillendiren, oluşturan bir gerçekliktir.
O kadar saldırı oluyor Kürt halkının üzerinde... Biz bence yeterince tanımlayamıyoruz, ifade edemiyoruz, özgür basın bu konuda yetersizlikler yaşıyor. Dünyada başka böyle yönetilen bir ülke yok. Kuruluşundan günümüze kadar da yok. Çok özel bir yapılanmadan bahsediyoruz. Türk ulus devleti gerçekten faşizmin mi diyeyim ya da kapitalist modernitenin mi diyeyim bir laboratuvarı gibi oluşturulmuş ve burası üzerinden böyle başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarına dönük politikaların geliştirildiği bir merkez konumunda. O anlamıyla tüm bu saldırılara, zindanlarda tutulanlardan, sokaklarda katledilenlere, çeşitli özel savaş oyunlarıyla tuzaklara çekilenlere kadar çok yönlü bir politikayla Kürt halkı karşı karşıya. Fakat buna rağmen Önder Apo'ya olan bağlılığından, güveninden, onunla yürüme azminden, ona olan tutkusundan asla geri adım attırılamadı.
İşte bu mücadele duruşu karşıdaki sisteme, İmralı Soykırım Sistemi'nin gardiyanlığını yapanlara geri adım attıran temel bir faktördür.
Yani iki temel faktör var. Bir Önderliğin görkemli direnişi ve buna yaraşır biçimde Kürt halkının her yerde aralıksız olarak kesintisiz olarak geliştirdiği Önder Apo'ya fiziki özgürlük mücadelesi, gerillanın eşsiz direnişi böyle bir gelişmeye yol açtı.
MÜCADELENİN GELİŞME YARATTIĞINI BİR KEZ DAHA GÖRDÜK
Ek olarak işte bölgesel gelişmeler, bunun yarattığı korku, panik, Türk Devleti üzerine bunlar da biraz faktör olarak var. Fakat şöyle söyleyeyim eğer mücadele olmasaydı, direniş olmasaydı, gerçekten bu konuda Kürt halkının eşsiz çabası olmasaydı, Türkiye'nin kendi sınırları içerisinde kendisi açısından risk olarak göreceği bir Kürt toplumsallığı da olmazdı. Böyle bir toplumsallık yoksa, böyle bir direnen, böyle bir savaşan halk gerçekliği yoksa Türk Devleti neden Önder Apo'ya mecbur kalsın? Niye böyle bir şey olsun? Buradan çıkacak sonuç şu; ne olursa olsun biz bu süreçte de mücadelenin bize kazandırdığını gördük, mücadelenin gelişme yarattığını bir kez daha gördük, ancak mücadeleyle nefes alıp verebildiğimizi bir kez daha gördük.
Diğer tanımlamalar, özel savaşın yönlendirmesine dayalı, Kürt halkının iradesini de reddetmeye çalışan, onu görmezden gelmeye çalışan, inkarcı zihniyetin bir devamı olarak gündemde tutuluyor. Bu gerçekliğin iyi algılanması lazım.
TOPLUMDA BEKLENTİ YARATILIP ÖZEL SAVAŞ UYGULANIYOR
Önder Apo dedi ki “tecrit” devam ediyor. Kamuoyuna verdiği mesaj bu temeldedir. Gerçekten de öyledir, tecrit devam ediyor. Dikkat edin görüşme oldu, ardından hemen bir görüş yasağı daha verdiler. Hukuki temelde yürüyen hiçbir şey yok. Zaten İmralı'da hukuk yok, orada özel bir durum var. Türk Devleti'nin temsilcileri Bahçeli, “biz istersek görüştürürüz, biz istemezsek şey olmaz” yaklaşımını sergiliyor. İradeyi böyle niye yok sayan, ezen bir tutumları var. Bu da bir özel savaş yöntemi. Sanmasınlar ki Önder Apo bunun farkında değil, sanmasınlar ki Kürt Özgürlük Hareketi PKK bunun farkında değil.
Sonra da Adalet Bakanı çıkmış böyle utanmazca, diyor ki Türkiye'de hukuk devleti var. Türkiye'de hukuk devletinin olup olmadığını da, insan haklarının olup olmadığını da, insan hak ve özgürlüklerinin olup olmadığını da herkes İmralı'ya bakarak anlayabilir. Herkes İmralı'nın durumuna bakacak. İmralı'da nasıl bir uygulama varsa, Kürtlere karşı böyle bir uygulama vardır, Türkiye toplumuna karşı böyle bir uygulama vardır, bunun çok iyi anlaşılması lazım.
Bu anlamıyla tecrit devam ediyor. Geçmiş dönemlerde de biz şunu gördük Kürdistan'daki kamuoyunun, demokratik ulusun, ulusal demokratik mücadelenin yükseldiği her alanda, dönemlerde, yine uluslararası kamuoyundan baskı olduğunda Türk Devleti, geçmişte de, geçmiş süreçlerde de dönem dönem bir kere görüşme yaptıydı, sonra kapattı. Toplumda dönemsel olarak beklenti yaratan, psikolojik savaş yapıyorlar. İmralı üzerinden böyle bir psikolojik savaş şeyi kurguluyorlar. Bunun böyle olmaması için ne yapmak gerekir?
Bu döngüden nasıl çıkılır? Tecrit devam ediyor. Fakat biz şunu gördük, mücadele edersek, ısrarla her alanda gücümüzü ortaya koyarsak, geri adım atmazsak, ilkeli durursak, İmralı soykırım sistemini biz parçalayabiliriz. Onun zamanı gelmiştir. Şunu biz söyledik; artık özgürlük zamanı dedik. Özgürlük zamanındayız. Bundan daha geri bir şeye düşemeyiz biz. Biz Önderlikle bir görüşmeye muhtaç edilerek bu iddiamızdan, bu istemimizden, bunun olmasından vazgeçemeyiz. Önderliğe fiziki özgürlük çerçevesinde her alanda, başta Bakure Kürdistan olmak üzere, bütün yolda yöntemlerle zengin bir şekilde sürdürülebilmeli.
Bu konuda geçen süreçte gerçekten önemli gelişmelerin olduğunu gördük. Mesela küresel özgürlük hamlemiz çerçevesinde dünya halklarına, aydınlarına, entelektüellerine, işte gerçekten ne diyelim, demokratik dünyaya, demokratik uygarlık dünyasına açılım yaptık. Önderlik gerçekliğini hem taşıdık, hem oradan güç aldık, beslendik. Bunu sürdürmek gerekli.
