HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

kato dagi_resim
Büyük boşluklar, amansız iç çekişmeler geride kalanlar için,


Soğuk düşler…

Ağrıyan bir yüreğin çaresizliğinde sadece derin bir boşluğu yaşayan o kalanlar…

Gidenlerin bıraktığı, kalanlar…

Ve yarım

Ve çok eksik… Kalanlar… Bizler…

Alışılmamış bağlanmalar, anlatılamayan arkadaşlıklar yoldaşlıklar ve birbirlerine sevdalanan yürekler…

Yüreğini ve ruhunu Gabarın herhangi köşesinde bırakıp gelenler

Bir Gabar Yalnızlığına bıraktığı yüreğinin ve ruhunun hal hatırını sorduğumda

Orda kaldı ikisi de demişti Heval Nupelda…

Sonra uzandım oralara… Feraşinden Gabara kadar uzanan yolculuğa dokundum

Anlamak için orada bırakılan her şeyi…

  Kaybolmanın ve yitirilmenin kıyısında yaşadığım onca hayatın anlamsızlığında büyürken, çocukluğuma ve geleceğe bir anlam bulamanın çaresizliğiydi hep yaşadığım. Amaçsızlık, ya da sadece günleri geçirmenin tuhaflığı… Oysa dağlarda kurulu bir yaşam vardı. Kendi canlarını yeni bir hayat kurmak için feda edenlerin hikâyeleri vardı dağlarda… Kavgaları armağanları ve kazandıkları güzel bir yaşam vardı… Avuçlarımda yitirilmeye az kalmış birkaç yaşanmışlığın dışında hiçbir şey kalmamıştı… Hayatım ve yaşadığım zaman içinde söylenmiş, söyletilmiş onca cümlelerde bir umut doğmamıştı o ana kadar… Oysa bazen bir cümlenin ardında yepyeni bir başlangıç olur. Yolları inişli çıkışlı ama yine de olması gereken yepyeni bir başlangıç…

   İşte her şey istenilen yerde başladı, tam da başlanması gereken o nokta da, o ilk tokalaşmada…

Onunla daha sonra onlarla, ilk söylenecek bir cümlede yeni bir başlangıç doğacaktı, taze ve hiç dokunulmamış…

''Merhaba heval, hoş geldin aramıza kavgamıza yüreğimize''… Gözlerinin parlayan bakışlarıyla bu cümleyi uzattığında yüreğime, hayatını değiştirecek ilk kapıyı, Heval NERGİZ açmıştı. Bir başlangıçtı bu sadece… Bir akşam saatinde, karanlığa gömülmüş bütün yanlarım aydınlığın sarılışında bir yolculuğa en heyecanlı saatlerini yaşıyordu.

Merhaba heval hoş geldin. Gerilla ya hoş geldin… Bazen bir başlangıç için yeterliydi bu cümleler… Eğer istenilen bir başlangıçsa…

 Ve Heval NERGİZ'in rehberliğindeki yolculuğumuz başlamıştı…

Heval NERGİZ'i daha önce de tanıyordum. Arada yapılan tartışmalarda hayata bakışından anlıyordum ona ait kavgasının büyüklüğünü, anlamını ve gerekliliğini… Oysa benim kendime ait hiç bir kavgam yoktu, halkıma kavgam yoktu… Ama onun halkı uğruna verdiği bir kavgası vardı. Ben uğruna verdiği bir kavga… Ve bunu gördükçe onda, söylediğim şeylerin bir anlamı olmuyordu.

