HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

1997’nin yaz sonunda Dersim’e yeni bir gerilla olarak adım attığında henüz on yedi yaşındaydı. Zorunlu göç nedeniyle önce Adana’ya sonrasında da İstanbul’a gitmişlerdi. Hiçbir zaman toprağıyla bağı kopmamıştı.

Toprak bu, hiçbir şeye benzemiyordu. Köklerini toprağa salanların o topraktan kopması mümkün olmuyordu. Toprak ve kökler nereye giderse gitsin, insanı her zaman çağırıyordu. Görünmez bir bağ her zaman arkandan koşturuyordu. Gittiğin yerin koşulları seni köklerine yabancılaştırmıyorsa, er geç dönüyordun toprağına.

Şoreş’de toprağından uzaklaştıkça, köklerini daha sağlamlaştıranlardandı. Yabancılık girmemişti geçmişi ile arasına. O geçmişi ve kökleri onu her zaman canlı tutmuş, olgunlaştığında onu geri çağırmıştı. O da bu çağrıya cevap vermiş, uzun bir süre uzak kaldığı ülkesine koşa koşa gelmişti. Onun için ülkesinin her karış toprağı aynıydı ve kokusu hiç yabancı gelmiyordu.

 Dersim’e yetiştiğinde ağır kara bulutlar dolaşıyordu Dersim’in üzerinde. Final yılının bütün zorlukları orta yere dökülmüştü. Dersim pilot bölge seçilmişti o yıl. Sebep, Zilan Özgürlük Çizgisiydi. Zilan çizgisi Dersim’den başlayıp tüm Kürdistan’a direnç, özgürlük ve bağlılık taşırmıştı. Düşman o taşan özgürlüğün ve direncin önüne geçmek için Dersim’den yola koyulmuştu. On binlerce asker, tankı topu, gelişmiş teknolojisi ile Zilan sonrasını boğmak için Dersim topraklarına ölüm kusmuştu.

 Şoreş böyle bir saldırı konseptinin sonrasında Dersim’e gelip gerilla yaşamına ilk adımlarını atmıştı. Düşmanın operasyonları bitiğinde, Dersim gerillalarının yüzünde yitirdiklerinin yasını görüyor, öfkeye, kine şahit oluyordu. Öylesi bir atmosferin gerillası olduğunda, ikinci gününde başlamıştı öğrenmeye ve geleceği bir gerilla olarak adımlamaya. Sıcak kanlıydı ve yerinde durmak bilmiyordu. Bir an önce her şeyi öğrenmek  ve her yere yetişmek istiyordu. Hırslıydı ve inatçıydı. Arkadaşları da onun inatçılığını ve hırsını ilk günden görmüşlerdi. Gururluydu kabullenmediğini yapmıyordu. Aldığı görevleri ise başarıyla yerine getirmek için büyük bir hırsla çalışmalara katılıyordu.

Gerilla da duygular saf, açık ve net olduğu için erkenden tanıyorlardı çevresindeki insanları. Onun da inatçılığı, gururlu, hırslı oluşu erkenden çevresindekiler tarafından anlaşılmıştı. Zaten O da kendini saklayan biri değildi ve her zaman ne ise oydu. Açık ve saf olarak katılır kendini sakınmaz, saklamazdı. Onun o yönü seviliyordu arkadaşları tarafından. Erken öğrendi gerillacığılı. O yılı binbir zorlukla atlattıklarında Şoreş, artık tecrübe kazanmış, güçlenmiş ve hayatı öğrenmiş, genç de olsa olgunlaşmış bir gerillaydı. Enerjisi, hırsı, çabukluğu daha da bilinç kazanmış, yerli yerine oturmuş, onu olgun, ne yaptığını bilen bir gerilla haline getirmişti. Çocuk saflığı ve heyecanı hiç azalmamış, bunlara hayata dair edindiği birikimleri de eklemiş, heyecan ve tutku ile amaç, hedef birlikteliği yaratmıştı.

 98 yılının büyük bir kısmını Erzincan’da geçirmişti. Daha bir yılını tamamlamamış bir gerilla olmasına ragmen, açılım olanı olarak ifade edilen ve diğer alanlara göre daha zor koşullara sahip olan böyle bir alana her gerilla görevlendirilmezdi. Öncelikle zihni anlamda moralli, donanımlı, bağlı olmalı sonrasında da enerjisi, kuvveti ve fizik gücü yetmeliydi. İkinci pratik alanıydı. İlkinde acemilik vardı üzerinde ve  pratiğin yarısına katılmıştı. Birlikte çalışıp, eyleme gittiği her gün aynı havayı soluduğu arkadaşlarından dördünün şahadetini öğrendiğinde öfkesi, kini daha bir artmıştı. Önceden  de duyuyordu arkadaşlarının şehadetlerini, ama artık yanında, yamacında şehadetler gerçekleşiyordu. Hayatının geriye kalan yıllarında yanında şehit düşen o arkadaşlarını asla unutmayacak, onlar için de yaşayacak ve savaşacaktı.