TÜRKİYE’DE BİR ÖZGÜRLÜK İNİSİYATİFİ GELİŞMELİ
İkincisi, tabii Türkiye'de oluşan gündemle de birlikte, herkesin niyeti biraz daha açığa çıkmış oluyor. Biz bunu olumlu görüyoruz. Kimin gerçekten söylemlerinin arkasında ne olduğunu daha iyi anlıyoruz, görüyoruz. Kim dost, kim düşman, kim gerçekten Türklerin özgürlüğünü istiyor, kim istemiyor, kim oyun peşinde... Bunların hepsi bu şekilde daha fazla aydınlanıyor.
Türkiye'de de bir özgürlük inisiyatifinin gelişmesi lazım. Türkiyeli aydınlara, Türkiye yurtseverlerine sesleniyorum ben bu temelde. Türkiye demokratik kamuoyuna sesleniyorum. Gerçekten mesela karşımızda devlet inisiyatifi diye bir şey söylemişler, öyle bir isim koymuşlar. Tasfiye için devlet inisiyatifi. Biz de diyelim ki özgürlük ve demokrasi için halkların inisiyatifi, bunu kuralım, bunu oluşturalım. Bunun zemini vardır. O temelde halkların birlikte mücadelesini geliştirmek çok önemli. Geri adım atılmamalı, mücadeleyi yükseltilmeli, tecrit kalkmış gibi davranış gösterilmemeli. Önemli bir selam aldık, güç aldık, Önderliğimizin sağlığından bilgi aldık. Bunlar hepimize moral veren başlıklardı. Fakat bu durum bizi daha fazla mücadeleye, sarılmaya, Önder Apo nasıl İmralı Soykırma Sistemi'ne karşı Kürt halkının onurunu, Kürt halkının kültürünü, Kürt halkının güzelliğini, özgürlüğün duruşunu temsil ediyorsa bizim de dışarıda ona yakışır bir şekilde, ona yaraşır bir şekilde mücadeleyi yükseltmemiz gerekiyor.
‘KÖLN EYLEMİNİ SELAMLIYORUM’
Köln’de, dört parça Kürdistan'dan halkımızın katıldığı bir irade ortaya koyuldu. Kürdistan'da yapılan eylemlikler biraz daha yerel özellikler taşıyor. Fakat biraz ulusal duruşu temsil eden bir alan Avrupa alanıdır. Avrupa'daki kitlemiz, Başure Kürdistan'dan giden, Rojava Kürdistan'dan giden, Rojhilat'tan giden, Bakure Kürdistan'dan giden, halk gerçekliğimizin bir ulusal irade beyanı gibidir. Köln’de o anlamıyla gerçekten görkemli bir buluşma oldu. Önderliğin görüşmesinin hemen ardından olması da çok anlamlıydı. Orada Önderliğin ortaya koyduğu selama, Önderlikle yapılan görüşmeye verilen büyük desteği gösteriyor. Böyle bir gerçeklik var.
Küresel Özgürlük Hamlesinin de ikinci yılına girdik biliyorsunuz, Ekim ayında. Bu hamleyle birlikte, dört parça Kürdistan'da böyle o şey ortadan kalktı toplumumuzda böyle yeniden hareketlenme gelişti. Karşımızdaki soykırımcı sistemin daha çok farkına varan, daha çok bilinçlenen, o anlamıyla daha çok politikleşen bir halk gerçekliğimiz var. Bu temelde böyle bir gerçeklik açığa çıktı. O anlamıyla ben katılan herkesi selamlıyorum, kutluyorum. Başarılı bir eylemdi. Fakat bu eylemi mutlaka sürdürmek gerekli, devam ettirmek gerekli.
Dört parça Kürdistan'da da Rojava'da, Kıbrıs'ta, dünyanın başka yerlerinde de gerçekleşen eylemler açısından da, şunu söyleyebilirim; Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü gündemde tutacak, çok zengin yöntemlerle eylemlerin inşa edilmesi, oluşturulması lazım. Bu bazen belirttiğimiz gibi yüz binlerin bir araya gelişidir. Bazen daha farklı eylemsellik biçimleridir. Bu temelde bu mücadeleyi sürdürmek lazım.
Her geçen gün gerçekten Kürt halkı kendi durumuyla Önderliğin durumu arasındaki bağlantıyı daha derinden hissediyor. Bu çok önemli bir konu. İkincisi, Orta Doğu'daki savaş gerçekliğinin açığa çıkardığı riskleri görüyor. Öz savunma olarak da kendi ruhunu, kendi kimliğini, kendi düşüncesini, savunma gerçekliği olarak da Önder Apo gerçekliğiyle kendisini buluşturuyor. Ve bir de tabii ki bu sürecin sonunda artık Kürtler, 50 yıllık mücadelemiz gerçekliği içerisinde artık tabii ki statüsünü istiyor. Bu temelde iddialı, kararlı bir gerçekliğin açığa çıktığını söyleyebilirim.
SAVAŞ ÇOK YOĞUN BİR ŞEKİLDE DEVAM EDİYOR
Savaş tüm yoğunluğuyla devam ediyor. Bakure Kürdistan toprakları savaşın temel bir alanı. Sadece Tusaş eylemi, Rojger ve Asya arkadaşlarının yaptığı eylem açısından böyle değil. Bakure Kürdistan yıl boyunca operasyonlar oldu, arkadaşlar eylem yaptı, çatışmalar oldu, şehitlerimiz oldu.
Bu neyi gösteriyor? Burada savaşın tüm yoğunluğuyla devam ettiğini gösteriyor. Burada sayısal bir şeyin peşine düşmek yanlıştır. Gerilla güçleriyle büyük orduları karşı karşıya koyamazsınız zaten. Bu işin mantığında yoktur. Buna girmeyeceğim. Gerilacılık konusu ayrı bir konu.
Fakat şunu söylemek istiyorum. Savaş durmadı, hala çok yoğun devam ediyor. Medya Savunma Alanlarında da bu böyledir. Medya Savunma Alanlarında da HPG BİM günlük olarak bilançolarını açıklıyor, aylık olarak bilançolarını açıklıyor. Çok yoğun bir savaş durumu vardır. Türk Devlet Güçleri'nin söylediği gibi, biz girdik, etkisizleştirdik, Bakur'da hiç gerilla kalmadı gibi bir durum yok. Bunlar gerçekten propaganda düzeyi çok aşırı olan, özel savaş yüklü şeyler.
