HPG

Hêzên Parastina Gelê Kurdistan

PKK Yürütme Komite Üyesi Duran Kalkan ile Demokratik Modernite ve sosyalizm üzerine yaptığımız röportajın son bölümünü yayınlıyoruz.

– Rêber Apo sınıf sorununu içsel-uygarlıksal bir çelişki olarak tanımlıyor ve bu nedenle toplumsal tarihin tek dinamiği olmadığını belirtiyor. Daha ziyade, temel çelişkinin merkezi uygarlık güçleri ile uygarlık karşıtı güçler (halklar, etnik gruplar, kadınlar vb.) arasında olduğunu vurguluyor. Bununla birlikte, bugün Kapitalist Modernitenin küresel bir sistem olduğu ve ekonomik sömürünün (yani sınıf sorununun) insanlığın büyük bir kısmı için belirleyici bir gerçeklik olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Demokratik Modernitede sınıf sorunu nasıl bir rol oynamaktadır? Bu sorunun sistem karşıtı güçlerin siyasi stratejisinde ne gibi bir önemi olmalıdır?

Duran Kalkan: Önder Apo sınıf sorununu tekelci uygarlıkla bağlı olarak ele alıyor ve onun bir iç sorunu olarak kabul ediyor. Fakat dikkat edilirse sınıfı reddetmiyor. Tekelci uygarlık sistemi altında sınıfların olmadığını, dolayısıyla sınıf çelişkisi ve mücadelesinin bulunmadığını söylemiyor. Tersine bunu kabul ediyor ve daha da açıklık getiriyor. Şunları söylüyor; sınıflaşma tekelci uygarlıkla bağlı olarak şehir zemininde gelişmiştir. Tekelci uygarlığın bir iç unsuru olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla sınıflaşma, devletleşme, iktidarlaşma iç içe, birbirlerini güçlendiren, tamamlayan unsurlar olarak ortaya çıkmışlardır. O halde tekelci uygarlık altında sınıflar, sınıf çelişkisi ve mücadelesi vardır. Bu da belli olan açık bir mücadeledir. Bunun devrimci hareketler tarafından da doğru görülmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Bunları ifade ediyor. Bu çerçevede şunları da eleştiriyor: Örneğin, “Temel çelişki ve mücadele sınıf çelişkisi ve mücadelesidir tanımının doğru olmadığını” söylüyor. Çünkü sınıflar MÖ dört bin yıllarında Sümer sisteminde ortaya çıktılar. Ondan bu yana geçen altı, yedi bin yıllık zaman diliminde vardırlar. Ama toplumlar ondan öncesinde var. Toplumsal yaşam ondan önce de söz konusu. Ama oralarda sınıf yoktur. O halde toplumsal gelişmenin temel dinamiği sınıf çelişkisi ve mücadelesi değildir. Eğer öyle olursa o zaman Sümer öncesi toplumsal gelişmenin dinamiği neydi, neye dayanarak gelişme oldu sorularına cevap veremeyiz.

Diğer yandan toplumlar sınıflarla ifade edilemez, adlandırılamaz. Nitekim biliyoruz, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum gibi toplum tanımlamaları geliştirildi. Bunlar yanlıştır dedi. Kölecisi, feodali, kapitalisti olmayan toplumlar da vardı. Sümer öncesi toplumlar böyleydi. O zaman o toplumları neyle adlandıracağız? Demek ki toplumsal yapıyı var olan sınıflarla adlandırmak da doğru değildir. Tek başına sınıfsal tanımlamalar toplumu, en genel anlamda da tarihsel toplumu ifade etmez. Örneğin köleci toplum demek o toplum ilişkilerini, toplum gerçeğini tanımlamak anlamına gelmez. Toplum kölelerin varlığıyla ortaya çıkmıyor. Ondan oluşmuyor. Onun için Politik ve Ahlaki toplum kavramını geliştirdi. Toplumun, bireylerin politika ve ahlakla birbirilerine bağlanması temelinde oluştuğunu, toplumsal yapının bu biçimde şekillendiğini ifade etti. Toplumu belirleyen temel unsurlar olarak politika ve ahlakı tanımladı. Toplumsal gelişme ya da gerileme düzeyini de bir toplumdaki politika ve ahlakın işlerlik düzeyine bağladı. Bir toplumda politika ve ahlak ne kadar etkiliyse, güçlü işliyorsa onu gelişmiş toplum olarak ifade etti. Tersine politika ve ahlak kurumları ne kadar zayıflamışsa, zayıf işliyorsa, gerilemiş toplum olarak ifade etti. Toplumsal dağılma, yok olmayı da politika ve ahlak kurumunun tamamen işlevsiz hale getirilmesi ve yok edilmesi olarak öngördü.

