Bekletmez aşığını Govende. Kendine hasret bıraktığı gibi hasreti yoldaşının tebessümle ikram ettiği bir bardak soğuk suyunda ya da çayında dindirmesini de bilir. Ama derinlerde hep bir hasret bırakır. İnsanı kendine mahkûm eden gizli bir yanı her zaman olur. Belki de asıl gizemi burada saklıdır Govendê’nin.
Uzun bir yolculuktan sonra tekrar Govendê’ye veriyorum yönümü. Ayrı kaldığım bir hafta boyunca duyduğum özlemi anlatacak kelimemin olduğunu düşünmüyorum. Oysa Govendê’de sadece yaklaşık bir ay kaldım. Ansızın çıkan bir görevden dolayı çıkmak zorunda kaldım. Ayrı kaldığım bir hafta boyunca bulunduğum her yerde gözüm taşlarını aradı. Govendê’ye doğru yola çıkmaya başladığım andan itibaren yanımda bulunan arkadaşların sohbetlerine ara sıra katılırken hükmüm altından çıkan gözlerim ve fikrim sadece Govendê’ye baktı.
Konberfleri, jilet keskinliğindeki taşları, dağları yaşam merkezi yapan sıcak yoldaşları ve onlarla birlikte yediğimiz kuru ekmek ve her türden yapılan otlu yemekleri... Anılar bir bir canlanırken gözümde gelişimize son beş dakika artık sabrım taşımış halde; “bu yol ne kadar uzadı” dedim kendi kendime.
Yolculuğun sonunda ilk durağımıza varıyoruz. Üslenme yapan arkadaşların yanına geçiyoruz. Bir önceki yeri değiştirmişler. Kampa girdiğimizde üslenme grubunda yer alan arkadaşların değiştiğini gördüm. Tüm bu değişimler içerisinde gözlerim kadın arkadaşları arıyor. Kimse bir şey demeyince kendim Mervan arkadaşa; “kadın arkadaşlar nerede” diye soruyorum. “Biraz önce hepsi tepeye çıktı” deyince of çekiyorum. “Biraz daha erken gelmiş olsaydım görürdüm onları” diyorum ki bir ses duyuluyor arkadan. Avesta arkadaşın sesi bu. Hemen sesin bulunduğu yöne doğru yürüyorum. Avesta ve Amara arkadaşları karşımda görünce duyduğum özlem ve sevinçle sarılıyorum ikisine. Beni görünce şaşırmaktan öte, duyduğum sevincin benzerini kendilerinde de görüyorum. İşte bu an ve bu sahneyi özledim.
Görünümüyle harabe bir kenti andıran bu yeri sevdiren nedir? İnsanın yaşam kaynağı olan suyun dahi olmaması, suyun sadece kıştan kalma kardan elde edilmesi, sayılamayacak bin bir eksiklik ve zorluk… Her şeye rağmen her zaman çekim merkezi olma başarısını elde tutmasının asıl nedeni ne olabilir? Cevabını verecek olsam tek bir kelimeyle ‘yoldaşlığı’ derim. Govendê’yi Govendê yapan yoldaşlığıdır. Govendê’ye olan bağlılığım, bir hafta içerisinde duyduğum özlemin asıl nedeni yoldaşlığında gizlidir.
Sıcak bir kucaklaşmadan sonra bana kaldıkları yerleri gösteren Avesta ve Amara yoldaş, benden on dakika sonra geliyorlar. Gelir gelmez koyu bir sohbete başlıyoruz. Yıllardır birbirinden ayrılan dostlar gibiyiz. Tara ve Ezda arkadaşların düzenlemelerinin olduğunu, Jindar, Rozerin ve Amara arkadaşın da benden hemen önce yola çıktıklarını ve ayrı kaldığım yedi gün boyunca yaşanan tüm değişimleri bir bir anlatıyorlar. Daldığımız sohbete ara verince birden saatin gece yarısına geldiğini fark ediyoruz. Yarım kalsa da konuşmalar uyuyalım yarın devam ederiz diyoruz.
Geceyi süsleyen yıldızlar ve dolunaya seyre dalan gözlerimiz gün doğumuyla birlikte açılıyor. Gün doğumu her gerillanın en sevdiği saatlerdir. Her yeni günle birlikte yaşamımıza yenilik getiren güneşin kutsallığını sabahın erken saatlerinde uyanan gerilla bilir ancak.