Burada ben Asya ve Rojger arkadaşı saygıyla, sevgiyle, minnetle anıyorum. Biz 14 Temmuz direniş ruhuyla mücadele eden bir hareketiz. Gerilla, 14 Temmuz direniş ruhu temelinde oluşmuş bir gerillacılıktır. Başından beri fedaidir. Asya ve Rojger arkadaşlar koşullar ne olursa olsun, teknoloji ne kadar gelişkin olursa olsun, imkanlar ne kadar az olursa olsun, özgürlük militanlarının durdurulacağını gösterdiler. Önder Apo'nun militanları durdurulamaz. Önüne geçilemez. Herkesin bunu çok iyi anlaması lazım.
Bunu bu yıl gördük, geçen yıl Rojhat ve Erdal arkadaşlar şahsında gördük. Ondan önce de Sara ve Ruken arkadaşlar şahsında gördük.
Fakat sadece bu da değil. Medya Savunma Alanlarında, tünellerdeki direniş çok görkemlidir. Bunu toplumumuza ne yazık ki biz yeterince yansıtamıyoruz. Hem düşman saldırıları kapsamında, direnişin görkemi çok fazladır. Çok görkemli bir direniş vardır. Bunun çok iyi anlaşılması lazım.
SALDIRILAR DURMAZSA ÖZ SAVUNMA EYLEMLERİ DE DURMAZ
Asya ve Rojger arkadaşlarının değinilip geçilecek bir eylem değildir. Dikkat edin, Türk Devleti zaten afalladı, şaşırdı. Fakat biz de şaşırmalarına şaşırıyoruz. Bu savaş, savaş devam ediyor. Eğer TUSAŞ bize saldırmaya devam ederse yeni saldırılar da gelir. Niye buna bu kadar şaşırıyorlar? Herkes şunu bilsin, Medya Savunma Alanlarında da, diğer yerlerde de, Türk Devleti eğer saldırılarını durdurmazsa, öz savunma eylemleri de durmaz. Sadece gerileğe karşı saldırılarından bahsetmiyorum, halka dönük saldırılarından bahsediyorum. Halka dönük Türk Devleti'nin saldırıları çok yoğundur.
Özel savaş saldırısı, katletme, sivil ölümleri, bir sürü şey var. Şimdi kendi aklına göre bizi böyle askeri güç ayrıştırmış, ama her yerde sivilleri zaten vuruyor. Rojava'da ne kadar sivil katletti, katlediyor, Başur’da ne kadar sivil katletti, katlediyor. Türk Devleti'nin işgal saldırıları durmadıkça, Türk Devleti'ye Kürt halkının iradesini kabul etmedikçe, Türk Devleti İmralı Soykırım Sistemi'nden vazgeçmedikçe, mücadele sürer. Bunu herkes bilsin, kimse şaşırmasın. Ya niye böyle oluyor demesin kimse.
ASYA’NIN ÇIKIŞI ÇOK BÜYÜK BİR ÖZGÜRLÜK ÇIKIŞIDIR
Asya ve Rojger arkadaşlarının da bu eylemleri, hemen üzerinden geçebileceğimiz bir eylem değil. Zaten her iki arkadaşını da gerçekten ben, başta Kürdistan kadını, genç kadınlar ve gençlik olmak üzere herkesi Asya ve Rojger'i yakından tanımaya çağırıyorum. Böyle bir eyleme bu arkadaşlarımızı yönelten sebeplerin doğru anlaşılmasına çağırıyorum. Düşünün Asya arkadaş bilgisayar mühendisliği okumuş, bilgisayar programcılığı okumuş bir arkadaş, Türk Devlet Okulları'nda okumuş, o sistemin şeyinden geçmiş. Fakat ne oluyor? Kendisini arama, kendi kimliğini arama, onu PKK’yle buluşturuyor.
Çok büyük bir özgürlük çıkışıdır heval Asya'nın duruşu. Gerçekten kendisi bize bıraktığı mektubunda, demiş ki ben Zilan arkadaş gibi olamam belki, öyle yaklaşmış ama günümüzün Zilan temsilidir heval Asya. Bunu böyle anlamak, böyle anlamlandırmak, böyle okumak kesinlikle gerekli.
Biraz mektubunu böyle inceleme fırsatım oldu benim, okudum birkaç kere. Büyük bir yaşam arayışı var. Onu PKK’ye getiren, PKK mücadelesinin içerisine çeken esas şey Kürt Aşkı kitabı. Kürt Aşkı'nın ana teması nasıl yaşamalı? Kürt Aşkı kitabının ana teması budur.
Kendisi şöyle söylüyor, ben ilk okuduğumda nasıl yaşamalıyı çok anlayamadım ama nasıl yaşamamalıyı anladım diyor. Gerçekten bu ölçülere sahip olabilmek günümüzde çok önemli. Bakın günümüzde başta kadınlar olmak üzere, gençler, insanlar üzerinde tam bir toplum kırım var. Anti yaşam var. Anti yaşam gerçekliğiyle karşıyayız. Adına yaşam denen şey yaşamdan başka her şeye benzeyen, tanımlanamaz bir durumdadır.
Bu anlamıyla Heval Asya, Kemal Pir çizgisinini de izliyor. Uğruna ölünecek kadar sevilen yaşamın da yaratıcı gücü oluyor. Yaşam gücü olarak Asya'yı tanımak, tanımlamak, onun arayışlarını anlamak, onun gözlerinden bakmak gerek. Kürdistan kadını, Kürdistan gençliği Asya'nın gözlerinden hayata bakabilmeli. Yaşamı, Kürdistan'daki yaşamı böyle tanımlayabilmeli. Böyle olursa gerçekten hem şehitlerimize doğru anlam vermiş oluruz, hem de içine sürüklenilen bataklıktan da çıkılmış oluruz. Şu anda Kürdistan'da özel savaş uygulamaları Kürdistan'ı tam bir bataklık haline çevirmek istiyor, boğmak istiyor. Dikkat edin oradan gerçekten eşsiz güzellikte bir çıkış gerçekleştiriyor.
Heval Asya şehit Laşer arkadaşın şahadetinden sonra söz veriyor. “Ben o şehit düştüğünde gittim, ben onun cenazesini topladım. Her bir parçasına söz verdim” diyor. Şimdi ben buradan halkımıza, gençlere, kadınlara şunu söylemek istiyorum. Kürdistan'da şehit kanıyla sulanmamış, şehitlerimizin gömülü olmadığı hiçbir toprak parçası yok. O anlamda kutsanmıştır. Herkesin verdiği sözlere bu temelde sahip çıkması gerekir. Çünkü Asya arkadaş bunu emrediyor.