Şoreş, her anlamda kendisini donatmış, öncülük yapan bir gerillaydı artık. 99 yılında  esir alınan Önderliğin karşısında, O da diğer gerillalar gibi suçluluk yaşamış, Önderliğe ve özgürlük değerlerine bağlı olmanın kahramanca bir direniş ve savaş gerçeğinden geçtiğini bilince çıkarmıştı. 99 yılına bu öfke ve bilinçle katıldı. Yıl boyu geri çekilme kararı alınana kadar, her alanda mücadele etti, eylemlere katıldı, aktif mücadele etti.

Yıl içerisinde alınan geri çekilme kararıyla o da Güney yollarına düştü, ancak aksiliklerden dolayı gidemedi ve Amed’den tekrar Dersim’e dönmek zorunda kaldı. Yarım kalan Güney yolculuğunu 3 sene sonra 2002 de tamamladı.

Güney’de geçirdiği altı yıl boyunca hareketin farklı alanlarında kaldı, eğitim çalışmalarına katıldı, gerilla alanlarının hepsinde aktif görev yürüttü. Altı yıl onun için her anlamda birikim, tecrübe ve yetkinleşme anlamı taşıyordu. Zeki ve kavrayış gücü yüksekti. Katıldığı her alanda hep önde oldu, hiçbir zaman geriye düşmedi. Hayatını öyle bir tempoyla yaşıyordu ki sanki hızlıca bir yere yetişmesi gerekiyormuş gibiydi. Bir dakika dursa yetişemeyecek gibi yaşıyordu.

Güney’de adım atmadığı, adımının değmediği tek bir karış toprak parçası kalmadı. Sonrasında ilk başladığı yere Dersim’e geri döndü. Her şey çok çabuk oluyordu ve çabuk olması onun isteğiydi. Aksini kabullenemiyordu.

 Dersim’e yetişince geçirdiği ilk kıştan sonra yönünü Karadeniz’e verdi.  Karadeniz yollarına önceden kısa adımlar atmıştı ve sonrası hep içinde kalmıştı. Hep yeni şeylerin gizeminin peşinden koşmuştu. Onun için yeniler hep çekiciydi ve keşfetme arzusu içini dolduruyordu.

Karadeniz’deki iki zorlu yılın ardından tekrardan Dersim’e dönmüş ve yeniden Karadeniz’e gitmenin hazırlıklarına koyulmuştu. Karadeniz ve orada yaşanan şahadetler onu çok etkilemiş, açık kalmış bir yara gibi yüreğine yerleşmişti. Bu sızılar onu her gün daha fazla sarıp sarmalıyor, Karadeniz’e dönmek için her gün sabırsızlıkla şartları zorluyordu.

O Karadeniz’e gitmenin hazırlıklarını yaparken, her şey bir anda değişmiş ve Güney’e geri çekilme kararı alınmıştı. 1999 yılındaki geri çekilmeyi sorunlu ve yaralarla atlatanlardandı. O sürecin zorluğunu düşünsel ve duygusal yaşayanlardandı. Bu seferkinin öyle olmayacağını bilerek düştü yollara. Güney’e yetişmiş ve hemen hazırlanan eğitim süreçlerine dahil olmuştu.

Rojava Devrimi gün gün büyüyor, derinleşiyordu. Direnişle, mücadeleyle  özgür yaşam alanları oluşturuluyor, oluşan bu özgür yaşam alanlarının korunması ve yeni bir yaşamın inşa edilmesi için sürekli beslenmesi ve öncülük yapılması gerekiyordu. Şoreş devrimin yakıcılığını fazlasıyla yüreğinde hissedenlerdendi ve durmak ona göre değildi. O heyecan ve moralle Rojava Devrimi’nin çalışmalarına koşa koşa gitti. DAİŞ, uluslararası gericiliğin desteğiyle her yere korku salmış, gittiği yeri fethediyordu. O bu gericiliğin ve vahşiliğin karşısında günbe gün direnerek, savaşarak devrim değerlerinin korunmasında öncülük etti. Bir çok eyleme, çatışmaya katıldı. Gözüpek ve cesaretliydi. Kendini hiçbir şeyden sakınmazdı. Düşmanın üzerine büyük bir öfke ve kinle giderken, DAİŞ’in döşediği mayına arabayla basmış ve bir anda, dünya karanlık bir yumağa dönüşmüştü. İlk gün baygın bir biçimde öylece kalmıştı mayın yerinde. Sonra şehit düştüğü düşünülerek başına gidilmiş, getirilip defnetmek istenmişti. Köydeki DAİŞ’in çetelerinin içerisinden bir gün sonra şehit diye çıkarılarak getirildiği yerde, ufak da olsa kıpırdanmalar görünce arkadaşları, yaşadığını ama bu ağır yarayla hayatını kaybedeceğini düşünmüşlerdi.

