HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

halk serhildanTürkiye 7 Haziran seçimlerine giderken AKP nin kullandığı retorik Türkiye toplumunun hafızsından silinmeyecek izler bırakmakta. Türkiye’deki statüko partilerinin gelmiş olduğu düzeyi göstermek bakımından da emsal teşkil etmektedir. Bu tür siyasi kabızlık yaşayan statüko partilerine verilebilecek en iyi cevap tüm tahriklerine rağmen onların seviyesine düşmemektir. Bu hem insan olmanın bir zorunluluğu hem de uğruna siyaset yaptığımız demokratik kriterlerin ahlaki bir duruşudur.

Son olarak 29 mayıs ta Yalçın Akdoğanın HDP yi eleştirme adına Rojava da İŞİD faşizmine karşı direnişte şehit düşen YPG, YPJ savaşçılarına karşı söylediği sözün anlamı bir kısır döngü yaşayan AKP nin HDP karşısındaki çıkmazını yansıtmaktadır. Anket sonuçlarından oldukça ürkmeye benzemiş olan AKP’nin toplumda ahlaksızlık olarak değerlendirilen bu saldırıları gücünden güçsüzlüğünden kaynaklanmaktadır.

Sömürgecilerin tarihini araştırdığımızda hepsini ortak bir retoriğe sahip olduğu anlaşılacaktır. Aşağılama, hakir görme, dıştalama, hakareti kendine hak görmeler, bütün kutsallıklarına el uzatma ve bunların yetmediği yerde öldürmelere bolca rastlarız. Faşizmin ruhu, ideolojisi bunu gerektirir.

AKP Patolojisini analiz edebilmek için faşizmin beslendiği dört temel noktayı irdelememiz gerekir.

Bir cinsiyetçilik, bir cinsiyetin diğerlerinden üstün olduğunu savunan görüş ve ideolojidir. Bu anlayış ataerkil kültürün gelişimiyle başlar. Devletin kurulmasıyla birlikte sistemsel bir anlayış ve ideolojiye dönüşür. Bu sistem günümüze kadar birikerek, büyüyerek ve iktidarlaşarak gelmiştir. Temelinde talan, tecavüz, baskı, zor, kendine tabi kılma, karşısındakini iradesizleştirmek esas hedefidir.

2) dincilik; beli amaç ve çıkarlar temelinde dini kullanan, dini, kendi amaçlarına dayanak yapan ideolojik görüş ve anlayışı ifade eder. Dinciliği genellikle dindarlıkla karıştırılıyor. Dindar, dine inanan ve inanışına uygun yaşayan insandır. Toplumun bir anlam biçimi olan din ahlaki değerlerinden boşaltılarak talan, baskı, işgal ve sömürüyü meşrulaştırma aracı olarak kullanılmıştır.

3) milliyetçilik; kapitalizmin gelişmesi ile birlikte dinin yerine ikame edilmiştir. Ulus devletin modern dini de diyebiliriz. 19. Yüzyıldaki endüstrializmin merkantilist kapitalizmin önünü geçmesiyle birlikte yükselişe geçen milliyetçiliğin özünde sömürüyü gizlemek ve meşrulaştırmak vardır. Kendini başka halklar üzerinde üstün gören kapitalist modernitenin hastalığı tüm dünyayı, son dönemlerde ise ortadoğu’yu kan deryasına çevirdi. Ülkedeki zenginlikleri kendi burjuvazisini geliştirmek için kullanan vu bu amaçla sınırları dış dünyaya kapatarak azami büyümeyi sağlayan kapitalist modernitenin milliyetçiliği, açlık içindeki kendi yurttaşına karşı aynı milliyetçiliği göstermemekte.  Yaşananlar sürekli dışarıda bir düşman üreterek kendi sömürüsünü gizleyen milli burjuvazinin millisliğidir. Bu anlamda son iki yüz yılda dünya tarihinin hiçbir döneminde Milliyetçilik üzerinden yapılan katliam ve soykırımlar kadar acılı süreçler yaşanmamıştır. Bu acılar katlanarak devam etmektedir. Bu anlamda günümüzde Iran’ın farsizm adına Şiacılığı, TC nin Pan türkizim adına pan-suni İslamcılık ideolojileri ile orta doğu halklarına günlük kan deryasında banyo yaptırıyorlar.