Asya arkadaş yurtseverliğin kendisini temsil ediyor. Nasıl bir yurt sevgisi olmalı, nasıl bir sahiplenme olmalı bunu gösteriyor. O temelde başta kadınlar olmak üzere gençlik, Asya arkadaşın bu vasiyetine sahip çıkabilmeli.
Üçüncü olarak da büyük bir yaşam sevgisi var, coşkusu var, heyecanı var. Yeni yaşam arayışı var. Yaptığı eylem için “ bu benim yeni yaşama doğuşumdur” diyor. Yoldaşlara diye yazdığı bölümde de şöyle bir hitabı var “biz ölü doğan çocuklarız.” Soykırım sömürgesi sistem altında yaşam olmayacağına işaret ediyor. Yaşadığımızı sanabiliriz ama ona yaşam denilemez diyor. Ve kendi doğuşunun partiye katılım ve bu eylemle özdeşleştiriyor.
Bu temelde ben birkaç noktaya dikkat çektim ama gerçekten bunların üzerinde çok iyi yoğunlaşmak ve kendimizi böyle zihniyet dünyamızı, duygu dünyamızı bu değerlerle şekillendirmek lazım.
Bir de büyük bir intikamcıdır. Şehit düşen yoldaşların, Medya Savunma Alanlarında kimyasalla zehirlenen arkadaşların davasını sürüyor. Yarım kalan eylemlerin tamamlayıcısı olmak istiyor.
Her bir Kürt ferdi, her bir devrimci insan, devrimcilerin yarım bıraktıklarını kendi pratiklerinde tamamlayacak bir irade ve arayış içerisinde olabilmeli. Ömürlerini ömürlerimize katarak bu davayı kesinlikle özgürlük sistemini oluşturana kadar, özgürlük sağlanana kadar yürütmek lazım.
Şehit Çekdar arkadaşın mektubundan da alıntı yapmış mektubunda. “Kahraman bir halkın çocukları fedai olur” demiş. Gerçekten öyle. Bu halk kahraman, çocukları da fedai. Bu fedailik halkımızı daha kahraman olmaya, daha fazla çocuklarına sahiplenmeye, onların çizgisinde yürümeye mecbur kılıyor. Böyle bir sözleşme mutlaka gerekli.
Bu temelde heval Asya'nın duruşu, Önder Apo'yla yoldaşlık ilişkisi bağlamında da şunu söyleyerek tamamlayacağım. Önderlik bir yazısında Martı kitabından alıntı yapmıştı. Zaman ve mekanı aştığımızda gerçek arkadaş olabiliriz diye. Asya arkadaş bunun arayışında olan bir arkadaş. Zaman ve mekanın etkisini aştığımız oranda, onun koşulladığı ilişkilerden çıktığımız oranda biz gerçek arkadaşlar olabiliriz.
Gerçekten de belli bir zamana, süreye bağlanmış, belli koşulların, belli imkanların oluşturduğu ilişkiler her zaman geçicidir. Etkisi azdır, kırılgandır, değişkendir. Ama mekan ve zamanı aşan ilişkiler, gerçek bağlılığı, gerçek sevgiyi açığa çıkaran ilişkilerdir.
Herhalde Kürt aşkı tanımlamasını da böyle bir gerçekliğe oturtmak, Kürt aşkı arayışını da işte bu ilişki gerçekliğinde bulmak, görmek yerinde olur diyorum.
GENÇLİK ROJGER ARKADAŞIN İZİNDEN YÜRÜMELİ
Rojger arkadaş daha genç bir arkadaş. Fakat Rojger arkadaşın da en temel özelliğini çok genç yaşta olmasına rağmen çocuk yaşta yüreğine Apocu olmayı koyan bir arkadaş. Zaten bir eylem anında diyor ki “bir amca bana dedi ki; Apoculuğu arıyorsan ne sensin ne benim dağdakilerdir Apocu.” Hep onu aramış. Belli ki Önderliğe ulaşmak istiyor, Önderlik gerçekliğiyle bütünleşmek istiyor. Israrla böyle katılmak istemiş partiye.
O temelde de çok küçük yaşlarda ağır mücadele koşullarıyla da karşı karşıya kalmış. Öz yönetim direnişlerinde kalmış, onun orada düşmana soykırımcı saldırılarını görmüş, bunun yarattığı öfkeyi, kini biriktirmiş. Bir öfke ve kin eğer doğru değerlendirilirse doğru bağlılık ve sevgilerin de zeminini oluşturur. İşte Rojger arkadaşta böyle bir gerçekliği görüyoruz.
Ben bütün Kürdistan gençliğine Rojger arkadaşı kendilerine sembol yapmalarını, anlamalarını, onun izinde yürümeleri çağrısında bulunuyorum.
Ancak Rojgerler, Asyalar çoğalırsa biz onları yaşayan bir gerçeklik haline dönüştürürsek kazanabiliriz. Bahsettiğim bir yaşam duruşu, bahsettiğim soykırımcı sömürgeciliğe karşı tutum almak, onunla mücadele etmek, asla taviz vermemek ve Asya ve Rüzgar gibi fedailerimizin, büyük şehitlerimizin yaşayan temsilcileri haline gelmek, dönüşmek. Kürdistan gençliğinin önünde duran bir görevdir.
ÖZEL SAVAŞ UYGULAMALARI YÜRÜTÜLMEYE DEVAM EDİLİYOR
Karşımızdaki Türk özel savaş sistemi kendi hakimiyetini kurmak istiyor. Tartışmaları çok provokatif düzemde yürüyor. Bahçeli'nin açıklamaları mesela çok provokatiftir. Mesela milliyetçi tabanı böyle galeyana getirmek ister gibi bir hava var. Gerçekten böyle bir riski vardır.
Kürt halkının yürüttüğü mücadelenin açığa çıkardığı sonuçlar var. Yine bölgesel olarak da bir baskı var, bir dayatma var. Gerçekten bölgede ciddi gelişmeler var, yeni gelişmeler olabilir. Böyle bir ortam var. Adeta bunun önünü kesmek isteyen bir durum söz konusu. Oysa herkes gittikçe şuna daha fazla ikna olabilecek durumdadır. Tarihsel olarak bir Türk-Kürt ilişkisini yeniden tanımlamanın zamanıdır. Zaten bu tanımlanamadığı için yüzyıldır cumhuriyet krizli. Yüzyıldır cumhuriyet Türk-Kürt ilişkilerini tanımlayamadığı için bu kadar krizleri yaşıyor.
