HPG

Hêzên Parastina Gelê Kurdistan

Xebat Andok

Herkes ideolojisinin görüngüsüdür. Her eylem düşüncenin bedenleşmesidir. Her davranış özdeki metafiziğin fizik haline gelmesi, maddeleşmesidir. Kısacası herkes sahip olduğu zihniyet düzeyi kadardır. Zira her gerçekleşme sahip olunan zihniyetin dışavurumudur.

‘Uygarlığın krizi’ diye tanımladığımız kapitalist modernite çağındayız. Yani herkesin sorun yaşadığı, tüm arayışlara rağmen sorunlarına çözümler üretemediği çağ. Karanlık ve umutsuzluk yayan çağ. Kapitalist modernite sisteminin böyle bir çağ olduğundan kuşku duyulamaz.  Bu öyle bir çağ ki insanlık, kadınlar, doğa ve en genel anlamıyla yaşam katlediliyor. Bu, kapitalist modernite sisteminin en büyük hakikatidir.

Tüm egemenlikçi, devletçi sistemler gibi kapitalist modernite sistemi de insanlığın, kadınların, doğanın ve toplamda yaşamın maruz kaldığı bu sorunlara çözüm bulamaz. Çünkü söz konusu sorunlar zaten bu zihniyetten çıkmıştır. O nedenle sorunları doğuran zihniyet yarattığı  sorunları çözemez.

Merkezi uygarlık sisteminin günceldeki temsili olan kapitalist modernite koşullarında yaşanan bir zihniyet krizidir. Zihniyet krizli olduğundan onun tüm bedenleşmeleri de krizlidir. Dolayısıyla kapitalist modernite sadece ve sadece sorun üretir ve var olan sorunları ise derinleştirir. Onun doymak bilmez bencilliği insanın ve doğanın kaldırma kapasitesine fazla gelir.  O nedenle onunla yaşanamaz, var oluş onunla mümkün olamaz.

O halde insanlığın, doğanın ve yaşamın maruz bırakıldığı bu krizli halden çıkış, var kalma ve var oluş ancak bu sistemin dışına çıkmakla mümkün olabilir. Açık ki sorunların çözümü daha farklı bir zihniyet gerektirir.

Zihniyetimizin yapıtaşlarıyız

Uygarlık krizi dediğimiz kapitalist modernite kaostadır ve her kaos döneminde olduğu gibi bu dönemde de gerekli ve gerçekleşecek olan yeni bir inşadır. Zira kaos dönemleri her zaman için yeniye gebedir. Önemli olan kaos dönemlerinden çıkışı kimin ve neye dayanarak gerçekleştireceğidir.

İnsani ve toplumsal tüm inşalar zihniyetin ürünü olduğundan, zihniyetin kapsamı ve niteliği böylesi doğurgan dönemlerde her zamankinden daha önemli olur.

Bu kaos döneminde bizim öngördüğümüz inşanın adı ise demokratik modernitedir. Bu yönüyle demokratik modernite, genelde iktidarcı-devletçi sistemin, özelde de kapitalist modernitenin yarattığı toplumsal sorunları çözerek kaostan çıkışın adıdır. Dar anlamda sadece Kürt sorununu çözmeyi değil, küresel çapta yeni bir sistem inşası anlamına gelen demokratik modernitenin hem anlamsallıkta hem de yapısallıkta inşa edilmesi, PKK kadrolarının hem en temel görevi hem de var oluş gerekçesidir.

Demek ki parti kadroları olarak görevimiz demokratik moderniteyi özüne uygun şekilde inşa etmektir. Bu da oluşun doğasından dolayı hem zihniyet hem de yapı bağlamında olmak durumundadır. Aksi halde özgür yaşam mümkün olmayacağı gibi pek çok benzerimiz gibi sistem içinde erimek kaçınılmaz olacaktır. İşler paradigmaya ve ideolojiye uygun yapılmazsa, olacak olan budur. İşte demokratik moderniteyi inşa görevi bulunan parti kadrosunun duruşu, pratikleşme düzeyi bu denli hayatidir.

Bu açıdan her kadro öncelikle zihniyet dünyasını demokratik ulusa göre kılmak ve ardından da bunun bedeni olarak demokratik konfederalizmin inşasına bir aşık gibi girişmek durumundadır. Demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa sürecinin başarısı tamamen buna bağlıdır. Buna göre davranmadan demokratik kurtuluşun gerçekleşeceğini ve özgür yaşanacağını sanmak kendini kandırmaktan başka bir anlama gelmez.

Bu inşa çalışmalarında unutmamamız gereken en temel gerçek şudur: zihniyetimiz (düşünce ve anlam dünyamız) sisteminki gibiyse, bedenleşmemiz de kaçınılmaz olarak onunki gibi olacaktır.

