30 Mart 2014 yerel seçimlerinin Kürdistan tarihinde önemli bir yer alacağını dair şimdiden siyasetle uğraşan herkes hemfikir.
Nedeni açıktır: Kürdistan'da tümden Türkiye’de ise büyük oranda yaşanacak olan bir referandumdur.
Dikkat edelim, 30 Mart öncesi süreçte kılıçlar tümden çekilmiş durumdadır. Denilecek ki her seçimden önce bu durumlar yaşanır ve nitekim geçmişte de yaşanmıştır. Elbette her seçim öncesi kıran kırana bir kavga hep yaşanmıştır. Lakin bu seçimlerin kavgasının özü farklıdır, daha derinliklidir. Niteliği daha ayrıdır. Niteliği dediğimiz gibi tüm cephelerden bir referandum biçiminde hazırlanmış olmasıdır.
Özgürlük Hareketi Kürdistan'da önemli mevziler elde etmiştir. Bunu herkes biliyor. En çokta Özgürlük hareketine karşı düşmanlık yapanlar bu gerçekliği biliyor. Şimdiden görüldüğü gibi özgürlük hareketinin hakim olduğu alanlarda çeşitli hilelere başvuracaklardır. Öncelikli olarak adayları karalayacaklar, bin dereden su getirerek teşhir edecekler, olmayanları olmuş gibi varmış gibi gösterecekler, sanal dünyayı muazzam kullanarak Derin Özel Savaş’ı zirvede yürüteceklerdir. Bunlar yetmediğinde ise her zaman yaptıkları gibi farklı farklı fitne fesatlarla, paralar dağıtarak, “yirmi yalan bir doğru eder” hesabı ve mantığıyla muazzam yalanlar atacaklardır. Nitekim yetmedi bu kez satın almalar, karşıtlaştırmalar, Lice’deki gibi provoke etmeler derken özcesi her türden kirli olanı hayata geçireceklerdir.
Evet, bunları özgürlük hareketinin güçlü olduğu yerde yapacaklardır. Çok etkileyemeyeceklerini bilseler bile boşu boşuna kürek çekmekten vazgeçmeyeceklerdir. Derler ya gölge boksu bile yaparak kendilerince bir şeyler yapmaya-umutları olmasa bile-çalışacaklardır.
Ancak bu kesimlerin en çok yatırım yapacakları yerler özgürlük hareketinin çok güçlü olduğu yerler olmayacaktır. En çokta kendilerince daha önceleri kazanmış oldukları alanlar üzerinde yoğunlaşacaklardır. Buralar ağırlıklı olarak Kürdistan’ın batısı ve kuzey batısı yerlerdir. Yani ağırlıklı olarak Alevi Kürtlerin yaşadıkları yerleri kendilerine hedef seçeceklerdir. Dikkat edelim bu tarihi süreçte en çok alevi Kürtler üzerinde oyunlarını oynayacaklardır.
Tarihte Dersim katliamı ardından o meşhur 7 T’leri vardı.
Te’dîb; yani hizaya getirme.
Tenkîl; yani cezalandırma.
Taqtîl; yani katletme.
Tehcîr; yani göçertme.
Temsîl; yani asimilasyon.
Temdîn; yani medenileştirme ya da Türkleştirme.
Tasfîye; yani etkisiz kılma, ortadan kaldırma.
Bu 7 T’leri esasta her ne kadar 15 Eylül 1925 yılında Şark Islahat Planı ile uygulamaya koymuş olsalar da esas uygulama sahası Dersim ve sonrası süreç olmuştur. Katliamın bu kadar sınırsız ve vahşice yürütülmesinin bir mantığı vardır. O da: sindirerek üzerinde silindir gibi geçmektir.
7 T’lerin yanında birde Kürdistan’a uyguladıkları bir T harfi planları vardır. Kürt Alevi tarihçi Mehmet Bayrak bu durumu şöyle anlatmaktadır:
“Kürdistan, Fırat nehri esas alınmak üzere T harfi şeklinde üçe bölünmeli ve bu T’nin üstünde bir “Türklük Barajı” kurulmalıdır. T’nin batısında daha çok Kızılbaş-Alevi Kurmançlar, doğusunda daha çok Şafii Kurmançlar, kuzeyinde ise daha çok Kızılbaş Zazalar yaşamaktadır. Öyleyse, önce Kızılbaş Zazalar’la Şafii Zazalar arasına, daha sonra da Kızılbaş Kurmançlarla Şafii Kurmançlar arasına bir “Türklük Barajı” kurulması gerekmektedir. Özellikle, Alevi kimliklerinden dolayı Kızılbaş Zazalar’la Kızılbaş Kurmançları “Türkleştirmek” daha kolaydır.”