Güneşin doğmasıyla birlikte yakılan ateşte kara çaydanlıkta çay kaynatılıyor. Kahvaltı hazırlanılıyor. Her şey tamamlandıktan sonra üçümüz kahvaltıya oturuyoruz. Kahvaltı ettikten sonra ocaktan indirdiğimiz kara çaydanlığımızı kenara koyup bir yandan çay keyfi yaparken diğer yandan da günün planlamasını konuşuyoruz. Tam bu esnada hava kirliliği yapan keşif o iğrenç sesiyle yine dikiliyor başımızın üzerine. Gerilla da kimse sevmez bu sesi. Doğanın dengesini bozan bu sesi kimsenin sevdiğini düşünmüyorum. O sadece birer casus değil doğadaki su, rüzgar ve sayısız hayvanın ortak sesiyle çıkan melodiye karışan ne olduğu belirsiz bir ritimdir ayrıca. Kısa bir zaman sonra insan avcıları geliyorlar. Tencere kapağını buluyor. Ve patlama sesi. Buda düşmanın sabah karşılaması oluyor. Düşmandır. Ancak böyle bir karşılama yapar. Yanımda bulunan Avesta arkadaş yeni katılmasına rağmen yerini sağlama aldıktan sonra soğukkanlı bir şekilde nereye vurduklarını anlamaya çalışıyor. 2015 yılının Temmuz ayında ilk hava saldırılarının başladığını televizyondan öğrenip gerilla saflarına katılan Amara arkadaş ise biraz daha farklı bir ruh haline kapılıyor. Korkuyor. Yaşadığı korkunun tek nedeni insan avcılarının arkadaşları vurmuş olabilme ihtimalidir. Televizyonda izlerken duyduğu öfke katılımına sebep olmuştu. Şimdi ise kendisi bombardıman altındadır. Bu düşmanına olan öfkesini kat be kat artırırken, direnişin kutsallığını ve her zamankinden daha fazla mücadele edilmesinin şart olduğu bilincine bir kez daha erişiyor. Ama ya arkadaşlara bir şey olduysa düşüncesi çıkmıyor bir türlü aklından. Govendeyî tanımlamaya çalışırken bunu anlatmaya çalışıyordum. Nerede olurlarsa olsunlar yürekleri daima birdir ve daima bir biri için çarpar yoldaşın.
Doğanın dengesini bozan sesler kesilince bir haber alıyoruz. Tez duyulan kötü değil iyi haber oluyor. Arkadaşlar sağlam ve kimseye hiç bir şey olmamış. Bu haber karşısında Amara arkadaşın yüzüne bir gülümseme yerleşiveriyor. İçi rahatlıyor. Soğukkanlı Avesta; "T.C ordusu gerillanın gölgesinden dahi korkuyor olmalı ki keşif doğada bulduğu her şeyi gerilla sanıp Uçakları Kürdistan Dağlarına davet ediyor. Doğrudur gerilla misafirperverdir. Ama misafirde misafirliğini bilmelidir. Uçaklarla dalış yapan pilotlar daldığı yere düşüverir bir daha çıkmak nedir bilemez. Nereye girdiği de belli olmaz” diyor.
RENGİN DENİZ
- Ayrıntılar
Cephe; bir halkın devrime kalkmış gerilla dışındaki her şeyi demektir. Ulusal kurtuluş, toplumsal özgürlük yolunda ilk uyanış adımlarından tutalım en yoğun eylemliliklere kadar, onun örgütlü çalışmalarına, genel olarak cephe adı verildiğini biliyoruz. Hiç şüphesiz buna bir öncü güç öncülük eder ve parti-cephe birlikteliğinden bahsedilebilir. Kölelik derecesi ne kadar yoğun yaşanıyorsa, öncü gücün de ihtiyacı, vazgeçilmezliği ve köklü gelişmesi gereği o oranda ortaya çıkar. Bir anlamda hareket bu toplumlarda, uluslarda parti-cephe iç içeliği biçiminde ortaya çıkar ve parti-cephe iç içeliği, ulusal kurtuluş cepheleri veya halk cepheleri biçiminde biçimlenir. Ağır ulusal kurtuluş sorunları varsa cephenin adı, Ulusal Cephe olur. Kendi hakimlerine karşı esas alınan yönü varsa da Halk Cephesi olur. Örneğin Türkiye’de daha çok bir halk cephesi, Kürdistan’da ise bir Ulusal Cephe diyoruz. Neden? Çünkü Türk hakim sınıfları Türk halkının başındaki beladır, onların iktidarı söz konusudur. Ona karşı bir hareket, halk hareketidir. Bizde ise çok zorbaca bir sömürgecilik var, ona karşı cepheleşme, ulusal yönü ağır basan cepheleşmedir Tabii ki halkçı yönü de vardır, Türkiye’de de ulusal yönde vardır. Bunlar aynı zamanda emperyalizme bağlı güçlerdir, yine Kürdistan’daki işbirlikçiler sömürgecilere bağlı güçlerdir.