Şimdi onun verdiği kavganın yoldaşı olabilmeyi seçtiğim için yaptıklarımın, yapacaklarımın bir anlamı olacaktı…

Uzun ve ince bir yolculuğun gecesiydi zaman… o büyük karanlığında Feraşinin, uzayıp giden patikalarından geçiyorduk. Yıldızlarından, sessizliğinden, direnişinden geçiyorduk. Onu izleyerek yürüdüğümde mırıldanarak türküler söylüyordu Heval Nergiz. Onunla her şey yolunda gidiyordu. Ben sadece onun izinden o karanlıktan yürümenin sessizliği içindeydim. Yüreğimde sayısı çoğalmış ve çoğalmakta olan duygular… Sevinçler doğuyordu attığımda her adımı…

Yüksek bir tepesinde Feraşinin, yeşilliğinin üstünde sanmıştım kendimi o noktadan baktığımda… Kalabalık bir arkadaş grubu vardı. Güneyden yeni gelen Dersim Grubu da gelmişti. Hepsiyle tanıştıktan sonra, Heval Mehmet karşıladı bizi. Gülümseyen yüzüyle, bütün sıcaklığıyla karşılamıştı bizleri. İçten sohbetinin içinden geçen sıcak yoldaşlığının havası çarpıyordu yüzümüze. Yanına çağırdığında, silahını da alarak bir kayanın üzerine çıkardı beni, sonra duygularımı amacımı niçin katıldığımı sordu. Verilen kavganın bir ucundan tutmak için geldiğimi, Yapabileceğim bir şeylerin olabileceğini söyledim ve hepsi bu dedim. İyi dedi, yapabileceğin çok var burada… ''Tu Xêr hati disa… Em gelek keyxweş bûn, bı hatina te''…

Bu ikincisiydi hoşgeldi'nin… Gördüğüm herkesin en anlamlısı olan hayata hoş gelmemi diliyordu ve bu en iyi destekti benim için… Yüzümdeki tebessümle ve gözlerimdeki parlayan neşeyle Heval Mehmet, elini omzuma atarak'' demek bu yemyeşil uzun, geniş Feraşin senin öyle mi'' dediğinde o an aklım başka yerdeydi… İçimde heyecan ve ruhumun bir komutanın yanında sohbet ediyor olmasından doğan gururla ilgileniyordum ve şaşırarak'' evet benimdir'' dediğimde büyük bir kahkahanın ortasında bulmuştum kendimi. Heval Mehmet ve yanındaki bütün arkadaşlar gülmüştü bu şaşkınlığıma…

Güzeldi onların yanında olmak. Onlar gibi bakmak, uzanmak çay bardağına ve hissetmek o anı. Sevebilmek onlar gibi her şeyi, bir sarılmayı, bir anısı yaşanmışlığın… Güzeldi onlarla aynı göğün altında seyretmek olup bitenleri, dünyayı yorumlayabilmeyi… Her şey güzeldi…

İki çay alıp yanıma gelen Heval Merxwaz ile sohbet etmiştik. Derin sohbetinden kendimi görmüştüm. O kanayan yanlarına, acıyan, sızlayan yaralarıma dokundukça, sohbetlerinden geçiyordu bütün her şeyin çözümü. İlerde yapmam gerekenleri sıralıyordu. Eğer kendime, halkıma, kavgama, partime yararlı olacaksam ilk önce kendime yararlı biri olmam gerektiğini söylemişti. Çünkü her şey insandan başlar. Kendimi düzelttiğimde eğri ve yolunda olmayan ne varsa bu şekilde düzeltebileceğimi anlatmıştı. Heval Merxwaz derinleştikçe sohbetini, tozlara bürünmüş ve daha ince hiç karşılamadığım o yaşantılarımla tanışıyordum.

Herkes iyi şeylerden söz ediyordu.  Olması gereken şeylerden, tam da zamanı gelmiş geçitlerden…

Yaklaşık dört gün onların yanlarında kaldıktan sonra, farklı bir alana gitmem gerektiğini söylemişti Heval Memet. Noktaya gelen Dersim Grubuyla birlikte Kato' ya gitmek üzere yola koyulduk. Uzanırken uzayıp patikada, son defa ardımdakilere yönelttim gözlerimi… Onlar bana gülümsüyor ve el sallıyorlardı. Heval Memed, Heval Mexwaz, Heval Serhat… El sallıyorlardı…

