HPG

Hêzên Parastina Gelê Kurdistan

PKK’nin 50 yılı aşan mücadele gerçekliği sayesinde artık dünya çapında bilindiği gibi, PKK’nin bir eğitim hareketi olması, Ankara’da henüz ilk adımlar atılırken başlamış ve günümüze dek Önderlik eğitimi şeklinde sürekli derinleşerek sürmüştür.

Önder Apo mücadeleyi başlatırken ve uluslararası komplo dahil tüm kritik süreçleri karşılarken her şeyden önce eğitimi esas almıştır. Uluslararası komplo saldırısıyla Suriye’den çıkıp yönünü Avrupa’ya verirken bile bunun bir sebebinin orada gençliği eğitme arayışı olduğunu belirtmiştir. Adeta kıyametler koparken bile Önderliğin eğitim üzerinde durmasına karşın çeşitli alanlarda eğitimi temel gündem yapmamanın ne anlama geldiği iyi sorgulanmalıdır.

Ayrıca, İmralı koşullarında adeta çarmıhtayken uluslararası komployu boşa çıkarıp Hareketimizi değişim-dönüşüme tabi tutarken Önder Apo’nun esas aldığı yöntem yine eğitim olmuştur. Eğitimi bütün başarıların temeli olarak ele almış, eğitim yönteminde ise askeri-siyasi süreçleri karşılayabilmeyi temel ölçü haline getirmiştir. Özcesi, Önderlik hareketi bir eğitim hareketidir ve bulunduğumuz her alanda, her çalışmada eğitim yapmak ilkesel ve yaşamsal bir zorunluluktur.

PKK’nin farkı eğitim farkıdır

PKK’de eğitim yaşamsaldır, somuttur; değişimi-dönüşümü, yenilenmeyi esas alır ve her koşulda sürekliliği vardır. Böylece tüm dünyadaki eğitim düzenlerinden farkını da belirlemiş olur. Eğitimin temel prensiplerine bakınca bu fark daha iyi anlaşılır. PKK’de herkes birbirini eğitir. Bir yanda öğretmen diğer yanda öğrenciler yoktur. Herkes hem öğretmen hem öğrencidir. Bu anlayışı toplumsal düzeye taşımanın birçok demokratik yolu geliştirilebilir. Başarısını kanıtlamış bir yöntem olarak eğitimin anlam ve öneminin farkına varma, kendini eğitmenin gerekliliği kadar onun yol ve yönteminin öğrenilmesi esastır. Yaş ve bilgi-birikim farkı önemli değildir. Kapsam ve süreler ihtiyaca göre belirlenir. Ancak eğitim çalışmalarının temelinde, yaşama bir bütün olarak eğitim gözüyle bakmak vardır. Akademi-okul düzenleri bu anlayışın bir parçasıdır; yaşam eğitim konusu yapılır, yaşamdan öğrenilir ve yaşamın gerektirdiği değişimlere cevap olunduğu kadar bu eğitim sürdürülür. Eğitimin sonuçları pratikle sınanır ve bu da yeniden eğitim yöntemlerini gözden geçirmeye vesile olur. Yani eğitim pratikten kopuk değildir. Eğitim sürekli bir yaşam deneyimi ve bir özgürleşme sürecidir.

Bilinç, ruh, ahlak-terbiye, disiplin, irade, inanç, iddia ve devrimci kişilik kazandırmayan, yetenekleri açığa çıkarmayan, yenilenmeye yol açmayan, daha çok çalışmaya ve başarılı şekilde pratikleşmeye vesile olmayan bir eğitim anlayışı özgürlük üretmez. Özgürlük zihniyet ve kişilikte başlar. Bu anlamda eğitim her şeyden önce zihniyet ve kişilik dönüşümü içindir denilebilir. Bu aynı zamanda zihniyet ve kişilikte yürütülen çizgi savaşımı olmaktadır. Bu savaş, tüm soykırım uygarlığına karşı bir savaştır. Onun her türlü aldatma, hile ve yalanlarına karşı, zihniyet ve yaşam tarzına karşı bir savaştır. Bin yılların egemenlik düzeni ve etkilerinden köklü kopuşu gerçekleştiren özgürlük hareketinin alternatif toplumsal inşa sistemi ve halkla bağları da eğitim ve örgütlenme temelinde gelişmiştir. Ne kadar eğitirsen o kadar örgütlersin formülü geçerlidir.