Bu genel kavramları biliyorsunuz, bunları hiç şüphesiz burada tartışma gereği duymuyoruz. Ama PKK’nin, başından itibaren bir parti-cephe çekirdeği biçiminde geliştiği, net sınıf-parti ölçülerinden ziyade, bir çok sınıfın ve cephesel özelliklerin iç içe gelişmesi biçiminde bir özelliği taşıdığını da belirtelim. Evet, bir partidir, tamamen emeğin ölçülerini esas alır. Sosyalist ölçüye sıkı sıkıya bağlı olan bir partidir, fakat toplumsal gerçeğe, ulusal soruna uygulandığında, keskin sınırlar yerine iç içe geçmiş, netleşmemiş sınırlarla hareket ettiği ve sürekli bir ayrışmayı, sınırları, netleşmeleri sağlamak zorunda olduğunu bilen bir tarzda ortaya çıkıyor. Bu halen bu yönüyle kendini gösteriyor. Grup döneminde iken de adı, bir sosyalist hareket gibi gelişse de mensuplarının, üyelerinin büyük bir kısmı çok çeşitli toplumsal özellikleri olan ve henüz sosyalistleşmemiş kişiliklerdir.
Sembolik olarak sosyalistiz ama, pratik olarak bir çok sınıfın özellikleriyle birlikte yaşayan bir hareketiz. Resmen parti ilanı döneminde de bu böyledir. Ve partileşme sorunlarının bütün yakıcılığıyla kendini dayattığı gerilla döneminde de bu böyledir. Neredeyse diğer sınıf etkileri ele geçirmek istediğinde bunun bir cephe karakterinde olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Ve hatta günümüzde partileşme dersini işlerken, karşıt-faaliyetler dediğimiz kısımdakiler aynı zamanda PKK'nin sosyalist özelliğini, emeğe dayalı özelliğini, küçük-burjuva özellikleriyle, ağalık özellikleriyle ve hatta bir Kemalist özellikle ele geçirmek istiyorlar. Düşmanla irtibatlarının olması şart değil. Bize katılırken düzen kişiliğiyle katılmış, Ortaçağ kişiliğiyle katılmış, geliştirilen kişilik bu kişiliklerdir.
Hiç şüphesiz cephe partisiz olmaz, PKK olmadan Ulusal Kurtuluş Cephesi olmaz. Olmadığını bu reformist çevrelerin denemelerinden gördük. Ama cephesel olabilecek her şeye de PKK’liliktir dememiz, kendimizi mahvetmemiz demektir. Partililik çok önemli bir husustur, onu uzun süredir işliyoruz. Parti ölçüleri diye tabir ettiğimiz ölçüler gittikçe netleşiyor ama, onun dışında da geniş yurtseverlik mücadelesine çekilecek kesimler vardır. Hatta yüzde doksan beşi cepheli kesimlerdir, dolayısıyla cephe içinde çalışma başlı başına büyük bir parti görevidir ve parti politikasının temelinde cephe politikası vardır. PKK’nin halk politikası cephe politikasıdır veya halk politikasıyla kast ettiğimiz bütün sınıf ve tabakaları, grupları ulusal kurtuluş savaşımına çekme politikasıdır.
Bu konuda sekter olmama, dar olmama, çok geniş, esnek olmak kadar işbirlikçilerin, hainlerin bol olduğu bir ülkede yol açabilecekleri zararları, reformistlerin egemenlik çabalarını göz önüne getirmek de o kadar önemlidir. Yani esneklik, ihtiyatlılığı veya denetimi iç içe götürmek büyük önem taşır. Cephe politikasına esnek yaklaşmadan olmaz. Ama işbirlikçi reformistlerin bunu çok kısa sürede ele geçirme ve hatta bozma, savaşın aracı olmaktan çıkarma ki, reformistlerin hep bunu bize dayattıklarını son dönemlerdeki bütün cephe girişimlerine çağırdığımız halde onların cepheden anladıkları işte “siyasal yöntem” diyorlar. Siyasi yöntemden kast ettikleri aslında sömürgeciliği zorla gerileterek ve bazı işte reformları da bu temelde sağlayarak değil, savaşımı dışlayarak, sadece görüşmeler yoluyla düşmandan bir şeyler alacağını sanıyorlar. Bu da tam bir reformizmdir ve teslimiyettir.