Şimdi bunlar kuşkusuz çok önemli tanımlamalardı, değerlendirmelerdi. Toplumsal yapı ve sınıf gerçeği değerlendirilirken bu tanımlamaları kesinlikle dikkate almalıyız.

Toplumun belirleyeni sınıflar değildir

Demek ki toplumsal varlığı sadece sınıfla başlatmak ve sınıf mücadelesiyle tanımlamak doğru değildir. Sınıflar ortaya çıkmamışken de toplumlar vardı. Sınıf mücadelesinin dışında da toplumların yürüttüğü, yaşadığı mücadeleler var. Kısaca sınıf çelişkisi, mücadelesi elbette önemli bir çelişki ve mücadeledir. Kapitalizmle bu çok daha etkinlik ve derinlik kazanıyor. Bunlar doğru. Ama tüm bunlara rağmen yine de hiçbir zaman toplumun belirleyeni sınıflar değildir, toplumsal gelişmenin temel dinamiği de sınıf mücadelesi değildir.

Peki, temel ayrışım nedir? Merkezi tekelci uygarlık güçleriyle demokratik uygarlık güçleri arasındaki ayrımdır. Temel, belirleyici mücadele de bu iki güç toplulukları arasındaki mücadeledir. Tarihsel gelişmenin temel dinamiği olarak bunu böyle görmemiz lazım.

Böyle ele alınınca şunu görüyoruz: demek ki sınıf sorunu temel çelişki arz eden bir sorun değil. Fakat iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı, kapitalist modernitenin de derinleştirerek geliştirdiği toplumsal sorunlardan bir tanesidir. Önemli bir sorundur. Özellikle burjuva sınıfının doğması, iktidarı ele geçirmesi, ulus devlet yapılanması ve toplum üzerinde her boyutta kurulmak istenen egemenlik döneminde bu sınıf tahakkümü çok daha etkili hale geliyor. Önder Apo savunmalarında değerlendirdi. Eskiden bir kral vardı, şimdi her burjuva kendi yerinde bir kral oldu. On binlerce kral ortaya çıktı. Dolayısıyla burjuva egemenlik düzeni toplumlar tarafından kaldırılamaz düzeyde ağır bir yük haline geldi. Bir kral on bin krala dönüştü. Baskı ve sömürü sistemi bu kadar yaygınlaştı ve genelleşti.

Önder Apo ayrıca sınıf sorununu bürokrasi sorunuyla birlikte ele alıyor ki mevcut burjuva sınıflaşmanın geliştirdiği devasa bürokrasiyle toplum üzerinde gerçekten kaldırılamaz ve taşınamaz bir yük haline geldiğini açıkça ifade ediyor.