Şu ana kadar demokratik moderniteyi yeterince inşa etmemiş oluşumuz ve pasiflik, katılımsızlık, bananecilik, sorumsuzluk, tembellik, moralsizlik, kendini çözüm gücü haline getirmeme ve eğitmeme, maddiyatçılık, bencillik, eleştiriye kapalılık, kendinden memnunluk, erillik ve geleneksellik, parçalılık, gerekçecilik gibi öne çıkan görüngülerimiz, zihniyet olarak mevcut iktidarcı-devletçi sistemden pek de kopmadığımızı ortaya koyuyor. Kadrolar olarak bizleri her an uğraştıran ama insanın doğasına ait olmayan bu özellikler aslında sistem tarafından nasıl da yoğrulduğumuzu gösteriyor.

Açık ki yukarıda da belirttiğimiz gibi her bir görüngü bir metafiziğe, yani ruha, zihniyete karşılık gelir. Sıraladığımız duruşlar da ne kadar sistemin ruhsallığının, zihniyet dünyasının etkisinde kalındığını ispatlar. Biçimimizin, davranışlarımızın, eylemlerimizin özcesi yaşamımızın iktidarcı-devletçi sistemin dışında olabilmesi için ruhsallığımızın eş deyişle zihniyet dünyamızın onun dışında olması gerekir. Bu nedenle toplumsal doğanın temsillerine gerekli olan ruhsal arınmışlıktır, yani verili kapitalist modernite sisteminden tam kopuştur. Ruhumuz, zihniyetimiz kapitalist moderniteden koptuğu ölçüde bedenleşen, maddeleşen yaşam pratiğimiz de ondan kopacaktır. Tüm büyük dinlerin, bilgelerin, filozofların nefs terbiyesi çerçevesinde kavramsallaştırdıkları ruhsal arınma yeni yaşamımızı ve dünyamızı üzerine kuracağımız temel gerçekliktir.

Beş bin yıllık iktidarcı devletçi sistemin gücünü zihniyetten aldığını, jerontokratlardan tutalım günümüz kapitalist tekelciliğine kadar tüm egemenlerin zihniyet tekeli olarak örgütlendiklerini, algıları yönettiklerini, yaşamı saptırarak ona hükmettiklerini gözettiğimizde bunun hiç de kolay olmayacağı da bir o kadar gerçektir. En az beş bin yıldır iktidarcı-devletçi sistem insani ve toplumsal olan gerçekleşmelerin inşa edilmiş gerçeklikler olduğunu bilmekte ve tersinden olumsuz bir inşa yapmaktadır. Erkekte, kadında, toplumda, yaşamda görülen tüm anormalliklerin kaynağında işte böylesi bir inşa vardır. Katıldığımız halde partileşmeyen, toplumsal doğamızla uyumsuz tüm yanlarımızın kaynağında işte bu inşa edilmişlik vardır. Çok köklü bir şekilde gerçekleştirilmiş ve hala da tüm imkanlarla sürdürülmek istenen bu inşanın basit bir nesnesi olmaktan çıkış o nedenle oldukça zordur. Deyim yerindeyse kendini yakıp, küllerinden yeniden yaratmayı gerektirmektedir. İşte demokratik modernite temelinde komünal olan özüyle buluşmuş yeni insanın, özgür yaşamın inşası bu anlamdadır.

Yeni ve özgür yaşam anlamına gelen demokratik modernite, her toplumsal gerçeklik gibi inşa edilecektir ve her toplumsal inşa gibi o da bir zihniyetin ürünü olacaktır. Yani onu doğuracak olan kapitalist modernite sisteminin bilme ufkunun ötesine geçen, toplumsal doğayla uyumlu bir zihniyettir. İşte demokratik modernitenin inşası için gerekli olan bu zihniyetin edinileceği ve derinleştirilerek geliştirileceği yer ise akademilerdir.

Akademi yoksa demokratik modernite inşası da yoktur

Nasıl ki teorisiz pratik, bilinçsiz iş, ruhsuz beden, enerjisiz madde olmuyorsa, akademiyasız da toplumsal inşa olamaz. Çünkü akademiler toplumsal beyin merkezleridir. Demokratik modernitenin akademiyasız gelişemeyecek olması bundandır. Gelişemez çünkü, demokratik modernitenin özüne uygun inşası, ancak özüne uygun zihniyetinin olmasıyla olabilir. ‘Zihniyet devrim merkezi’, ‘entelektüel devrim merkezi’ olarak tanımlanan akademinin olmazsa olmazlığı buradan gelir. Akademi burada sistemden ruhsal (düşünsel, anlamsal ve zihni) kopuşun gerçekleştiği yer anlamındadır. Ruhsal arınmanın, ruhsallığın yeridir. Anlam inşa etme yeridir. Ruhta, anlamda kazanma yeridir. Bu da evrensel ilke dahilindedir. Oluş böyledir. Oluşun dili dualidir, yani ikilidir. Her oluş madde-enerji ikilisidir. Bunlardan biri olan enerji (ruh) belirleyici olandır. Bunu her şeyde görmek mümkündür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi tüm bedenleşmeler ruhun dışavurumlarından başka bir şey değildir.

