Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Eylül günü saat 06.00’da T.C ordusu Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Şapatan alanına sevkiyat gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Eylül günü saat 17.30'da Van'dan Hakkari'ye doğru gimekte olan zırhlı araçlardan oluşan bir konvoya yönelik Gerilla güçlerimiz bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Eylül günü saat 12.30'da Gerilla güçlerimiz Hakkari'nin Şemdinli ilçesine bağlı Nehri karakolu tepesine yönelik ağır silahlarla bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Sömürgecilik öyle görülüyor ki hep sömürgecilik kalacaktır.
Sömürgecilik bir kültürdür hem de dünyanın en ahlaksız kültürü. Bir kere kişiler sömürgeciliğe bulaşsın kurtulmaları çok mu ama çok zor oluyor. Bir de sömürgeciliğe bulaşanlar, sömürgecilik kurum ve sistemini yürütenler ise bunların bu kültürden kopmaları, terk etmeleri öyle görülüyor ki çok büyük ve köklü zihniyet dönüşümleri gerektirir ya da sömürge altına alınanlar tarafından çok köklü direnişlerle kopuşları sağlayarak bu kültürden kurtula bilinir.
TC devleti bir sömürgeci devlettir. Kürdistan ise sömürge bile olamayan, sömürge durumu bile kabul edilmeyen bir ülke. TC devletinin yöneticileri ve egemen elit kesimleri Türkiye toplumuna da sömürgecilik kurumları köklü bir şekilde dayatarak Türk halkını da kendi kirli emellerine alet ederek, bu sömürgeci kültürü onlara da bulaştırmışlardır. Ve nitekim bundandır ki birçok Türk ve Türkiyeli insan Kürdistan’ın sömürge bir ülke olduğunu anlayamamakta ve ısrarla TC sömürgeci devletinin Kürtlere dayattıklarını bilmeden sürdürmektedirler.
En son 30 ağustos günü TC devleti zafer bayramını kutladı. Böyle bir bayramın var olup olmadığını birçok tarihçi halen konuşurken, Kürdistan sokaklarında: “Vatan, canım sana feda olsun” sözleri korkunç düzeyde sömürgecilik kokuyor. Daha yeni tedavülde kaldırılan o meşhur, “Andımız” vardı, orada da, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” sözleriyle her gün başta Kürt çocukları olmak üzere diğer halkların çocukları şahsında tüm halklara hakaretler yağdırılıyordu. Bir Kürt olarak neden benim, bizim “varlığımız Türk varlığına armağan olsun” ki? Ya da bu topraklarda yaşayan başka halkların neden varlıkları Türk halkına armağan olsun ki? Böyle bir şey gerçek manada ancak ve ancak sömürgecilerin zihniyetinde yerini koruyabilir ki, halen bu zihniyet köklü bir şekilde varlığı koruyor.
Kürdistan, Kürt halkı her gün yeni bir yerde Öz Yönetimlerini, Demokratik Özerklik temelinde ilan ederken, günlük olarak Kürt gençleri sokaklarda katledilirken, Kürtlerin evleri ve barkları tarumar edilirken, neden Kürdistan’da, “Vatan, canım sana feda olsun” sloganları Kürdistan sokaklarında inletilir? Hem de taa Türkiye’de getirilen fakir ve fukara çocukları tarafından!
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu ve buna benzer durumlar ancak yedirilmiş, içerilmiş sömürgeci zihniyetle izah edilebilir. Sömürgecilik bir megaloman kültürdür. Kendini büyük görme, üstün görme, ayrıksı görme kültürüdür. Bu kültür toplumlara da yedirilemese sömürgecilik her yere nüfus edemez. Bunun için tüm Türk ve Türkiye halklarına da bu kirli kültür yedirilmekte ve önemli oranda gerçek manada yedirilmiştir de.
Dikkat edelim, Kürdistan’da görev yapan hiçbir polis, hiçbir asker ya da devlet memuru Kürdistan’da olduğunu aklına getirmez. Bunun için Kürt toplumuna ve Kürdistan’da yaşayan diğer halklara pervasızca yaklaşır. Onların kültürlerini, örf ve adetlerini çiğnerken, suç işlediğini anlamaz. Farkında bile olmaz. Çünkü ona göre o egemendir, çoğu zaman bu egemenlik kokan kültürün kendisine nasıl sirayet ettiğini bile anlamaz. Bunun içindir ki pervasızdır, frensizdir. Bunun için, ulu orta meydanlarda, TÜRK GÜCÜ’nü göreceksiniz deyip Kürtleri hem de Kürdistan’da sanki normal bir şeymiş gibi yere dizmekte ve ana avrat küfretmektedir.