Fakat dikkat edilirse buna özel savaş kanadından, Türkiye'deki Gladio kanadından bir müdahale vardır. Bir anlamda bala zehir katmak gibidir. Buradaki bal ne oluyor? Toplumun kendi toplumsal sorunlarında çözüm arayışı, bir çözüm isteniyor. Bilgi ihtiyacı da oluyor aynı zamanda. Türkiye toplumunda ekonomik kriz var, kültürel kriz var, ahlaki kriz var. Gerçekten böyle bataklık tanıma az bile kalıyor. Her gün bebek ölümlerini, bebek tecavüzlerini tartışıyoruz. Bu korkunç bir durumdur. Gerçekten aklımız almıyor. Ahlakıyla, kültürüyle bilinen Anadolu ve Kürdistan toplumu nasıl bu hale geldi? Bu asla kabul edilebilecek bir şey değil. Bu toplum açısından da kabul edilecek bir şey değil.
Dünyanın başka bir yerinde bu olaylar sınırsız olsa yönetim kalmaz, mevcut iktidar kalamaz . Toplumun karşısına çıkamaz. Karanlığa gömülür. Her olaydan, her krizden kendine pay çıkaran bir toplumu daha fazla kendi iktidarına bağlamaya çalışan bir mekanizma kurulmuş ki Türkiye'de bugünleri Hitler görseydi, Mussolini görseydi “bravo, biz yapamadık ama Erdoğan, Bahçeli ikilisi bunu yaptı” derdi . Gerçekten böyle bir durum.
Diğer bir şey de toplumun kendi iç barışını sağlaması. Şimdi Kürt halkıyla Türk halkının ilişkileri, burada yaşanan gerilim, çatışma, bütün sorunların anasıdır. Ekonomik sorunların da, mevcut özel savaş sisteminin de merkezinde bu yatıyor. Çünkü Kürt'e karşı, Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşımına karşı, haklı mücadelesine karşı savaş yürütmek için her şey kirleniyor. Her şey kirletiliyor. Her yere yalan bulaşıyor, her yere komplo bulaşıyor. Şu anki Türkiye tablosu böyle bir tablodur. Türkiye'deki özel savaş sisteminin altında bu var. Bunun Türkiye toplumuna iyi anlatılması lazım. Bakın, şimdi hani böyle şey tartışılıyor ya, Türksüz Kürt olmaz, Kürtsüz Türk olmaz.
PKK’NİN HALKLARA YAKLAŞIMI HAKİ KARER VE KEMAL PİR’LE MAYALANDI
Önderlik bundan 10 yıl önce bu cümleyi kullandı. Şimdi Bahçeli bunu kullanıyor. Ve utanmazca bunu kimin söylediğini söylemiyor. Bu söz Önder Apo'nun sözü. PKK, biliyorsunuz Haki Karer arkadaşla Önderliğin kurduğu yoldaşlık ilişkisinin bir sonucu olarak kuruldu. PKK, Haki arkadaşın Antep'te katledilmesine cevap olarak kuruldu. Bu şehadete parti kuruluşuyla, parti ilanıyla cevap verildi. Ona verilen söz temelinde PKK kuruldu.
Haki arkadaş kimdi? Haki arkadaş, Ordulu bir Türkiye'li devrimciydi. Önder Apo’nun Haki arkadaşla kurduğu ilişki, Önder Apo'nun aynı zamanda Türkiye halkıyla kurduğu ilişkiydi. Benzer bir ilişki aynı dönemde Kemal arkadaşla da kuruldu. İlk çekirdek dönemi diyelim. Haki ve Kemal arkadaşlarla Önderliğin kurduğu ilişki Kürdistan Devrimi'nin, PKK'nin yolunu belirledi. PKK'nin tarzını belirledi, ruhunu belirledi. Önder Apo, Haki arkadaş için “benim gizli ruhum” diyor. PKK'nin yoldaşlığı, PKK'nin halklara yaklaşımı bu ilişkilerde mayalandı.
Bunların dışında Önder Apo, Denizler'in, Mahirler'in, İbrahimler'in bayrağını yere düşürmemek için and içti. Niye and içti? Dedi ki, Denizler idam sehpasında benim halkımın adını dile getirdiler. O soykırım koşullarında, o koyu faşizm koşullarında, Kürt halkının adı bile anılmazken, yok sayılmışken yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği dediler.
Mahir, Kürt halkının, kendi kaderini tayin hakkını savundu. İbrahim, Dersim dağlarına çıktı. Daha bunlar gibi binlercesi var. PKK'ye katılan yüzlercesi var. Bu temelde Önder Apo hiçbir zaman Türkiye'nin demokratikleşmesinden, Türkiye devriminden kopmadı. Kemal arkadaşın yaptığı formülasyondur, herkes duysun, bilsin. Türkiye devrimi Kürdistan'dan geçer. Türkiye'nin demokratikleşmesi Kürdistan'dan geçer. 93'te Önderlik, “bir muhatap arıyorum” diyerek içinde bulunduğumuz sürece başlangıç yaptı.
Şimdi Alparslan hikayesini yeniden anlatıyorlar ya, nasıl Türkler Anadolu'ya girdi hikayesini anlatıyorlar. Evet, doğru hikayeler bunlar. Daha fazla da anlam vermek lazım.
1921 Anayasası'nın, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda 1917, 1919, 1918, 1919 süreçleri incelendiğinde görülecek ki gerçekten eşit bir durum var. Bunları ifade eden Önder Apo'dur. Bunlara dayalı olarak Türkiye toplumunun geleceğini aydınlatmaya çalışan, Önderlik gerçekliği Önder Apo'dur. Türkiye halkının başka hiçbir öndere, lidere ihtiyacı yoktur. Bunun Türkiye toplumuna anlatılması lazım. En fazla üzerinde oyun oynanan gerçeklik bu tarihsel gerçeklik.
ZİHNİYET ZEHİRLENMELERİNE KARŞI UYANIK OLUNMALI
Bu dönemde böyle ideolojik bir şey, bir zihniyet kavgası var. Dikkat edin hiçbir zaman olmadığı kadar Bahçeli çıkıyor, Türkiye tarihinden, MHP'nin kuruluş ilkelerinden, felsefesinden, Ziya Gökalp'in ne olduğundan, Türkçülüğün ilkelerinden bahsediyor. Ama bunların yalanla gerçekliği karıştırarak yapıyor. Doğruyu anlatmıyor. Doğru konuşuyor diyorsun arkasından, onun içerisine karıştırılmış bir zehir görüyorsun. Bu anlamıyla herkesi zihniyet zehirlenmelerine karşı ayık olmaya, uyanık olmaya çağırıyorum.