Diğer yandan sistem karşıtı güçlerin siyasi stratejisinde kuşkusuz sınıf mücadelesinin önemli bir yeri vardır. Bunu hiç kimse inkar edemez. Önder Apo’nun ifade ettiği, açıklık kazandırmak istediği şey bunun inkar edilmesi ya da görülmemesi değil, tersine böyle bir mücadelenin temel belirleyici bir mücadele olarak görülmesi hususudur. Yani sınıf mücadelesini devrimci gelişmeyi belirleyen, devrimci mücadeleyi sonuca götüren, zafere götüren bir mücadele olarak görmektir, bu doğru değildir, yetersiz bir tanımlamadır. Çünkü bir sınıfın diğer sınıfı yok etmesi, kendisini de yok edecek. O zaman ortaya ne çıkacaktır? Aslında iddia edilen, kavramsal olarak geliştirilen bir çok şey dikkat edilirse kendi içinde de çelişki arz ediyor. Önder Apo bu çelişkilere dikkat çekti ve sınıf mücadelesine böyle yaklaşılmaması gerektiğini belirtti. Şu iki hususu görmemiz lazım. Birincisi hala sınıf çelişkileri ve çatışması söz konusudur. Sınıflar varlığını koruyorlar. Eskiye göre değişiklikler olsa da işçi sınıfı-burjuva ayrışması daha önceki çağlardaki sınıf ayrışmasından farklı olsa da, yine mevcut durumda burjuva-işçi sınıfı çelişkisinde değişiklikler küresel düzeyde yaşanmış bulunsa da söz konusu sınıf yapılanması var, sınıf çelişkisi ve onun yol açtığı mücadele devam ediyor. Egemen sınıf, burjuvazi bürokrasiyle birlikte devleti bütün toplumu yutacak kadar büyüttü, genişletti, ağırlaştırdı. Böyle bir devletin yükünü sadece işçiler değil hiç kimse kaldıramaz, taşıyamaz. Bu anlamda sınıf mücadelesini önemli bir mücadele olarak görmemiz gerekli.

Sosyalist kazanımlar eleştiri-özeleştiri ile değişim ve dönüşüma uğratılırsa önemli sonuçlar yaratır

Diğer yandan 19. yüzyılın ortalarından bu yana reel sosyalizmin sınıf çelişkisini ve mücadelesini esas alan bir pratiği var. Bu düşüncede, örgütlenmede ve eylemde tarihi anlamda büyük gelişmelere yol açtı. Marksist-Leninist düşünce gelişim gösterdi. İşçi partileri, sosyal demokrat ve komünist partiler ortaya çıktılar. Bu partiler topluma uzun süre öncülük etmeye çalıştılar. Dahası 1917 güzünde Rusya’da Ekim Sosyalist Devrimi gerçekleşti ve Sovyetler Birliği kuruldu. Bu gelişme Asya’ya, Doğu Avrupa’ya, Afrika’ya, Amerika kıtasına kadar bütün dünyaya yayıldı. Sosyalist Devlet adı altında onlarca devlet ortaya çıktı. Kendi içinde siyasi-askeri-ideolojik ittifaklar kurdular, paktlar oluşturdular. Güç birlikleri yarattılar. Aslında tarihin bir dönemindeki olay ve olgulara, yaşanan gelişmelere damgalarını vurdular. 1920’lerden 1990’lara kadar yetmiş yıllık tarih kesiti içerisindeki gelişmelerin belirleyici etkeni oldular. Bunların ortaya çıkardığı önemli bir miras var. Düşünce olarak, pratik olarak, parti örgütlenmesinden sendikalara kadar, işçi örgütlenmelerine kadar, çeşitli kurumlaşmalar olarak mücadele anlayışı, tarzı olarak büyük bir miras vardır. Her ne kadar Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle birlikte bu miras büyük bir darbe yediyse ve ortaya çıkartılan gelişmeler, düşünce olarak da maddi kurumlaşmalar bakımından da önemli bir daralma ve gerilemeyi yaşadıysa da yine de bunlar birer gerçek ve hala değişik düzeylerde de etkisini koruyor. Çok önemli bir miras olarak varlığını sürdürüyor. Dolayısıyla bu gerçeği görmek lazım.