Bu çerçevede akademikleşme açısından en önemli husus, akademikleşmenin demokratik modernitenin inşasıyla bağlantısının kurulması zorunluluğudur. Bu şu demektir: görevi demokratik moderniteyi inşa etmek olan PKK kadrosu akademikleşmeyi sağlamadıkça bu görevini başarıyla icra edemeyeceğini bilmek durumundadır. Farkına varılmayan, anlaşılmayan, bu nedenle de gerekleri yerine getirilmeyen husus da budur. Bir taraftan kıyameti koparırcasına akademikleşmenin gerekli olduğunu ortaya koyan, bu olmazsa hiçbir şey olmaz diyen bir Önderlik gerçeği, diğer yandan ise akademikleşmeye yanaşmadığı halde her şey yolunda gidiyormuş, demokratik modernite inşa ediliyormuş gibi davranan kadro gerçekliği. Açık ki bu çok çelişik ve Önderlik gerçeğiyle direkt çatışan bir duruştur.

Peki, gerçekten de insanı insan olmaktan çıkaran, yaşam düşmanı hiyerarşik devletçi sistemi nasıl aşacağız?

Görevimiz ve tek işimiz olan demokratik konfederalizmi inşayı ilanından on sekiz yıl sonra ne kadar gerçekleştirdik? Duruşumuzla bunu başaracağımızı gösterebiliyor muyuz?

Özgürleşmek için kopmamız gereken genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modernist yaşamdan ne kadar koptuk? Dahası bunun için ne kadar çaba sahibiyiz?

Mademki toplumsal gerçeklikler inşa edilmiş gerçekliklerdir ve her birey-toplum zihniyet gücüyle yaratılıyor, o halde bunu nasıl ve hangi zihniyetle gerçekleştireceğiz?

Mademki PKK’nin programını demokratik modernitenin inşası oluşturuyor ve demokratik modernite de akademiyasız gelişemeyecek o halde akademikleşme düzeyimiz ne kadardır? Ne kadar akademik kadro haline geldik ve toplumsal yaşamın hangi alanında ne kadar akademi kurup işlevsel kıldık?

Açık ki tüm bu sorulara verdiğimiz yanıtlar yetersizdir ve işin özünü kavramaktan uzaktır. Peki, bu neden böyledir?

Katıldığımızı söylediğimiz Önder Apo’nun belirttikleri bu kadar net ve açıkken biz neden net değiliz?

Neden Önder Apo’nun yaptığı ve sonuçlarını herkesin gördüğü bu hayati çalışmaya bu kadar ilgisiziz?

Neden öyle olmamız gerektiği halde, akademik kadrolar haline gelemiyor, yaşamın her alanında kurmamız gerektiği halde akademileri kurmuyor, var olanları işlevsel kılmıyoruz? Açık ki bu yetersiz ve kendine göre duruşla çok köklü, radikal bir yüzleşme olmadıkça mevcut yetmez ve yüzeysel duruşumuzu aşmamız mümkün olmayacaktır.

Kendinden ve görevlerinden kaçış

Hiç kuşku yok ki her eylemin, davranışın bir anlamı vardır. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi her görüngü bir metafiziğe yani düşünce, ruh ve duyguya, zihniyete karşılık gelir. Görüngüler kişideki zihniyet durumunu görünür kılar. Akademik kadro olmamak için diretiyorsak, demokratik moderniteyi inşa etmek için olmazsa olmaz olan akademileri geliştirmekte bu kadar isteksizsek o zaman bunun bir anlamı vardır. Bu duruş da bir zihniyete karşılık gelmektedir. Peki, bu zihniyet durumu nedir ve neye karşılık gelmektedir?

Akademi ‘zihniyet devrimi’ merkezleri, ‘entelektüel devrim’ merkezleri olduğundan akademi inşa etmek, doğrudan bir zihniyet çalışması oluyor. Dolayısıyla zihniyet çalışmalarına yaklaşım aynı anlama gelmek üzere akademikleşmeye yaklaşım oluyor. Açık ki zihniyet çalışmalarına çok istekli bir yaklaşım yoktur. Yapılan tüm işlerin ideolojik, zihinsel işler olduğuna inanma yoktur. Daha çok alışkanlıklarla işleri götürme hakimdir. Bu ise yaratmıyor, üretmiyor, yenilik oluşturmuyor, rutinleştiriyor, zamanla da anlamsızlaştırıyor.

Halbuki zihniyet dünyasında işler bambaşkadır. Orada rahat olunamaz ve kalınamaz. Zihniyet deryasına derinlemesine daldıkça rahatsızlıklar, gerilimler, gerginlikler artar. Gerçek kafa yorma, politik insan olma gerçekliği o zaman yaşanır. İnsan potansiyelinin açığa çıkması da o zaman olur. Akademi insanı işli kılar, çalışmaya davet eder, insanı kendi çalışmasını tanımaya götürür.

Zihniyet çalışmaları aynı zamanda insanın kendisiyle en fazla mücadeleye tutuşması demektir. Zihniyetteki derinleşme mevcut olanla çatışır. Zihniyet enerji olduğundan ve enerji de yerinde durmaz olduğundan, zihniyet hep akar. Zihniyetin bu akışkan özelliği aynı zamanda onun devrimci özelliğini oluşturur. Anda gerçekleşmeler hep böyle olur. O nedenle dogmatizmle, muhafazakârlıkla, yerinde saymakla, kendinden memnunlukla, yetinmecilikle, kendine sevdalanmakla savaşa tutuşur. Anda oluşmayı, nefs terbiyesini, sistemden kopmayı dayatır, özeleştiriye çeker. Tüm bunlar da kişisel ve örgütsel statükoları yıkar.

