Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Nisan günü TC ordusu Siirt'in Şirvan ilçesine bağlı İskambu karakolunun tepesi çevresinde operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Nisan günü saat 05.00'de Şırnak ile Siirt'in Eruh ilçesi arasında Kêr ile Kaymakam köyleri arasında bulunan TC ordusunun konumlandığı bir tepeye yönelik Gerilla güçlerimiz baskın eylemi gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Nisan günü saat 10.00'da Mardin'in Savur ilçesine bağlı Qirdîlek, Dêrîş, Quzerit, Cirzê, Şutê, Qawsan ve çevre köylerde TC ordusu zırhlı araçların desteğinde bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Nisan günü saat 08.30'da göreve gitmekte olan bir Gerilla birimimiz; Mardin'in Ömerli ilçesine bağlı Mermari köyünde bulunan kontralar tarafından TC ordusuna bilgi verilmesi ile yürütülen operasyonda çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Türk devletinin Kürdistan'da sürdürdüğü kirli savaş, komplo tezgahları ve planlarının devreye konularak sürdürülmek istendiğini en son Jîrkî aşireti üzerine gerçekleştirilen olay ile daha net ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda;
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Türk devletinin Kürdistan’da sürdürdüğü faşizme karşı; Sason’da şehit düşen Dorşîn Hani(Ayşenur Kılıç) arkadaşımız şahsında Sason şehitleri anısına ve Erdoğan’ın ‘ya baş eğeceksiniz, ya baş vereceksiniz’ talimatı temelinde Nusaybin, Şırnak ve Gever’de sürdürülen sömürgeci devlet terörüne karşı Gerilla güçlerimiz tarafından kapsamlı bir misilleme eylemi yapılmıştır. Bu eylemin sonuçları şöyledir:
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
1. Bitlis'in Mutki ilçesi kırsalında süren operasyonun detayları şöyledir;
Bu operasyon hakkında kısa bilgi daha önce açıklanmış yine şehit 3 yoldaşımızın sicil bilgileri de halkımıza ve kamuoyuna açıklanmıştır.
- Ayrıntılar
Avrupa derken akla her zaman ilk gelen insan haklarına, düşünce özgürlüğüne, demokrasiye yaklaşım gelmiştir. Bunun içindir ki birçok çevre çağdaşlığı biraz da Avrupa ile özdeş ele almıştır.
Ne var ki, eski Avrupa’da bu aralar eser yoktur. Tam tersine düşünce özgürlüğü, insan hakları, demokrasiye yaklaşımıyla bilinen bir Avrupa, bugünlerde dünyanın dikta rejimleriyle flörtleşiyor. Tehditlere boyun eğiyor. Diktatörlere sarılmakta geri çekilmediği gibi sarılmak için sıraya giriyor. Hatta Amerikan tarzı “ey dostum” diyerek, diktatörlerle tam haşır neşir olmuşluk söz konusu.
- Ayrıntılar
Baharı yaşıyoruz. Bahar yeniden yaşam ve yeniden diriliştir. Tabiatın canlanışı, insanın canlanışı öz itibariyle yaşamın canlanmasıdır, bahar.
Önderliğimizin deyişiyle: “Baharın Nisan ayı, canlanmanın alabildiğine hızlandığı ve yaşamak isteyenlerin büyük bir tutkuyla kendini aştığı ve anlam bulduğu birçok canlının yaşam günleri oluyor. Yıllardır bizde böyle Newroz günleri, Nisan günleri, ulusal çözümlenmeyi, onunla birlikte diriliş, yaşamı geliştirmeyi temel görev bellediğimiz günler oldu ve halen üzerinde duruyoruz...
Ne kadar düşürülmüşsek, ne kadar baharlarımız kavrulmuşsa, o kadar yüceltme ve kasıp kavrulan baharlarımızı kendimizde, savaşla yeşertmeye ihtiyacımız vardır… Benim her bahara vereceğim anlam, önce kendi baharımdır. Bir halk için bahar olmazsa, baharın gerçekten diriltici etkisini de duyamaz…”
Şimdi halkımızın baharını yaşıyoruz. İlk kez kaderimizi kendi elimize alarak, kaderimizi tayin edecek günleri daha doğrusu bir baharı yaşıyoruz. Böylesine bir baharı yaşarken, bir bahar günü aramızda ayrılan yoldaşlarımızı, bizi bugüne getiren silah arkadaşlarımızı, bizi biz yapan temel değerlerimize ilişkin birkaç söz söylemek-hem de bir yeni nisan yaklaşırken- hem görevimiz hem de borcumuz.