Son bir kaç yılda orta kesim de katıldı, kentsel kesim başta olmak üzere orta sınıf kesimi yoğun bir biçimde katıldı. Bu anlamda da cephe genişledi ve direk PKK sempatizanlığı biçiminde gelişti. Reformistler bu kesime oynamak istiyorlardı ama, başaramadılar. Bunlar da PKK’ye kayınca PKK’nin gövdesi, öncülük ettiği cephe gövdesi az-çok ortaya çıktı. Buna rağmen son dönemlerde bir adım daha atmak istiyoruz. O da çeşitli sınıfların sözcüleri biçiminde ortaya çıkar, ama bir türlü o sınıfları da örgütleyememiş ilkel-milliyetçiler, küçük-burjuva reformist gruplar -ki, bunlarla uzun süre ideolojik, siyasi mücadelemiz var- bir anlamda mücadeleyi kaybettiler ama, yurtseverlikte ısrar eden kesimleri, düşmanla birleşmek istemeyen kesimleri, her zaman düşündüğümüz gibi yine cepheye almak, bunlara da Ulusal Cephe içinde yer vermenin doğru olabileceğini düşünmek ve zaman zaman bunlara çağrı yapmak yerinde idi.
Biz son zamanlarda yeniden böyle bir çağrı yaptık ve işte cepheyi genişletme biçiminde bir tavırla bu örgütlenmeye, görüşmeye de girdik. Fakat halen bunların cepheyi tamamen bir savaşım cephesi görme yerine, yine halka dayanan, geniş yığınlara, işçi, köylü, gençlik başta olmak üzere onlara dayanan bir cephe olarak görme yerine, sözüm ona ortada örgütler var, -ki nemenem örgütler oldukların ayrıca değerlendirmek gerekir- fakat güçleri, hatta böyle tutarlı kadroları olmadığı da çok açık. Bir tekke biçiminde, bir dergi çevresi, bir aile çevresi biçiminde varlıklarını sürdürmeye çalışan gruplardır. Bunlar, kitleye dayanarak, onların savaşımına dayanarak herhangi bir sonuç alamayacaklarını biliyorlar. Dış güçlerin, -sömürgecilerde girer- onlara dayanarak direkt veya dolaylı özellikle Avrupa’nın, ABD’nin bölgesel hatta sömürgeci devletlerin gücüne dayanarak bir koz elde etmek istiyorlar. Ve bunu PKK’ye dayatıyorlar. “Diplomaside gelişmek istiyorsanız bize ağırlık vereceksiniz, yer vereceksiniz, hatta öncülük vereceksiniz, aksi halde biz sizi asla dışta geliştirmeyiz, sömürgeci TC’ye karşı işte sizi geliştirmeyiz veya mücadelenizi frenleriz”. Şu anda böyle bir dayatmaları var.
Güney işbirlikçiliği bu işin başını çekiyor ve Kuzeyli reformist örgütleri de onları bu temelde bize karşı kullanmak istiyor, tabii ki esnek yaklaşacağız, onlar da çok sıkışmış, PKK’nin artan siyasal gücü, emperyalistleri bile ilişki aramaya zorluyor. Sömürgecileri bu konuda zorluyor. TC’yi bile neredeyse siyasi çözüm yoluna zorluyor, bunun belirtileri ortaya çıkıyor. Bu nedenle bunlar “artık PKK ile bu işi ancak yapabiliriz, PKK’den ayrı oluşturulan cephe fazla yaşama şansına sahip değildir” diyorlar ve eskiye göre daha ılımlı davranmaya ve PKK ile boğuşarak değil anlaşarak, uzlaşarak kendi varlıklarını korumaya çalışıyorlar, böylesine bir zorlayıcı dönem var. Dolayısıyla bunları düşmana fazla alet etmeden, emperyalizme alet etmeden ulusal çerçeveye çekmek ama, ihtiyatı da elden bırakmadan çekmek bir cephe dönemi olarak önümüze çıkıyor. Cepheyi genişletmeyi de bu çerçevede anlamak gerekiyor.