Evet, Mehmet Bayrak T planını böyle kaleme almış. Bu kirli planı hazırlayanlardan birisi Hasan Reşit Tankut ismindeki ırkçı bir sosyologdur.
Bu kişi devlete Etno-Politik İnceleme adı altında 1960 yılında darbe ile iş başına gelen darbe yönetimine bir Rapor sunmaktadır.
Şöyle diyor bu zat yazdığı raporda: “Bugünkü Kürt topluluğunda-Türkiye topraklarında-birbirinden ayrı iki unsur vardır. 1-Kurmanç, 2-Zaza… Zazalar’ın bir kısmı da her ikisine de zıt olan Dersimli Aleviler’dir. 30 yıl önce bu üç unsur birbirini yadırgardı. Son üç yıl içinde her üçünün de bir ırktan olduklarını ileri sürenler çoğaldı. Bunun başlıca sebebi devamlı tenkillerdi yani cezalandırmalardı. Ve tenkil sırasında Kurmanç, Zaza ve Dersimli Alevi ayırmasını bilmemektir. Bugün bir plebisit yapılsa, Kurmanç olmayanların içinde Kürtlük lehine oy verenlerin sayısı çoğalabilir…
… Şurasını cesaretle arz ederim ki, Kürt, Türk’ün bugün için hala düşmanı değildir. Kürt unsuru ayrılsa da, Türk toplumuna düşman olmaz. Bu çok ilerlemiş, gövdelenmiş, dal-budak salmış tehlikeyi önlemenin çeşitli yolları vardır. Fakat çok gecikmiş olduğumuz için şimdi tek bir yol üzerinde yürümeğe mecburuz. Bu yol şudur: Kurmançlık’la Zazalığın arasında bir Türklük Barajı Kurmak…”
Şimdi Kürdistan'da olup bitenlere bu yukarıda yazılanlar ışığında bakmamızda fayda vardır.
T planının üstü bugün özelde Güney Batı diye tabir ettiğimiz Maraş, Antep, Adıyaman, Malatya, Sivas ve kısmen Kayseri’dir. Yine Dersim, Erzincan, Erzurum alanlarıdır. T’nin üstünde hedef kesinlikle Türkleştirmektir. Yani ne pahasına olursa olsun buraları Kürtlüğe kapatmaktır. Buralar bir nevi çanta da keklik olarak görülüyor. Nede olsa kullanılacak çok malzeme vardır. Örneğin ilk elden alevilerinkürt olmadıklarını ıspatlamak. Alevilerin şafiilerle bir olamayacaklarını işlemek. Ve daha da önemlisi ise Zazalarla Kurmançları karşı karşıya getiererek, Zazaların Alevi olmadıklarını ispatlamaya kalkışmak. Hatta Kamer Genç ismindeki tipin yaptığı gibi “biz Zaza ve Aleviyiz, Kürt değiliz” noktasına getirmek.
T’nin sol alt kanadını ise Türkleştirebilmek için ciddi çaba içerisinde olmak gerekiyor. Bu çabanın başlıca yol ve yöntemi Kürtlerin din duygularını kötüye kullanarak yani istismar ederek genel Kürtlükten koparmak gerekiyor. Feodal beyleri hortlatmaktır. Bu bağlamda buraları Türk devletine kazanmak mümkündür. Buraları biz Urfa, Mardin, Antep’in bir kısmı olarak ele alalım. Ve tabii daha sonralarda Bucaklar gibi çeteler yetiştirerek feodalizmin en çirkin tarzıyla Kürtleri esir alarak Türkleştirmeye çabalamak.
T’nin sağ kanadına karşı ise sürekli bir mücadele içerisinde olunmalıdır. Buralar potansiyel tehlikelidir. İleride her zaman kopabilecek sahalardır. Bunun için buralara tek bir yatırım yapılmamalı, buralarda esasta askeri zor ile varlık gösterilmelidir. Buralar ise bugün Botan diye dile getirdiğimiz Hakkari, Şırnak’tır. Yine Van’dır, Siirt’tir, Batman’dır, Bitlis’tir ve bu coğrafyaya düşen diğer alanlardır.