Eğitmeyen, örgütlemeyen insan halka öncülük yapamayacağı gibi devrimci çizgide sınıf ve cins mücadelesini de doğru temelde geliştiremez. Bütün bunlar en çok bilinen gerçekler olmasına rağmen eğitim çalışmalarını gerektiği gibi sahiplenmeyen veya tali bir iş olarak gören anlayışlar nedeniyle paradigmamız hak ettiği düzeyde hayat bulmuyor. Okul-akademi düzenlerimiz muazzam bir tecrübeye sahip olduğu halde istenilen sonuçlar yeterince alınmıyorsa bunu her yerde gündem yapmak ve tartışmak gerekiyor. Güçlü bir anlayış ve yöntem tartışması yürütülebilirse sonuçları toplumsal düzeyde de yansımasını bulacaktır. Çünkü buna her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

Savaşımızın geldiği aşamada her bir kadro geçmişin on kadrosu kadar iş yapmak, bir o kadar sorumluluk üstlenmek ve çok yönlü görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Toplumsal inşa denildiğinde yine kadroya düşen öncülük rolü sıradan, vasat ve rutin katılımları kaldıramayacak kadar büyümüştür. Dar pratikçi, azla yetinen, günü kurtarmaktan öteye geçmeyen, memurvari katılım tarzları süreç karşısında yenilgiden başka bir anlama gelmemektedir. Önderlik çok net ve çarpıcı ifade etmiştir: “Kafa çalışmazsa güdü çalışır!” Bunu aşmanın yolu ideolojik mücadeledir. Savaşta ve yaşamda başarılı olmanın tartışılmaz ilkesi ideolojik mücadelede başarılı olmaktır. Eğitim ideolojik mücadele alanıdır; ölçüler arası savaş alanıdır. 25 yılı geride bırakan İmralı direnişinin her anı tek başına insanı eğitmeye yeter. Çünkü İmralı en büyük ideolojik savaş alanıdır. Yine Mersin’de, Ankara’da, Zap’ta açığa çıkan direniş ve fedai ruh eğitim ölçülerini alabildiğine yükseltmiştir. Değerlere bu ölçüyle yaklaşılmalı, buna göre bir çalışma temposuna sahip olmalıyız. Aynı şekilde bu fedai çizgi temelinde eğitimde de daha güçlü bir netleşme ve derinleşmeyi sağlamak gerekiyor.

Öte yandan Hareketimiz dünya çağında büyümüş, Önderlik paradigması evrensel karakteriyle insanlığa ışık tutmakta ve her geçen gün daha geniş kesimlerce kabul görmektedir. Buna karşın öncülük ve örgütlenme sorunlarımız vardır. Askeri, siyasi, örgütsel tüm bu gelişmeleri karşılayacak kadronun yetiştirilmesi ve kadronun kendini buna göre eğitmesi, hazır hale getirmesi temel bir eğitim sorunudur. Eğitim sorunlarını düzenleme veya teknik sorun düzeyine indirgeyen arayışlar yanlıştır. Ancak eğitim sorununu, temelde anlayış sorunu olarak ele almak yöntem konusunu önemsizleştirmemelidir. Anlayış her şeyin başı olsa da yöntem sorunu da doğru anlayışın geliştirilmesinde belirleyici bir öneme sahiptir.

Eğitime yanlış yaklaşmak yaşama ve savaşa yanlış yaklaşmaktır

Toplum içinden gelmişiz ve kendimizi eğitmekle, Partileşmekle mükellefiz. Toplumdaki alışkanlıklarımızı veya mücadele içinde çeşitli alanlarda kazandığımız alışkanlıkları ısrarla sürdürüyoruz ve bu nedenle büyüyen mücadelenin yeni dönemdeki ihtiyaçlarına tam yanıt olamıyoruz. Düzen alışkanlıkları kadar mücadeledeki alışkanlıklar ve tekrarlarımızı aşmak için hakiki bir yüzleşme sağlamalı, gerçekliğimizi köklüce sorgulamalıyız. Önder Apo gerçeklerden kaçmamamız gerektiğini, gerçeklerle yüzleşmenin hepimizi güçlendireceğini belirtmiştir. Eğitim bir yüzleşme faaliyeti olduğu kadar anlayış ve yetenek kazanma yeridir. Burada öncelikle bu dönemde çokça karşılaşılan yanlış eğilim ve arayışlara kısaca dikkat çekmekte yarar vardır. Eğitim alanlarının tümü ortak bir hedef ve amaca yönelik olsa da her alanın kendine has ihtiyaçları doğrultusunda müfredatları ve yöntemleri çeşitlilik gösterir. Ancak teknik, branş vb eğitimleri sadece bilgilenme düzeyine indirgeyip yetkinleşmeyi burada arayan eğilimlere göre “ideolojik-felsefik eğitimler farklı eğitim ortamlarına bırakılmalıdır!” Oysa Önder Apo kapitalist sisteme alternatif oluştururken onunla aynı yöntemleri kullanmamak gerektiğini özellikle vurguluyor ki bu da işin püf noktasıdır. Yani soykırımcı uygarlık gerçekliği karşısında uzmanlaşmak, profesyonel hakimiyet sağlamak sadece teknik yaklaşımla mümkün olmamaktadır. Bu tekniğin neye karşı, hangi amaçla, ne zaman ve nasıl kullanılacağı siyasi-ideolojik-felsefik bir sorundur.

Tekniği önemsiz görmek veya tersinden tekniği her şeyin yerine koymak yol-yöntem sorunu değil ideolojik-felsefik bir sorundur. Tekniğe doğru yaklaşım kadar o tekniği doğru temelde yetkince kullanacak kişilik düzeyini yakalamak temel bir eğitim sorunudur ve bu sorunlar teknik eğitimden ayrılıp ideolojik eğitim ortamlarına havale edilemez. Elbette bir fark vardır ve müfredat yoğunluğu uzmanlaşma alanına göre belirlenmektedir. Sorun bütünlüklü yaklaşmaktan uzaklaşmaktır. İdeoloji ve tekniğin birbirinden koparılması ya da meseleye mekân, düzenleme vbşekilde bakmak teknik alanda daha güçlü bir yetkinleşmeye yol açmaz. Tam tersine ya başarısızlığa gerekçeler üretme ya da amaçtan kopuk bir “yetkinleşme” gelişir ki bu temelde yaklaşanların sınıf, cins, çizgi mücadelesi gibi devrimci görev ve sorumlulukları bir yana bırakıp çok mekanik katıldıkları, toplumsallıktan uzaklaştıkları, kendilerini yenileyemedikleri için çalışmaları da geliştiremedikleri bilinen bir gerçektir. Kısacası uzmanlık gerektiren alanlara ideolojiden kopuk yaklaşılamaz ancak müfredat yoğunluğunda gerekli ihtiyaç ve dengenin gözetilmesi gerekir. Yoksa her eğitim alanı tamamen birbirine benzer ve gerekli sonuç alınamaz.

Nasıl ki yeni şervan eğitimiyle kadro okulu eğitimleri aynı düzeyde değilse kadın, gençlik, toplumsal inşa, askeri alan, branş, siyasi alan vb eğitimler de o alanın öncelikli ihtiyaçları esas alınarak düzenlenmektedir. Fakat bazen özgünlükleri dikkate almayan yaklaşımlar yüzünden eğitimler birbirine benzemekte ve tekrarı yaşamak kaçınılmaz olmaktadır. Alanların özellikleri, hele ki farklı coğrafya ve toplumsal kesimler söz konusu olduğunda tarih ve kültürleri, inanç sistemleri, özellikleri çok boyutlu bilinmeden, buna göre bir yaklaşım sergilenmeden eğitimin çok genel ve soyut kalması kaçınılmazdır. Bu alanlarda pratiğin tekrar olmasında ve yeterince gelişmemesinde alan özgülüne uygun bir eğitim düzeyinin yakalanmamasının da payı vardır.

Genelde eğitimlerdeki tekrar sorununda yöntemin önemi olsa da tekrar eden eğitim değil kişinin kendisidir. Sırf bu yüzden eğitimi adeta bir ceza olarak gören anlayışlar az değildir. Oysa eğitim ortamı doğal olarak aynı zamanda bir muhasebe ortamıdır. Pratiğin sorgulandığı, derslerin çıkarıldığı bununla birlikte hesap alıp vermenin gerçekleştiği bir ortamdır. Ancak bunu ya burun sürtme, cezalandırma ya da bir atlama taşı olarak gören anlayışlar aslında kendine sevdalıdır ve muhasebeden yani kendi gerçekliğiyle yüzleşmekten kaçmaktadır. Bu böyledir diye eğitim ilkesinden taviz verilmez. Çünkü eğitim en çok da bu tür anlayışların çözümlenip kişiliklerin netleştirildiği yerdir.

 

Eğitimi sadece bir zorunluluk ya da geçici bir durak olarak gören, bir yaşam tarzı olduğu bilinciyle hareket etmeyen kişinin duruşu ve katılımı hep hesapçı tarzda olacak ve neticede kendine göre düzenleme, kendine göre görev veya alan isteyecektir. Bunun ne denli parti dışı bir anlayış olduğu fark edilirse insanın katılım tarzından inancına dek sorgulanmayacağı bir şey kalamaz. Çünkü bu anlayış kendini partiye uydurmayı, ona göre katılmayı değil Parti’yi kendine göre şekillendirmeyi dayatmaktadır. Biraz da eskiyse ya da pratikte belli bir katılım sağlamışsa bunu da sermaye yaparak kendini çeşitli şekillerde dayatanlar görülmektedir. Katılım ölçülerinin yükseldiği dönemlerde bu tür sorunlar kendisini biraz daha dolaylı yollardan, farklı bahaneler ve kılıflarla gösterir ama işin özü hepsinde aynıdır: Mücadelenin değil kendi duygu ve düşüncelerinin militanlığı yapılmaktadır! Demek ki eğitim sorunu bir de böyle bireysel dayatmaların çözümleneceği, fedai ölçülerde netleşmenin sağlanacağı alanlar olmaktadır.

Fedailik denilince bazen onun yaşamsal boyutundan kaçmak, dar pratikçiliği öne çıkarmak mümkün olabilmektedir. Ancak Önder Apo fedailiği en çok da yaşam duruşuyla değerlendirmektedir. Kendini Parti yaşamına karşı sorumlu görmek, kendi yaşam tarzıyla çevresine örnek olmak, sorunlar karşısında didişmeyi, yakınmayı veya ilkesizce uzlaşmayı değil mütevazice çözümü esas almak, Parti sorumluluğuyla hareket etmek eğitimlerin daha fazla sonuç almasını sağlar. Böylece soykırımcı sisteme karşı tarihsel bir kin ve intikamla her an fedai bir duruş sergilemek daha fazla mümkün ve sürekli hale gelebilecektir.

Belirli sürelerle yapılan ideolojik eğitimler iyi bir yoğunlaşmaya, moral-motivasyona vesile olmaktadır. Ancak herkeste her zaman istenen sonuç alınmayabiliyor ya da bazen bir olay tüm eğitimi adeta sabote edecek kadar öne çıkabiliyor. Bu durumlara karşı daha özenli ve yöntem zenginliğiyle yaklaşmak gerekiyor. Örneğin bir suç durumu yaşandığında tüm bileşim onunla aşırı derecede meşgul edilebiliyor. Bunun gerektirdiği örgütsel tutum kadar ilgilenmek, kavratıcı olmak önemlidir. Sonuçlarını da eğitime dönüştürmek gerekir ancak gereğinden fazla gündemi kaplaması tüm eğitimi boşa çıkarabilir. Ayrıca eğitim gücü suçlular topluluğu değildir. Hatta suçu olan bir kişinin de tüm ömrü suçlu değildir ve suçlu olarak kalmayacaktır. Bu yaklaşım yaşamın ve eğitimin değişim diyalektiğine aykırıdır. Her soruna kendi ağırlığınca yaklaşmak ve çok fazla zamana yaymadan kazanımcı temelde çözümleyici olmak ve olaylara takılmadan belirli bir çözüme kavuşturmak, anlayış gücünü öne çıkarmak Önderlik tarzındaki en belirgin yandır.

Değişim-dönüşüm büyük iddiadır ve sürekliliği vardır

Eğitim süreçlerinin pratikte de takip edilmesi, süreklileştirilmesi gerekiyor. Bu yönüyle bakıldığında eğitim ortamında temel hedef değişim-dönüşüm olmakla beraber, kişinin kendisini eğitmesini öğretmek, buna ikna etmek ve yol-yöntemini kavratmak daha önemlidir.

Değişim-dönüşüm büyük bir iddiadır ve sürekliliği vardır. Belli bir zaman dilimine sığdırılamayacağı gibi bunun tek yöntemi genel eğitim değildir. Kişinin kendisini eğitmeyi öğrenmesi lazım. Bununla beraber bazen pratik bir olay veya kafada netleşen bir farkındalık, bir anlık farkına varma durumu yılların eğitiminden daha çok ve hızlı değişime vesile olabiliyor ki zaten Önder Apo “Bilmek farkına varmaktır” diyor.

Eğitim yoğunlaşması pratikten kopuk olmamakla birlikte özünde peygambersel bir yoğunlaşmadır. Hatta doğrudan ‘aşk’ işidir denilebilir. Kolay değil. Şeyh Sait direnişini anlatan “Nişancı” kitabında bir köyde Şeyh Sait ve savaşçılarının başarısı için dua eden ve zikre giren bir gruptan bahsediliyor. O sırada Türk askerleri köyleri yakıp yıkıyorlar ve köyü terk etmemiş olanları katlediyorlar. Buna rağmen o duacılar o kadar inançlıdırlar ki zikirden çıkmıyorlar ve evle beraber yakıldıkları halde, alevler arasındayken bile dua etmeyi sürdürüyorlar. Nasıl bir kilitlenme, nasıl bir inançtır bu? Ölseler bile dualarıyla, zikirleriyle savaşçıların başarısına yol açacaklar. Buna inanıyorlar. Bu yüzden imkân olduğu halde kaçmıyorlar. Bu aşk düzeyinin en ilerisini elbette fedai yoldaşlar şahsında görüyoruz. Zap savaşında da nice örnekleri yaşandı. Akış halinde olmak bir yönüyle aşkı anlatıyor. Daniel Golaman kitabında akış halinde olmanın duygusal zekanın en yoğun, en üst hali olduğunu belirtiyor. Bu tartışma çok ilgi çekiyor ve hepimizi daha özlü bir yoğunlaşmaya sevk ediyor. Yoldaşların tümüne daha büyük bir sevgi gözüyle bakmaya yol açıyor. Onlardaki güzellikleri daha çok açığa çıkarıyor, görmemizi sağlıyor. İnsanı insan yapan farkındalık, merhamet ve adalet duyguları, hakikati sezmede gözlerden daha önemli bir rol oynayabiliyor. Göz yanılabilir ama gönül yanılmaz! Einstein: “Düşlemek bilmekten daha önemlidir” demiş. Mozart ise: “Ne üstün zekâ ne hayal gücü ne de her ikisi beraber, bir dahi yaratmaya yeter. Sevgi, sevgi, sevgi… İşte bu dehanın ta kendisidir” demiş. Bu özlü sözlerden hareketle diyebiliriz ki yabancılaşmanın görülmemesi, düzen alışkanlıkları ve onun bilgi yapılanmalarının normal karşılanması hem aklı hem sezgileri öldürür. Bunlar kendiliğinden gelişmiyor. Kapitalist modernite bu yöntemlerle ayakta kalıyor. Sadece sürü-kitle oluşturmuyor aynı zamanda kendine muhalif olanları da yanlış yola sevk ederek başarısızlığa uğratma tecrübe ve yeteneğine sahiptir.

Modernitenin çeşitli tuzakları sistem analizleri kadar paradigmasal düzeyde ele alınıp irdelenmezse bu tuzaklardan kurtulmak mümkün olmaz. Kendine en çok güvenen devrimciler bile bu tuzağa düşmüştür. Aklın ve sezgilerin düzen eğitiminden geçmiş olması yüzünden düşmandan kaynaklı tehlikeler bile fark edilmez. Liberalizm budur: Toplumsallık zayıflar, öz savunma bilinci körelir, gaflet ve ihanete açık bir yaşam çizgisi gelişir…

Kafaya bir doğru girmedikten sonra on filozof girse de boştur!

Eğitim düşman karşısında gerekli donanıma kavuşmak için gereklidir. Salt teorik bilgi eğitimin esas amacı değildir. Bu da öğrenilir ancak Önderlik tarzı teori ve bilgi birikimiyle sınırlı değildir. 20. yy başlarında kapitalizmin çirkinliğini sergilemek isteyen sanatçıların başında gelen Hugo Ball “Bilginin en yüksek prensip olarak ortaya çıktığı yerde coşku ve ruh muhakkak ölür” demiştir. İnsanlığın yaşam deneyimleri de bunu kanıtlamıştır. Devlet ve iktidarcı anlayışların hüküm sürdüğü alanlarda bolca “bilgi” ve beceri edinilir ama toplumsal ruh ve maneviyattan geriye eser kalmaz. Bunun bir nedeni de bilginin niteliği ve kullanım tarzıdır.

Bu anlamda bilgi yapılanmalarını sorguladığımız dünyanın bilgi kaynaklarını okurken dikkatli olmak zorundayız. Bize çekici gelen anlatılar paradigmamızla tezatlık oluşturuyorsa kendi duygu-düşünce dünyamızı sorgulamak zorundayız. Bununla birlikte bilginin esas kaynağının yaşamın kendisi olduğunu unutmamalıyız. Doğal toplumda bilgi kutsaldı, çünkü aydınlatırdı. Uygarlık sisteminde “bilgi” aydınlatan bilgi olmaktan çıkmış, akla kara birbirine karışmıştır. Bu nedenle bildiklerimizi paradigma süzgecinden geçirmeliyiz. Aksi halde kendimize göre doğrularımız olur, hep bildiğimiz bu doğrularda ısrar eder ve yanlışımızı göremeyiz.

Derler ki bir gün İbni Sina kitaplarını yüklediği eşeğiyle yolculuk yaparken bir değirmenin önünde durmuş, bahçede dinlenmektedir. Değirmenci yağmur yağacağını belirtip onu içeriye davet eder ama o yağmur havası olmadığını belirtip dışarıda kalmayı tercih eder. Sonra gerçekten yağmur yağar. İbni Sina değirmenciye: “Ben bunca kitap okumuşum yine de yağmurun geleceğini anlamadım sen nasıl anladın?” diye sorar. Değirmenci ibretlik sade bir gerçeklikle cevap verir: “Köpeğim içeriye girdi de ondan!” Yaşam kitaplara sığmaz. Bu nedenle olsa gerek “kafaya bir doğru girmedikten sonra on filozof girse de boştur!” denilmiştir.

Kavramanın daha iyi sağlanabilmesi daha çok tartışmayla gelişebilir ancak eğitimin anlatım dili de önemlidir. Tek düze ve salt bilgi vermeye dayalı kuru bir anlatım çekici olmadığı gibi hakikatin dili de olamaz. Önder Apo savunmalarda hakikatin çeşitli dile geliş şekillerinden bahsediyor. Mitolojik, dinsel, felsefik, bilimsel anlatılar iç içe geliştirildiğinde hakikatin diline kavuşulabilir. Özellikle de pozitivizmin analitik aklı göklere çıkaran yaklaşımına karşı insandaki sezgi gücünü önemsemek, inanca değer vermek ve bu temelde anlatımlarda da öyküleyici örneklere başvurmak daha çekici ve anlaşılır bir düzey yaratabilir. Bu nedenle Önder Apo: “Sayılamayacak olay ve ilişkinin olduğu alanlarda öyküleme bilime en değerli katkılarda bulunan bir araç olarak rol oynar. Pozitivizm denen dinsellik, bu denli sayılması ve tespit edilmesi olanaksız olaylar ve ilişkileri tespit edemeyeceğine göre öyküleme benzeri din, ahlak ve diğer sanat türlerine başvurarak bilimi geliştirmek daha doğru bir yol olsa gerek” demiştir.

Yaşam ve mücadele pratiğimizle birlikte hepimiz Önderlikten öğreniyoruz. Önder Apo’nun savunmaları her yerde vardır. Yani kimsenin kimseyi suçlayacağı, kendini eğitmemeye gerekçe yapacağı bir durumda değiliz. Ayrıca Önderlikle kimsenin arasına girmeye de hakkımız yoktur. Kendimize göre eğitim tarzları geliştiremeyiz. Yöntemde zenginlik adına Önderlik eğitiminin dışında bir yaklaşım kabul edilemez.

Önderliğin eğiticiliğinde her şey nettir. Daha iyi anlamak, kavramak için tartışmak gerekir. Tartışma yönteminde soyutluğu aşmak, kendi toplumsallığımıza, yaşadığımız sürece, pratiklerimize ve kişiliğimize indirgeyecek kadar somutlaştırmak ve derinleştirmek esas yöntem olmaktadır. Yöntemde zenginlik için her kişinin ihtiyacına göre ek programlar çıkarmak ve tartışmalar yürütmek, görsel materyaller hazırlamak, bir arada özgürce tartışma ortamı yaratmak, farklı fikirlerin açığa çıkmasını sağlamak ve tartışarak ortaklaşmaya ulaşmak; Önderliğin eskiden yapmış olduğu kişilik çözümlemelerini tüm eğitimlerin vazgeçilmez bir parçası haline getirmek, yine görsel veya yazılı çözümlemeleri sadece izleyip ya da okuyup geçmemek, konu ekseninde tartışma yürütmek ve belli periyotlarla konu belirleyip çözümlemelerle destekleyip tartışmak çok etkili olabilmektedir.