Bunu daha çok Kürdistan genelinde bir Ulusal Kongre biçiminde sağlayabiliriz dedik. Bu konuda bazı adımlar atılmaya çalışılıyor. Kuzey Kürdistan için de yine Ulusal Kurtuluş Cephesi veya Kongresini geliştirerek karşılık verebiliriz diyoruz. Bunları bu çerçevede bağlamak mümkün olabilir. Olmasa da yine Ulusal Kongre olur. Kuzey Ulusal Cephe Kongresi de olur. İkinci bir husus, cepheyi genişletme ve legal düzeyde ortaya çıkan gelişmeler var. Yine genel seçimler meselesi, Ulusal Meclis seçimi meselesi var. Legalite ile seçimler iç içedir. Dikkat edilirse, daha başlangıçtan itibaren legalite ve seçimler meselesi, 1990’lardan itibaren artan kitle gücümüzün saptırılması için düşmanın devreye bazı işbirlikçi Kürtleri sokma girişiminde olduğu veya burjuva partilerin kitlemizin potansiyelini çekmek istediği görüldü. Bizim bunu rahatlıkla karşılamayacağımız, bazı tedbirleri geliştirmemiz gerektiğini dolayısıyla halk politikamızda açılımlara başvurduk.
Biz bu temelde hepinizi bir kez daha parti-cephe-önderlik gerçeğinin iç içeliğini derinden kavramaya ve mutlaka üzerinize düşeni eksiksiz olmasa da asgari ölçülere bağlı olarak geliştirmenizi, bu gücü, bunun disiplin gücünü, yaklaşım gücünü, üslup gücünü, yeterli çabayı, hemen her koşulda somut olabilmeyi göstermenizin önemini bir kez daha vurguluyoruz. Yerine getirilmesi gereken çok önemli görevler var, onlara ulaşmayı bilmenizi söylüyoruz. Cephe söz konusu olduğunda en az gerilla kadar önemli görevlerin var olduğunu söylüyoruz. Bunun için her şeyin ortaya konulup başarılmasının göz ardı edilemeyeceğini söylüyoruz. Nitekim Önderlik çalışması da bir anlamda cephe çalışmasıdır. Gereklerini bütünüyle görmeli, yerine getirmeli ve mutlaka başarmalısınız.
Parti Önderliği
29 Ocak 1994
- Ayrıntılar
“Tüm Partililer, Savaşçılar, Yiğit Kürdistan Halkı!
En Şanlı Olduğumuz Bir Yılda Büyük Özgürlük Hamlesine
Hazırlanalım ve 1992 Yılını Mutlaka Ezici bir Zafer Yılına Dönüştürelim”
Bizim için yeni yıldan bahsetmenin fazla anlamı yoktur. Her geçen gün bizim açımızdan sürekli bir oluşumu ifade eder. Düzene kavuşmuş toplumsal süreçler için, yıldönümlerinin bir anlamı olabilir. Bizim için bütün hızıyla oluşum devam ettiğine göre, bir anlamda yapay başlangıçlar fazla anlamlı olmasa da, bir mantık çerçevesi dahilinde, biz de yeni yıl için biraz daha fazla kendimizi görmeye ve değerlendirmeye çalışırız.
Esas itibariyle bizim için yeni yıl, bahara çıkıştır. Coğrafi ve toplumsal koşullar gereği, kışın ortasında derlenip-toparlanma açısından yeni yıl bir anlam ifade edebilir. Ondan da öteye, özgür yaşam konusunda çabaları yoğunlaştırmaya devam ediyoruz. Dikkate değer bir deneyim sürüp gitmektedir. Olanakların dışına çıkmış, doğal olarak kendine fazla bağlı kılmayan, ama insanlık kadar eski, bazı ilkeleri de göz ardı etmeyen bir doğrultuda mücadeleyi, savaşçı bir yaşamı her geçen gün daha da hamleci ve inisiyatifli bir biçimde götürmeye çalışıyoruz. Sanırım biraz şaşkınlıkla izliyorsunuz. Daha doğru-dürüst kendinizi halletmeden, böyle bir olayın içine girmek sizi boğuyor. İlkenin büyüklüğü de bu noktada ortaya çıkar. Herkesin kendisini yaşaması değil de, genel bir ilkeyi yaşaması, ciddi hareketlerin esaslarından sayılır. Size veya kişilerin keyfine kalsa, buna ilkesel bir hareket demek zor olur; daha çok bireysel hareket denilebilir ki, bunun da pratikte hiçbir işe yaramadığı, düzen yaşamının hiçbir değerinin olmadığı, sonuç alamadığı iyi biliniyor. Parti topluluğumuz, kendisini bir olgu olarak daha da yetkinleştiriyor.