Şimdi dikkat edelim: Güney Batı’da kendilerince başarmışlardır. Güney Batı insanlarımızı ağırlıklı olarak kaçırtmasını iyi becermişlerdir. Kapitalist modernist kültürle müthiş bir şekilde Kemalist sistemin okullarına alarak eritmeyi esas aldıkları gibi önemli bir mesafe de kat ettikleri gerçektir. Bugün Güney Batı dediğimiz alanda özgürlük hareketinin çok bedel ödemesine rağmen siyasal arenada cirit atanlar CHP, AKP ve kısmen de MHP’dir.
Halbuki CHP ismindeki parti tümden faşist bir partiydi. Ve halen de çok ciddi bir sosyal faşist partidir. Dersim’de katliamları yapan parti CHP’ydi. Başında ise CHP’nin başındaki İsmet İnönü’ydü. Kürtlerin katledilmesini en fazla talimatını veren kişi yine bu kişidir. 1930’da, Başvekil olan İsmet İnönü, 31 Ağustos 1930 tarihli Milliyet’te, ‘’Bu ülkede sadece Türk ulusu ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur’’ diyecek kadar ırkçı ve Kürt düşmanıdır.
1931’de Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak ise, hükümete verdiği bir raporda ‘’Kürtlük, Türk toplumu içinde eritilmelidir. Yüksek memurlara koloni (sömürge) yönetimlerindeki yetkiler verilmeli ve Kürt kökenli yerli memurlar tümüyle bölgeden çıkarılmalıdır’’ diyecek kadar azgındır.
1932’de ise, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Hükümete verdiği raporda ise: ‘’Dersimliler’e kendilerinin aslen Türk olduklarını öğretmek lazımdır. Kuzey Dersim halkı batıya göç ettirilmelidir. Askeri harekat başlamadan önce tüm silahlar toplatılmalıdır” diyecek kadar gözü dönmüştür.
1935’te, İsmet İnönü, kendi adını taşıyan başka bir raporunda ise ‘’Sınıra yakın yerlerin ve Elazığ, Erzincan ve Erzurum gibi büyük merkezlerin Türkleştirilmesi önem arz etmektedir’’ diyerekte çizgisinin ne olduğunu bir kez daha açıkça belirtmektedir.
1940’ta ise CHP daha ileriye giderek yayınladıkları bir Raporlarında, ‘’Kürt meselesi Türkiye’nin en mühim meselesidir. Kürtler Türkleştirilmelidir. Asimilasyonun ilk şartı dil öğrenmektir’’ demişler ve ısrarla bu çizgiyi pratikleştirmek için müthiş bir kültürel soykırıma girişmişlerdir.
İşte bu kültürel soykırımın başındaki parti CHP’dir. Liderleri olan kişi ise yıllarca Milli Şef olan İsmet İnönü’dür.
Özcesi Dersim katliamını yapan bu faşist partidir. Yine Maraş katliamı sürecinde iş başında olan yine CHP’dir. Bu kez Ecevit’tir. Katliamın engellenmesi mümkün iken buna izin verilmemiştir. Yine Sivas katliamı sürecinde İsmet İnönü’nün oğlu olan Erdal İnönü başbakan yardımcısıdır. Sivas’ta yaşanan vahşet iletilmesine rağmen kılını bile kıpırdatmıştır. Burada yine aynı parti vardır.
Dikkat edelim şimdi Kürt halkına KürtAlevi halkına inanmaz katliamlar yapan böylesine bir partinin başında bir Kürt, Alevi ve üstelik bir Dersim’li vardır. Kültürel soykırım işte bu denli başarıyla T’nin üstünde uygulanmıştır.
Yine Kamer Genç gibi Kemalizm’in en iğrenç piyonluğunu yapan bir kişi: “Seyit Rıza hata yapmasaydı bunlar olmazdı” diyecek kadar Kürt Alevilerin en değerli kutsallarına dil uzatabilmektedir.
Gerçeklik buyken ne yazık ki halen bugün bile sosyal faşist olan bir partiye halen KürtAlevileri oylarını vermektedirler. Bu gerçeklik özü itibariyle katilineaşık olma gerçeğinden öteye bir anlama gelmediği de açıktır.
HalbukiAlevilerin devasa bir direniş tarihleri vardır. Aleviliğin her zaman zalimlere karşı nasıl direndiğini tarihin altın sayfalarında okumak isteyenler bakabilir ve yeniden yenidenAlevi bilinçlerini tazeleyebilirler.
Boşuna Hz. Ali:
“Haksızlıklar karşısında eğilmeyiniz!“ dememiştir. O zaman bu cephede yerini alan herkes ama herkes haksızlıklar karşısında eğilmemenin de ötesinde var olan direniş cephesinde yerini alması Alevilik kültürünün olmazsa olmazı olmak zorunda değil midir?
Kasım Engin