Bugün 10 Kasım ideolojisine veya gerçekleştirdiği Cumhuriyete, onun yaşam tarzına, özel savaşına karşı savaştığımız Atatürk’ün 60. ölüm yıldönümünün anıldığı gün oluyor.
Bizim buradaki anış tarzımız; ne bir laneti duygusal bir tarzda çağrıştıracak, ne de bu kişiliğin, kimliğin gerçeğimiz karşısında anlamlı rolü nedir, bunun göz ardı edilmemesini önemli kılacaktır. Türkiye’de de artık en doğrusu “anmak değil, anlamak gerekir” diyorlar. Biz de çok daha derin anlama temelinde, bu dayatılan güne bir cevap verebiliriz. Belki de çağdaş tarih, -bizim için tarihin tümüyle bitmesi anlamına geliyor- ve en önemlisi de halen çarpıştığımız sosyal ve ulusal gerçekliğimize karşı damgasını vuran kişiliği çok güncel olarak yine çözme gereği duyuyoruz. Biz ölü bir Atatürk’le değil de, canlı bir Atatürk’le karşılaşmayı isterdik. Yine çok derinliğine anlaşılmış bir biçimde ne yapılması gerektiğini bilmeyi, yapmayı isterdik.
Kemalizm’in kendisi bir fetişizm, kendisi bir paradoks, bir çelişkiler yumağı. Katliam öğelerinden tutalım, her türlü faşist diktatöryel, çağ dışılığı kadar en ilkel barbarlık kadar, çağdaşlığı da böyle maske tarzında birleştirmeye veya çok otoriter, güçlü görünmesine rağmen, en zaaflı kişilik özellikleridir. Aşiret şovenizmini bile geride bırakan bir ulus şovenizmi kadar, ulus inkârcılığını ulusların, kültürlerin inkârcılığını içeriyor. Kendini tarihin temeli görmesine karşın büyük bir tarihi inkâr anlamına geliyor. Çağdaşlaşmayı çok söylemesine rağmen en büyük çağ dışılığı temsil ediyor. En büyük ulusalcılık kesilmesine karşılık birçok ulusun rahatlıkla tasfiyesine karar verebiliyor. Bu kadar moral ölçüleri, felsefi, bilimsel ölçüleri çelişkili olan bir kimliği ve onun oluşturduğu bir Cumhuriyeti; onun da egemen kıldığı bir siyaseti, bir sosyal gerçekliği, yaşam tarzını büyük bir savaşımla çözmeye çalışıyoruz. Fakat halen bunun altından tam istediğimiz gibi kalkamamak kadar direkt Kemalizm'e karşı savaşımdan da öteye, dolaylı etkilerinin felç ettiği, büyük bir bela haline getirdiği kişiliklerle savaşıyoruz. Denilebilinir ki, sınıflar savaşımında, sosyalizm savaşımında, karşı devrimin veya burjuvazinin en etkili silahı olarak Kemalizm dünya çapında bir etkiye, öneme sahiptir. Ulusal kurtuluşta da en büyük çelişkiyi ve çözümsüzlüğü temsil etmektedir. Bunların etkisi kişilikleriniz üzerinde çok çarpıcı bir biçimde yaşamakta. Çözümsüzlük burada; kişiliğinizde, tarzınızda.
Son süreçlerde adeta kendimizi büyük bir öfke kaynağı haline getirmiş bulunuyoruz. Kaynağını araştırıyoruz, kimlik kişilik sorununda karşımıza şüphesiz Kemalizm’in etkisi kadar onunla birleşen bütün insan zaafları, geri toplum özellikleri, harcıâlem, günübirlikçiliğin, sahtekârlığın tüm biçimleri kendini ele veriyor. Hatta esas ruhu ona en karşı çıkanların bile yenilgisinin altında yerleştirdiği zaaflardır. Tabii ki insani çıldırtır. Bu ideolojik, pratik yaşam tarzına ve onun çok derin özel savaş tarzlarına yenik düşmemek için büyük savaşı kendi kişiliğimizde dalga dalga geliştirerek, PKK bünyesinde giderek oluşturarak bir siyasal oluşum gücüne benzer bir güce doğru taşırmaya çalışıyoruz.