Mevcut olanı yeterli gören veya “ancak bu kadar olur” diyenlerin sayısının hiç de az olmadığını gözettiğimizde, akademikleşmeye karşı güçlü bir direnişin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Azla yetinenlerin, mevcut olanı yeterli görenlerin akademikleşme, dolayısıyla zihniyet ve vicdan devrimini gerçekleştirme derdi de olamaz.

Görevimizin demokratik moderniteyi inşa etmek olduğunu ve bu inşanın da akademiyasız olamayacağını belirttik. Peki, görevimiz buysa biz neden akademi inşa etmiyoruz? Bu sorunun cevabının imkanlarla bir ilgisinin olmadığını herkes bilir. Açık ki imkanlar vardır. Peki, geliştirilmiyorsa, bu neden kaynaklanıyor?

Her şeyden önce bu durum ne kadar kendimize göre olduğumuzu gösterir. Her şeyi Önderlik ve parti adına yaptığımızı ama yaptıklarımızı Önderliğe ve partiye göre değil de kendimize göre yaptığımızı ispatlar. Yani kendimizi uyguluyoruz. Katıldığımız Önderlik bizden farklı bir katılım ve pratik isterken, biz bu yaptıklarımızla aslında “tamam öyle deniyor ama böyle de olur” diyoruz. İşleri bu şekilde de yürütebileceğimizi, dahası yürüttüğümüzü sanıyoruz. Bu yönüyle pratiğimizle parti içinde aslında kendimize göre bir zihniyet çerçevemizin, doğrularımızın olduğunu ve bunları uyguladığımızı göstermiş oluyoruz.

Diğeri, demokratik modernitenin inşası için gerekli olan akademilerin inşasına yanaşmamak, gerçekte akademik kadro olamamak anlamına gelir. Zira akademik kadro haline gelebilmiş birinin toplumsal beyin merkezleri, entelektüel devrim merkezleri şeklinde tanımlanan akademileri inşaya kalkışmaması söz konusu olamaz. Kişi buna meyletmiyorsa, o zaman akademik kadro olmak dolayısıyla kendisiyle mücadeleye etmek, kapitalist modernitenin etkilerinden kurtulmak istemiyor; gerekli içsel savaşı verme cesaretini göstermiyor ya da sistemden kopmamayı tercih ediyor demektir.

Her yere akademi ve her parti kadrosu akademik kadrodur

İnsanın ‘mikro kosmos’, ‘evrenin özeti’, ‘ikinci doğa’ olduğu bugün, iktidarcılık ve devletçilikten kopan tüm ideolojilerin ortak kabulü haline gelmiştir. Dahası geçmiştekilerin sezgi ve hissedişle ulaştığı bu hakikati, bugün bilimsel düşünüş görünür kılarak ispatlamaktadır. Her şey insanın özünde ilahi olduğunu göstermektedir. Bunu hakikate yakın tüm felsefe ve dinlerde, günümüzde de bilimsel düşünüşte görüyoruz. İnsan gerçekten de ontolojik olarak güçlüdür, gücü her şeye yetendir. Günümüzde insanın düşürüldüğü hallere bakıp aldanılmamalıdır. Öz kaybolup gitmediğine, içkin olarak var olduğuna göre, insana inanmaktan, ona güvenmekten daha doğru bir şey olamaz. Genelde insanı, özelde de PKK insanını güçsüz görmemeli, onunla her şeyi başaracağımıza inanmalıyız. Bunları neden hatırlatıyoruz? Çünkü akademi kurup işlevsel kılmayı imkansıza yakın zorlu hale getirme eğilimleri var da ondan.

Genelde insan gerçekliğine ilişkin belirttiklerimiz, özelde de PKK insanının başardıklarına bakmamız akademi kurmak ve işlevsel kılmak için uygun insan bulunamadığı yönündeki söylemlerin ne kadar anlamsız ve yersiz olduğunu ortaya koyar. Peki, bu söylemlerin arka planında ne var?

Demokratik ulusun tüm boyutlarda inşa edilmesi gerektiği açık. Demokratik modernite de akademiyasız inşa edilemeyeceğine göre, o halde demokratik ulusun her boyutunun örgütlenmesi için akademi gereklidir. Dahası yaşamın ihtiyaç duyulan tüm alanlarında mutlaka akademi gereklidir. İktidarcı-devletçi sistemin boş bırakmayıp kendisini örgütlediği, onlarca kurum kurduğu bu alanlarda özgür yaşamın yeniden inşası açık ki akademileri gerektirmektedir. Bu durum, demokratik ulusun tüm boyutlarında akademilerin inşa edilmesini bir zorunluluk haline getirmektedir. Bu, her parçada sayısız akademinin kurulup işlevsel kılınması anlamına gelmektedir.

Peki, somut durum böyle midir? Boyut örgütlenmelerinin akademik inşası ne kadar gelişmiştir?

Avrupa ve Kurdistan’ın her bir parçasında kaç akademi vardır? Belirtilen yerlerin hangisinde akademik düzenin kurulması için yeterli ve donanımlı parti kadrosu yoktur?

Rahatlıkla her yerde birden fazla akademi kurup işlevsel kılacağımız yeterli sayıda kadro bulunmaktadır. Her çalışma merkezimiz, komitemiz bu imkana fazlasıyla sahiptir. Aynı arkadaşlarla tüm bir alanı, ülkeleri, KCK sistemini yönetip yönlendiriyoruz da neden direkt işin içinde olacağımız akademileri kurmuyoruz? Akademi kuracak donanımda olamayan bir kadronun ülke yönetmesi, KCK sistemini inşa etmesi nasıl mümkün olacak? Eğer kadro bu kadar donanımsızsa, yeterlilik yoksa, o halde bu komiteler nasıl işliyor? Komiteler, parça örgütleri, KCK sistemi nasıl yönlendiriliyor, denetleniyor? Açık ki ipe un serilmekte ve kurnazlık yapılmaktadır. Kendini yormama ve kendine görelik var.

Böyle olduğu için de komiteler gerçek komite, alan yönetimleri de gerçek yönetim haline gelemiyor. Halbuki komiteleri komite, yönetimleri yönetim yapacak olan akademilerdir. Akademilerle insan yaptığı işi tanır. Yapılan işe hakimiyet akademiyle olur. Zira akademi yoğunlaşmak, aramak, bulmak, kafa yormak ve oluşmak demektir. Toplumsal proje üretmek, zihniyet ve vicdan devrimlerini yapmak, politikleşmek, işlevselleşmek demektir. Önderliğimiz demokratik modernitenin akademiyasız ve akademik kadrosuz gelişemeyeceğini bu nedenle belirtiyor. Akademikleşemeyen bir alan merkezinin kendi akademik kadrosunu inşa etmesi düşünülebilir mi? Kendi akademik kadrosunu inşa edememiş bir alan merkezinin demokratik moderniteyi inşa çalışmasına girişmesi mümkün olabilir mi? Açık ki hayır! O halde tez elden herhangi bir gerekçeye sığınmadan, dönemin en temel çalışması olan akademikleşmeyi demokratik ulusun tüm boyutlarında ve yaşamda ihtiyaç duyulan her konuda inşa etmek gerek.

Önderliğimiz akademiler için herhangi bir mekân sınırlaması getirmedi. Akademinin her yerde olabileceğini, olması gerektiğini söyledi. Dağ başlarını da özel olarak belirtti. Kimileri akademikleşmenin ancak toplum içinde olabileceğini, aksi halde anlamının olamayacağını belirtiyor. Bu da çok tersten ve yanlış bir okumadır. Entelektüel görevler kapsamında yapılması gereken en temel çalışma olan akademi her yere ve herkese lazımdır. Çünkü zihniyet devrimi, vicdan devrimi, entelektüel devrim herkese lazım. Akademik kadro olmak da zaten parti kadrosu olmak anlamına gelir.

Önderlik, “Kadro sıkça vurguladığımız gibi parti zihniyetini ve program esaslarını en iyi özümseyen ve tam bir coşku seli halinde pratiğe aktarmaya çalışan militanları ifade eder. Dönüşümün kurmay ekibidir. Teori ile pratik bağını kurabilen, kitlesel örgütleme ile etkinliği buluşturup yönetebilen özellikler taşımaktadır. Ayrıca toplumsal ahlakı ve politikanın yaratıcılığını şahsında birleştiren kimliktir. Kadro olmak bir aşk bir tutku işidir. Kendini amaçlarına sınırsız bir inanç, kararlılık ve aydınlıkla yatırmak demektir. Bu nitelikleri olmayan bir heves kariyer tutkusu ile önü tutmak isteyen kişiler hep olumsuz sonuçlara yol açarlar.

Eskiden öncü parti kavramı denilen misyon demokratik modernitenin kuramsal ve eylemsel öncülüğü olarak yetkinleştirilmiştir. Sistemin üç temel ayağı olan ekonomik, ekolojik ve demokratik toplumun (kent, yerel, bölgesel, ulusal ve ulus ötesi demokratik konfederalist yönetim) zihinsel ve iradesel ihtiyacını karşılamak yeni öncülüğün temel misyonudur. Bunun için yeterli sayıda ve nitelikte akademik yapıların inşası gereklidir. Modernitenin akademik dünyasını sadece eleştirmekle yetinmeyen, alternatifini geliştiren yeni akademik birimler içeriklerine göre çeşitli adlarla inşa edilebilir. Ekonomik-teknik, ekolojik-tarım, demokratik siyaset, güvenlik-savunma, kadın-özgürlük, kültür-kimlik, tarih-dil, bilim-felsefe, din-sanat başta olmak üzere önem ve ihtiyaçlara göre toplumun her alanına ilişkin olarak inşa etmek görevdir. Güçlü bir akademik kadro olmadan demokratik modernite unsurları inşa edilemez. Akademik kadro ne kadar demokratik modernite unsurları olmaksızın anlam ifade etmezse, demokratik modernite unsurları da akademik kadrolar olmaksızın anlam ifade etmez, başarılı olamazlar. İç içe bütünsellik, anlam ve başarı için şarttır.

Kapitalist modernitenin sırttaki lanetli elbise gibi duran fikri, zikri ve eylemi birbirinden ayırma anlayışını, mutlaka terk etmek, aşmak gerekir. Fikir-zikir-eylem birbirinden asla ayrılmayan, hakikatin hep sırtta tutulması, bütünlük içinde giyilmesi ve yaşanması gereken yücelik nişaneleridir. Üçünü bir arada nasıl yaşamalı, ne yapmalı ve nereden başlamalı sorularına verilen yanıtlar temelinde temsil edemeyen kimse, hakikat savaşına çıkmamalıdır. Hakikat savaşı, kapitalist modernite çarpıtmasını kabul etmez, onunla yaşayamaz. Özcesi akademik kadro beyindir, örgüttür ve bedende (toplumda) kılcal damarlarla yayılandır. Gerçek bütündür. Hakikat, ifade edilen bütünsel gerçektir. Kadro, örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikattir” diyor.

Alıntıdan da anlaşılacağı üzere Önderlik parti kadrosunun görev ve sorumluluklarının arttığını, daha farklı bir düzleme geçmesi ve mutlaka akademik kadro haline gelmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Kadro beyin ise toplumda kılcal damarlarla yayılan ise, o halde kendisini bu düzeye getirmek durumundadır ki, bunun da ancak akademik kadro haline gelmekle mümkün olabileceği açıktır. İşte akademi bu denli her bir parti kadrosunu ilgilendirmektedir.

Parti kadrosu akademikleşme görevinden kaçamaz

Ama akademikleşmeyi kendi işi olarak görmeyenlerin sayısı hiç de az değildir. Kaynağı zihniyet çalışmalarından kaçma olan bu eğilim, eğitimi, ideolojik mücadeleyi, kadrosal sorunlarla ilgilenmeyi ve hür türden zihniyet çalışmasını, baştan aşağı bir zihniyet devrimi örgütü olarak kurgulamış olan PKK’de sadece kimi alanların veya kimilerinin işi olarak görür. Kendisini pratisyen, başkalarını da teorisyen olarak düzenleyen bu yaklaşım tastamam bir kendine göreliktir. PKK hiçbir zaman böyle bir örgüt olmadı, olamaz da. Çünkü bu ele alış, oluşun özüne terstir. Teori-pratik birbirinden kopartılamaz, biri olmadan diğeri olamaz.

Bugün akademikleşme olmadığından alanlar ve komiteler kendi çalışmalarının teorik çerçevesine hakim değiller. Daha çok dar pratikçilik ve yöneticilik yapılmaktadır. Halbuki başından beri parti kadrosunun görevi toplumu eğitmek, örgütlemek ve eyleme çekmektir. Bu eskiden öyle olduğu gibi şimdi de öyledir. Demek ki parti kadrosunun en temel görevi, eğitmekmiş. Yeni dönemde Önder Apo, yukarıda da alıntıladığımız gibi, kadronun beyin, örgüt ve bedende yani toplumda kılcal damarlarla yayılan olduğunu söyledi. Yani parti kadrosunun toplum içindeki görevleri kapsamında değişen bir şey yoktur. Buna paradigma değişimiyle içine girilen üçüncü partileşme dönemini eklediğimizde durum daha da belirginlik kazanır. Buna göre parti, toplum kendi kendini yönetir duruma gelinceye kadar gereklidir. Yani partinin ve parti kadrosunun görevi, toplumu kendi kendini yönetir hale getirmektir. Tabi bunun için toplumu eğitmek, örgütlemek ve yönetim eylemine çekmek gerekir. Demek ki üçüncü partileşme döneminde toplumsal yönetim halktadır. Parti kadrosu Önderliği değil de kendini uygulayınca, zihniyet çalışması dolayısıyla eğitim çalışması yapmaktan kaçmakta, halkta olması gereken yönetim görevine ise dört elle sarılmaktadır. Böyle yaparak hem kendi işini yapmamakta hem de halkın kendi görevini yerine getirmesine fırsat vermemektedir. İşte dar pratikçilik denen husus tam da burada ortaya çıkmaktadır. Mücadelenin hemen her yerinde bu yönlü sorunlar fazlasıyla yaşanmaktadır.

Halbuki doğrusu parti kadrosunun mücadelenin olduğu her yerde toplumu eğitip örgütleyeceği ve ardından da eyleme çekeceği akademiler sistemini geliştirmesidir. Yani ideolojik çalışma yürütmesidir. Eğitimin, ideolojik çalışmanın sadece ideolojik alanın işi olduğu şeklinde yaygın ama tamamen yanlış ve yanılgılı bir anlayış vardır. Halbuki Önderlik “Ekonomik-teknik, ekolojik-tarım, demokratik siyaset, güvenlik-savunma, kadın-özgürlük, kültür-kimlik, tarih-dil, bilim-felsefe, din-sanat başta olmak üzere önem ve ihtiyaçlara göre toplumun her alanına ilişkin olarak inşa etmek görevdir” demektedir. Sıralanan ve Önder Apo’nun kurmamız için bize görev verdiği akademilerin tümü ideolojik alanda değildir. Demek ki askeri, toplumsal ve siyasal alanlarda da benzer şekilde yani yaşamın tüm alanlarında ihtiyaç temelinde akademiler düzeni geliştirmemiz gerekiyormuş. İdeolojik alanın da akademik düzeni işletmede mesafe almadığı gözetildiğinde bir bütün halinde sorun yaşadığımız kendiliğinden anlaşılır.

Mevcut durumda işler olması gerektiği gibi değil alışkanlıklara ve aslında keyfe göre yürütülüyor. Yapılmakta olan işin teorisi bilinmeden o iş yapılmaya çalışılıyor. Halbuki yapılan iş tanınmalıdır, her alan kendi çalışma alanının öncelikle teorisini bilmelidir, zira teori pratikten önce gelir. Teorisi bilinmeyen iş yapılamaz. Yapılırsa da kendine göre yapılmış olur. Enerji-madde denkleminden tutalım da yaşamın en ince ayrıntısına kadar tüm gerçekleşmelerde teorinin, zihniyetin önemi ve önceliği kendini hep dayatır.

Zihniyet çalışmaları sadece birilerinin işi olarak görülemeyecek kadar herkese gereklidir. Bu her şeyden önce özgürleşme arayışı içinde olanlar için gereklidir. Düşünce en temel yaratıcı güç olduğuna ve insanlar kendilerini buna dayanarak oluşturduklarına, hatta yarattıklarına göre, düşünce çalışmalarından kaçış kendi olmaktan kaçıştır. Kendilik sağlam ve toplumsal doğaya uygun bir zihinsel güçle gerçekleşebilir. Bu hem bireysel bağlamdaki duruş hem de toplumsal inşalar için geçerlidir. Her işe akademinin olması lazım, Önderliğimizin yaşamın tüm alanlarına dair akademilerin kurulmasını istemesinin altında yatan temel etken de budur. Yaşam teorisiz, düşüncesiz, beyinsiz kurulamaz ve yaşamın her alanında bir kurulum gereklidir. Kuramsal ve eylemsel öncülük birliktedir, ayrıştırılamaz.

Kimse akademik görevlerinden kaçamaz, kimse bu görevi başkalarına ait olarak göremez. Akademikleşme olmayana kadar kadrolar görevlerine sahip çıkmış olmazlar. Bu tüm alanlar için geçerlidir ve PKK çalışması da ancak böyle hareket edildiğinde yapılmış olur. Bu da akademi ile olacaktır.

 

Demokratik modernite akademilerinde hakikat bütündür

Akademi iddiası ve amacı olan herkesin yeridir. Kendini bulmak, toplumu güzelleştirmek, politik insan olmak isteyen herkesin yeridir akademi. Bu yönüyle toplumsal doğanın bir kurumlaşmasıdır. Sistemin de benzer isimlerle kurumlaşmalarının olmasına aldanmamak gerekir. O kurumlaşmalar zihinsel kriz ve kendisine yabancılaşmış cahil üretme çiftlikleridir. O nedenle de özsel olarak akademi olarak adlandırılmayı hak etmezler. Akademiler, toplumsal sorunlara çözüm bulma yerleridir. Toplumsal sorunları çözmek de egemenlerin değil, toplumun kendi işidir.

Akademi yaşam kurulum merkezidir, eş deyişle yaşamın tüm alanlarıyla birlikte öğrenildiği, öğretildiği yerdir. Herkesin yaşamı öğrenmeye ihtiyacı olduğu gibi, okullu olup olmadığına bakılmaksızın herkesin öğretebileceği bir yerdir de. Önderliğimiz bu nedenle akademinin dağdaki çobanın ve profesörün yeri olduğunu söyledi. Her ikisine de lazım ve her ikisi de burada hem öğrencilik hem de öğretmenlik yapabilir, yapacaktır. Burada esas olan komple bir duruştur. Yani insan için gerekli olan fikir-zikir ve eylem birlikteliğidir. Hakikat en fazla da burada bütündür.

Sistemin akademi anlayışında birileri fikir üretir, birileri bu fikirleri kendilerinden hiçbir şey katmadan tekrar eder, yani ezberler, toplumun payına düşen de hiçbir yerinde olmadığı bu fikirleri uygulamak olur. Yani sistem ve onun akademisinde fikir-zikir-eylem birlikteliği parçalanmış haldedir ve parçalı toplumun hiçbir üyesi her üçünü bir arada yaşamaz. Bu, sınıflı topluma gerekli olan teorinin bir gereğidir. Yani bu parçalılık ve parçalılıktan doğan cehalet bölüşümü, özsel bir durumdur. Sümer rahiplerinin zigguratında, Brahmanların kast sisteminde, Pisagor’un akıl-ruh-istek denklemine, Platon’un mimar tanrısının (Demiurg) insanların mayasına çaldığı altın-gümüş-demir teorisinde, hep bu gerçekliği görürüz: Birileri düşünür, birileri söyler, geriye kalanlar da yapar. Burada fikir üretme bir meslek biçimindedir, yaşamdan-eylemden kopuktur. Çoğu zaman da Sofistlerin yaptığı gibi parayla ölçülen bir fiyatı vardır. Ve bunun doruk noktasını tüm sapkınlıklarda olduğu gibi kapitalizm temsil eder. Akademiyi topluma en gerekli ‘beyin merkezi’ olarak her yerde örgütlemek en kutsal iştir. Toplum işlerinin yapıldığı bu kutsal mekânları çoğaltmak, bu mekânlarda yer almak inşa çalışması yürütmenin yanı sıra iktidarcı-devletçi sistemle en ideolojik bir savaşa tutuşmak anlamına gelir.

Sonuç

Önderliğimiz İmralı’daki yoğunlaşmalarıyla tarihte mevcut hiyerarşik devletçi sisteme karşı mücadele yürüten, kendisini ‘bilimlerin bilimi’ olarak tanımlayan Marksizm de dahil tüm hareketlerin sistemiçileşmekten, erimekten kurtulamamalarının nedeni olarak hakim sistemin bilme ufkunu aşamama, onların paradigmalarının sınırlarında seyretme olduğunu gösterdi. Yoksa kimse tarihte demokratik toplum diye adlandırılan devlet dışı toplumsallığın bedel ödemediğini, mücadele yürütmediğini söyleyemez. Hareket olarak da bugünkü anlamda yeni paradigmaya ulaşmamış olsak da paradigma değişimine kadar Önderlik şahsında mevcut sistemin bir dişlisi olmama yönünde özenli bir çabanın gösterildiği bilinmektedir. Önderlik her zaman kendini ve yoldaşlarını yaratmaya büyük özen göstermiştir. Bunun için de eğitimi, özgün bir zihniyeti geliştirmeyi her şeyin merkezine yerleştirmiştir. İmkânları beklemek yerine en küçük bir olanağı, herhangi bir mekânı alternatif bir yaşam ve zihniyet yaratmak, bunu yaymak için değerlendirmiştir. Nitekim PKK’nin grup döneminin tüm kadrolarının Ankara’da kiralanan bir evin bodrum katında eğitildikleri, ilk derslerini oradan aldıkları bilinir. Bir eğitim akademisi biçiminde kullanılan bu evde alternatif bir yaşam inşası gerçekleştirilmiştir. Orada inşa edilen komünal yaşam ve fedai kadro duruşu PKK’nin mayasını oluşturmuş ve günümüze kadar gelmiştir.

İmralı işkence, tecrit ve soykırım sisteminde ise Önder Apo, hiç kimsenin yapamayacağı bir şeyi başarmış ve yaşadığı zihniyet devrimleriyle kendisini yeniden doğurmuş ve bunu başta Partisi ve halkı olmak üzere tüm insanlığa yaymıştır. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için bugün dünyanın tüm kıtalarında ve ülkelerinde başlatılmış olan kampanya, kapitalist modernitenin ve soykırımcı rejimin mutlak tecridine rağmen ne denli küresel bir Önderlik haline geldiğini göstermiştir. İşte Önder Apo tüm bunları kendisini akademi haline getirerek başarmıştır.

Katıldığımız ve esas aldığımızı söylediğimiz Önder Apo bunu yaparken, akademik düzeni geliştirme görevi bulunan bizim bu tarzda yaşadığımız, çalıştığımız ve hareket ettiğimiz söylenemez. Yerine göre yer sorunu, maddi sorunlar, kadro sorunu vb gibi PKK’nin yaşam felsefesiyle hiç de örtüşmeyen gerekçelerle bu çalışmayı yıllarca aksaktık. Yaşadığımız sorunların akademikleşmeyle bağını kurarsak, bu yaklaşımımızın ne denli büyük zararlar verdiğini de anlarız.

Bugün Hareketimizin ve halkımızın ulaştığı olanaklar devasadır. Bu yönüyle bir olanaksızlıktan bahsetmenin hiçbir maddi temeli yoktur. Dahası en büyük olanak olan insan, Önderliğimiz tarafından yaratılmıştır. Özgürce düşünebilen, sisteme karşı boyun eğmeyip, ona kafa tutan, kendi alternatif sistemini kurmaya girişen bir halk gerçekliği yaratılmış durumdadır. Yine PKK kadrosunun gücü görülmek durumundadır. Açık ki insan kaynakları anlamında PKK’nin ve onun mücadelesiyle dirilmiş Kürt halkının yaşadığı bir olanaksızlık yoktur. Tam tersine Önderliğimizin önümüze koyduğu dünya akademiler sistemini kurmaya yetecek kadar kadromuz vardır. O halde dünyayı değiştirmek için gerekli olan Dünya Kültür ve Akademiler Konfederasyonunu kurmanın önündeki en büyük engelin bizzat kendimiz olduğunu görmeli ve durumumuzdan irkilerek parti kadroları olarak partinin verdiği görevleri yerine getirmeye seferber olmalı ve yaşadığımız tüm sorunları akademik kadro haline gelerek aşabileceğimizi bilerek yaşamalı, çalışmalı ve mücadele etmeliyiz.