İkincisi bu, PKK üzerinde, özel savaş saldırısı var. Son dönemde özel savaşçıları, istihbaratçıları televizyonlara çıkarıyorlar. Onlar da PKK hakkında bazı değerlendirmede bulunuyorlar. PKK'nin devlet kuracağı, bilmem ne yapacağını söylüyorlar. Önderliğin İmralı'da geliştirdiği savunmalar temelinde bir paradigma değişimimiz var bizim. PKK'nin devlet kuracağı, tam bir safsatadır, yalandır. Bunun da Türkiye halklarına anlatılması lazım. Çünkü Kürdistan toplumu dışındaki Türkiye halkı böyle deli gömleği giydirilmiş gibi tutturuluyor . Bir sürü kriz, sorun var ama onlara PKK gelecek bilmem ne yapacak kaygısını yüklüyorlar. PKK'nin böyle bir devletçi paradigması yoktur. Önder Apo “altın tepside de sunsanız devlet bir kölelik mekanizmasıdır, devletle özgürlük olmaz, ilkesel olarak reddediyorum” dedi. Biz Önder Apo'nun partisiyiz, PKK Önder Apo'nun partisidir.
Kürtlerin devleti olsun olmasın tartışmasına girmeyeceğim, mesele bu değil. Eğer soykırımcı saldırılar bu şiddette devam ederse Kürtler çözümsüz kalmazlar. Kürtlerin her zaman bir çözümü olur. Kendi çözümünü yaratır. PKK de kendisini çözümsüz bırakmaz, PKK kendisini ilişkisiz bırakmaz, PKK kendisini politikasız bırakmaz. Fakat paradigmasal olarak PKK'nin böyle bir arayışı yoktur. PKK tam demokrasiyi inşa etmek istiyor, radikal sosyalizmi temsil ediyor, ideolojik gerçekliği budur. Madem düşmanlık yapılıyor bize karşı, o zaman biraz da hakkını vermek lazım, bu argümanlara karşı çıksınlar.
Mesela işte tırnak içinde ABD ve İsrail'le PKK nasıl bir ilişki içerisindeymiş. ABD ve İsrail'le en fazla ilişki içerisinde olan Erdoğan'dır, Bahçeli'dir. Bahçeli'nin partisi Amerika'da kuruldu. Gülen'e karşı çıkıyor da, Türkiye'ye komünizmle mücadele için, sol sosyalist demokratik mücadeleyi kırmak için ABD’den gönderildi. Bir de bunları da tartışmak lazım o zaman.
İMRALI’YI, ÖNDER APO’YU İYİ TAKİP EDELİM
Deniliyor işte Önderlik ortaya bir şey koymuş PKK kabul etmemiş. Halkımız, halkımız biliyor zaten ama en azından Türkiye kamuoyu, dostlar, bizi çok iyi tanımayanlar için söylüyorum. PKK'ye gelen bir şey yoktur. Bir şey yok ortada. Üzerinde tartışılacak, cevap verilecek bir şey yok. Böyle varmış gibi, söylenmiş de PKK kabul etmemiş gibi değerlendirmelerin hepsi özel savaş oyunlarıdır.
Bu anlamıyla ne yapmak lazım? İmralı’yı iyi takip edelim, Önder Apo'yu iyi takip edelim. İmralı tecridine karşı mücadelemizi yükseltelim. Her alanda da hakikatin peşinde olalım. Doğrular için mücadele edelim. Bu temelde de kendimizi, zihnimizi aydınlık, açık tutalım. Yoksa bu zehirlenme, çok sağlıksız bir ortamı yaratıyor.
Bunlardan daha fazla topluma dönük özel savaş politikalarına, ekonomik sorunlar, sosyal kriz, fuhuş, uyuşturucu, kumarhanelere odaklanmak lazım. Her gün dikkat edin krizlere yeni bir tanesi ekleniyor. Gerçekten Türkiye'de böyle çok ağır bir durum var. Doğa talanına karşı da mücadele edelim. Mücadele edecek kırk tane neden var. Kabul etmeyelim, bu bir onursuzluktur. Türkiye toplumu için de onursuzluktur.
Kürdistan toplumu açısından da eğer mevcut soykırımcı, sömürgeci saldırılar kabul edilirse, rıza gösterilirse, gerçekten çok şey kaybedilir. Buna odaklanırsak, AKP, MHP iktidarını yıkmaya, onları aşmaya ve gerçekten toplumsal barışı geliştirecek, demokrasi güçlerinin güçlenmesine yol açacak bir siyasi sosyal zemin yaratabilirsek, esas olarak halklar birbiriyle çözümünü bulabilir.
İktidarlar çözüm yaratamazlar. Devletler çözüm geliştirmezler. Onların yapabildiği nedir? Baskıdır, sömürüdür, zordur, işgaldir, çıkardır, kendi çıkarlarına göre hareket etmedir. Bunun dışında bir politika üretemezler. Bunlara da politika denmez zaten. Bizim felsefemizde politika bir özgürlük sanatıdır. Bunu da halklar kendisi icra ederler, kendi örgütlenmeleri içerisinde icra ederler. Bunu geliştirmek lazım.
Bu temelde, Kürdistan toplumunu, örgütlüğünü güçlendirmeli, her alanda örgütlenmeli, Türkiye toplumunu etkilemeli, Türkiye toplumunu bilgilendirmeli. Mesela her Kürt yurtseverinin muhakkak bir tane Türk dostu olmalı. Anlatmalı, tanıtmalı. Gerçekten şovenizm çok zehirlemiş insanları, çok bilinçsizlik var.
Ama biz sonuçta Türkiye halklarıyla birlikte yaşamak istiyoruz. Bu temelde yaklaşılırsa, demokrasi güçleriyle bu temelde gerekli örgütlenmeleri, eylemsellikleri açığa çıkarırlarsa, önümüzdeki süreçte bu saldırıların önüne daha fazla geçebiliriz.
ATEŞİN ÇOCUKLARI GERİ GELDİ
Ben öncelikle Batman'da direnişe geçen, mücadele eden herkese selamlıyorum ama özellikle de gençlere selamlıyorum. Gerçekten gençliğin çok önemli bir çabası oldu, direnişi oldu. Düşmanın TOMAlarına, saldırılarına karşı güçlü bir duruşu oldu.