Anmayı bu sorular etrafında değerlendirmekte yarar olabilir. Özellikle son çözümlemelerde “kırma kişilik” diyorum. Birçok kalıplaşmış kişilik -geçenlerde piç kişilik, kırma kişilik dedim- bu yıkılmadı. Türkiye gerçeği de gösteriyor ki, hiçbir çağdaş soruna doğru el atılamıyor. Bizde çok daha fecaat*, tam bir kadro, komuta belası başıma kesilmiş. Ben bunlara küfretmem, ama bu komuta adı altındaki kişiliklerin yanında düşman bunların yedi defa suyla yıkanmış hali gibidir diyebilirim. Tam bir bela. Öldürsen olmuyor, yaşatsan olmuyor, güçlendirsen olmuyor, kendi haline bıraksan yine olmuyor. Bunun Kemalizm’le ne ilişkisi var diyeceksiniz. Var tabii ilişkisi. Çok derin bir etkileme ile böyle kişilikleri politikada, sosyal yaşamda doldurmuş. Biz de öz itibarıyla bunu kendi kişiliğimizde aşmayı öngörmüştük ve onun hazırlığında önemli teorik ve pratik yönlerini ortaya koymuştuk. Fakat maalesef oluşum tarzınızda, kişiliğinizde büyük bir dalgakıran gibi adeta gerisin geriye püskürtülüyoruz. Bizim için yenilmek düşünülemez. Boş durduğumuz, gelişme sağlamadığımız da düşünülemez ama halen bu savaşın çok şiddetli bir aşamadan geçtiği de belirtilebilinir.
Biz boş konuşmuyoruz ve öyle sandığınız gibi güçsüz filan da değiliz. Kemalist çocuğu, Cumhuriyet çocuğu olmak bizim açımızdan anlaşılır bir şey olduğu gibi öyle yutacağımız bir husus da değildir. Boş olmadığımızı söylerken bunu kastediyoruz.
Başkaldırırken bu Cumhuriyete karşı onun en etkili gerçeğini, temsilini yaptığınızı anlamanız gerekir. Öyle sülalenizden, ailenizden, mahallenizden öğrendiğiniz gibi değil. Büyük bir düşünce değeri kadar yüreği vardır, tarzı vardır; en önemlisi de, politik askeri bir tarzı vardır. Ben bu konuda sizlerden fazla bir şey istemiyordum, aslında biraz saygı, ciddiyet diyeceğim o da kırılmış. Çünkü diktatörya tarzı, baskı tarzı ve yaşam diye önünüze bırakılanlar, ciddiyet diye bir şey bırakmıyor. Keşke sıradan köylü insanların, kadınların o söylediği küçük yalanlar olsaydı sizin söyledikleriniz. Sizin kişiliğinizdeki hatta PKK’deki gelişme bana askeri ve siyasi anlamda bir yalanın patlak vermesi gibi geliyor. Yalanın büyümesi, sahtekârlığın, kendini kandırmanın büyümesidir. Bunu biraz daha Türkiye’ye yaygınlaştırırsak politik bütün kuruluşların bir kandırmaca, yalan kuruluşları olduğu oldukça açığa çıkarılmıştır. Türkiye politik askeri yönetiminin de esasta bir kandırma yönetimi olduğu da yüzde yüz dünya çapında ortaya çıkarılmıştır. Özel savaşın sorgulanmasında bile bunu artık tüm dünya basını rahatlıkla görebilmektedir. Güncel bir konu haline gelmiştir. Bunu biraz da biz ortaya çıkardık, çıkarıyoruz.
Burada kısaca çok basit bir giriş yaptım. Hiç mi olumlu bir yanı yok? Ders alacağımız yan mutlaka vardır. Mustafa Kemal dar bir temelde olmakla birlikte müthiş bir ulusalcıdır. Ulusalcılığın tarihsel, toplumsal temeli iyi konulabilinir. Fakat Türk ulusalcılığında büyük bir olaydır. Örgütün eylemi de, bu ulusalcılığın gereklerini yerine getirmektir. Belki de tarihte hiçbir önderin bir ulusalcılık, hatta bir aşiretçilik veya herhangi bir siyasal olay yaratmaktaki mahareti, hassasiyeti Kemal Atatürk kişiliğindeki kadar keskin değildir. Özellikle bizim için örnek teşkil edilecek yanı nedir denilirse askeri ve siyasi yaklaşımlarında ve pratiğinde olağanüstü yoğunluğu ve tarz inceliğini yürüten bir kişiliktir.