Evet, sömürgecilik böyle bir kültürdür. Pervasızdır. Acımasızdır. Ölçüsüdür. Frensizdir. Faşizandır. İnsanlık dışıdır. Ahlak dışıdır ve de tabii ki lümpencedir.
Dikkat edelim, Kürdistan’da görev yapan devlet memurlarının çoğu lümpencedir. Bu lümpenlik, bu kişiler lümpen oldukları için sergilenmiyor. Sömürgeci kültür lümpencedir. Yani değer tanımaz, emek tanımaz. İnsan tanımaz. Böyle olduğu için onun adına sömürge ülkede hareket edenler aynen bu karakter hatlarını gösterirler. Göstermezlerse zaten böyleleri hızla memurluklarda atılı verilirler. Dıştalanırlar. Bunun içindir ki Kürdistan’a gelen asker, polis, memurlar ağırlıklı olarak gönüllülerden oluşturulur. Asker derken düz askerden söz etmiyoruz. Uzman çavuşlardan, subaylardan, özel hareket elemanları derken böyle para için çalışanlardan söz ediyoruz. Gerçekten de böyleleri gönüllüdürler. Düşmanca Kürt halkına saldırmaları da zaten bundan ileri gelir.
Evet, sömürgecilik bir hastalıktır. Ve bu hastalığını yedirdiği herkese metastaz gibi yani “Organizmanın herhangi bir noktasında bulunan bir hastalık olayının organizmanın başka bir yerine sıçraması, göçüm” gibi her yere, herkese nüfus etmeden rahat bırakmaz. Bu iyi bilinmelidir.
Başka da: “Artık bütün dünya Türklerin diğer milletlere gerektiğinde süngü ve kılıcın keskin kenarıyla uygarlık ve özgürlük getireceğini biliyor” sözlerin toplumlara nasıl yedirildiği anlaşılamaz.
Çok çok önceleri Türk Dış İşleri Bakanlığı yapmış olan Tevfik Rüştü Aras yine kendisine büyük bir güvenle: “Geri Kürtler yaşam kavgasında kendisinden daha üstün olan Türklerin altında kalmıştır. Bu nedenle de ya ülkeyi terk etmeleri ya da yaşam kavgasında işe yaramaz unsur olarak yok edilmeleri gerekir” dememiştir.
Unutulmasın ki, “Vatan canım sana feda olsun” diyen gençler, böylesine bir kültürle günlük olarak hastalıklı kılınıyorlar.
Öncelikli olarak Kürdistan’a zoraki gönderilen böylesine devlet memurlarına kendileri gözden geçirmeleri gerektiğini belirtiyoruz. Ve tabii esas olan ise Kürdistan topraklarında böylesine pervasızca cirit atan, bağıran, haykıran, faşizan sloganlarla topraklarımızı kirletenlere karşı Kürt halkı ve Kürdistan’da yaşayan halklar artık bu duruma dur diyerek, kendi Demokratik Özerk yapılarını oluşturarak, bu tür faşizan söylemlere son vermeleri, olmazsa olmaz bir insanlık görevi olduğu da tartışmasızdır.
ŞIHO DİRLİK
- Ayrıntılar
Türkiye tarihinin her zaman kritik süreçleri olmuştur. Ancak biz de biliyoruz ki Türkiye tarihinin en kritik ve tehlikeli zaman dilimi, birinci dünya paylaşım savaşı ardından geliştirilen devletlerarası konferanslar süreçleridir.
30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkesi imzalanmış ve ardından ise adım adım Türkiye teslim alınmaya çalışılmıştır. Bu teslim alma girişiminin en belirgin adımı 10 Ağustos 1920’de gerçekleştirilen Sevr konferansı olmuştur. Sevr’i emperyalist güçler Türkiye’yi teslim almak için özenle büyük bir komplo temelinde hazırlarken, Ermeni ve Kürt halkları başta olmak üzere birçok farklı toplum ve halkı ise komplonun yürütüldüğü süreç boyunca kontrolde tuttuklarını ise bizler yine yaşananlardan biliyoruz.