Şehit Özgür Kaytali arkadaşımız vardı. Gençlik çalışmaları içerisinde çok emek veren bir arkadaştır. Heval Özgür'ün, Kürdistan gençliğinin bu temelde gelişmesi için çok emeği oldu. Bir kez daha gözümde heval Özgür'ün o heyecanı.
Gerçekten ateşin çocukları geri geldi. Demek ki ne kadar baskı olsa da ne kadar katliam olsa da, ne kadar oyun olsa da Kürdistan gençliği küllerinden doğan bir gençliktir. Öyle geri adım attırılamaz. Ben bu anlamda onları da sevgiliyle selamlıyorum. Kesintisiz olarak eylemlerinin şimdi gençlere karşı sürdürmeleri gerektiğini belirtmek istiyorum.
Kayyumun anlamı görevini yerine getiremeyenlerin yerine, uygun olmayanların yerine atamadır. Ama Kürdistan'da gerçekleşen bu değildir. Kürdistan'da işgal var. Sömürgeci hukuka dayalı işgal politikası var. Sömürgecilik hukuku var. Kayyum politikalarına karşı ya da bu işgal politikalarına karşı Kürdistan'da bir tepki var. Wan'da gördük, yetersiz olsa Hakkari'de gördük, işte Mardin'de şimdi görüyoruz, İstanbul Esenyurt'ta gördük. Bir tepki var.
Halk diyor ki benim seçime ve seçimi hakkıma karşı bir müdahale var. Benim demokratik haklarıma sen müdahale ediyorsun. Biraz daha bilinçli olan “benim kendi kendimi yönetmeme sen izin vermiyorsun” diyor. Fakat esas da şunun çok iyi görülmesi lazım. Burada bir sömürgecilik uygulaması var. 19. ve 20. yüzyılda sömürgecilik açık anlamda gittiği yere kendi valisini atardı. Şimdi Kürdistan'da ağırlıkta Kürt yöneticilere dönüp yapılıyor. Sömürgecilik uygulaması vardır, işgal vardır. Belediyeler işgal ediliyor. Sömürgecilik hukukuyla işgal ediliyor.
“Etnik kimliğe dayalı siyaset yapmayalım” diyorlar. İşte “Dem Parti böyle yapıyor, Kürtler etnik siyaset yapıyor” falan filan diyorlar. Türkiye'deki rejimin kendisi etnik siyaset yapıyor. Türkiye'de yaşayan herkes Türktür diyor. Herkesi Türkleştirmeye çalışıyor. Her yere de Türk vali atıyor. Burada bir asıl etnik siyaseti, ırkçılığı yapan devletin kendisidir. Devletin siyasi kodları böyledir. Hiç kimse bunu söylemiyor.
Bu ülkede Türk'ün elde edip de Kürt'ün elde edemediği ne var? Kürt, Kürtlüğünü elde edememiş. Her şeyi elde edebilir evet. Patron olabilir, iş adamı olabilir, vali olabilir, polis olabilir, cumhurbaşkanı olabilir. Her şey olabilir. Ama Kürt olmazsa olabilir bunlar. Kendi kimliğinden vazgeçerse bunlar olabilir. Ancak Türklüğe biat ederse bunlar olabilir. O bile sınırlıdır.
Tekrar vurgulamak istiyorum. Burada bir sömürgecilik yaklaşımı vardır. Sömürgecilik uygulaması vardır. Bunun böyle anlaşılması gerekir. Ve bu temelde de radikal mücadele etmek gerekir. Tekrar ben Kürdistan Gençliği'nin bu temelde yürüttüğü mücadeleyi selamlıyorum.
Elbette ki Kürdistan'da direniş olacaksa bu Önder Apo gerçekliğine dayalı olarak gelişiyor. Önder Apo üzerindeki uygulamalarla İmralı Soykırım Sistemi'ne bir karşılık temelinde sokak röportajlarına da yansıdı.
Kürdistan gerçekliğinde direnişin kalesi önderlik gerçekliğidir. Herkes gücünü oradan alır. Kaynak odur, yaşam ışığımız odur. Bu gençler açısından da böyledir. O anlamıyla daha fazla oraya yoğunlaşmalılar. Kürdistan Gençliği'ni, Önder Apo'ya bağlı gençliği kimse yıldıramaz. Biz bu temelde önümüzdeki dönemde de onların mücadelelerini sürdüreceğine inanıyoruz. Güveniyoruz Kürdistan Gençliği'ne.
SAVAŞIN, ÇATIŞMANIN EN AĞIR YÜKÜNÜ KADINLAR TAŞIYOR
25 Kasım Kadına Karşı Şiddete Karşı Mücadele Günü önemli. İçinde bulunduğumuz konjöktür, 3. Dünya Savaşı savaş koşulları bu gündemi biraz daha yakıcı hale getiriyor. Niye? Çünkü gerçekten evet dünyanın her yerinde kadına yönelik şiddet devam ediyor. Fakat Ortadoğu ve özellikle de savaşın yoğunlaştığı bölgelerde savaşın en ağır yükünü, bedelini, getirdiği acıları kadınlar taşıyorlar.
Normal hayatın akışı içerisinde ekonomik şiddet, işte erkek egemenlikli kültürün cinsiyetçi yapılanmaların açığa çıkardığı baskılama, bir tecavüz kültürünün zemin bulduğu bir gerçeklik var. Ama onun dışında bir de sıcak savaşın yaşandığı alanlarda gerçekten kadınlar çok ağır şiddetle karşı karşıyalar. Rojava'da çetelerin olduğu yerlerde haberlere yansıyor. Bunlar çok sınırlı yansıyor. Zaten işgal bölgesi, çetelerin alanı, bilgi akışı yok. Ne olduğunu sen bilmiyorsun. İşte Filistin-İsrail çatışmasında Filistinli kadınların yaşadıkları dram ortadadır. Bu anlamıyla gerçekten erkek egemenlikli zihniyetin açığa çıkardığı dünya yıkılmak durumunda. Biz bu sürece girerken şu sloganla girdik: “21. yüzyıl kadın yüzyılı olacak.”
21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna doğru ilerliyoruz. Bakın Amerika'da Trump'ın seçilmesine Çok cinsiyetçi, erkek egemenliğinin sembolik isimlerinden bir tanesi. Giderek dünya daha yaşanmaz bir yere geliyor. Ve bu durum başta kadınlar olmak üzere, özgür, eşit, demokratik yaşam arayan herkesi, kadın kültürüne, kadın dünyasına, onu anlamaya ve o temelde yeni bir paradigma çağırıyoruz. 25 Kasım vesilesiyle benim ifade etmek istediğim esas da bu.