Dar olması demin vurguladığım çok tehlikeli çelişkili, olumsuz yanlarına karşın kendi amacına bağlanıştaki yoğunluğu, tarz yaratıcılığı olağanüstüdür ve saygı duyulur bile. Oldukça öğrenilmesi gerekir. Bunu bizim savaşçılar çok iyi öğrendikleri için karşımızda iyi özel savaş yürütücüleri olduklarını gösteriyorlar. Ama tabii çelişkiler ve çağ dışılıkları da ayrılmaz olduğu için de kendilerini çok kötü ve hatta şahıslarında Kemalizm’in kendini ele vermesi gibi de ortaya çıkıyor. Bu ayrı bir mesele. Önder kişilikten illa bir şey öğrenilecekse amaç ve araç bağlılığını, tarz ve tempoyu birleştirmeyi, büyük hassasiyeti, titizliği kesinlikle örnek almakta yarar vardır.
Demin vurguladığım gibi halklar aleyhindedir, gerçekler aleyhinde yanlarını değil, gerek politikanın gerek askerliğin taktiklerini incelemek açısından örnek alınması kayda değerdir. Gündem yüklü çok yoğun yaşamını tamamen buna göre veren bir kişilik. Amacına göre bu kadar yoğunlaşması bir partinin tabii bir devletin bile daha üstünde oluyor. Fakat tabii çok aşırıya gitmiştir. Aşırı ulusalcılık faşizme adeta örnek teşkil edecek kadar ileri gitmiştir. Devletin hegemonyacılığını bir Stalin’den öğrenirken, alırken bu dönemde onun faşist ve sınıflar ve halklar aleyhindeki yönlerini de İtalya’daki Mussolini, Almanya’daki Hitler deneyiminden oldukça etkilenmiştir ve onlarla ayni ayardadır. Bu da tabi devleti şekillendirme, bir ulusu şekillendirme açısından büyük bir talihsizlik. Çünkü Stalin’in geliştirdiği Sovyet modeli de çözüldü, Hitler çözüldü, Mussolini çoktan çözüldü ama Kemalizm halen çözülmedi, neden? Çünkü bunları çok tehlikeli bir biçimde birleştirmesinden ileri geliyor. Geri, çok dar Türk toplum yapısı, çok zayıf Kürt yapısı ve bir de katliamlarla bitirilen kültürler, halklar gerçeğinin sonuçlarını bu üç büyük 20. yüzyıl gerçeği ile çok hileli, çok şeytani bir biçimde birleştirmesi bugünkü çözümsüzlüğün diğer bir izah tarzıdır.
Dünyada bu 20. yüzyılın ilk yarısındaki rejimlerden çözülmeyen hiçbirisi kalmadığı halde büyük bir inatla direniyor ve 2000 yılını bulma konusunda da son derece, planlı ve çok özel bir savaşla yürütülmektedir.
Biz de bunu çözmeye çalışıyoruz. En büyük eylemimiz bu 20. yüzyılda mutlaka aşılması gereken, ulusal ve siyasal organizasyon ve hatta yaşam tarzıdır. Başarmamız herhalde 20. yüzyılın sonuna doğru en büyük gelişmelerden biri Kemalizm’i çözer ve aşarsak, sınırlı olumlu özelliklerini de inkâr etmeden, ama onun toplum üzerinde kâbus haline gelen gerçeğini çözüp, ilerletirsek yalnız Türkiye Anadolu halklarına değil, Ortadoğu ya da hatta evrensel anlamda da çok olumlu bir gelişmenin zemini olabilir. Nasıl ki 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Kemalizm ulusal kurtuluşçuluğu ve onunla faşizmin Sovyet sosyalizminin ittifakı, çok büyük bir tehlikeyi, faşizmin güç kazanmasına, sosyalizmin çözülmesine çok önemli katkıda bulunmuşsa çözülüşü de herhalde aynı öneme haiz bir rol oynayabilir.
Dolayısıyla bizim Kemalizm’e karşı savaşımımızın, bilimsel, felsefi değeri hayli önemlidir. Bunun handikaplarını aşmamızın evrensellikle ilişkisi çok önemlidir. Yerel bir ulusal kurtuluşçuluğun değil de -bu Kemalizm’in bir özelliğidir- bizim devrim yerel ulusal kurtuluşçu olamaz, tam tersi olur. Doğru bir ulusal kurtuluş söylemi olur ama bunu tamamen Kemalist ulusalcılığın bütün olumsuzluklarını aşmak temelinde gerçekleştirir. Bu da dünya çapında dar milli ve çok şoven devlet oluşumlarını, ideolojik ve onun sosyal ekonomik alan üzerindeki tahribatlarını kaldırır. Bu da oldukça evrenselliğe yol açar. Çok tehlikeli devlet biçimleri yerine, halk demokrasilerine çok önemli bir katkıda bulunmaya yol açar.