Bilinen ismiyle Xelîl Dağ, sivilde ise Halil Uysal yoldaşı, ben de dağların doruklarında tanıdım. İlk dağa gelişinden Botan’a yürüyüşüne, yola çıkışından şahadetine kadar, şöyle ya da böyle tanıdığımız, yer yer yakın kaldığımız, kimi zaman ise birlikte çalıştığımız Xelîl yoldaşı anlatmak onu tanımış, tanıyan her yoldaş gibi benim için de zor, hem de çok zor. Bir yoldaşımız Xelîl yoldaş için:
“Xelîl Arapça bir isimdir, anlamı en yakın arkadaş, en yakın samimi dost. Dağ; Türkçede görkemli, heybetli olmanın adıdır. Xelîl Dağ ise; dağ gibi bir arkadaş, dağın dostu, dağa en yakın, görkemli olanı ifade eder. Bu isim sana ne kadar da yakışıyor Xelîl yoldaş” demişti.
Gerçekten de dağ denildiğinde, insanın içine Xelîl arkadaş akıyor, aklına Xelîl arkadaş geliyor. Çünkü Xelîl arkadaş kadar dağ sevdalısı bir insana, bu denli coşkulu yaklaşan insan sayısı ne kadardır diye sorduğumuzda, vereceğimiz cevapta zorlanabiliriz.
Gerillalar elbette dağ sevdalısıdır. Dağa bu sevdadan dolayı binlerce, on binlerce Kürdistanlı, Türkiyeli hatta başka halklardan genç akmıştır. Ve bu akışın devam edeceği de kesindir. Dağ bir arınma yeridir, kirlerden, paslardan, hilelerden, hurdalardan arınmanın yeri. Az biraz temizliği, doğruluğu, güzelliği, güleçliği, onuru, gür haykırmayı, adaleti, eşitsizliği, paylaşımcılığı ve tabii özgürlüğü arayanlar, onların peşinde yürümek isteyenler hep dağlara akacaktır.
Ancak Xelîl arkadaş gerçek manada dağın ayrı bir güzelliğiydi. Coşkusu dinmeyen, coşkusu hep zirvelerde seyreden bir Dağ Sevdalısıydı.
Kürdistan tabiatıyla bu denli bir olmuş, ona hayran olmuş, onunla özdeşmiş bir kişilik olarak Xelîl gerçekten de Dağın Samimi Bir Dostu’ydu.
Xelîl’i elbette tanımak önemlidir. Ancak Xelîl yoldaş o kadar açık ve sade bir kişilikti ki, onu yazılarında, resimlerinde, fotolarında ve tabiatı ekrana taşıdığı karelerde, çektiği tüm kliplerde görmek mümkündür.
Dağı acaba Xelîl gibi yazan var mıdır(?) diye hep içimizde tartışmışızdır. Ya da bir tane daha Xelîl’i acaba çıkartabilir miyiz(?) hususunu da sıkça tartışmışız ve halen de tartışıyoruz.
Dağ’da basın denildiğinde akla ilk gelen Xelîl’dir, anı denildiğinde ilk akla gelen yine Xelîl’dir, film ya da sinema denildiğinde gerilla için yine akla gelen Xelîl’dir. Fotoğrafçılığını hiç dile bile getirmeyelim. Kendi sahasında tekti.
Bir de Xelîl derken, yoldaşlığını dile getirmeliyiz. İnsanın içine akan yoldaşlığını, alçak gönüllüğünü, sevda dolu yüreğini, güleçliğini, dağa olan bağlılığını ve de kayadan sert iradesel duruşunu…
Bizim yüreğimize böyle işlemiş olan Xelîl yoldaşı bir nisan günü sonsuzluk diyarına uğurladık. Xelîl yoldaşı anarken, nisan ayında yüreğimizi kora çeviren Nuda’yı anmamak olmaz. Dağların direnişçi kimliği olan Ferhat’ı anmamakta olmaz. Onların şahsında tüm nisan şehitlerini anmamak hiç olmaz.