Sonraki süreç iyi biliniyor. Sevr’den kurtulmak için Misak-i Milli sınırları içerisinde bulunan Kerkük ve Musul’u İngiltere’ye bırakarak ama bu kez Kürtler başta olmak üzere birçok farklı renge yönelerek kendince Sevr’i aştığını sanmıştır. Halbuki bizde biliyoruz ki bu politikalarla bağlantılı olarak Kürtler büyük acılar yaşarken, Türkiye Cumhuriyeti devleti hep zor durumda kalmıştır ve bu zorlanmaların ne derece derin yaşandığını en çok bugünlerde herkes görmektedir.
Öyle görülüyor ki, Türkiye yeniden çok kritik tarihi bir parçalanma sürecinden geçmektedir. Türkiye gerçek manada yeni yeni tarihi yaralarını tartışırken, aşmaya dönük görüşler ortaya çıkmaya başlamışken, Türkiye halkları ise gerçekten de kardeşleşme temelinde ilk kez Türkiye parlamentosuna her renkten insanı göndermişken, Türkiye’yi yeniden bir savaşın eşiğine getirmek, savaşa sürüklemek gerçek manada tam da bir felakete işaret etmektedir.
Unutulmasın ki, konjonktür çok önemlidir. Türkiye Devleti ilk kez uzun yıllardan sonra dünyada tek başına kalmıştır. Batı güçleri Erdoğanlı bir Türkiye’ye sıcak bakmadıkları gibi tüm Ortadoğu için tehlikeleri görmektedirler. Yine Türkiye’nin Ortadoğu’da ilişkisi sağlıklı olan tek bir devlet ve halk yoktur. Herhalde Erdoğan’a yakın duran sadece iki kişi vardır. Birisi Katar meliğidir. Bir diğeri ise Kürdistan’ın Güneyinde başkanlık mevkiini bırakmak istemeyen Mesut Barzani’dir. Başka da Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu Türkiye Cumhuriyetine yakın duranı yoktur.
Ve yine unutulmasın ki, Erdoğan’ı 2002 yılında iktidara Ecevit ve Erbakan’a karşı getirenler batılı güçlerdi. Bunun içindir ki, uzun yıllardır birlikte çalıştıkları Kemalist kadroların giderek batılı güçler için tehlike oluşturduklarından dolayı, bu kez kendi devletlerarası özelde de kapitalist ekonomik politikalarını uygulatmak için Erdoğan’ı iktidara taşımışlardı. Ve yine bunun için de ABD her dönemeçte AKP ve Erdoğan’ın yanında yerini alarak, Kemalist devleti kendilerine daha uygun hale getirerek dizayn ettiler.
Ancak görülen o ki, Erdoğanlı Türkiye artık kontrolden çıkmıştır. Tümden kendi diktatöryel hırslarını geliştirmek için Ortadoğu için bile tehlike oluşturmaktadır. Ruhen çok ileri düzeyde bir megalomanlığı yaşayan bir kişilik, aslında tüm insanlık için bir tehlikeyi oluştururken, en çokta Türkiye ve Türkiye toplumu için bir tehlikeyi oluşturmaktadır.
Dikkat edelim, Erdoğan ismindeki kişi artık tüm insanlık için bir tehlikeyi oluşturuyor. Kendi bireysel hırsı için gözü karaca insanlığın kanını içmeye hazır olan bir kişi, gerçekten de tüm insanlık için bir tehlikedir. Yukarıda ifade edildiği gibi en çokta Türkiye ve Türkiye halkları için bu tip bir kişilik bir tehlikedir.
Türkiye için ne kadar tehlike olduğunu, 24 Temmuz günü yüzlerce uçakla yapılan hava saldırılarıyla görülmüştür. Yüzlerce uçakla yapılan hava saldırılarına karşı gerillaların misli ile misilleme eylemiyle cevap vereceği açık iken, böyle bir saldırıyı gerçekleştirmek, tam bir çılgınlık olduğu, şimdi Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de yaşananlardan görülmektedir.
Barış barış diye haykıran Kürtlere, “Kürt sorunu yoktur, Dolmabahçe yoktur, Newroz yoktur” ve bunların karşısında var olanın sadece ve sadece, faşist teklerin olması ile yoğun bombardımanlı hava saldırısı olunca, olacaklar açıktı; Kürtlerin kendi hakları olan Demokratik Özerkliklerini ilan etmeleri.