Adeta bilimin bir engizisyonla karşılaşmasına benzeyen tutsaklığını -ki bugün Türkiye’de düşünce özgürlüğü, özellikle İsmail Beşikçi şahsında tam bir engizisyon halini almıştır- düşünce yasaklığını aşar ve büyük bir düşünce özgürlüğüne yol açar. Bu sadece ulusal meselede değil, tüm hususlarda büyük bir bilimsel düşünce gücünün doğmasına yol açar. Sosyal ekonomik yaşamda da gerçekten Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu akıl almaz dünyada hiçbir örneği olmayan zenginleşme ile fukaralaşmanın aşılmasına yol açar. Devrimimiz bütün bunları öngörüyor, programlaştırıyor ve eylemselliğe de çekmeye çalışıyor. Eğer bu başarılırsa Kemalizm’in tarihteki rolü ne olur? Bizim devrimimiz gibi bir büyük devrime yol açmasının temel kilometre taşlarından birisi olur. Çok az olumlu ama büyük olumsuzlukların çözümlenmesiyle büyük bir devrimin zemini haline getirilebilinir.
Tarih sanırım gerçekleri karşılaştırarak bu değerlendirmeyi ileride daha açık yapabilir. İdeolojik, pratik, siyasi, askeri, kültürel-sosyal alanlardaki büyük kapışmamızın, büyük kavgamızın kocaman bir cumhuriyet tarihinin -ki daha öncesi de var ama- sonrası üzerine çok etkili olacak. Bu yaklaşık 75 yıldır yürütülen büyük savaş bir büyük devrimle karşı devrim arasındadır. Oldukça çelişkilidir. İçinde tartışılması gereken, çözülmesi gereken çok husus var. Biz çok sınırlı olarak en azından kendimizi bu dar boğazdan kurtarmayı ve ileriye bir adım sahibi olmayı çok dikkatle ve anlamı büyük bir biçimde gerçekleştiriyoruz. Bu anlamda öyle bir sonuç değildir. Önemli başlangıç adımı oluyor. Kemalizm’in böyle törenlerle gerek Cumhuriyet Bayramında, gerek 10 Kasımlarda anılması cenaze törenlerine benziyor. Bir yeniliğin, bir gelişme, başlangıcın törenleri değil bunlar. Kendini savunmanın, büyük haksızlıkları, çözümsüzlükleri savunmanın törenleridir, anmalarıdır.
Devrimimiz bu anlamda insani olarak ve halklar açısından da iyi bir adım olacağını daha şimdiden iddiasıyla pratiğiyle kanıtlayabiliyor. Ama vurguladığımız gibi yani sizleri çözmekten tutalım bu büyük enkazı temizlemeye kadar çok daha büyük bir çabaya ihtiyaç var. İnsanların iddiaları, iradeleri bağlandıkları amaçla direkt bağlantılıdır. Biz bu yönlü çabalarımıza başlarken iddiamızın büyüklüğü ve bugün daha da netleşen yapılan işler ve yapılması gereken işlerin de kanıtlanmasının verdiği düşünce iradeye yansıyor, irade de tabii ki büyük bir çabayı göstermekten geri kalmıyor.
Demek ki çıkaracağınız bir sonuç; eğer bütün bunları iyi anladıysanız bunun iradenizi güçlendirmemesi düşünülemez ve iradeniz de düşünce açılımı kadar büyümüşse pratiğe de büyük yansımaması düşünülemez. Eğer böyle bir oluşumu gerçekleştirememişseniz demek ki, çok köhnemiş ancak görkemli cenaze veya anma törenleriyle kendini yürütmekte olan Kemalizm’in silik bir kopyası olursunuz ve bu da hiçbir şey kurtarmıyor. Hiçbir sorunu çözmüyor.
Anlamayı biz bu temelde geliştirebiliriz ve varsa bir iddianız buna çağırabiliriz. Daha fazla ciddiyet, anlamadaki devrimci doğruya kesin kişiliğinizde, özellikle derin düşünce yapınızda yer verme, bunu kesinlikle irade sağlamlığında gösterme ve bir de pratik yaşamı bununla bağlantılı bir biçimde, ikirciksiz, yalansız, dolambaçsız ama çok büyük bir yaratıcı ustalıkla götürme.
Alınması gereken temel dersi böyle formüle edebiliyoruz. Başarımız da bunu kişiliğimizde, örgütümüzde, eylemimizde dürüstçe ve yetkin çabayla göstermeye bağlıdır.
Rêbêr Apo