4) bireycilik; sadece kendisini düşünen, çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan, toplumsal ahlak ve değerlerden kopuk yaşayan kişi demektir. Bu anlamda ki bireycilik, evrenin temel ilkelerinden, her şey bir birine bağlıdır, farklılıkların birliği ve karşılıklı bağımlılıkla var olunurdan kopmadır. Bunun diğer anlamı kendini evren üstü, hata evrensel güçlerin yer yüzünün tek temsilcisi, toplum üstü, topluma akıl veren ve kendisi dışında kimseyi dinlememedir. Bu sadece bir bireyle sınırlı kalsa belki zarar vermez ama bu bireycilik, dincilik, milliyetçilik ve cinsiyetçilik ideolojisi ile kendini sistematize etmişse ve ulus-devletin üst katında ise, vay o toplumların haline. Toplumsal ahlaktan kopan bireycilik, toplumu nesne kendini özne görerek toplumsallığa ait ne varsa kendi egosu için her türlü çirkinliğe, kire ve tehlikeye atmaktan çekinmez. Hitlerin kendi egosu altında Alman ırkçılığı adına başta alman halkı olmak üzere tüm dünya haklarını felaketlere sürüklediği hala insanlık beleğinde tazeliğini koruyor.

Şimdi AKP adına seçim meydanlarında konuşanların sözlerin de de, toplumlar Türklük adına aşağılanmakta, hakir görülmekte, din adına, kendilerinden olmayanlar “kâfir, zındık, Zerdüşt, ezidi vb” cinsiyetçilik adına, karşıtlarına şantaj kasetleri ile belden aşağı vurma, sapık tanımlamaları, eş cinsel yakıştırmaları ve ailelere dil uzatılmaktadır. Kendilerini eleştiren aydın yazara en hafif deyim olarak “vatan haini, sözde aydınlar” denir.

En son 29 Mayısta Kara propagandanın uzmanı Yalçın Akdoğan ın YPG, YPJ gerilla cenazelerine ilişkin sarf ettiği sözler faşist bir ruhun dişleri arasından kan salyalarının akışını gösteriyordu. Sömürüye dayanan tüm statüko partilerinin özü her yerde aynı. Zaman zaman biçimsel değişikliklere uğrasalar da özündeki baskı, sömürü, talan,  ve soykırım değişmiyor.

Sonuç olarak beş bin yılık egemen erkek ideolojisi ve son iki yüz yıllık milliyetçi ideolojinin zehirlediği AKP – TC’ nin resmi temsilcileri Sünni, hanifi mezhebi dincilik, pan-türkizim, Tayip Erdoğan’ın faşizm bireyciliği, Türkiye halkı ile Ortadoğu’daki diğer halklarla boğazlaşmanın tüm yol taşlarını örmenin son demine gelmişler.

Bunu durduracak olan seçimlerde barajı aşmanın yanında demokratik ulusları yaratma mücadelesinin nihayi zaferidir. Buda, dincilikten arınarak, herkesini dinine saygı duyarak, dinler arasında farklılıkları zenginlik bilerek ayrılma sebepleri değil de zenginleşerek çoğalma olarak ele almaktır. Milliyetçilikten arınarak, her dile, renge, etnisiteye saygı duyarak farklılıkların birliğini esas alarak her ulusa ulus-devlet yerine ulusların konfederal birlikteliğini esas almak. Cinsiyetçilik yerine, kadın özgürlüğünü esas alarak, farklılıkların eşitliği temelinde özgür bir gelecek geliştirerek olacaktır. Tersi! var olanın devamı, akan kanlara yeni canların eklenmesidir.

Tabi ki bunun için mücadele ettiğimiz gücü küçümsemeden, seçim ve seçimin kazandıracağı zafer de olsa rehavete kapılmadan, asıl mücadelenin daha girdaplı, zorlu sürecini iyi hesaplayarak halka dayanan her türlü öz savunma örgütlülüklerini geliştirmek olmazsa olmazdır. Bu öz savunma örgütlülüğü, politik, ideolojik, kültürel, ekonomik, diplomatik ve askeri her alanda olmalıdır ki, beyaz adamın dişleri arasında sıkışma olmasın.

Medet SERHAT