 

 Yaralandıktan üç gün sonra gözlerini açtı

 

 Şoreş bu yaralanmadan üç gün sonra yavaş yavaş gözünü açmış, bedeninde ufak kıpırdanmalar belirmişti. Tedavi ve bakımdan sonra az da olsa kendine gelince bir gözünün olmadığını, bedeninde onlarca şarapnelin isabet ettiğini anlamıştı. Yaraları ve en çok da gözü onu zorluyordu. Acısı katlanamaz düzeydeydi ama mücadele alanında olmamanın verdiği mahçupluğun, acının yanında hiç bir şeydi.

 

 Ona gazi diyorlardı artık. O bunu hiç kabullenmedi ve kim ona gazi dediyse kızdı, öfkelendi. Biraz kendine gelince tekrardan mücadele alanlarına gitmek için ısrar etti. Zorladı, üstüne yürüdü zamanın. Olmadı, sağlığı elvermedi ve sağlığı giderek zorlayıcı bir hal aldı. Gözü yoktu artık ve her yeri sürekli yara halindeydi. Bedenindeki parçalar  onu sürekli etkiliyordu. Diğer göz için de tehlikeler belirmişti ve önü alınmazsa kalan gözünü de kaybedebilirdi. Artık gerçeği kabullenmek ve ona göre bir çözüm bulmak zorunluluğu vardı. O her zaman dönüp savaşmayı, intikam almayı düşünüyordu. Bunun için hızlıca gidip tedavi olup gelmeyi aklına koymuştu.

Avrupa’da geçirdiği dört yıl içerisinde tedavisini bir düzeye kadar yapmıştı. Sonrası olmuyordu. Bu gerçeği öğrenince hemen ülkeye dönmek için ısrar etmeye başladı. Ülkeye dönmek onun için bir özlem, hayat gerekçesiydi. Bunu mutlaka gerçekleştirecekti. Avrupa’da kaldığı süre içerisinde de hiçbir zaman yerinde durmadı, hangi görev varsa canla başla katıldı.

Avrupa’da geçirdiği dört yılın ardından zorlayarak ve ısrar ederek ülkeye geri döndü. Ülkesine yetiştiğinde, özlem duyduğu dağların kokusunu içine çekti. Dağları özlemişti, burnunda buram buram dağ kokusu tütüyordu. Kararı kesindi, dağlar onun mekanıydı ve bir daha ayrılmayacaktı. Onun için bir gözünün olmaması, bedeninin parçalarla dolu olması hiç önemli değildi. Yüreğine ve iradesine güveniyordu. Dağların onu saklayacağından ve kollayacağından emindi. Hem düşünsel ve duygusal olarak dağlarda rahat olduğu kadar hiçbir yerde rahat değildi. Bir an önce savaş mekanlarına gitmek, orada gerekli hazırlıklar sonrası yakıcı mücadelenin içinde olmak istiyordu.

Bu amaçla düştü yola. Behdinan’a gidecekti. Türk faşizminin saldırı araçlarını hesaplamışlardı. Ona göre yol planı çıkarmışlardı. KDP çetelerinin önlerini kesebileceğini de hesaplamışlardı, ama en fazla bırakmazlar geri döneriz ya da başka bir yoldan gideriz diye düşünmüşlerdi.

İhanet ve işbirlikçilik pusuya yatmış onları bekliyordu. İhanetin pususu onları düz bir ovada bulmuştu. Pusuyu atanlar, Türk işgalciliğine bu toprakların öz çocuklarının kanlarını götürüyordu. İşgalcilerle iş tutanların kurumsallaştırdığı ihanetçilik, yürekli, cesur Kürt çocuklarının cansız bedenlerini bu toprakların kadim düşmanlarına servis ediyorlardı. Kürt devrimcilerin sağ kalmış yaralı bedenlerine son kurşunları sıkarak, sömürgeciye, işgalciye yaranmanın tiyatrosunu oynuyorlardı.

Şoreş ve dört arkadaşı o gün ve sonrası gün yaşamını yitirmiş, artlarında özgürlük umutları ve yeni yaşama dair inanç bırakmışlardı. Şoreş’in bütün yaşamını üzerinde ördüğü iradesi, temposu ve bağlılığı kutsal bir örnek oluyordu yoldaşlarına. O her şeyi çok hızlı ve tempolu yaşadı, durmak bilmedi. Durduğunda ölüm olduğunu düşündü. Yaşamını yitirişi de çok hızlı oldu ve yoldaşlarının hiç beklemediği bir anda gerçekleşti. Bıraktığı umutları, özgürlük sevdasını ve arayışçılığını zafere götürmek, Kürdistan’ın dört parçasına değmiş ayaklarının, yüreğinin karşılığını verip, Kürdistan’ı işbirlikçilerden, ihanetten arındırmak tüm yoldaşlarının en kutsal amacı olacaktır.

Mücadele arkadaşları