HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Devrimci hareketlerden etkilenmeler

 1970’lerde küçüktük fakat gelişen olaylardan etkileniyorduk.

Çok farkında olmasak da Denizlerin olayı genel olarak bizleri etkilemişti. Kızıldere olayları da aynı şekilde. Dêrsîm’de bu konuda yoğun bir baskı da vardı. Bu açıdan genel bir etkilenme durumu yaşanıyordu. Devrimciliğe genel bir sempati vardı. Tabii ilk siyasal etkilenme biraz soru işaretlerin uyandığı dönem 1969 Pir Sultan Abdal olayı idi.

Dêrsîm’de Pir Sultan’ı konu alan bir tiyatro sergileniyordu. Bu devlet tarafından engellendi. Bunun üzerine çıkan olaylar vardı. Mehmet Kılan adında bir yurttaş katledilmişti. Birçok yerde tutuklamalar oldu. Sıkıyönetim gelişti. Bu gelişmeler üzerimizde epey bir etki yarattı. Bu etkilenmeye rağmen, bizlerde devrimci ve yurtseverlik anlamında henüz bir bilinç uyanmamıştı. Kürtlük bilinci hiç denecek kadar azdı. Genel bir devrimcilik ve solculuk, hatta bu etkilemeyle CHP solculuğu, ‘Karaoğlan solculuğu’ genel olarak Dêrsîm’de yaygındı. Biz de bunlardan etkilendik ama daha çok devrimci hareketler etkilemişti.

Kürdistan devrimcileriyle tanışma

Arkadaşlar kaldığımız eve yakın bir evde kalıyorlardı. Hatta bahçenin içinde öğrenci odaları vardı. Kiralanmış evlerdi. Fuat ve Mazlum arkadaşlar vardı. Şahin Dönmez de oradaydı. Arkadaşların en çok uğradığı, biraz da oradan yansıdığı bir alan oldu. Birey olarak benim ilgimi çok çekiyordu. Genelde diğer gruplar vardı, sol gruplar. Dergi, gazete veriyor, bizlerle ilgileniyorlardı. Fakat ben onların teorileriyle bir türlü ikna olmuyordum. Her zaman sanki bir arayış var, aradığım bir şeyler var ve onları bulacağım hissini yaşıyordum. Fakat içine girmeye kendimi de kendimi hazır bulmuyordum. Kendim de çok anlam vermiyordum ama ikna da olmuş değildim. Bu arkadaşların yaşam tarzları bizi etkilemişti. Hatta mahalledeki insanları bile etkilemişti. Bir ciddiyet vardı ilişkilerinde, geliş gidişlerinde, giyimlerinden tutalım bütün davranışlarına kadar. Bu arada kitap alışverişi üzerinden arkadaşlarla ilişki kurdum.

Sonradan duydum ki Mazlum arkadaş o dönem benim için; “ilgilenin, iyi bir devrimci olur” demiş. Evimize gelip Kürdistan tarihini anlattı, düşüncelerini dile getirdi. Kardeşlerimle beraber büyük bir ilgiyle dinlemiştik. Genel devrimcilik duygularımız farklı, anlatılanlar ise çok daha farklıydı. O anlatımlardan Kürt olduğumuzu, Kürdistanlı olduğumuzu öğrendik. Bu yüzden söylenen her şey bizim için önemliydi.

Önderlik ile tanışma

Çok kısa bir süre içerisinde bu hareketin düşüncelerinden etkilendim ve aileyle yoğun bir çelişki yaşamaya başladım. Biz devrimcilik yapmak istiyorduk, aile çeşitli şekillerde engelliyordu. Dêrsîm’de böyle bir aile içerisinde devrimciliğin yapılamayacağını anladım. O baskıları kabul etmedim. Devrimcilikte edip gizli bir şekilde evden çıkıp Ankara’ya gittim.

Ankara’da, siyasalda arkadaşların olduğunu biliyordum. Arkadaşları en çok orda görebileceğimi, ilişki kurabileceğimi düşündüm. Kampüse giderken akasya ağaçları vardı. Orada bir grup arkadaş oturuyordu. Arkadaşların on metre gerisindeydim. Bir arkadaş beni görünce şaşırıp; “burada ne arıyorsun?” dedi. Ben de “Ali Haydar Kaytan arkadaşı arıyorum, arkadaşları arıyorum” dedim. “Burada yok, Dêrsîm’e gitmiş ama diğer arkadaşlar var” dedi. Önderlik oradaydı. Bingöllü Yılmaz diye biri ve Kesire de vardı. Kesire’yi ilk defa orada gördüm. Yani Önderlikle ilk uzak karşılaşma öyle oldu. Önderlikle esas tanışmam ise kısa bir süreliğine İzmir’e gidip döndüğümde gerçekleşti.