Mevcut sistemi, mevcut erkek egemenliği sistemi, kapitalist modernist sistemi, uygarlığı, bir bütün olarak erkek egemenlikli kültürünün giderek zirveleştiği bir tabloda, çizelgede değerlendirebiliriz. Kapitalist modernite bunun zirvesini teşkil ediyor. 5000 yıl önce kullanan devletçi sistem günümüze ulaştığında, kapitalist modernite dönemine ulaştığında zirve yapmış durumdadır. Gerçekten hem hiyerarşik karakteriyle hem de böyle erkek egemenliği yönüyle yaşam alanı bırakmıyor insanlığa. Eğer gerçekten kadına karşı şiddetle mücadele edilecekse, bu ayrı bir dünya, yeni bir paradigmaya davet ediyor tüm herkesi, insanlığı. Bundan başka türlü kuruluş yok.
Bunu böyle pansuman tedavileriyle, böyle lokal şeylerle gidermek mümkün değildir. Örneğin işte kutsal aile diye bilinen aile bile şiddetin günlük olarak üretildiği ve kadına yaşatıldığı bir alandır. O anlamıyla gerçekten direnişimizi yoğunlaştırmamız lazım. Mevcut erkek aklından, erkek egemen akıldan ne dünyaya ne de kadınlara çözüm çare çıkar. O anlamıyla esas şey bir zihniyet çalışmasını yoğunlaştırmak olabilmeli. Bu alanda kadınlar daha fazla çalışabilmeli, yoğunlaşmalı, araştırma yapmalı. Çareyi kendisinde bulabilmeli. Kadının bu gücü var. Zaten başka bir zeka da bu sorunlara çözüm bulamaz.
Kürdistan'da savaş olduğu için günübirlik olarak Türkiye'de, bilinçli olarak toplumu çökertmek için politikalar var. Geleneksel toplumda bu kadar şiddet yoktur, ayıptır . Bir erkeğin bir kadını dövmesi ayıptır. Kadına karşı bir şiddetle yönelmesi ayıplanır, küçük görülür. Toplum bunu kabul etmez, benimsemez.
Ama şimdi siz bakın neredeyse kadınların katledilmediği gün yok. Sokak ortasında dövülmediği gün yok. Sokak ortasında taciz ve tecavüz yönelimiyle karşı karşıya kalmadığı gün yok.
Toplumsal yaşam alanlarının hepsi toplum ahlakının tam tersine, olaylarla dolu. Ben bugün vesilesiyle Türkiye'de, Kürdistan'da kadınlara çağrı yapıyorum. Bu dünyaya çocuk getirmesinler. Yaşatamayacakları çocuğu niye dünyaya getiriyorlar? Tam bir toplumsal travma haline geldi.
Kadınları böyle bir trajediyle, böyle bir kırılmayla karşı karşıya bırakan sisteme ne diyebiliriz biz? Mevcut tabloda gerçekten kadınların bu topluma çocuk dünyaya getirmemesi lazım. Çocuk dünyaya getiriyorsa onun koşullarını da yaratması lazım kadınların.
ÖZGÜRLEŞMEK İÇİN ÖRGÜTLENMEYE İHTİYACIMIZ VAR
Kadınlar eğer 25 Kasım vesilesiyle kendi cinslerine, hem cinslerine yönelik şiddete tavır alacaklarsa öz savunma temelinde olmaları lazım. Bu kadınlar için olmazsa olmaz bir durumdur.
Bir dönemin sloganı vardı “asla yalnız yürümeyeceksin” diye. Kadınlar asla yalnız yürümemeli. Örgütlü olmalı, birlikte olmalı, birlikte karar vermeli, birlikte savunmasını yapmalı. Bu çok temel bir konu. Kapitalist modernitenin, soykırımcı sömürgecinin yaptığı şey ayrıştırmak, parçalamak ve o temelde de kadınların teslim almak, iradesini kırmak, tecavüzden geçirmek. Bunu kaba fiziksel anlamda söylemiyorum. O da var. Zaten o fiziksel saldırının özünde de teslim alma var, zihniyet ve irade olarak teslim alma güdüsü var. O yüzden tecavüz olgusu var. Tecavüzün altında yatan asıl gerekçe de sahip olmak, mülkiyet haline getirmek, ait kılmak, köleleştirmek.
Özgürleşmek için örgütlenmeye, kendimize özgürlük alanları oluşturmaya, kendimizi korumaya ihtiyacımız var. Ben 25 Kasım vesilesiyle tüm kadınlara bu temelde örgütlüklerini büyütmeyi ve her türden iktidarcı, erkeklik egemenlikçi, faşist, ırkçı, cinsiyetçi yönelime karşı mücadele etmeye çağırıyorum.
PKK DÜNYAYI DEĞİŞTİRECEK
Öncelikle Önder Apo’nun 27 Kasım bayramını, parti kuruluşu dönümünü kutluyorum. Halkımızın, kadınların, gençlerin 27 Kasım’ını kutluyorum.
46 yıl çok uzun bir süre. Neredeyse yarım asır. PKK, Türkiye tarihine gündemini vurdu. Oradan yola çıkarak Ortadoğu'yu da şekillendiren bir hareket haline geldi. Bugün günümüzde PKK'yi hesaplamadan hiç kimse Ortadoğu'da siyaset yapamaz durumdadır. Elbette bizi bu duruma getiren başta kahraman şehitlerimizin ortaya koyduğu görkemli direniştir. Bu vesileyle PKK'nin büyük şehitlerini, tüm şehitlerini saygıyla, sevgiyle, minnetle anıyorum.
Kürdistan'da bir yaprak bile kıpırdamazken ortaya çıkan bir hareket bugün ulaştığı kitle gücüyle, imkanlarla, zihniyet gücüyle, paradigmasıyla, dostlarıyla dünyayı değiştirecek. En temel mesajımız budur. PKK'nin buna gücü vardır. Kararlılığı da vardır, iradesi de vardır.
47. yılda, 46. yılda olduğu gibi çok görkemli bir mücadeleye sahne olacak diyorum. Herkesi, yurtseverlerimizi, dostlarımızı, kadınları, gençleri bu mücadelede aktif yer almaya, anlamlı hale gelmeye, anlamlı hale gelirken özgürleşmeye çağırıyoruz.