Varlığını kalıcı kılmak, kurumlaştırmak, hatta yenilmez kılmak için çabaları eksiksiz yapmaya çalışıyor. Öyle anlaşılıyor ki, hareketimiz bu konuda günümüzde yıkım ve tahribatı karşılaşmaya çalışıyor. Dolayısıyla çok önemli değerlerin kaybolmasına doğru olumsuz yönde sürüp giden karşı-devrimin bütün çökertici, cüceleştirici, hatta tiksindirici etkilerine karşı, hareketimizin bu denli varlığını sürdürmesi, adına devrim değerleri dediğimiz, özgürlük değerleri, kahramanlık değerleri dediğimiz yüce değerleri esas alması, büyük bir inatla savunması, günün genel ölçülerine veya gelişmelerine baktığımızda, evrensel düzeyde bir anlama da bürünebiliyor. Veya böylesi bir anlama gelmesi gerektiği anlaşılıyor.
İçte ve dışta, dolayısıyla parti hareketine yönelik dayatmaların anlamı hayli kapsamlı olduğu gibi, değerlerin savunulmasının anlamı da o denli büyük olmaktadır. Salt bir ulusal kurtuluş öncüsü olmaktan da öteye, evrensel değerlerin öncüsü olmanın da gereği ve dolaylı olarak bu değerlerin de kurtuluşunda ileri düzeyde bir rol oynamaktan kendini kurtaramayacağı da iyi anlaşılıyor. Dolayısıyla bu çalışmalarımızda siyasi çerçeveler, hatta basmakalıp yaklaşımlar, yine gerek bilinçli hazırladığımız ve gerekse dolaylı olarak bizi içten ve dıştan etkileyen her olguya daha bir derinliğine anlam verme, sürekli bilimsel bir temelde de olsa çıkış yolları aramaya daha zengince bakacağız. İnsanlık kadar eski, ama bir o kadar da kendini dogmalardan, günümüzün gerek ulusal ve geleneksel çerçeveleri olsun, gerekse uluslararası hukuki, siyasi, hatta askeri, ahlaki ve kültürel çerçeveleri olsun, tüm bu etkenlerden gelebilecek zincirlemeleri de tanımayarak, bir özgürlük hareketi olmak büyük önem taşıyor. Bu temelde düşünceyi geliştirmek, davranışa kadar götürmek, sanıldığından daha fazla zordur. Bu, görev ve savaştan da öteye anlamlı çabalar istiyor.
Karşı-devrim çok yönlü sonuç almaya çalışırken, tüm insanlık değerleri üzerinde bir yıkım veya kendine göre bir düzen tutturmaya çalışırken; adına devrim denilen olayın sürekli koruyup geliştirdiği değerleri de yaman savunması gerektiği açıktır. Karşı-devrim karşısında bu denli zayıf kalınıyor veya değerler tahrip edilebiliyor ve çoğunuz güçsüz kalabiliyorsa; bunun anlamı üzerinde çok iyi durmak gerekir. Devrim adına kurtarılacak, geliştirilecek ne varsa geliştirebilmek, devrimci sorumluluk taşıyan her sorumlu militanın, en başta yerine getirmesi gereken bir görev olmaktadır. Aksi halde, kendiyle oynama, devrim içinde bir kendini bilmez olma ve dolayısıyla kendi başına bela olmaktan öteye gidememe durumu çok açık gözükür.
Savaş en yüksek eylem biçimidir
Tam bir savaş eylemi içinde yaşanıldığı biliniyor. Dolayısıyla savaşımın çok yönlü sorunlarına, böylesine kapsamlı bir teorik gelişmeyle bağlantılı ele alacağımızı hiç unutmamalıyız veya göz ardı etmemeliyiz. Eylemin kendisi en yüksek düşüncedir veya hayat bulmuş düşünceler sistemidir. Savaşı geliştiren beyin ve yürek, düşüncede de, moralde de o denli bir gelişmeyi ifade eder. Kesinlikle kendiliğinden savaş, kendiliğinden eylem diye bir olgudan bahsedemeyiz. Savaş, en soylu düşüncelerin ürünüdür. Günümüzde devrimci savaşa karşı faşist çığlıkların atıldığı biliniyor. Hele bu savaş Kürdistan gibi kendi başına yaprağın bile kıpırdamayacağı kadar terörle susturulmuş bir ülkede gelişiyorsa, bileceğiz ki, böylesine bir ülkede, böylesine bir uluslararası gerçeklik içinde devam etmekte olan devrimci savaş, en yoğunlaşmış düşünce ve beyin gücü kadar, yürek gücünün de ifadesidir. Dolayısıyla ona rasgele yaklaşmak, basit bir teknik mesele gibi ele almak içine girilecek en yetmez yaklaşımlardan birisidir. Bunu kendi pratiğimde de çok yoğun yaşıyor, düşünce ve moral açıdan olduğu kadar, eylemsel açıdan da en üst sorumluluk düzeyinin de ifadesi olmaya, amansız kılmaya çalışıyorum. Eylemin kendisine düşünceyle, vazgeçilmez moralle ve büyük bir bağlılık temelinde yaklaşacağız. Hatta eylemimizi bundan daha ağırlıklı olarak değerlendireceğiz. İşin özü böyledir.