Bir kez daha belirtelim, Kürt sorunu ya devletin duyarlı demokratik yaklaşımıyla demokratik siyaset temelinde çözülecekti ya da devlet demokratik siyasete kendini kapattığında –bugün ki gibi-Kürtlerin kendi yollarını çizmesiyle olacaktı. Ve olan da bu olmuştur.
Kürtler Demokratik Özerkliklerini tek taraflı ilan etmeye başlamışken, dünya ekonomik olarak krizi yaşarken, Türkiye giderek ekonomik olarak bir dar boğaza girmişken, batılı güçler Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye girişmişlerken, bölge devletlerinin TC ile olan çelişki ve tepkileri de göz önüne getirildiğinde Türkiye cumhuriyeti devletinin ne düzeyde büyük bir tehlikeyle yüz yüze getirildiği açıktır.
Türkiye’yi bu düzeyde büyük tehlikenin içine atan politikalar nelerdir diye sorulabilir. Yine Türkiye’yi bu düzeyde büyük bir tehlikeyle yüz yüze bırakan ideolojik yaklaşımlar neler diye de sorulabilir. Hatta buna yol açan kişi ve kişilikler kimler diye de sorulabilir.
Sorular ne olursa olsun ancak verilecek tek bir cevap vardır, o da; diktatöryel politikalar, tekçi faşist yapılar ve de Erdoğan olacaktır.
Haklı olarak, Silvan’da Kürtlerin kendi Demokratik Özerk yapılarını ilan ederken, orada görev yürüten üst düzeyi TSK komutanının söyledikleri anlamlıdır. “Ben askerimi Erdoğan için çatışmalara sürmem” mealindeki sözler gerçekten de anlamlıdır. Bu sözler aynı zamanda; “Ben Türkiye’yi tehlikeye atmam, ben Türkiye’yi parçalatmam“ da demek olduğuna göre, o zaman yapılması gerekli olan ilk iş, gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurtarmak isteyen insanların ilk elden Türkiye’nin büyük risklerle karşı karşıya gelmeden, Erdoğan’dan kurtulmanın yollarını bulmalarıdır.
Türkiye, yeniden bir Sevr ile karşı karşıya bırakılmak istenmiyorsa, bunun için yapılması ilk iş gerçekten de önce Erdoğan’dan kurtulunmalı ve ardından da tüm Türkiye çapında halkların daha özgürce ve ortakça yaşayabilmelerinin yolunu açacak olan Demokratik Özerkliklerini anayasaya girecek şekilde garanti altına almaktır.
Aksi taktirde gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti Devletinin büyük tehlikelerle karşı karşıya geleceği, hatta parçalanmaya kadar gideceği bir sürecin yaşanacak olacağı iyi bilinmelidir. Bunun da tüm Türkiye halkları için büyük acı, keder demek olduğunu dile getirmeye gerek bile yoktur.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Eylül günü saat 06.00 ila 12.00 arası Van'ın Şax(Çatak) ile Siirt'in Pervari ilçeleri arasındaki güzergahta YJA Star güçlerimiz tarafından yol kontrolü eylemi yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Hatırlayanlar bilir, çok önceleri demiştik ki, Polisler Kürdistan’ı terk etsin. Terk etsinler, çünkü polisler sömürgeci bir güçtür. Hem de sömürgeci devlet yapısını Kürdistan’da en ileri düzeyde savunan ve ayakta tutan bir güç.
Bugün Kürdistan’da Kürt halkı Demokratik Özerklik’ini ilan etmiştir. Ve bu Öz Yönetimlerini tüm Kürdistan’a da yayacaklardır. Kürtler ve Kürdistanlılar Öz Yönetimlerini ilan ederlerken, Kürt ve Kürdistan halklarına en çok saldıran güçlerin başında kesinlikle POLİS’ler gelmektedir. Polis sözün tam manasıyla halkımıza ve halklarımıza faşizan yöntemlerle kan kusturmaktadırlar. Öyle ki, bazı devlet güçleri olup bitene göz yumabilirlerken, POLİS güçleri, onlardan devletin istediklerinden daha fazlasını -hem de gönüllüce uygulayarak,- bir sömürgeci gücün tüm karakterini sergilemektedirler.
Bu faşizan duruşun nedenleri vardır. Nedeni POLİS’lik mesleği ile ilgilidir. Polis kesinlikle tam bir devlet gücüdür. Hem de devleti ayakta tutan temel bir güç.
Daha önce birçok kez sıkça dile getirdiğimiz Japon Atasözünü yeniden buraya alarak, Polislerin neden Kürdistan’da hemen çekilmeleri gerektiğini izah edeceğiz:
“Hırsızlık yapanı bağışlayabilirim,
ırza geçeni bağışlayabilirim,
adam öldüreni bağışlayabilirim,
imparatoruma kılıç çekeni bile bağışlayabilirim,
ama polisime el kaldıranı asla!”
Dikkat edersek, her şey yapıla bilinir, Japon devleti için kutsal olan İmparatorluk kurumuna bile el atılabilir ancak POLİS’e el atılamaz, dil uzatılamaz, karşı çıkılamaz. Çünkü devletlerin harcını sağlayan güçlerin başında kesinlikle POLİS’ler gelmektedir. Polisler devletlerin halklara karşı yaptıkları hırsızlıkları kapatmanın, savunmanın en etkili gücüdürler.
Dikkat edersek, devletlerin sınırlarını koruyan esas güç askeri güçlerdir. Askeri güçlerin temel görevi dışarıda gelebilecek bir güce karşı kendi devlet sınırlarını koruma iken, POLİS’in temel görevi içyapıya yani halklardan gelen tehlikelere karşı devleti korumalarıdır.
Halk neden devletlere ya da devleti yönetenlere karşı çıkar?
Devlet doğası gereği baskıcıdır. Anti demokratiktir. Çalandır. Ama yine de devlet yapıları, bu karakterlerine rağmen az da olsa demokratik özellikler gösterirlerse, halklar sağduyularını koruyabilmektedirler. Ancak eğer devleti yönetenler bu durumu aşıp hırsızlıklarından pervasızlaşırlarsa, halkın demokratik haklarına ve ahlaki değerlerine el atarak saldırırlarsa, orada halklar direnişe geçerler.
İşte tam da bu noktada halkların direnişine karşı çıkan, sömürgecileri kollayan, hırsızlara arka çıkan, devletlerin en vurucu ve paralı gücü kesinlikle polisler olmaktadır. Kürdistan’da gençlere hangi faşizan yöntemlerle saldırdığını bu arada herkes görmektedir.
Söz konusu, sömürge ülkeler oldu mu, POLİS güçleri tamamen faşist yapılara bürünüyorlar. Halklara zulüm eden, baskılayan, aşağılayan, hakaret edenler yine POLİS’ler olmaktadır.
Bu faşizan yapı içerisinde yer alanlar-ister Türk isterse Kürt olsun-yaptıkları tamamen halk düşmanlığıdır. Sömürgeciliği sonuna kadar kollama görevidir. Sömürgeciliğin cisimleşmiş hali Kürdistan’da kesinlikle polis güçleridir. O zaman yapılması gerekli ilk iş bu POLİS güçlerini Kürdistan’da def etmedir. Kürdistan’da çıkartılmasıdır.
Yeniden belirtelim ki, sorun şu kişi ya da bu kişi değildir. Birey olarak iyi ya da kötü olması da değildir, mesele o dur ki, bu kurumda yer alan tüm bireyler objektif ve sübjektif olarak kirlenmeye, halka ve halklara karşı düşman olmaya hazır bir yapı olmasıdır. Kuruluş amacı halk düşmanlığı temelinde oluşan bir yapının ıslah edilmesi bu bağlamda çok mu ama çok zordur.
Sözü uzatmadan ve geç olmadan çağrımızı yeniden yapalım:
POLİSLER, ÜLKEMİZİ HEMEN TERK EDİN!
POLİSLER, ÜLKEMİZDE POLİS OLARAK KALMAYIN!
POLİSLER, ÜLKEMİZDE POLİS OLARAK DURMAYIN!
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Bu önemli ve tarihi süreçte Halkımızın tüm alanlarda yüksek bir birlik ve direniş ruhuyla öz yönetimlerine sahip çıkması çok anlamlıdır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Eylül günü saat 21.00'de Hakkari'nin Yüksekova - Şemdinli ilçeleri arasında bulunan Kaportê köyü yakınlarında Turkcell, Vodafone ve Avea'ya ait bir baz istasyonuna yönelik Gerilla güçlerimiz tarafından yapılan eylemde baz istasyonu imha edildi.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
T.C ordusu tarafından Medya Savunma alanlarımıza yönelik 11 Eylül günü sabaha karşı birçok alanımızda yoğun bombardımanlar yapılmıştır.
- Ayrıntılar