Bir de Xelîl ismini andığımızda Arjîn’i, Arjîn Amed ismini dile getirmememiz olmaz. Hem de, sönmeyen yaşam ateşi olan, Arjîn’İ…
Arjîn yoldaş sözün tam manasıyla Sönmeyen bir Yaşam Ateşi, genç PKK kadın militanı olarak tanıdık. Yaşam coşkusu ile yaşam duruşu ile olgunluğu ile kıvrak zekâsıyla, mütevazılıği ve insana ruh veren yoldaşlık sevgisi ve saygısıyla hep yüreklerimizde taht kurmuş bir Kürdistan Özgürlük Savaşçısı olarak bizimle, içimizde, ruhumuzda, yüreğimizde ve tüm benliğimizde…
Arjîn yoldaşı ise hem yıllar öncesinde tanımış hem de çok uzun bir süre aynı mekânda, aynı çalışmada, aynı örgütsel işbölümünde birlikte yer almıştık.
Fiziki olarak oldukça zayıf ancak kişilik olarak granit gibi sert, sıcaklığı ve direngenliği ile ise hep bir örnek.
HPG BİM bünyesinde birçok çalışmayı en güzel bir şekilde yürüten biri olarak herkesin beğenisini kazanan Arjîn yoldaş, mesleki yetkinliğinin yanı sıra yoldaşlar içerisinde de özel ve özgün bir yeri her zaman olmuştur.
Kişilik olarak hem çok olgun ama ayna zamanda da çok espri yüklü bir yoldaş olarak, nerede neyi söyleyeceğini, eleştirecekse eleştirisini en doğru ve en etkili bir şekilde ifadeye kavuşturan bir yoldaş olarakta, yoldaşlar ortamında her zaman en çok değer gören yoldaşlardan olmuştur.
Özgürlük saflarına birçok yoldaşı gibi erken gelen biri değildi. Sivilde iktisat okumuş, yine sivil yaşamda birçok pratik işi yapan biri olarak yoğun tecrübelerle dağlara akan Arjîn yoldaş, bulunduğu ortamlara bu yaşam tecrübesini en iyi bir şekilde yoldaşlarına sunarak yoldaşlarına destek olmasını da hep en iyi bir şekilde bilmiştir.
Onun güçlü yaşam duruşundan etkilenmeyen acaba kaç yoldaş vardır? Yoğun düşünce gücü ve yaşama pozitif yansımasını imrenme düzeyinde hayranlıkla ben nasıl izlemiş isem, benzer bir şekilde onu tanıyan her yoldaş izlemiştir. Bir insanın iddialı ve direngen yönlerinin yanı sıra, nezaketi ile insanları bu kadar etkileyebileceğini, insanları incitmeden söyleyecekleriyle yön verebileni en çok Arjîn yoldaş şahsında görülmüştür. Bunun için bulunduğumuz ortamlarda onun söylediklerini, eleştirdiklerini, görüşlerini dikkate almak her zaman en doğru sonuçlara götürdüğünü edindiklerimizle öğrenmiştik.
Çalışma disiplini, çalışmanın temizliği, sonuç alıcılığı derken akla ilk gelen isimlerden biri her zaman Arjîn yoldaş gelmiştir.
25 Mart 2012 yılında Garzan Eyaletinde 15 kadın gerillamızla birlikte şehitler kervanına katılan Berfin Roza-Selma Avcı ile birlikte Arjîn yoldaş bu özellikleriyle tam muhteşem bir ikiliyi oluşturuyorlardı. Öyle ki yoldaşlıkları, çalışma disiplinleri ve azimleri, girişkenlikleri, yaratıcıkları, mütevazılıkleri, cana yakınlıkları, incelikleri birbirine çok yakındı. Her ikisi de seçkin militan özelikleriyle yüreklerimize işlemişlerdi.