Buna ne kadar varsınız? Ne kadar buna güç getiriyorsunuz? Eğer kendinizi bir eğitim adayı olarak veya bir sorumlu olarak görüyorsanız; sorunları halletmeyi bilmek için, kendinizi biraz harekete geçirme, gerekirse ayaklandırarak bunlara ulaşabilmeyi bileceksiniz. Bu işin kuralı gereğidir. Rollerinizi oynamanız gerekiyor. Kişiler, kendilerini ancak role uygun hale getirirlerse bir anlam ifade ederler. Yoksa rolleri kendilerine uydururlarsa en kötüsünü yaparlar. Kesinlikle gerçekler konusunda birbirimizi yanıltmamaya büyük özen göstereceğiz. Bazı ayrıntılar üzerinde durduğumuzda göreceğiz ki, kendini kandırmacı anlayışlar hayli etkilidir. En kendini kandırmacı, dolayısıyla "kazanıyorum, iyi yürüyorum" diyenin, en hızlı kaybedenin kendisi olduğunu çok daha iyi göstereceğiz. Bu tutumda olanların ince kurnazlıklarına rağmen, fazla gelişmeye ve yaymaya güç getiremeyeceklerini örnekleyeceğiz.
Çıkarılması gereken tek sonuç; PKK'deki özgürlük hamlesinin başarılmasıdır.
Burada belirgin olarak dikkate alınması gereken bir husustur; PKK'de sosyalizmin ne dogmatik bir temelde alınarak sakatlanması söz konusudur, ne de ulusal ve geleneksel çerçeveyle kendisini sağlaması söz konusudur. PKK, bunları dikkate almamakla birlikte, özgürlüğün özünü yakalayabilmiş ve onu varlık haline getirebilmiştir. Güncellik içinde özgürlüğün özünü ayakta tutmak büyük önem taşıyor. Bizim için bir gün, bir ay, bir yıl çok anlamlıdır. Esasta bunu yakalamalısınız. Bu güçle özgürlüğe böyle yaklaşmayı becermelisiniz. Sizler gençsiniz ve yapabilirsiniz. İşin esas özü budur. Özlem ve umutlarınızın, düşünce ve inançlarınızın esas yoğunlaşması, bir öze kavuşması gereken yanı burasıdır. Buna ulaşırsanız, adadığınız yaşamın bir anlamı olur. Eğer olmazsa, gerçekten iflas etmiş, yenilmiş olmaktan kurtulamazsınız.
Biz bu temelde değerlere sadakatle bağlı olmaya devam edeceğiz. Başta şehitlerimiz olmak üzere, işkenceyle yaşamı yoğrulanların özlem, inanç ve düşünce değerlerine bağlılığı esas alacağız. Yalnız ulusal çerçevede değil, bütün uluslararası çerçeve için bu temelde olacaktır diyoruz. Tabii ki bu gücümüz oranında olacaktır ve dolayısıyla yürütmekte olduğumuz hareketin hiçbir yanlış anlamaya yer vermeden, nerede ve nasıl icra edilmesi gerektiğini daha somut olarak göstereceğiz. Hem de daha iddialı, daha güçlü olarak bunu yapacağız. Bu temelde diyoruz ki, bu önümüzdeki yıl, süreci daha inisiyatifli ve hamleli karşılamaya çalışacağız. Adına ne dersek diyelim, özünde ne birikmiş olursa olsun, başlangıçtan inanılmaz ve kimsenin de asla değer vermediği veya iyi bakmadığı vuruş tarzımızı şimdi daha iyi görme, görmeden de öteye etkilenmiş, karşı koyma veya katılma biçiminde bir konuma geçtiği çok açıktır.