Şimdi Demokratik Modernite devriminde ya da Demokratik Modernite inşasında bu kazanımlar nasıl rol oynayabilir? Önümüze böyle bir soru da çıkmaktadır. Aslında bunlara içinde bulunduğumuz dönemde, demokratik ulus inşası sürecinde nasıl rol oynatabiliriz, etkili kılabiliriz? Bizim karşı karşıya bulunduğumuz ve cevaplamamız gereken esas soru bu oluyor. Bir defa bu mümkün mü, değil mi? Diğer yandan gerçekleştirilirse ne tür gelişmelere yol açar? Benzer soruları sorup cevaplar oluşturmamız gerekir.

Kısaca bu konuda da şu söylenebilir; Elbette böyle bir mücadele içine çekilebilirlerse ciddi rol oynarlar. Çünkü yakın tarihin en devrimci akımı buydu. Bütün akımları yedekledi, kendisinde birleştirdi. Bütün devrimci mücadeleleri ve gelişmeleri kendi içine çekti. O bakımdan büyük bir mirasa sahip. Bu mirasın Demokratik Modernite inşasında değerlendirilebilmesi mümkün mü? Evet, bu mümkün! Fakat bunu mevcut zihniyet yapılanışını, teorik algılamasını, ideolojik duruşunu, mücadele anlayış, strateji ve taktiklerini koruyarak

gerçekleştiremez. Ancak bu hususlarda önemli değişiklikler yaşanırsa, Demokratik Modernite inşasında bu güçler önemli, etkili rol oynayabilirler. Bu bakımdan da esas görev bu gelişmeleri, sosyalist kazanımları eleştiri-özeleştiri ile değişime ve dönüşüme uğratabilmekte yatıyor. Yani reel sosyalizmin çözülüş nedenlerini ciddi bir biçimde değerlendirip eleştiri-özeleştiriye tabi tutarak hata ve eksikliklerini bulup zihniyette ve örgütlenmede, mücadele tarzında düzeltecek, sınıf mücadelesinin diğer toplumsal kesimlerin mücadelesiyle birlikte anlam kazanarak zafere gitmesini sağlayacak bir anlayış ve tarz düzeltmesinin bu alanda gerçekleştirilmesi lazım. Bunun için çaba harcamak gerekiyor.

Dikkatli bir biçimde eleştiriyi geliştirmek, hata ve eksikliklerle birlikte doğrularını ortaya koyarak gerekli değişim ve dönüşümün yaşanabilmesi açısından yön verici olabilmek lazım. Kesinlikle cepheden karşıt ele almak asla doğru değildir, kabul edilemez. Yine tümüyle reddetmek de doğru değildir, kabul edilemez. Çünkü gerçekte ortada reddedilecek bir şey yoktur. Aslında sosyalist bilinç ve eylemin gelişiminin önemli bir dönemini, durağını ifade ediyor. Yaşanmış bir gerçekliktir. Onu olduğu tarzda kabul edemeyeceğimiz gibi yok saymamız, görmezden gelmemiz de mümkün değildir. O halde yapılması gereken, insanlığın bu büyük mirasını eleştiri-özeleştiriyle yeni sürece çeken, Demokratik Modernite inşasının bir unsuru haline getiren bir değişim ve dönüşümü gerçekleştirmektir.

Bunun için de dikkatli yaklaşmak, doğru ele almak lazım. Reddedici, inkar edici, cepheden karşıya alıcı olunamayacağı gibi, olduğu gibi de kabul edilemez. Çünkü o tarzda artık hiçbir yere varılamaz. O zihniyet ve o tarzla hiçbir sonuç elde edilemez. Dikkat edilirse Ekim Devrimi de, ulusal kurtuluş hareketleri de tarihsel bir dönemin ürünüydüler. Artık o dönem aşıldı ve o tür hareketlerin gelişme sağlaması, başarı kazanmasının koşulları kalmadı. İmkanı ve fırsatı yok oldu. Bu açık bir gerçek. O halde değişime, dönüşüme uğratmak lazım. Bu açıdan da cepheden reddederek değil de devrimci gelişmenin bir döneminin ortaya çıkardığı tarihi gelişmeler olarak öngörüp esas alarak onların devrimci temelde eleştirisini gerçekleştirmek, özeleştirisini ortaya çıkartmak, böylece reel sosyalist güçlerin zihniyet ve tarz değişim ve dönüşümlerine katkı sunmak, gerçekleştirmeye çalışmak lazım. Bu yönlü büyük bir mücadeleyi Önder Apo yürüttü.

Gerçekten de içerik olarak son derece zengin, dil olarak anlaşılır, üslup olarak sonuna kadar kazanımcı bir yaklaşımla reel sosyalizmin eleştiri-özeleştirisini yaptı. Bunu aslında özgürlük akımının tarihsel olarak en güçlü özeleştirisi olarak da değerlendirdi. Buradan yola çıkarak paradigma değişimini gerçekleştirdi. Böylece özgürlük akımlarının zafer kazanmasının yolunu açtı. Çünkü tarihsel geçmişe baktığımızda ya zafer kazanamıyorlardı ya da kazandıkları zaferi uzun ömürlü kılamıyorlardı. En son reel sosyalizm de o kadar güce rağmen en fazla yetmiş yıl yaşayabildi. Neden? Çünkü iç çelişkileri vardı. Yani amaçla araç bütünlüğü yoktu, uyumu yoktu. Sosyalizm inşası için öngördükleri araçlar sosyalizmin özgürlük, eşitlik, paylaşım ilkeleriyle uyumlu değildi. Tersine tam bir çelişki halindeydi. Zaten bu iç çelişki reel sosyalizmin böyle dıştan hiç ciddi baskı olmadan kendi içinden çözülmesine yol açtı. Bu son derece açık ve anlaşılır bir durumdur.

Bunların ortaya konması, söz konusu güçlerin dogmatizmi, kalıpçılığı kırarak eleştiri-özeleştiriyle kendilerini zihniyet ve tarz olarak değişime ve dönüşüme uğratmalarına yardımcı olmak, yön vermek, bunun için yoldaşça çaba harcamak gerekir.

İşçi sınıfı mücadelesi, tarihsel mücadeleyi yalnız başına belirleyemez

– Kapitalist modernitenin eşzamansızlığının bir sonucu olarak, bir yandan küresel kimliğini ve dolayısıyla öznelliğini büyük ölçüde yitirmiş ve kapitalist dünya sistemi içinde ayrıcalıklı bir konuma (işçi aristokrasisi) sahip bir işçi sınıfımız var. Öte yandan, dünyanın büyük bir bölümünde, kapsamı ve acımasızlığı sınır tanımayan bir ekonomik sömürüyle karşı karşıyayız. Emperyalist merkezlerdeki işçiler, sömürgelerden çıkarılan artı değere büyük ölçüde katılmaktadır. Böylece bu küresel düzenden maddi ve nesnel olarak faydalanmaktadırlar. Dolayısıyla bugün hala küresel bir işçi sınıfından söz etmek mümkün mü? Ve bu farklı çıkarların arka planında ortak bir mücadele nasıl görünebilir?

Duran Kalkan: Bu soru aslında beşinci soruya yönelik bir tür cevap da oluyor. Yani temel çelişkinin sınıf çelişkisi olduğu ve dolayısıyla tarih yapan, tarihi var eden mücadelenin sınıflar arası mücadele olduğu görüşünün doğru olmadığını ortaya koyuyor. Dikkat edilirse bugün gelinen noktada soruda da ifade edildiği gibi bütünlüklü bir işçi sınıfı yoktur. Küresel düzeyde ortak karakterde, ortak özellikler taşıyan bir işçi sınıfının varlığından kuşkusuz söz edemeyiz. Fakat bu şu anlama da gelmiyor; Küresel düzeyde bütünlüklü bir işçi sınıfı yok diye toplumda sınıf çelişkisi yok, dolayısıyla işçi sınıfı da bir sınıf olarak yoktur anlamına da gelmiyor. Kesinlikle böyle anlaşılmamalı. Bütünlüklü olmamak kaydıyla sınıf çelişkileri ve sınıf mücadelesi varlığını sürdürüyor.

Aslında aristokrasinin de mevcut düzenle belli çelişkileri var. Kuşkusuz bu çelişkiler ezilip sömürülen, açlık sınırının altında yaşatılan işçi sınıfının çelişkisi ve dolayısıyla mücadelesi düzeyinde değildir. Ama onların da mevcut düzenle çelişkileri, kendi çıkarları doğrultusunda mücadeleleri var. Bir kesim olarak onları da ele alabiliriz. İşçi sınıfından kopmuş bir kesim olduğunu da söyleyebiliriz. Ama yine de bir kesimdir ve düzenle bir çelişki ve mücadeleleri vardır. İşçi sınıfında böyle bir parçalanma mevcut gelişmeler temelinde yaşanmıştır. Bu bir gerçek. Fakat hala emperyalist merkezler dışında acımasızca sömürülen işçi sınıfı da varlığını sürdürmektedir. Asya’nın, Amerika’nın, Afrika’nın bazı alanlarında böyle bir sınıf sömürüsü söz konusudur. Böyle bir sınıf yapısı vardır. Küresel düzeyde önemli bir güç olma özelliğini de taşıyor. Kesinlikle işçi aristokrasisi var. İşçi sınıfı parçalanmış diye işçi sınıfının güçten düştüğü, çok zayıf, etkisiz bir konuma geldiği düşüncesini esas almamak lazım. Öyle bir düşünce yanlış olur.

Sınıf mücadelesini, tarihi yapan mücadele olmadığını tespit etmeyi de mevcut durumdaki işçi sınıfının parçalanmışlığına bağlamamak lazım. Böyle parçalanmamış olsaydı da yine de işçi sınıfı mücadelesi tarihin temel mücadelesi olarak tanımlanamazdı. Nitekim önceki yüzyıllarda dünyanın sanayi olarak gelişmiş alanlarında böyle bir işçi sınıfı vardı ve işçi sınıfı mücadelesi çok etkiliydi. Fakat yine de o mücadele tarihin belirleyeni değildi. Çünkü onun yaratacağı yeni bir düzen yoktu. İşçi sınıfı düzeni diye bir düzen olamazdı. İşçi sınıfı burjuvazinin karşısında vardı. Burjuvaziyi yok edince işçi kendisi de yok olacağına göre işçi sınıfı düzeni devleti diye tanımlanan yapılar gerçek değildir. Bu kavramlar gerçeği ifade etmiyor, biraz da ajitasyon kokan kavramlar. O nedenle yanılgıya düşmemek lazım.

İşçi sınıfı mücadelesinin, tarihsel mücadeleyi yalnız başına belirleyemeyen bir mücadele olmasının sınıfların ortaya çıkışıyla, tarihsel olarak var oluşuyla, toplumsal mücadele içerisindeki konumuyla bağlantılıdır. Daha çok da kendi gücüyle bağlantılıdır. Kendi yapısıyla bağlantılıdır. Yani şunu görmek lazım; mesela emek-değer teorisi inceleniyor. Ücret karşılığı emeğini satma bir özgürlük olarak değerlendiriliyor. Yani bunun gerçekle bir alakası yoktur. Emeğini ücret karşılığı satmanın doğru özgürlük olarak algılanması mümkün değil. Aslında bu durum küçük-burjuva özgürlük anlayışına tekabül ediyor. Oysa emek insan için en kutsal olandır. Önder Apo da “en temel emek annenin emeğidir, o da kutsallık değerindedir. Ona hiçbir ücret biçilemez” dedi. Anne emeği bir gerçekse ve ücret biçilemiyorsa aslında bu şu anlama geliyor; emeğin kendisi kutsaldır. Emeğe ücret biçilemez, dolayısıyla emeğin ücret karşılığında satımı olamaz. Buna özgürlük denemez. Bu tıpkı Lenin’in “özgürlük adına ticaretle bütün dünyayı soyup soğana çevirdiler” tanımlamasına benziyor. Kesinlikle gerçeği ifade etmiyor.

O halde aslında gerçek bir işçi sınıfının mücadelesi de daha çok ücret için olmamalı, amacını, tarzını ücretini arttırmaya bağlamamalı. Farz edin ki ücretini arttırdı, biraz zengin oldu. Bu durumda işçi sınıfının sorunları çözülmüş mü olacak? Kapitalist sömürü ortadan kalkmış mı olacak? Toplumlar özgür yaşar ve demokratik yönetilir hale kavuşmuş mu olacaktır? Hayır. Söz konusu işçiler maddi yaşamlarını biraz daha güçlendirmiş olacaklar, o kadar. Ondan öte her hangi bir karşılığı yok. Maddi yaşamlarını biraz daha güçlendirmiş işçilerin mücadelesiyle de kapitalist sömürü düzenini aşıp alternatifini kuramayız, geliştiremeyiz. Bu mücadele böyle olmaz.

Demek ki aslında işçi sınıfının o karakteri yok. Toplum içindeki yeri o düzeyde değil. Diğer yandan bu ücret konusu, ücret karşılığı çalışma, mücadeleyi ücret için, ücreti daha fazla arttırmak için yapma aslında herhangi bir sosyalist kazanım yaratmayacak, ortaya çıkartmayacak bir mücadeledir. Bundan hangi sosyalist kazanım çıkar! Dikkat edelim, değerlendirelim, nasıl buna dayanarak sosyalist kazanımdan söz edebiliriz! İşte işçi sınıfı mücadelesinin temel özellikleri, karakterlerini biraz böyle görmek lazım.

Fakat yine de şunları vurgulamadan geçmemeliyiz: Evet, işçi sınıfı parçalanmıştır, aristokrasi var, sınıf içerisinde bütünlük yok, farklılıklar oluşmuş durumda. Ama yine de bir işçi sınıfı var. Parça parça da olsa, değişik ülkelerde zeminlerdeki konumu farklılık arz etse de işçi sınıfı var. Ayrıca örneğin bir işsizler ordusu var. İşçi sınıfından kat kat ötede ve bu işsizler ordusu küresel bir bütünlük de oluşturuyor. Buna sınıf dışı unsurlar bile deniliyor. Daha fazla lümpenizme kayan, toplumsal yaşamdan kopan, geleceği tehdit eden bir konumda yaşıyorlar. En temel bir sorun kesinlikle budur.

En büyük emek anne emeğidir

Diğer yandan tarihin en eski sınıfı olarak kadınlar var. Önder Apo kadınlar için dedi “En eski ulus, sınıf ve cinstir.” Kadın üzerindeki erkek egemen zihniyet ve siyaseti, yani kadının köleleştirilme durumunu böyle değerlendirdi. Tarihsel olarak yaşanan cinsel kırılmalarla kadının içine düşürüldüğü durumun bu konumda olduğunu belirtti. Bu anlamda en büyük emek anne emeği ama hiç emekten sayılmıyor. Bu emeği harcayan anne, dolayısıyla kadın işçi olarak bile görülmüyor. Yine benzer durumda gençler var. Geleceğinden umutsuz, doğru ve etkili bir gelecek kendisi için öngöremiyor.

Diğer yandan bir yeni göçmenler ordusu türetildi. Tarihte de nüfus hareketleri olmuştur. Doğal nedenlerle olduğu gibi, iktidar ve devlet sisteminin sömürü yapılanması nedeniyle de bu tür hareketler yaşanmıştır. Fakat şimdiki gerçekten de bir göçmenler ordusu denilebilecek düzeyde ki bunlar da adeta bir ucuz iş gücü konumunda. İşçi olamıyor, işsizliği aşamıyor, ciddi bir sorun olma özelliği taşıyor.

Sonuç olarak şunları belirtmekle yetinebiliriz: Bütünlüklü bir işçi sınıfı küresel düzeyde olmadığı gibi kuşkusuz küresel düzeyde ortak bir işçi sınıfı mücadelesi geliştirmek de mümkün değildir, zordur. Böyle bir mücadele geliştirdiğini iddia edenler olsa da ciddi biçimde herhangi bir gelişmeye şimdiye kadar yol açabilmiş değillerdir. Çıkarlar farklı olduğu için mücadeleler de kuşkusuz farklılık arz edecektir. Örgüt yapılanmaları, örgütlenme durumları da farklılıklar içerecektir. İşçi sınıfının bu durumuna karşı örneğin kadınların daha bütünlüklü bir duruşu söz konusudur. Kendi içinde farklı sınıflara bölünmüş olsa da yine de kadın özgürlük mücadelesi daha bütünsel bir durum arz ediyor. İşsizler ordusu hakeza, gençlerin, göçmenlerin mücadelesi daha çok bütünselliğe yakın. Ama en önemli olarak da sistem karşıtı güçlerin demokratik uygarlık unsurlarının mücadelesiyle birlikte ele alındığında işçi sınıfının mücadelesi de önemli bir sonuç verebilir. Bir güç olarak değerlendirilebilir. Kendi başına başarılı sonuç verecek bir mücadele olarak ele alınamaz. Sadece küresel düzeyde değil, aynı zamanda ülkeler, uluslar düzeyinde de görülemez. Böyle bir özelliği kesinlikle yoktur.

Fakat işçi sınıfı sistem karşıtı güçlerin Demokratik Moderniteyi inşa mücadelesinde yer alarak önemli bir rol oynayabilir. Bir Demokratik Modernite unsuru olarak sistem karşıtı, sistemin ezdiği bir güç olarak sisteme karşı Demokratik Modernite inşası için önemli bir mücadele gücü olarak değerlendirilebilir. İşçi sınıfı mücadelesi sendikal düzeyde, değişik biçimlerde ki bunlar yeni amaçlar temelinde yeniden yapılandırılmayı gerektirir. Bu yeniden yapılandırılma gerçekleştirilirse yeni tarzdaki örgütlenmelerle aslında Demokratik Modernite inşasının önemli bir bileşeni olarak, gücü olarak rol oynayabilir.

Bizim işçi sınıfı mücadelesine bu temelde yaklaşmamız, buna göre ele almamız lazım. Yani değişim ve dönüşümü amaçta, örgütsel biçimlerde, mücadele tarz ve yöntemlerinde gerçekleştirmeliyiz. Hepsinde bir değişim ve dönüşüm olmalı. Eski sendikal örgütlenmelerle, anlayışlarla, Demokratik Modernite inşa mücadelesine işçi sınıfı katılamaz, yine eski anlayışlarla ve tarzla bu mücadelede etkili yer alamaz. Fakat değişim ve dönüşüm yaşanırsa, örgütlenme tarzı, eylem tarzı değişime, dönüşüme uğratılırsa Demokratik Modernite inşasının çok önemli bir gücü olarak rol oynayabilir. Bu inşada, politik-ahlaki görevlerin yerine getirilmesinde temel bir toplum kesimi olarak yer alıp katkılar sunan bir pratiğin sahibi olabilir. Bizim bu kesimlere içinde bulunduğumuz süreçte yaklaşımımız ve onları mücadeleye çekişimiz de bu temelde olmalıdır.