Yine Hukuk Fakültesi kampüsünde bir araya gelmiştik. Önderlik tartışıyordu. Orda diğer sol gruplardan bazıları vardı. Hepimiz Önderliğin tartışmalarını büyük bir dikkatle dinliyorduk. O süreçte bir iki kere karşılaştık. Tabii o karşılaşma büyük bir heyecan yarattı. Önderliğin ağzından çıkan her sözcüğü dikkatle dinliyorduk. Diyebilirim ki Önderliği yakında görme, tartışma ilk Elazığ konuşmaları ve Bingöl’de Karasungurların evinde oldu. Birçok konuda Önderliğin tartışmaları, değerlendirmeleri ve soruları oldu. O dönemde Önderliği daha yakından tanıma fırsatım oldu.

İdeolojik mücadelede bir militan

Baştan beri ideolojik mücadele vardı. 1975’de 12 Mart’ı protesto etmek için Dêrsîm’de bir miting olmuştu. Herkes katılmıştı; biz de katılmıştık. Öğretmen okullunda okuyan arkadaşlar vardı. Öğretmen okulu bizim açımızdan önemli bir sahaydı. Kürdistan’ın birçok yerinden oraya gelen arkadaşlar vardı.

Devlet baştan beri ideolojik bir saldırı içerisindeydi. İnkarcılık, sosyal şoven etkiler, dar milliyetçi, ilkel milliyetçi yaklaşımlar kendisini çok net bir şekilde açığa çıkartıyordu. İdeolojik olarak ilk çıkış bunlara karşı mücadele ile oldu. Bu mücadele tartışmalara, okul ve mahalle ilişkilerine yansıyordu. Bu olay da öyle bir tartışma sırasında oluyor. Ben o dönemde İzmir’de Buca cezaevindeydim. Arkadaşlar ziyarete geldiklerinde belirtmemişlerdi. Cezaevinden çıktığımda hem Aydın Gül arkadaşın hem de Haki Karer arkadaşın şahadetini öğrendim. Tabii bu bizim bulunduğumuz alanlarda, metropollerde Türk soluna karşı yaklaşımımızı etkiledi. Eleştirilerimizi çok daha yoğun bir şekilde geliştirdik. İdeolojik mücadeleyi daha keskin verme gereğini duyduk. Enternasyonalist görevden bahsediliyordu, Kürt halkıyla kardeşlikten bahsediliyordu ama öte yandan arkadaşlarımız katlediliyordu. Bu hepimizde büyük bir öfke yarattı. Yaşan bu durum kendimizi hem ideolojik olarak hem de fiziksel olarak korumayı gündeme getirdi.

Önderliğin ilk kapsamlı konuşmasını Elazığ’da dinledim. Elazığ’da o zaman DEV-GENÇ ve biz vardık. Biz hızla gelişiyorduk. Birçok arkadaş Önderliğin gelip gelmeyeceğini bilmiyordu. Kimse tahmin de etmiyordu, çünkü güvenlik açısından dikkat etmemiz şarttı. Keban’a bağlı Birvan köyüne gidildi. Sanırım Şubat tatiliydi. Toplantı okulda yapıldı. Hem DEVGENÇ tabanından gelenler hem de bizim arkadaşlarımız vardı. Onlar dan Bülent Aydın diye biri katılmıştı. Tabii o bir yığın kitap ve dergiyle gelmişti. Masanın üzeri doluydu. Önderliğin önünde beyaz bir kağıt vardı. Önderlik konuşmayı açtı. İnsanlık tarihinden başladı. Çok sistemli ama çok sakin bir konuşmaydı. Kürt sorununu ve çözüm yollarını ortaya koydu. Herkes onun bir şeyler okuduğunu, bir şeylere baktığını sanıyordu ama onun önünde bembeyaz bir kağıt vardı. Kendisi konuştuktan sonra DEV-GENÇ’li arkadaş da konuşmuştu. Tabii o daha çok kitaplardan örnekler veriyordu. Lenin’den, klasiklerden, dergilerden pasajlar okuyordu. O dönemde yeni yeni Kürdistan sömürge olarak değerlendiriliyordu. Önderlik ikinci kez değerlendirme yapmıştı. Hem o değerlendirmeleri de değerlendirerek, hem de konulara yeniden açıklık getirerek konuştu. Sakin, çok yapıcı, etkileyici bir biçimde değerlendiriyordu. Herkes dikkatle dinliyordu. Bu toplantı gece geç saatlere kadar sürmüştü. Kapsamlı bir değerlendirme ortaya çıkmıştı. Önderlik; Kürt sorununu inkar, Kürdistan’a yaklaşımındaki yanlış tahliller, yanlış değerlendirmeler, çağa yönelik değerlendirmeler, Türkiye’deki rejim ve siteme yöne lik değerlendirmeler, genel olarak devlet ve sosyalizm konularında ciddi eleştiriler geliştirdi.

Önderliğin Elazığ toplantısı

Tekrar Elazığ’a döndük. Elazığ’a döndük ama bizim Önderliği koruyacağımız sağlam bir evimiz yoktu. Kaldığımız komün evleri fazla elverişli değildi. O açıdan rahat değildik. Daha önce ayarlanmış bir ev vardı. Birvan köyünden Ali Dursun diye biri vardı. O sonradan grubu bıraktı; eşi öğretmendi. Ailece bir evde kalıyorlardı. İki katlı bir evdi. Alt katta kendileri, üst katta ailesi kalıyordu. Tabii o dönemde bize göre en uygun yerdi. Başka bir tercih ve alternatifimiz yoktu. Önderlik alt katta, diğer herkes üstteydi. Bizim de, Rıza ve Aytekin Tuğluk arkadaşların kaldığı bir eve gitmemiz gerekiyordu. Ben ve Sağır Metin -sonradan ayrıldıhem Önderliği nasıl yalnız bırakacağız diye tedirgindik hem de gitmek zorundaydık. Bir tek tabancamız vardı, çıkardık. Önderliğin yanına bıraktık. “Biz gidip, geleceğiz” dedik. Biz çıktıktan sonra polis evi basıyor. Üst kata çıkıyor. Önderlik ayak seslerinden gelenlerin polis olduğunu düşünüyor ve ışığı kapatıyor. Tabancayı eline alıp bekliyor. Polisler üst kattan içeriye giriyor. Ali Dursun’un eşi, durumun farkında olduğu için rahat davranıyor. Polislere, “buyurun, içeri gelin” diyor. Polisler, Önderliğin orda olduğuna dair kesin bilgi almış. Ayakkabılara bakıyor; ayakkabılar fazla ama içeriye girdikleri zaman yalnızca ev halkıyla karşılaşıyorlar. “Altta kim oturuyor” diyor polis. Ali Dursun’un eşi; “burası kaynımın evi, biz altta oturuyoruz; buyurun gidelim” diyor. Kadın öyle deyince polisler; “kusura bakmayın” diyerek gidiyor.

Biz geldiğimizde polisler evden ayrılmıştı. Önderlik yaşanan du ruma gülerek; “siz böyle mi çabuk gelecektiniz? Böyle mi güvenliğimi sağlıyorsunuz?” dedi. O anda tepemden kaynar sular dökülmüştü. Önderliği o durumda, orada tutmak doğru değildi. O mahallenin hizasında Keban köylülerinden Mişelili bir ailenin kızıyla ilişkilerimiz vardı. O eve gidip rica ettik, “bizim önemli bir misafirimiz var” dedik. Arkadaş olduğunu biliyor ama kim olduğunu tahmin etmiyorlardı. Birçok kişi Önderliğin o alana geldiğini duymuştu. Bu yüzden de Önderliği korumamız gerekiyordu ama her zaman olduğu gibi Önderlik bizleri koruyordu.

Kemal Pir ve Haki Karer’le olan ilişki

Haki Karer ve Kemal Pir arkadaşların Türkiyeli olduğunu bildiğimiz için yaklaşımlarımız çok farklıydı. Büyük bir saygı ve sempati duyuyorduk. Böyle bir harekete baştan beri katılmaları, öncülük etmeleri, Önderliğin en üst düzeyde yoldaşları olmaları hepimizi çok etkilemişti. Bizim Önderliğe yaklaşımlarımız farklıydı. Önderliğin yarattığı etki ve güç tabii ki farklıydı. Ama bu arkadaşların da bizim yanımızda çok özgün bir yeri vardı. Tartışmalarda hep örnek veriyorduk. Bu arkadaşların hareket içerisinde olmaları, öncü kadro olmalarını her konuşmamızda belirtiyorduk. Bize farklı yaklaşan gruplar vardı. Sosyal şoven ve inkarcı gruplar bizi her şeyle suçluyorlardı. Milliyetçilikle de suçluyorlardı. En çok ilkel milliyetçilikle mücadele eden bizdik. Bu kadar net bir ideolojik yaklaşımımız olmasına rağmen bazı kesimler bizleri bu suçlamalarla itham ediyordu. Bu açıdan arkadaşları hep örnek veriyorduk.

Haki arkadaşın şahadeti zorlayıcı oldu. Stêrka Sor adlı bir ajan provokatör örgüt tarafından gerçekleştirilen bu saldırı bize çok ağır gelmiş, bütün arkadaşlarda etki yaratmıştı. Biz o zaman İzmir’deydik ama genel olarak bütün arkadaşlarda intikam alma, bunu karşılıksız bırakmama, bu katliamı ve şahadeti geliştiren ajan-provokatör güçlere karşı mücadelede kararlılık vardı.

Önderliğin yaklaşımı ise çok farklıydı. Örgüt yaratmayı esas alıyordu. Ama düşmanın bu yönelimini göz ardı etmeden, bunu çözerek ve değerlendirerek, bunun ne anlama geldiğini ortaya koyarak, kavratmaya çalışarak yapıyordu. Daha sabırlı, soğukkanlı, bilimsel ve uzun vadeli bir yaklaşımı söz konusuydu. Bizdeki yaklaşım ise daha duygusal ve doğal bir tepkiydi. Haki arkadaşın seçilmesi çok önemliydi. Haki arkadaş hem Kürt halkı için hem de Türk halkı için önemliydi. İki halkın mücadelesini birleştiren, istemlerini, özlemlerini buluşturan bir temsil gücü vardı. Bu açıdan o temsile yönelme, Önderliğin en yakın yoldaşlığına yönelme bir tehlike olarak algılanıyordu. Önderliğin yaklaşımları belirleyici oldu ve Kürdistan’da örgüt yaratıldı.

Saldırılara karşı direniş

Hareketimiz kısa bir sürede politik bir güç haline geldi. 1975, ‘76, ‘77’ye doğru gençlik hareketini aştı. İlk dönemde daha çok öğrenci gençlik üzerinde etki yapmıştı. Girdiğimiz bütün alanlarda, okullarda nitelikli ve militan gençlik etkilenmişti. Okulların çehresi ve anlamı değişti. Bahsettiğim öğretmen okulu vardı. Öğretmen okulunda daha önce hem faşistler vardı hem de Türk solunun etkin olduğu bir okuldu. Fakat kısa sürede faşistler terk etti, bir mücadele gelişti. Onun dışında sosyal şoven gruplar vardı. Her adımda karşımıza çıkıp bizleri engellemeye çalışıyorlardı. Daha çok ideolojik mücadele veriyorduk, farklı bir mücadele yoktu. Ama bunun karşısında bir engel vardı. Sürekli inkarcılık dayatılıyordu. Bizim kendimizi ifade etmemiz, yansıtmamız engelleniyordu. Bu engelleme doğal olarak ideolojik bir çatışmayı yaratıyordu. Aydın Gül arkadaşın katledilmesinden sonra şiddet gündeme geldi. Bunu biz yaratmadık, bu bize dayatıldı. Biz kendimizi koruma amacıyla buna karşı ideolojik-politik mücadele ve devrimci şiddeti esas alıyorduk. Aslında meşru savunma bu hareketin baştan beri esas aldığı bir mücadele yöntemiydi. Hemen hemen sol grupların birçoğu da bizimle bu yönlü, ideolojik çatışmaya -giderek şiddeti içeren çatışmalaragirdi. Kürt ilkel-milliyetçi gruplar vardı. Bunların da yaklaşımıydı. Bu gruplar içerisinde en belirgin olan KUK’tu. Daha çok Mardin yöresinde KUK’un yoğun saldırıları oldu. Bizimle ilişkide olan yurtsever kesimlere yöneldiler. İlk kurşunu onlar bize sıktı. Bunlar belgelidir. Diğer tarafta Hilvan-Siverek ve Batman’da Bucaklar, Süleymancılar ve Raman aşiretleri vardı. Kürdistan’daki gerici feodal-aşiretçi yapının saldırıları vardı. Çünkü mücadelemiz kitleyi bilinçlendiriyordu. Bu durum birçok kesimin çıkarına dokundu. Bizim bir bütün olarak sistemi eleştiren bir ideolojimiz vardı.

Sistemin oluşturduğu bütün yapılara yönelik bir eleştiriyle ortaya çıktık. O açıdan hepsi karşımızdaydı. Elazığ ve Bingöl’de faşist odaklar vardı. Kürt ilkel-milliyetçi gruplar dışında onların saldırıları vardı. Ona karşı bizim mücadelemiz vardı. Stêrka Sor, ajan-provokatör bir örgüt olarak partimiz tarafında deşifre olunca Tekoşîn adı altında örgütlendiler. Bazı yönlendirici kadroları Dêrsîm’dendi. Tekoşîn’in de Kürtlükle bir ilgisi olmadığı, Kürdistan halkının davasıyla bir ilgisi olmadığı, tamamen bize karşı örgütlendirilmiş bir saldırı grubu olduğu çok kısa bir süre içerisinde açığa çıktı.

Kürdistan’da faşistlerin etkisi kırılıyor

Elazığ’da faşist odaklara karşı mücadele, faşistler içindeki kesimleri de etkilemişti. Bunlar MHP’nin örgütlediği Kürtlerdi. Bizim mücadelemizle birlikte bunlar da etkilenmişti. Yani bunların içinde de bir kopuş oldu. yetmişin üzerinde bir grup kopmuştu. Hatta Türkeş’in katıldığı bir kongre vardı. O kongre içinde de bir tavır ve tutum takınılıyordu. Bu durum her kesimi etkiliyordu. Türk solundan katılanlar oldu bize. Bir de KUK’tan bir grup kopup gelmişti. Merkez düzeyinde de kopuşlar olmuştu. Aslında her yerde ve örgütte bir çözülüş yaşandı. Önceki yapılar çözülüyordu. Bu çözülüş bizim mücadelemizle birlikte oluyordu.

’78 yılında program taslağı dağıtıldı. O zaman biz Elazığ’daydık. Program taslağını okuyup yoğunlaşmamız gerekiyordu. Bunun bizi farklı bir çalışmaya götüreceğini tahmin ediyorduk. Çok geniş bir arkadaş yapısına yansıtılmadı. Belli bir grup arkadaş taslağı okuyordu. Tabii bunun yanında diğer ülkelerdeki partilerin ve devrimlerin tarihi inceleniyordu. Rusya’daki Ekim Devrimi, Bolşevik Parti tarihi, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi tarihi, Vietnam İşçi Partisi tarihi ve Afrika’da devrimlerini gerçekleştirmiş ülkelerin tarihleriyle ilgili kitaplar da ek olarak okunuyor ve inceleniyordu. Nasıl bir parti? Oradaki partiler nasıl kurulmuş? Bunların tartışması ve yo ğunlaşması vardı. Biz bu yoğunlaşmayı Elazığ’da bir grup arkadaş ile yapabildik. Onun hemen sonrasında Kongre’ye gidildi. Elazığ komitesi içerisinde Cuma arkadaş, Hüseyin Topgider ve Meral Kıdır vardı.

1978’e gelindiğinde Dêrsîm’de önemli bir potansiyel ortaya çıkmıştı. Hareket genişlemiş, kitleselleşmişti. Hemen hemen bütün okullarla, gençliğin bulunduğu alanlarla, halkla ve esnafla ilişkiler geliştirilmişti. Daha önce diğer sol grupların belli ilişki alan ve merkezleri vardı. Hatta Alevi kesimlerini kapsayan çalışmalar vardı. Her kesime ulaşıldı. Antep’te önemli bir potansiyel vardı. Yine HilvanSiverek’te kitlesel bir potansiyelimiz gelişiyordu. Bingöl’de önemli bir kadro potansiyeli vardı. Denilebilir ki ‘77 yılı ile birlikte bir kabarış oldu. 1978 yılında ise daha çok kitlesellik gelişti. Sorun daha çok güvenlik sorunuydu. Ben o tartışmaları bilemiyorum ama delege seçimi ve sayısı arkadaşlar tarafından belirlenmişti. Aslında eğer güvenlik sorunu olmasaydı çok sayıda arkadaş katılabilirdi. O açıdan bölgeleri temsil eden bazı arkadaşlar gelmişti. 23 veya 24 kişilik bir gruptuk. Elazığ’dan Cuma arkadaş, Hüseyin Topgider ve ben delege olarak gittik. Tabii büyük bir heyecan vardı. Hareket neyi emrediyorsa onu yapma istemi vardı. Kadro şekillenmesi ve göreve yaklaşımı böyleydi. Ne denirse o yapılıyordu. Ona ruhen hazırlık vardı. Kürdistan devrimciliğinde, devrimcilerinde işe hazır olmama diye bir durum yoktu. Bu karakter Önderliğin yarattığı bir karakterdi. Hiç kimse “ben hazır değilim, acaba nereye gidiyorum, yapabilecek miyim?” diye kaygılara girmiyordu.

Fis köyü’ne gidiş

Amed’e otobüsle gitmiştik. Maden’de inip bir mola verdik. Ben ve Cuma arkadaş Önderliğin kaldığı eve gittik. Oraya gittiğimiz zaman Önderlik yerde oturuyordu. Önünde bazı kitaplar vardı. Önderlik tartışıyordu. Hazırlıklarımızı, yoğunlaşmamızı ve program taslağını okuduk mu diye soruyordu. Yemek yenildikten sonra yola koyulduk. Ben, Kesire, Başkan ve Cuma arkadaş taksiyle gittik. Karanlık olmuştu. Önderlik yol boyunca şoför olan arkadaşa, -yanılmıyorsam şoför Zoğurlu ailesinden biriydi, Seyfettin arkadaş olabilirgördüğü köyleri soruyordu. Fis köyünde gittiğimiz ev dört yol ağzındaydı. Gittiğimizde bazı arkadaşlar gelmişti. Biz gittikten sonra arkadaşlar gelmeye başladı. Toplantı için arkadaşların gelmesi beklendi. Ar kadaşlar geldikten sonra sabah direk kongreye resmi olarak başlandı. Tabii o zaman gelen bütün delege arkadaşları tanımıyorduk. Önderlik, Hayri, Mazlum, Abbas, Fuat ve Davut arkadaşlar vardı. Resul Altınok, Mehmet Turan, Mehmet Şener, Ferzende Tahaç, Baki, Ali Gündüz vardı. Karasungur arkadaş gelememişti. Kadın olarak sadece ben ve Kesire’ydik.

Önderlik, Hayri arkadaşın divanı yönetmesini istedi. Açılış konuşmasını Önderlik yaptı. Hareketimizin amacı ve hedefleri konusunda bir değerlendirme yaptı. Böyle bir çalışma ve üst örgütlülük ihtiyacının neden doğduğunu ortaya koydu. Değerlendirmeden sonra programın taslağı okundu ve onun üzerinden değerlendirmeler yapıldı. Bazı konularda Mazlum, Hayri ve diğer arkadaşlar düşüncelerini belirttiler. Tüzük ele alındı. Her şey dikkatle okunuyor ve izleniyordu. Büyük bir olgunluk ve sorumluluk vardı. İnsan o havayı teneffüs edebiliyor, o ağırlığı hissedebiliyordu. Bu devrimin büyüklüğünü, devrimin öyle kolay olmayacağını, sabırla, dikkatle yürütülmesi gerektiği hissini uyandırıyordu. Gündem her alandan gelen delege arkadaşların bölgedeki çalışmayı aktarmalarıyla geçti.

Tüm alanlar tek tek ele alınıp değerlendirildi. Özellikle Antep ve Dêrsîm’de bazı sorunlar ortaya çıkmıştı. Ajan-provokatör örgütlerin bazı öğelere el atması sonucu bizim anlayışımıza ve ilişkimize ters yaklaşımlar ortaya çıkmıştı. Baştan beri hareketimizin özeleştirisel bir yaklaşımı vardı. Yine “her mücadele alanı ve bölgede engel olan öğeler ve unsurlar nelerdir, mevcut engelleyici yapılar kimlerdir, nelerdir?” bunların tanımlanması, bunların ele alınması, buna karşı yapılacak mücadeleler değerlendiriliyordu. Yine kadronun yaklaşımı ele alındı. Kadronun konumu, geldiği düzey, sorunlara ve görevlere yaklaşım kapsamlı olarak değerlendirildi.