- Türkiye şu anda tam bir kördüğümdür. Özellikle egemen sınıfın sınır tanımaz anlayış ve uygulamaları var. Belki de dünyada eşine ender rastlanan sorumsuz bir tutum içindedir. Özellikle halkın çıkarlarını savunmayı esas alan sözcüsünün, gücünün olmayışı, egemen sınıfların çılgınlıklarına daha fazla ortam veriyor. Türk gerçeğindeki o yüzyıllardan beri süre gelen ve aslında tarihte vahşetiyle, barbarlığıyla ün salan egemen sınıf tarzı, hakim ulus tarzı bu hızından hiçbir şey kaybetmeden, hatta günümüzde Sovyetlerdeki çözülüşten sonra kendine yeni umutlar edinerek kendisini yaşatma çabası içerisindedir. Aslında başta devrilmesi, aşılması gereken bu egemen sınıf karşısında, halkın kimliğini, gücünü, çıkarlarını elde etmeye çalışmasından ötürü kendini yalnız hissetmektir, görmektedir. Partinin savaştığı bir gerçek olarak, sömürgeciliğe "dur" demeyi artık salt bir taktik olmanın da ötesinde, Türkiye halkının da hayati bir sorunu olarak değerlendirmek gerekiyor.
Bizim de yakından tanıdığımız ve güvendiğimiz Türkiye devrimci ortamının bir türlü bu yönlü görevlerine sahip çıkamayışı durumu vardır. Kaldı ki, yirmi yıldır çok can alıcı devrimci görevler vardı, örgütlenme ve eylem görevleri söz konusuydu. Anlamlı bir tarzda, sonuç alıcı bir biçimde bu görevlere başarı şansı verdiremeyişi, bizi yirmi yıldan sonra da olsa, bir kez daha dönüş yapılması gereken nedir, nasıl yapılmalıdır sorusuna cevap vermeye zorluyor. Çünkü çok kan döküldü, işkenceler yaşandı. Halen iddia ve umutları var. Kimdir bunlar, ne yapılabilirdi? Güvendiklerimiz, dayanmak ve desteklemek istediklerimizin sorumsuz çıkmaları, başarısız çıkmaları; bizim açımızdan da durumları aslında kabul edilmezliği ifade eder. Aynı zamanda dayatılması gerekenin ne olduğunu da ortaya çıkarır. Bu çalışmaya yüksek bir değer biçerek hakkını vereceğiz. Türk egemen ulus ve sınıf gerçeğinin hesabını iyi vermek gerekir. Bu, çok yaman ve aynı zamanda yapılması gereken bir görevdir; zor olduğu kadar en iyi devrimci görevdir.
PKK Genel Sekreterliği
15 Ocak 1992
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ocak günü saat 21.20'de bir Gerilla timimiz tarafından Amed'in Çınar ilçe Emniyet Amirliğine yönelik eylem düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
2016 yılında Halk Savunma güçleri olarak sömürgeciliğin soykırım ve tümden yok etme planları ekseninde yürüttüğü saldırılara karşı büyük bir direniş savaşı yürütülmüştür. Yılın ilk aylarında derinleşen savaş yükselerek Amed'ten Botan'a, Dersim 'e, Serhat'a, Amanoslar’a ve Karadeniz’e yayılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ocak günü saat 12.00 - 12.30 arasında güçlerimiz Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Oremar alanında bulunan Elişêr tepesinde konumlanan askerlere yönelik havanlarla eylem gerçekleştirmiştir. Bu eylemde ölü ve yaralı asker sayısı netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
25 Aralık günü TC ordusu Mardin'in Savur (Stewrê) ilçesinde bulunan Şutê köyü ve çevresinde bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
2016 yılında Türk Devleti’ne karşı Zagros coğrafyasında verilen büyük savaşın bir sonucu olarak çok değerli yoldaşlarımız şehit düşmüştür. Bu direniş sonucunda Türk Ordusu, son yılların en ağır kayıplarını da bu büyük direniş savaşı esnasında vermiştir.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
2016 yılında Türk devletiyle yürütülen savaşın önemli bir bölümü Zagroslarda sürmüştür. Bu büyük savaşta etkili eylem taktiklerimiz ve deneyimli Gerilla pratiği ile Türk ordusu amaçladığı sonuçlara ulaşamamıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
15 Aralık günü saat TC ordusu Amed’in Lice ve Hani ilçeleri arasında bulunan Şehit Rojhat alanında 4000 askerin katılımı ile geniş kapsamlı bir operasyon gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar