Kürtler olarak tarihi süreçleri yaşadığımız kesin. Etrafımızda olup bitenler bile bu tespiti yapmamız için yeterlidir. Lakin bizler bu tarihi sürece denk bir düşünmenin, söylemenin ve de her şeyden daha önemlisi de eylemliliğin içerisinde olabiliyor muyuz? Olamıyorsak bunun nedenleri nelerdir diye araştırıyor muyuz? Soruyor muyuz?
Kürtler olarak bizler, bu yeryüzünde yaşayan diğer halklar gibi olamayacağımız kesindir. Nedeni açıktır; bizler özgürlük sorunu olan bir halkız. Belki de daha doğru bir kavramlaştırmayla, özgürlüğü elinden alınan bir halkın mensuplarıyız. Ülkeleri işgal edilmiş, zenginlikleri talan edilmiş, kültürleri dejenere edilme ve yutulmayla yüz yüze, sosyal yapılarının dağıtılması için her türlü karşıt çalışmayla karşı karşıya olan, fiziki coğrafyası bile bozulmaya ve değiştirilmeye çalışılan, askeri olarak ise günlük olarak bombardıman altında olan bir halkın çocuklarıyız.
Böyle bir gerçekliğin içerisine doğan insanların yaklaşımları -bunun için dediğimiz gibi farklı olmak durumundadır. Özgün ve özel olmak durumundadır. Öyle ki Kürdistan’ın durumu oldukça böyle nazik ve kırılmayla karşı karşıyayken, Kürt halkı ise ruhen her gün yeniden yeniden buhranların içine sürüklenirken, onun üyelerinin yaşamları normal olamaz, olmamalıdır da.
Rojava’daki saldırılar günlük olarak izleniyor, kuzeyde TC devletinin hileli yaklaşımları günlük olarak bizatihi yaşanıyor, Doğu Kürdistan'da İran devletinin idam etmeleri aralıksız sürüyor ve birde Güney Kürdistan'da ise bir ailenin tek kendi çıkarlarını esas alan pragmatizmin de ötesinde olan bireyci, bencil politikaları sürerken, güney halkımız ise şimdiden büyük tehlikelerin için atılıyor.
Evet, Kürdistan ve Kürt halkı hiçte normal günleri yaşamıyor ve öyle görülüyor ki Kürdistan’ın ve Kürt halkının normal günleri yaşamaması için birçok güç oldukça büyük bir çaba da sarf etmektedirler.
Tuhaf gelebilir ancak söylemekten yarar vardır. Geçmişte Kürdistan’ı hem dörde bölenler, hem de Kürdistan’ı yok sayanlar, bugünlerde Kürdistan’ı gelecek on yıllarda daha büyük tehlikeler içine atarak, kendi sistemlerini Ortadoğu’da sağlamlaştırma hazırlığı içerisindedirler. Birinci dünya savaşı sonrasında Kürtleri çeşitli konferanslarda yok sayarak, yüz yıl boyunca Kürdistan ve Kürt halkını kan deryalarına sürükleyenler, dediğimiz gibi bugün bu kez başka yol ve yöntemlerle Kürtleri Ortadoğu’da hedef tahtasının tam ortasına oturtmak için hazırlıklar içerisindedirler.
Biz, Kürtleri yeniden poligon sahalarında atışlarının hedefi yapmak isteyenlere anlam verebiliyoruz, yine biz sömürgeci güçlerinin halkımıza karşı düşmanlık temelinde geliştirdikleri politikalara da anlam verebiliyoruz. Hatta salt kendi ailesel çıkarlarını düşünen Barzani ailesinin de yaptıklarına anlam verebiliyoruz. Ne de olsa bireycilik –hem de maddi bireycilik- neredeyse gemlenemez bir hastalık gibi onların tüm hücrelerini sarmıştır.
Ancak bizim anlamaktan zorluk çektiğimiz gerçeklik esasta bunları gören, sözde bu olup bitene karşı olan, kendini Kürt yurtseveri sayan, hatta demokrat ve devrimci olarak tanımlayanların bu olup bitenlere karşı gösterdikleri zayıf reflekslerdir. Hiç şüphesiz ki bir şeyler yapılıyordur, ancak tarihi sürece yaptıklarımız cevap veriyor mu vermiyor mu, esas olan bu değil midir?
Bir şeyler yapılıyordur ancak yapılanlar neye göre yapılıyor? Kıyas ya da ölçü nedir yapılanın? Emek sarf ediliyordur ancak harcanan emek, bizim katacağımız ya da sarf edeceğimiz emek karşısında ne kadardır? Özcesi bir yapılanlar var, birde yapılması gerekli olanlar vardır. Ve görünene göre, yapılanlar hiç bir şekilde yapılması gerekli olanlarla kıyaslanmayacak düzeyde az ve yetersizdir.
Yine olması gerekli olan düşünce gücü, söz gücü ve eylem gücü gerçekten de bu mudur? Tarihi süreci yaşayan bir halkın evlatlarının, aydınlarının, sanatçılarının, emekçilerinin, siyasetçilerinin, sivil toplumcularının, insan hakları aktivistlerinin derken ekolojistlerinin, feministlerin ortaya sergileyecekleri performans bu mudur?
Böyle sorular sorulduğunda verilen en iyi niyetli cevaplar, “elimizde geleni yapıyoruz” oluyor. Kaldı ki birçok kişi ya da kurum bunu bile söyleyemiyor. “Çalışıyoruz, yapıyoruz, mücadele ediyoruz” ancak dediğimiz gibi bu çalışmaların, yapmaların, mücadele etmenin kıstası nedir? Ne olmalıdır?
Tek bir kıstas ve ölçü vardır; o da Kürt halkının yaşadıkları acıları dindirmeye yetecek bir çalışma tarzını tutturmaktır. Kürdistan topraklarının halen tecavüz edilmesinin önünü almaktır. Ve de Kürt halkının bu dünyada yaşayan diğer halklar gibi özgürce yaşamasını sağlamaktır. Bunlar olmadıkça; hiçbir çalışma, emek, mücadele, koşuşturmayla yetinme, memnuniyet, kendinden razılık olamaz, olmamalıdır.
Bunun için ortaya koyacağımız düşünce gücü de, söz gücü de, eylem gücü de kesinlikle gerekçesiz olmalıdır. “O şu kadar yaptı, bende bu kadar yaptım ve durumum iyidir” diyerek kendi kendimizi kandıran bir tarza asla ama asla başvurmamalıyız.
Bir kere yapacağımız işlerde, kendimizi başkalarının karşısında gerekçesiz hale getirmemiz gerekiyor. Az yapmanın, başarısız yapmanın, sonuç almamanın, hiçbir gerekçesini oluşturmamamız gibi kendimizi başkalarıyla kıyaslamayı terk ederek, Kürdistan’ın ve Kürt halkının özgürlüğü için gerekli olan özgürleştirici çalışmalara sonuna kadar büyük bir çalışma tarzı, temposu ve doğru üslupla yüklenmesini bilirsek, o zaman Kürt halkının acılarını dindiren çalışmalara imza atmış olabiliriz. Aksi taktirde hiçbir zaman kendimizi eleştirilerden kurtaramayız.
KASIM ENGİN