Arjîn yoldaşın granit gibi sert olan iradesinden söz etmiştik. O’nun nasıl bir dağ sevdalısı olduğunu da. Ancak Arjîn yoldaş bir de Xelîl yoldaşın en iyi öğrencilerindendi. Ondan yazımı, ondan fotoğraf çekmesini, ondan kamerayı kullanmasını, ondan montajlamayı derken ondan basıncılığı ve muhtemelen bir de dağa sevdalanmayı öğrenmişti.
Bunun için Arjîn dediğimizde bir de Xelîl’i anlamalıyız, Xelîl’i anmalıyız. Xelîl gibi yapmak istediklerinin, hayallerinin, ütopyalarının peşine düşmekten asla geri durmayan Arjîn yoldaş fiziki olarak zayıf olsa da yönünü Botan’a vermişti. Botan’dayken kansere tutulduğunu ona söyleyen doktoru uyararak, örgüte ve örgüt yönetimine söylememesini istemişti hatta doktorun ağzından söz almıştı. Böyle olunca Arjîn yoldaşın kansere yakalandığını örgüt ve örgüt yönetimi çok geç öğrenmişti. Öğrenir öğrenmez de Arjîn yoldaşı Botan’dan tedavi amaçlı geri çağırarak tedavi olabileceği bir ortama göndermişlerdi.
Arjîn yoldaşı işte ben böyle bir ortamda yeniden gördüğüm de sözün tam manasıyla şok olmuştum. Hep kanser oluşuna hem de coşkusunun sonsuz oluşuna, zindeliğine, yaşam dolu bakışlarına, ışıldayan gözlerine, yerinde durmayan kişiliğine, hızla tedavi olup geri dönme istemine…
Arjîn yoldaş oldukça canlı ve zindeydi. Coşkusundan –her zaman olduğu gibi- bir milim bile bir eksilme yoktu. Tam tersine kuzey pratiklerini konuşurken oldukça coşkulu ve moral düzeyi yüksekti. Onun kanser olabileceğini inanmak çok zordu. Hele onun coşku seli dolu sıcaklığını yeniden gördükten sonra inanmak kesinlikle imkânsızdı.
Ne var ki; kanseri doğru çıkmıştı, ama onun coşku ve morali ise Arjîn’ceydi, sönmeyen yaşam ateşinceydi…
Ve böyle bize yürek olmuş, bize yoldaş olmuş, bize yön olmuş, bize yol olmuş, bize benlik olmuş, içimizde biz olmuş bir yoldaşın şahadeti bizde akıl tutulması ile kelimelerin söze dil arayıcılığıyla dökülemediği an misali, aklımız tutulmuş ve sözlerimiz dillimizde asılı kalmıştı. Gözlerimiz donup kalmıştı.
Dopdolu yaşam coşkusu ile sıcaklığı, tebessümü, insana ruh katan akışkan kişiliği ile direngen kadın militan heyecanı ve iradesiyle, iddiası ve inancıyla ve de sonsuz yaşam heyecanıyla bize ruh ve moral olan Sönmeyen Yaşam Ateşi yani ARJÎN yoldaş seni asla ama asla unutmayacağız, sana yol olmuş, sana can olmuş, sana yürek olmuş ve sana her zaman bir öncü olmuş olan Xelîl yoldaşı da asla ama asla unutmayacağız.
Yeni bir bahara girerken bahar ayında kanlarıyla özgürlük umudu yaratan tüm yoldaşlarımızı, tüm Kürdistan Özgürlük Savaşçılarını, insanlık için mücadele eden tüm yürekleri anarken, onların her zaman iyi bir takipçisi olacağımızı, onlara layık olabilmek için sonuna kadar kendimize yükleneceğimizi, yollarını kendi yolumuz bilerek o yolun iyi bir takipçisi olacağız.
Ve önderliğimizin bize atfen söyledikleri sözler temelinde yoldaşlarımıza bağlı kalarak: “Böylesine bir baharın canlanışına, görevlerde başarıyla ancak karşılık verilebilir. Bir halk için gerekli olan çalışmalara güç getirilmiştir, yeterlilik gösterilmiştir. Halkın temel ihtiyacı, şeref-onuru ortaya çıkarıldığı gibi savunulmuş ve hatta yenilmez bir noktaya getirilmiştir. Hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar bu savaşım imkânlarını sizlerle de paylaşmak isteriz. Sizin de talebiniz budur ve buna göre savaşın imkânları da büyük bir değerdir. En az yaşam değerleri kadar, onun maddiyatı, maneviyatı kadar bir kişiye tutkuyla sahip olmayı, onu amansız paylaşmayı isteyen değerlerdir, onları size sunuyoruz.
Bu ne bir zorlayıcılık olarak görülmeli, ne de bir maceracılık olarak karşılanmalıdır. Yaşamımızın bu dönemi için bize en çok lazım olanının hazırlanıp size sunulmasıdır. Büyük bir saygıyla, büyük bir şükran duygusuyla da karşılayabilirsiniz. “Gerisi bize düşer” diyerek sizde yaşamınıza böylesine çok canlı bahar tazeliği kadar, taze, yaşam gücü kadar güçlü bir karşılık verir ve başarırsınız” sözünü yeniden Xelîl ve ARJÎN yoldaşlarımız şahsında tüm şehitlerimizin huzurunda veriyoruz.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Baharın Nisan ayı, canlanmanın alabildiğine hızlandığı ve yaşamak isteyenlerin büyük bir tutkuyla kendini aştığı ve anlam bulduğu birçok canlının yaşam günleri oluyor. Yıllardır bizde böyle Newroz günleri, Nisan günleri, ulusal çözümlenmeyi, onunla birlikte diriliş, yaşamı geliştirmeyi temel görev bellediğimiz günler oldu ve halen üzerinde duruyoruz.
Direnme tarihimizde önemli bir aşamayı teşkil eden 1987 Mart ve Nisan çözümlemelerinde de benzer bir başlangıcımız vardı. Değişik biçimlerde, onun 1985-86 karşılanışı anlamlıdır. Daha da geriye gidebiliriz. 30 Mart Kızıldere şehitlerinin anısına bağlılık ve protestomuz, 7 Nisan’da tutuklanmamız vardı. Daha o zamandan beri baharın, çok önemli, anlamlı karşılandığını gösteriyor. 1974-75 baharları yaşama özgürce ve iddialı yaklaşmayı denedik. Başkentte imhamızın planlanıp hayata geçirildiği, Ankara’da tam bir Kürdistan bilinciyle ayrılışımız ve özgürlük tohumlarını bu aylarda serpmemiz söz konusudur. Hem düşüncede, hem pratikte 1976 ve 77 bahar ve Nisan ayları epey anlamlıdır ve çok önemlidir.
1977 ve 1978 partiyi ilan etme ve onu yaşatmanın çarelerini oldukça düşündüğümüz Mart-Nisan ayları söz konusudur. 7 Nisan 1979’da Ferhat Kurtay’la Mardin’e geldik. Bizi yepyeni bir süreçle karşılayan bir bahardı. Onun verdiği canlanma, iyimserlik duygu ve düşünceleriyle çıkış yapmamız söz konusudur. Yine 1980-81’i bu sahada karşıladık, düşmanın büyük imha yönelimini, 1980’in o ilk anlamlı eğitim birliğimizi hazırlayıp Kemal Pirlerin komutası altında yola koyduk. 1982-83’te kapsamlı bir biçimde tekrar ülkeye yönelmemizin baharını yaşadık ve Botan’a yöneliş, 1984-85’le bilindiği üzere, 15 Ağustos Atılımı’nın ertelenemez, anlamlı baharıydı. Hem de 1985’in sonuçlarını mutlaka başarıyla getirmenin ağır sorumluluğuyla karşılanması söz konusuydu. Agit arkadaşla yakın ilişkimiz altında 1985 Newroz’unu karşılamamız söz konusuydu ve bizzat kaleme aldığı Newroz umuduyla başlamıştık.
Böyle anlamlı bulunan Nisan karşılamamız var. Kimler ne kadar anlayıp hakkını verdiler? Herkesin kendine soracağı bir sorudur. Biz yaşamaya saygılıyız, yaşama saygısı olmayanların herhangi bir yaratıcılığından, üreticiliğinden bahsetmek zordur. Bizim için yaşamın neredeyse başına yıkıldığı bir halk gerçekliğiyle, bahar müjdesi gibi yaşamı müjdelemek çok önemlidir ve böyle olduğunu göstermeye çalıştık.
Halen gerçeğimize bireysel tutkularınız, egoizminiz korkunç çaresizliğiniz, yaşama ters düşmüşlüğünüz yansıyor. Sözüm ona bayramlara hazırlanıyorsunuz ama bayramların hiçbir anlamını bilmeden bir katılımınız oluyor. Kendine saygıyı yitirmemek çok önemli! Her yetersizlik bir saygısızlıktır, her yaşamaya hakkını vermemek tüm kötülüklerin kaynaklandığı durumu yaşamaktır, durumu böyle olanların da yaşamına saygı gösterilmez. Onlar istedikleri kadar demagojik davranışlar sergilesinler, istedikleri kadar çalıp-çırpsınlar, siyaset dilinde, yiğitlik, mertlik gerçeğinde onlar beş para etmezler. Hiç bir kurnazlık, sahtekarlık bu gerçeği değiştirmez, lafazanlık, körce pratik bunu başka türlü göstermeye yetmez.
Bütün çabalarımıza rağmen, yiğitlik yaklaşımları çok sınılırdır, kurnazlık, ölüm kokan davranışlar, ucuz yaşama göz dikenler veya en önemlisi de yaşama ilgi duymayan, yaşama karşı saygısızlıklar çok fazla. Tabii sizin umurunuzda değil, mühim olan sizin alışkanlıklarınızdır, bir sigaradan aldığınız zevki, bir dedikodudan aldığınız zevki sanmıyorum yüce bir değerlendirmeden alasınız; ikili bir diyalogdan aldığınız zevki sanmıyorum bir yüce yoldaşlar topluluğunun tartışmasından alasınız. Bütün bunlar sizin düşkünlük düzeyinizi belirliyor.
Bir komutaya hakkını vermenin tutkusunu, onun coşkusunu görmeyi çok istiyorum. Mumla arasan ya bir tane bulursun ya bulamazsın, ama onunla oynayanlar hem de en anlaşılmaz, en anlamsız biçimiyle sayısız görebilirsin. Bunlar gerçeğimizi ifade eder. Biz böyle olmamanın kavgasın veriyoruz. Ben halen bu noktada, bu direniş kahramanlarının çok anlamlı olduğunu görüyorum en özlü davranışların böyle gösterildiğine inanıyorum. Özlü olanların büyük eylemleri oluyor, fakat böyle değil de daha anlamlı, daha uzun vadeli bir savaşımla gösterselerdi diye hayıflanıyorum.
Bu insanları biraz anlamlı kılmak için, biraz saygılı-sevgili kılmak için çok büyük uğraşı verdik, ama layık olan nerede? Kendilerini pislik kuyusunda çoktan kirletmişler, temizlemeye güç mü yeter. Yetersizlikler girdabında boğulmuşlar, yeterliliğe nasıl getireceksin, eylem yeterliliği, söz yeterliliği, örgüt yeterliliği nerede kişiliklerinizde?
Övünmek gibi olmasın ama bildim bileli kendimi çok zorlamama rağmen, yeterlilik sınırlarını tutturmaya büyük tutkuluyduk, yeterli iş yapmak, yeterli okumak, yeterli koşmak yeterli bilmek ve gerçekten bu tam da insana saygının kendisi oluyor. Çok az ağladığım oldu, ağladığım yerlerde de bir yetersizliğimin olduğunu gördüğümde onu gidermeye, büyük bir öfkeye dönüştürerek karşılık verdiğimde hatırlıyorum. Ağlamam kocakarıca değildi, yetersizliğimi gidermenin öfkesiydi. Böylesi daha doğru oluyor ama çoktan yetersizliklerle kendinizi büyüttüyseniz, gerçekleştirmeniz zor oluyor. Neden kendi işini en güzel, en doğru yapmıyorsun. En hayati konularda bile niye en güzel söz ve eylemi tutturamayacaksın? Çok mu zenginsin, çok mu iş yapmışsın? Yok! Hepiniz Allah’ın fukarasısınız!
Yaşamaya büyük saygı duyuyorum, fazla yaşamasak da yaşama saygı gerektiğini, saygı göstermek için de hemen her düzeyde büyük yeterliliği yakalamak şartı olduğunu biliyorum. Onun için bu şartlara sahip değilseniz, saygı ve sevginin şartlarına fazla talepte bulunmayın. Öncelikle gerekli olan saygıdır, ondan sonra bir şeyler isteyin. Ben halen çok sınırlı bir saygı durumuyla uğraştığım için, kendim için hiçbir şey istemiyorum. Bütün ulaşmak istediğim biraz saygılı olabilmeyi, etrafıma, dostuma, düşmanıma gösterebilmektir. Kolay değil, bu kadar alay konusu olmak, bu kadar inkar konusu olmak, bu kadar insanlık yoksulu olmak kolay değil.
Siz iyi çocuklarsınız veya bir çırpıda ölürsünüz de, ama bütün bunlar saygı yaratmıyor, düzey tutturulamıyor, sadece ölünüyor. Çok çaba harcıyorsunuz, bu çabalar yüksek değer ifade etmediği için, onunla birlikte sizi götürüyor. Yetersiz çabalar, anlamsız çabalar! Benim çabalarımın anlamı sizi saygılı bir duruma getirebilmektir. Ama ne kadar başarıyoruz ayrı bir mesele. Benden mi kaynaklanıyor, sizde mi kaynaklıyor tartışılabilir.
Nasıl da bu yaşamı kendinize yakıştırdınız? Hep kendime sorduğum bir soru da budur; nasıl da sıkılmadınız, böyle yaşamaya güç getirebildiniz. Halen ben, yaşam utancını tam üzerimden kaldırmış değilim. Ele-güne rezil olmamak için ancak kendimi biraz ayarlayabilmişim. Halkımızın dengelerini yitirmemeye çalışıyorum veya onun çok yitirilmiş olan saygı durumunu oluşturmaya çalışıyorum. Fakat burada da bütün bu çabalara rağmen veya başarı gibi gösterilmeye rağmen kendimizi şiddetli sorguluyoruz. Bu kadar diri tutmaya çalışmamızın nedeni; kendimizi halkımızın saygılı yaşamına ilişkin durumunu, dengesini acaba bulabilecek miyiz sorusundan ötürüdür.
Bazı büyük şehitler de bize hep bu baharda güç veriyor. Ben onlara büyük minnettarlık duyduğumu belirtmeliyim. Özellikle en son Newroz şehitlerine şükranlarımızı belirtmeliyiz. Şüphesiz onlar güç veriyorlar. Fakat esas olan kendi gücümüzü de ortaya çıkarmaktır, biz hiçbir zaman başkaları “şöyle adam olursun, böyle yapmalısın” derken kendi halimizi görmezlikten gelmedik, “iyi söylüyorsun, tam da öyledir” deyip kendimizi dogmalara boğmadık. Büyüklerin sözünü her zaman can kulağıyla dinledik, ilgi duyduk, fakat “doğru olmayabilir” sorusuna da açıklık getirdik. “Dediklerine doğru olmayan yönler olabilir, ona da dikkat et” diye kendimize yaklaştık ve halen de öyledir.
Bahara yaklaşırken, çok büyük bir anlayış olarak gördüğüm bu son iki direniş şehidimiz, “çözümlemeler bitmiştir, sıra eylemdedir” der. Tabii bunu çok anlamlı söylüyor ve en büyük örneğini de kendi kişiliklerinde sergiliyorlar. Doğru bir söz aslında! Çözümlemeler bitmiştir, sıra eylemdedir! Ama nasıl bir eylem? Onlar kendi eylemlerini öyle ortaya koydular. Bu herkes için böyledir denilemez, belki de onlar için bile bu fazlaydı. Eylemin bin bir biçimi var. Onlar kendileri için en anlamlı biçimi buldular diyelim, uyguladılar, başkası yapsa belki de zarar verebilir. Mühim olan eylemin yerinde ve zamanında olmasıdır. Ne mutlu onu yakalayana!
Çözümlemeler bir anlamıyla bitmiştir, birçok anlamıyla da yeni başlar. Bu bir yaşamdır bizde. Tatmin oluncaya kadar ister. Biz ona saygısızlık yapmayacağız. Gerekirse büyük savaşarak saygısızlık etmeyeceğiz, gerekirse çok büyük düşünerek saygısızlık etmeyeceğiz. İlla “böylesi de bizim için kabul edilir, yenilsek de layığımızdır” diyorsanız, biz burada büyük sorun çıkarırız. İşlerin tehlikede olduğunu gördüğümüz de kıyamet koparırız, sorun burada. Düşünün; yenilgiden başka, ölümden başka ve yaşam söz konusu olduğunda da alçaklıktan başka hiçbir şeyin olmadığını; o zaman soralım kendimize ne kadar saygılıyız? Yaşama, onun bizdeki dirilişine, canlanışına, serpilmesine ne kadar saygılıyız?
Her şeyin altından çıktığımızı söyleyemem, fakat bütün dayatmalara rağmen halen kolay boyun eğmediğimiz söyleyebilirim. Dostluk adına, yoldaşlık adına dayatmaları, şöyle-böyle adına karşı koymaları yapın bakalım kim düşüyor? Serbestsiniz, ben de serbestim. Siz sizinkileri dayatın, ben de benimkilerini. El mi yaman, bey mi yaman gösteririz. Biz kimsenin hukukunu elinden alacak veya onu çirkinleştirecek tutum içinde olmadık. Ama bazılarının bizi de böyle kullanmalarına fırsat vermedik. Bizi büyük bir hukuksuzlukla, çirkinlikle bağlamalarına fırsat veremem.
Bu bir savaş ve çok amansız olmuştur. Madem bazıları bize bu kadar dayatmış, biz de dayanabildiğimiz kadar dayanacağız. Yoksa kendimi çirkinleştirerek, kendimi anlayışsız kılarak, ağlayarak, sızlayarak mı karşılayacağım? Sizin gibi kolay ölerek, kolay zincirleyerek mi kendimi bırakmayacağım. Ben “mutlak özgürüm, mutlak sağlamım, yürütüyorum işleri” diyemem ama bütün bu darlığa rağmen bu sahada biraz yürütüyorum. Kaldı ki, bu fazla mekansal bir anlamda da değildir. Biz savaşın en büyüğünü ruhta, ilişkide, düşünsel tarzda veriyoruz. Sonuçlarının büyük olduğunu da görüyoruz.
Umarım bir şeyler anlıyorsunuz, o büyük anlayışsızlık duvarları biraz deliniyor. Çok kalın duvarları biraz deldik. Büyük işlere gelmezseniz sürekli dövülürsünüz, delinirsiniz, paramparça edilirsiniz. Ölmemeye çalışmalısınız, yaşama güç getirmelisiniz. Ben bazen halkımız ve dostlarımız için esin kaynağı olduğumu söyleyebilirim, hepsinin taze umudu olduğumu ve bu anlamda da sözümün sahibi olduğumu belirtebilirim. Kimse de bunu inkar edemez. Ama bunun da böyle bir kişilik savaşımıyla, böylesine büyük bir yoğunlukla sağlanabildiğini de çok iyi biliyorum.
Siz bu gerçeğin neresindesiniz, ne kadar umutsuzsunuz veya umut yıkıcıları kimlere denir? Halkların umudu olabilmek çok önemli. Bütün bunlar anlatılmakla bitmeyeceği gibi, biz yine de siyaset yaptığımızı unutmamalıyız. Fazla edebiyata da kaçmamalıyız, siz askeri adaylarsınız bunu unutmayalım, gerillalar oluyorsunuz. Bazılarınız öyle istedi ama ne kadar hizmet ettik, sonuçları sınırlı. Benim bütün yaptığım, bazıları bir şey istediğinde “onun doğrusu şöyle yapılır”dır. Yoksa ben iyi silahşörsünüz diye karşılamadım, siz istem belirttiniz, herhangi birisi bir istemde bulunuyor, ben de nasıl yapılacağını gösteriyorum. Onu da hizmetle sunuyorum, “al sana bu kadar hizmet ve yürü yolunda” diyorum.
Önder APO
- Ayrıntılar