Unutur muyum o anları… O en son bakışları… Yüreklerinde iyi bir yaşam kurmaktan başka bir şeyi olmayan o yoldaşları unutur muyum? Bütün yol boyunca aklımda hep onlar vardı. Heval Serhat… Gençliğiyle etrafa neşe ve güç veren temiz suretiyle herkese sevinç veriyordu. Uzaklaştığımızda ardımızda koşup koluma takmıştı saatini… ''Eğitimini al sonra buraya önerini yap bekliyorum seni'' demişti en son…

Kato' da bir gece kalıp sabah Besta' ya gitmek üzere yola koyulduk Dersim Grubuyla. Yedi kişilik bir gruptu ve hepsi de çok dinamikti. Onlarla birlikte sonsuz güvenlikte gidiyordu yolculuğumuz…

Geniş bir alana yayılan coğrafyası büyülemişti beni Besta. Ormanların içinden yol alırken, burada verilen mücadelenin gizemliliği çarpmıştı ruhuma. Daha sonra Heval Bawer bana anlatacaktı Besta'nın o kutsal tarihini.

Yaklaşık üç ay kalmıştım bu alanda. Eğitimimi almıştım. Yapılan törende ilk defa büyülenmiştim. Heval Haki törene gelmişti ve kalabalık bir arkadaş grubu katılmıştı. Her şey güzeldi. Yeminler yapıldı, silahlar alındı, halaylar çekildi… O sırada yanıma gelen bir arkadaş bana alacağım ilk rozeti hediye etmişti. Kendi elleriyle yakama taktığında bembeyaz yüzü ve mavi gözleri ne kadar o ana yakışmıştı. ''Hoş geldin Heval'' dediğinde o ana benim de sevincim eklenmişti. Adı Serxwebun'du. Mardinliydi. Yitirdiğim ama en son anda kurtardığım hayatıma benziyordu beyaz yüzü… Düşmekte olan ama en son anda parmak uçlarımı uzatıp tekrar hayata döndürdüğüm kavgama benziyordu o mavi gözleri…

Botan'ın basın birimine düzenlemem olmuştu. Alan alan geziyor, gördüklerimin, hissettiklerimin resmini çekiyordum… Uzun zamandır birbirlerini göremeyen ve bir anda buluşanların o anlatılmayan sarılmaları, uzun bir yol yolculuğunda bir ara tadında içilen suyun kutsallığını, uzaktan bir hayale benzeyen dağların, bulutların kardeş yüzlerini çekiyordum büyük bir istekle… Güzeldi her görüntünün anlamı, yorumu, bir ifadesi…

Gabar' da geçen günlerimin en yoğun süreçleriydi. Gabar'ın yüreğinde yaşıyordum. Üzüm bahçeleri, ceviz ağaçlarının kıyısındaki uzun dost patikalar ve tadı emeğe, kavgaya benzeyen sabah hevdeli… Bir emek yeriydi Gabar… Onca karakol arasında kendi özgünlüğünü koruyor ve içinde yaşattığı onlarca canı ağırlıyordu en misafirperverliğiyle ve asla kendi üzümünden, cevizinden, suyundan eksik etmiyordu gerillayı… Ne de olsa Büyük komutan Heval Egit' ten almıştı kahramanlığını, cesaretini, büyüklüğünü ve kutsallığını…

Bütün sonsuzluğuyla geçerken aramızda zaman, alışıyordum yaşama, yürümeye, geceye, seslere, savaşa ve olmam gerekene…

Ama alışılmasının henüz bir yorumu olmadığı bir parçası vardı. Bağlanılan, yüreğine sevdalanan, gelecekte onların suretlerinden başka bir görüntünün olmadığı, ruhunun kahramanlarını yitirmek… Bir an da hasret kaldığım, bir tek gün bile unutamadığım, yolculuğumun başkahramanlarını birer birer yitirmenin suskunluğu, alışılması… Bu benim için olmayan, olmayacak, olması mümkün de görünmeyecek bir şeydi. Ben bu gerçekten uzaktım, yabancıydım kayıplara… Oysa bu en gerçeğiydi yaşamın…

