HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

okullar protesto kasim enginDünyanın neresine gidersek gidelim anadil halkların en temel onur kaynağı ve sahiplendikleri değerleridir. Çünkü bir insan dil ile insan oluyor ve insan olma anı ise anadil ile başlayan bir süreç oluyor. “Sizin dillerinizin ve renklerinizin çeşitliliği Allah’ın ayetlerindendir” sözleri kutsal kitap Kuran’a ait. Öyle ki birçok farklı inanç ve siyasal yapılarda halkların dillerine özelde de anadillerine hep saygı gösterildiği iyi bilinir. Anadillerin horlandığı, yasaklandığı, hiçe sayıldığı, alay konusu yapıldığı tek siyasi yapı faşist devlet yapıları olmuşlardır. Faşizmin ise ne kadar karanlık bir siyasal yapı olduğunu herkes bilir. Faşizan yapıların ise “Ölü dillerin coğrafyası…” olduğu ya da böyle ölü coğrafyalar yarattıklarını unutmayalım.

Halbuki bizlerde biliyoruz ki “Dil, insanın insanlaşma sürecini ifade” eden en temel insan değeridir. “Dil kavramı, kültür kavramıyla sıkı bağlantılı olup esas olarak dar anlamında kültür alanının başat bir kavramıdır. Dil’i dar kültür olarak da tanımlamak mümkündür. Dilin kendisi bir toplumun kazandığı zihniyet, ahlak ve estetik duygu ve düşüncenin toplumsal birikimidir. Anlam ve duygunun bilince çıkmış, ifadeye kavuşmuş kimliksel, ansal varoluşudur. Dile kavuşan toplum, yaşamın güçlü gerekçesine sahip olmuş demektir.” Öyle ki Kültürü: “İnsan türüne özgü bilgi, inanç ve davranışlar bütünü ile bu bütünün parçası olan maddi nesnelerdir. Toplumsal yaşamın, dil, düşünce, gelenek, işaret sistemleri, kurumlar, yasalar, aletler, teknikler, sanat yapıtları gibi her türlü maddi ve düşünsel-ruhsal ürününü kapsamına alır” derken dilin ne kadar önemli bir oluşum sürecini ifade ettiğini dile getirmiş olurlar. Yine, “Uygarlıklar veya kültürler, tıpkı konuştuğumuz dil gibi, birer mirastırlar. Bir toplumda çatlak ve çukurların açılma eğilimine girdiği her seferinde her yerde hazır olan kültür bunları doldurmaktadır” denilmektedir. Peki, anadilin yasak olduğu, gelişmesine izin verilmediği yerlerde oluşan o çatlak ve çukurlar nasıl kapatılacaktır?

Saygın bir Türk aydının da ifade ettiği gibi: “Bilimsel araştırmalar bize eğitimin, çocuğun en iyi bildiği dil üstüne inşa edilmesi gerektiğini söylüyor. Dilbilimde ‘diller arası aktarım ilkesi’ diye tabir edilen bir ilke vardır; şu anlama gelir: Çocuk en iyi bildiği dilde okuryazarlık becerisi edindikten sonra, edindiği becerilerden ikinci bir dil öğrenirken faydalanır ve böylelikle ikinci, hatta üçüncü, dördüncü dilleri öğrenmesi kolaylaşır. Bu, çift taraflı işleyen bir ilkedir: Yani çocuk ikinci dilde edindiği becerilerden birinci dilini daha da çok geliştirmek üzere de faydalanabilir.” Bu gerçeklerin yanı sıra birde kendi dilini öğrenmeden, geliştirmeden büyüyen bir çocuğun yaşayacağı handikaplar nelerdir diye sorursak, acaba bilimsel araştırmaların verecekleri cevaplar nasıl olacaktır?

Bizler ruh biliminde biliyoruz ki, kendini sağlıklı ifade edemeyen bireyler büyük travmalarla yüz yüze gelirler. Yani hastalıklı olurlar. Bir toplumun bireyleri henüz küçük hatta çocuk yaştan itibaren hasta edilmesinin, hasta hale getirilmesinin hesabını peki kim verecektir?

“İnsanın doğumuyla kazandığı dil yeteneğinin ve öğrendiği anadilin, onu insan yapan ve herkesin saygı göstermesi gereken en temel değerlerden biri olduğunu bu vesile ile hatırlamamız lâzım” diyen üstelik bir Türk milliyetçisi olan bu sözlerin sahibi olan aydına ya da yazara katılmakla birlikte, peki insanı insan yapan bu temel değerden yoksun ve yoksul bırakılan, bırakılmasına da ısrarla çalışılan bir halkın evlatlarının da söyleyecekleri hiçbir şey olmaz mı? Ya da olmayacak mı?

Elbette: Dil, ait olduğu kültürün en temel bileşenlerinden biridir. Kültürün toplumsal bir olgu olduğu düşünülürse, toplumsallığın iletişimle anlam bulduğu ve temel iletişim aracı olarak “DİL”in önemi kendiliğinden anlaşılacaktır.” Birde birçok aydının belirtiği, “uygarlığın en değerli kolektif keşfi” olan dilin hem de anadilin paha biçilmez bir keşif olduğu da ortadadır. Lakin kimileri bu insanlığın en büyük ortak değerini ısrarla yok etmek için, küçük düşürmek için ve de kullanılmaması için, tam bir kültürel soykırım temelinde politikalar yürüttüğünü unutmayalım.

Ama bizde yukarıda ifade ettiğimiz gibi biliyoruz ki insanlığın yarattığı en büyük değerlerden bir tanesi kesinlikle dil olmuştur. Başkan Apo’nun: “Toplumsal yaşamın ortaya çıkardığı güç ve vazgeçilmezlik kendini kanıtladıkça ve pratikleşme beyne yansıdıkça, düşünceden dile doğru bir gelişmenin de hızlandığı çok iyi bilinmektedir. İnsanlık tarihinde bu gelişmeye ilk ve en büyük devrim de denilmektedir” tespiti dilin tarihi köklerini berrak bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Şimdi bu düzeyde insanlığa büyük katkısı olmuş bir değeri insanlığa ya da insanlığın geleceğini sürdürecek olan çocuklara nasıl taşıracağız? Denilecek ki eğitim ile hem de dil eğitimiyle, anadil eğitimiyle. Ve denilecek ki bu olmazsa ya da yapılmaz ise bir toplumun bireyleri kesinlikle sağlıklı büyüyemeyecek ve hem ruhen hem de kültürel olarak sağlıksız olacaklardır. O zaman demek ki eğitim, toplumun sağlıklı işleyişi için olmazsa olmaz değerinde ve görevlerinden bir tanesi olduğu çok açık değil midir?

Birçok bilim adımı, dil uzmanı ve sosyolog toplumları incelerlerken özelde de bizim gibi sömürge toplumları incelerlerken şu tespitleri yaptıklarını biliyoruz: “Ezen ve ezilen arasındaki ilişkinin temel öğelerinden biri kural belirlemedir. Her kural belirleyiş, bir insanın başka bir insana seçimini dayatması demektir, bu da belirlenen insanın bilincini, belirleyeninkiyle uyumlu bir bilince dönüştürür. Böylelikle ezilenlerin davranışı belirlenmiş davranıştır, ezenin ilkelerini izler. Demektir... Ezilenler, yabancılaşmanın etkisiyle ne pahasına olursa olsun ezene benzemek, onu taklit etmek, onu izlemek isterler… Kültürel istilanın başarısı için, istilaya uğrayanların mutlak şekilde daha zayıf olduklarına ikan edilmeleri şarttır. Her şey karşıtını da içinde barındırdığı için, istilaya uğrayanlar kendilerini değersiz saydıkları ölçüde, zorunlu olarak istilacıların üstünlüğünü de tanımak durumda kalırlar. Böylece istilacıların değerleri istilaya uğrayanlar tarafından örnek alınmaya başlar. İstila ne kadar keskin vurgulanıyorsa, istilaya uğrayanlar kendi kültürlerinin ruhuna ve kendilerine ne kadar çok yabancılaşırsa, istilacılara o kadar çok benzemek, onlar gibi görünmek, onlar gibi konuşmak isterler.” Neden? Çünkü özelde bir toplumun temel kültürü olan diline yasaklar getirirler, hakaret yağdırırlar, sömürge altına alınmış toplumun kendi dilinde kendilerini eğitmesine, kendilerini ifade etmelerine izin vermezler. Özcesi öyle yaparlar ki toplum tümden gerçekten de kendisini değersiz görsün, kıymetsiz bilsin ve de sömürgecilere muhtaç olduğunu düşünsün. Çünkü gerçekten de: “Dilin sadece bir iletişim aracı değil, ayrıca ulusal varlık için bir düşünme yapısı da olduğunu kabul etmek gerekir. Dil, bir kültürdür.” Dile saldırılar gelişti mi orada kültüre ve toplumun ruhsal sahasına müdahale edilmiş oluyor. Yaralanan bir dil ve kültür yaralanan toplum ve insanlıktır.

O zaman yapılması gerekli olan bazı şeyleri elde etmek değildir. Hatta kimi yerde tırnak içerisinde özgürlüğünüzü de elde edebilirsiniz. Ama yapılması gereken çok daha fazla şey kesinlikle vardır. Bunların başında ise: “Zihinlerimizi sömürgecilikten ve sömürgelikten kurtarmalıyız.” Bunun için bu olmazsa olmaz bir görev ve hatta sahiplenilmesi gerekli bir onur meselesi olmalıdır.

Bu yapılmadıkça: “Kendi omuzları üzerinde başkalarının kafasını taşımaya-gezdirmeye razı” olanlar olarak her gün yeniden yeniden kültürel olarak soykırıma tabi tutulmaya devam edilecektir. İsimlerimiz Rojin ya da Helin’de olsa dilimiz ve dolayısıyla zihniyetimiz Asena, Alparslan, Han olmaya devam edecektir. Bunun da aşılması için: “Sömürge durumuna alışılamaz; demir bir yaka gibi ancak kırılabilir” diyerek Kürdistan'da onurumuz olan Anadilimizi sahiplenmesi kampanyasına en sert biçimde de olsa devam etmeliyiz.

Başkan Apo: “Kendi dili yazdıramayan, kullanamayan bir halk toplumu hor görülmeye layıktır” diyor. Ancak biz kesinlikle hor görülmeyi çoktan hak etmeyi aşmış bir halk olarak, bu hakaretlere karşı sonuna kadar direnmeli ve karşı koymalıyız.

Dilin gelişkinlik düzeyi yaşamın gelişkinlik düzeyidir. Bir toplum ne kadar anadilini geliştirmişse o denli yaşam düzeyini geliştiriyor demektir. Ne kadar dilini yitirmeyle ve başka dillerin hegemonyası altına girmeyle karşılaşmışsa o denli sömürgeleşmiş, asimilasyona ve soykırıma uğramış demektir. Bu gerçekliği yaşayan toplumların zihniyet, ahlak ve estetikçe anlamlı bir yaşamları olmayacağı; trajik, hasta bir toplum olarak silininceye dek yaşamaya mahkûm kalacakları açıktır. Anlam, estetik ve ahlak yitimini yaşayan toplumların kurumsal değerleri ancak sömürgenlerin hammaddesi olarak işlenecekleri de bu açık olmanın bir gereğidir.”

Kürt halkı 40 yıllık kesintisiz mücadelesiyle sömürgecilerin hammaddesi olmayacaklarını verdikleri binlerce şehit kanıyla ortaya koymuşlardır. O zaman tarihin bu önemli anında, TC devletinin anadilimizi engelleme girişimlerine ve onlarca hakaretlerine karşı topyekûn bir yürek olarak; her yerde, her cephede en sert karşı koymaya kendimizi hazırlayarak, anadil verecek okullarımızı mutlaka korumalı ve sahiplenmeliyiz.

Kasım Engin