Önderliğin her konuşmasından sonra Şahin mutlaka söz alıyordu. Yani en çok konuşan Şahin oluyordu. Önderlik, diğer arkadaşların sorunları ele alış tarzındaki mütevazılığa, sorumluca yaklaşıma, sorunu kavratma çabasına, her şeye dikkat ediyordu. Şahin’in bütün konuşması bizlerde rahatsızlık uyandırıyordu. O konuşurken bile Önderlik ondan çok sonuç çıkarıyordu. Biz farklı bakıyorduk. Dar, duygusal ve tepkisel ele alış vardı. Önderlik, ‘bırakın konuşsun, daha iyi açığa çıkıyor’ der gibiydi. Önderliğin o yaklaşımı bize yön veriyordu. Saygılı bir yaklaşım değildi, ortak bir ruhu yansıtan bir yaklaşım değildi. Bu, merkez seçimi için aday önerilerini gündeme geldiğinde de yansıdı. Birçok arkadaş kendisini uygun bulmadığını, layık olmadığını belirtti. Toplantıda Mazlum, Hayri ve Cuma arkadaşlar önerildi. Şahin kendisini önerdi. Tabii Şahin’in bu yaklaşımı farklı bir hava yarattı. Önderlik, ‘olabilir’ dedi. En son Önderlik, Karasungur arkadaş ve Şahin’in ismi kaldı. Fakat farklı bir toplantıda merkezin daha da genişleteceği belirtildi. Daha sonraki Nisan toplantısında merkez belirlenip tamamlandı. Biz o toplantıya katılmadık. Partinin ismi konusunda çok fazla tartışılmadı fakat bazı öneriler gündeme geldi. Komünist Partisi ismi çok tartışıldı. Vietnam devrimi baştan beri bizim mücadelemizi etkileyen bir öneme sahipti. Genel olarak diğer devrimlere de büyük saygı vardı ama Vietnam devriminin özel bir yeri vardı. Daha sonra isim Kürdistan İşçi Partisi (PKK) olarak belirlendi.

Eylemlerle PKK ilan ediliyor

Ertesi gün tekrar Elazığ’a döndük. Kongre’den dönmüştük. Hem bu durumun yarattığı heyecan hem de yüklediği görev ve sorumluluklar vardı. Beraber çalıştığımız arkadaşlar, belli bir kadro gücü kongrenin yapıldığını biliyordu. Kongre’den sonra komitelerde bir canlılık yaşandı. Örgütlenmede yukarıdan aşağıya kadar daha kapsamlı bir örgütlülüğü esas aldık. Kongre’den güç almıştık fakat şematik kaldık. Eylemlilik ve yoğun bir çalışma başladı. Hazırlıklar Newroz’da kendisini gösterdi. Zaten Maraş katliamına cevap özellikle Elazığ yöresinde verildi. Aynı günde tam on-on bir yerde üst üste eylemlilikler gelişti. Çünkü Maraş katliamına özellikle Elazığ’dan birçok faşist katılmıştı. Ayrıca hazırlıklar vardı. İkinci, üçüncü Maraşlar yaratılmak isteniyordu. Sivas’ta, Elazığ’da, Bingöl’de AleviSünni çelişkisini yaratarak yeni Maraşlar yaratma planları vardı. Onlar harekete geçmeden biz harekete geçtik. O dönemde devrimci şiddet de gündeme geldi. Çünkü genel olarak halkımıza ve hareketimize karşı bir saldırı vardı. Bu konuda tedbir almak gerekiyordu. Bu yönlü bir fedakarlık vardı. Ama onu örgütlü güce ve tarza dönüştürmede ciddi bir toyluk vardı. Devletin fiili olarak yönelimi giderek gündeme geliyordu.

Maraş’ı zayıf halka olarak seçtiler. Alevi-Sünni çelişkisinin kullanıldığı bir alandı. Tabii ki esas olarak da gelişen bir mücadele vardı. Kürt halkına giderek mal olan, halkımızın örgütlüğüne, birliğine ve uyanışına yol açan, ortak iradesinin geliştiği bir zemin doğmuştu. Aslında yaşananlar ve saldırılar böyle bir uyanışa ve örgütlülüğe cevaptı. Katliam yaratarak mücadelemizin önünü alma ve kitleye gözdağı verilmek isteniyordu. Eğer başka yerde zemin bulabilselerdi ve biz tedbir almasaydık, mücadele ile karşılık verilmeseydi başka yerlerde de denenebilirdi. Buna karşı tabii ki sadece belli eylemlikler gerçekleşmedi. Yani o daha sonraki uygulamaydı. Yine koruma, meşru müdafaa temelinde bir yaklaşımdı. Kendimizi ve halkımızı korumak zorundaydık. Ama esas olarak da en büyük koruma ve güvence örgütü yaygınlaştırmaktı. Kongreye ve örgütlülüğümüze verilen bir karşılıktı. Biz de böyle bir kongreyle ve örgütlülükle mücadeleyi geliştirmekte ısrarlıydık. Tabii ki bu farklı cepheden bir saldırıydı. Devlet güçleri içindeydi. Haki arkadaşa yönelik saldırı bizi tedbir almaya götürdü. Bu da bizi daha geniş bir biçimde, hem örgütsel olarak hem kitle ve kadro boyutunda daha geniş tedbirler almaya itti. Bizim ideolojimiz halkın birliğine yol açıyordu. Oligarşik sistem böyle bir devrimci hareketi ve gelişmeyi hazmetmiyordu. Biz başka güçlere benzemiyorduk. Sistem baştan beri bizi izledi. Hareketimiz ideolo jik, örgütsel, eylemsel ve yaşamsal boyutta çok farklı gelişiyordu. En başta da Önderlik tarzı farklıydı. Önderlik her saldırı karşısında yeni bir örgütlülük yaratarak, hareketi, kadroyu, halkı korumayı örgüte ve mücadele tarzına dayandırarak geliştiriyordu.

Elazığ’da örgütlenme büyüyor

Ben bölge düzeyinde sorumluydum. Bölge komitesi içerisinde yer alıyordum. 1978’in başında bir süre Bingöl’deydim. Daha sonra Elazığ’a geldim. Kongre’ye kadar da orada kaldım. Komitemiz kongre öncesinde de belli kesimleri (gençlik, örgütlenme, eylem, propaganda, ajitasyon) temsil ediyordu. Kongre’den sonra bu biraz daha yarı resmileşti. Kongreden sonra propaganda-ajitasyon çalışmaları içerisinde de görev verilmişti. Daha önce ağırlıklı olarak Antep’te çalışmalar yürütülüyordu. Giderek Elazığ uygun görüldü. Yani bizim çıkan bildiriler, o dönemde çıkan broşürler, afişler ve diğer propaganda-ajitasyon araçlarını daha çok orada çoğaltıp bölgelere gönderiyorduk. Ben de o çalışmaların içerisinde yer alıyordum. Yakalana kadar da Elazığ’da kaldım.

Baştan beri Önderlik tarzında örgütü oluşturma öyle çok şematik değildi. Bu yaklaşım örgüte önem verilmediği anlamına gelmiyordu. Tam tersine, bu tür örgütlülüklerin daha sağlam gelişmesi, daha sağlam zemin bulması açısından bir hazırlık ve denemeydi. Ama bu denemelerin her biri önemli anlamlar taşıyordu. Her biri bir dönemi götürüyor, her biri bir döneme hizmet ediyor ve bir tecrübe yaratıyordu. Bu anlamda hazırlık komiteleri olması doğaldı. Yaşanan bu gelişmeler profesyonel çalışmaya geçişi ifade ediyordu. Bu konuda görevlendirmeler de yapıl mıştı. Parti örgütlerini birden kurmak belki mümkündü ama öyle bir kolaylığa gidilmedi. Daha sağlam temeller atılarak örgütlülükleri oluşturuluyordu.

Tabii bizim kongremiz kapsamlı bir eylemle ilan edilecekti. Özellikle bazı aşiret yapılanmalarının engeli vardı. Bu aşiretlerin halk kitleleri üzerinde yoğun baskıları söz konusuydu. Bu anlamda gerici odaklara yönelik eylemliliklerle kongre ilan edilecekti. Hedefimiz bu olmasına rağmen yakalanmalar olduğu için bunu gerçekleştiremedik. Fakat bazı arkadaşlar biliyordu. Genel olarak yeni bir örgütlenmeye ve yapılandırmaya gidildiği hissediliyordu. Bölgelerin birbiriyle olan ilişkilerinde bu durum hissediliyordu.

Bölgelerin çalışma alanları biraz daha netleşti. Birbiriyle ilişkiler biraz daha resmileşti. Yine ihtiyaç duyulduğunda kadrolar kaydırılabiliyordu. Buna ihtiyaç vardı ama eski çalışma tarzından yeni bir çalışma tarzına geçiş ise hiç kolay değildi. Ama öyle resmi olarak bütün yapıya kongre yaptık denilmiyordu. Biraz da perspektifini sunarak hissettiriliyordu. Aslında kadro yapısı kongrenin olduğunu biliyordu ama gizliliğe dikkat ediliyordu. İlk PKK Merkez Komitesi imzalı bir bildiri kaleme alındı, bu aynı zamanda Newroz bildirisiydi. Hasan Şerik arkadaş vardı. Biz Elazığ bölgesinde basın yayın grubu içerisinde görevliydik. Bir bildiri metni gelmişti. Onu çoğaltacağız. Altında PKK-MK yazılı. “Bu nedir?” diye sordu ama tam anlam da veremiyor, sormayı da istemiyordu. Yani imzamız da vardı. Bildirideki imzalarda da bu belli oluyordu. Kamuoyuna da o şekilde deklere edildi fakat resmi olarak Haziran sonunda Bucak’a yönelik eylemle birlikte duyuruldu.