Önce Heval Memed, Heval Merxwaz ve Heval Serhat sonsuzluk kervanına katılmışlardı. Daha sonra Heval Nergiz'in şahadetini öğrendim ve bir an aklımdaki yeşilliği koskoca bir siyaha dönüşmüştü sonsuz yeşilliğiyle gururlanan Feraşinin… Kızmıştım kırgındım ona… O büyük sonsuzluğuyla koruyabilmeliydi Heval Nergizi… Akan 24 pınarlarından kurumalıydı birkaç tanesi, Nergiz'i korumak için…

İlk aldığım rozetini kendi elleriyle yakama takan beyaz yüzlü mavi gözlü savaşçı, Heval Serxewun o da şehit düşmüştü… Aklımda kalan mavi gözleri hala canlı hala rengârenk. O gözlerle bakıyorum her şeye…

O ilk başlangıçtaki ve masalımın başkahramanları sonsuzluğa uzanmıştı özgürlüğün…

Sonsuzluğa gitmeden önce, düşmana en ağır darbeyi vurarak, ihanetinin ve düşmanlığının yırtıcı kanatları kırarak, yüzlerinde canavar gibi bakan gözlerindeki zalimliğin o haksız savaşını yerle bir ederek… Savaştılar kahramanca. Olması gerekeni yaparak savaştılar…

Avuçlarıma güzel bir hayatı koyup ruhuma armağan verenler… Yaşanan bunca acıları bunca hikâyeleri yazmam için bana cesaret yol gösterenler…'' Hoş geldin hayatımıza, kavgamıza aramıza''… Bütün gizemliliğiyle kolumdan tutup anlamlı bir hayata çeken cümlelerin sahipleriydiler…

Heval NERGİS, Heval MÊRXAS, Heval MEMED, Heval SERXEBUN… Hepsi şehit düşmüşlerdi. Yüreğimin en büyük kahramanları Yeni bir çocuğa yeni isim verenler… İlk sarılanlar, kucaklaşanlar, gülümseyen ilk yüzler… Her birisi yüreğimde sayısız acı bırakarak ama savaşarak en cesaretli halleriyle… En onurlu kavgalarını bu halk için vererek… Korkmadan düşmanı beyninden kalbinden vurarak… Savaştılar… Savaştılar… Ölüme ve ihanetin üzerine yürüdüler… Bir an olsun akıllarında halkını önderlerini savaşçılarını ve yoldaşlarını düşürmeden ne varsa kendilerine ait, hepsini bırakarak geride kalanlara öylece savaştılar… hatırımızda vazgeçemeyeceğimiz gizemli ve dokundukça kendimiz olacağımız değerler bıraktılar heybemize… Geride kalanlar… Onların ardından kalanlar

Yarım eksik kalanlar…

Bizler…

Tamamlamak için şimdi sarıldık yoldaşlıklarına…

Yeniden dirilttik canımızı ruhumuzu ve öfkemizi…

Attık bir kenara kahreden sancılarımızı, kırıklıklarımızı…

Nergiz'den kalan gülüşü taktık yüzümüze, yüreğimizin en güzel coğrafyasına dağıttık Heval Memed'in cesaretini… Ve baktığımız her şeyi gri gören gözlerimizin bozuk rengini söküp yerine, Heval Serxwebûn'un mavi bakışlarını asttık ve şimdi dünya daha mavi daha sonsuz… Ruhumuzun çürüyen bütün yanlarını Mêrxaz Heval'in sadakatiyle yıkadık ve pırıl pırıl yiğitliğimiz… Çirkin ve yarım doğmasın diye güneş,

Bütün gidenlerin izinde duruyoruz sonsuz bir kararlıkla… Merhaba güneş hoş geldin aramıza, kavgamıza, yüreğimize… Gabar'da, Besta'da, Kato'da, Feraşin'de bırakılan ruhuna ve yüreğine dokundum Heval Nupelda'nın ve bütün görkemiyle ben de uçurdum ruhumu oralara… Daha iyi anlasın diye kahramanların kavgasını… Yaşamlarını…

Masidar Masiro