Önder Apo’nun görsel ve yazılı çözümlemelerinden bölümler izlemek ya da derlemeler yapıp okumak ve belli bir konu ekseninde tartışmayı derinleştirmek daha fazla sonuç alıcı olabilmektedir. Örneğin her alanda küçük burjuvazi ve liberalizm üzerine tartışmak genel bir karardır. Dünyanın neresinde ve hangi çalışmada olursak olalım bu konuyu gündemimize alıp gün aşırı tartışmak ve bir farkındalık yaratmak zorundayız. Bu konuda Serxwebûn yayınlarından çıkan “devrimci mücadelede küçük burjuvazi ve küçük burjuvazinin Kurdistan’daki rolü üzerine” isimli broşür oldukça ön açıcı bir kaynaktır. Yine Maksim Gorki’nin “küçük burjuva ideolojisinin eleştirisi” adlı kitabından yararlanılabilir ki günümüzde de geçerliliğini koruyan çok çarpıcı tespitlerde bulunmuştur. Yine Önderliğin farklı tarihlerde yaptığı çözümlemelerden derlemeler yapılıp bundan her düzeyde yararlanılabilir. Liberalizm konusunda ise savunmalarda kapsamlı değerlendirmeler vardır. Yaşamımızı, kişilik özelliklerimizi ve katılım ölçülerimizi sorgulamak açısından bu tür tartışmalar eğitimin bel kemiğidir denilebilir.

Çizgi devrimciliği, doğru katılım, sınıf ve cins mücadelesine nasıl yaklaşılacağı gibi konular bu tür tartışmalarla derinleştirilebilir. Yine bunlarla beraber dogmatizm konusu da hakikat rejiminin ele alıp aştırmaya çalıştığı temel bir husus olmaktadır.

Dogmatizm özgür zihniyet ve yaratıcılık önündeki en büyük engeldir. Eğitimlerimiz dogmatizmi aştırmayı hedeflerken ne liberal tarza ne de dogmatik yöntemlere düşmelidir. Liberalize edilmiş bir yaşam ve dogmatizmin ağır etkisindeki bir düşünce tarzı ile değişim-dönüşüme cevap olamayacağımız açıktır. Üslup ve hitaptan davranış tarzına dek kendine görelikler eleştirilirken “o kadar dogmatik olmaya gerek yok” diye cevap verilerek boşa çıkarılabilmekte ve diğer uçtan liberalizm dayatılabilmektedir. Aynı şekilde sınıf ve cins mücadelesi zıtlaşma, didişme, sırdaşlık, ahbaplık vb. geleneksel yaklaşımlarla zayıflatılıp ölçüler geriye çekilebiliyor. Bunları eğitim konusu haline getirip kavratmayı esas almak yerine kaba ve katı kuralcı, kestirmeci, sekter yaklaşımlarla sorunlar sadece bastırılmış olunuyor. Özlü bir çözüm gelişmeyince şekilcilik, taklit ve ezbercilik öne çıkıyor. Sorunlar açısından bıktırıcı bir tekrar ve kaçırtıcılık yaşanıyor. Bunun Önderliğin eğitim tarzıyla alakasının olmadığı açıktır.

Sorunların üstüne yöntemlice gitmeyi başaramayınca, hele ki bunun için gerekli emeği vermeyince görmezden gelme, erteleme, geçiştirme gelişiyor. Pratik ihtiyaçların dayatmasıyla da adeta Parti içi mücadeleyi askıya alan adı konulmamış bir pragmatizm gelişiyor.

Sorunları geçiştirme veya ört bas etme yaklaşımı sorunların giderek ağırlaşmasına ve sonuçta altından kalkılması çok daha zor olan sonuçlara yol açabiliyor. Yöntemde aceleciliğe düşmemek, sabırlı olmak önemlidir. Önder Apo gerekirse bir yıl boyunca yanındaki yoldaşı eleştirmemiş, sadece buna hazır hale getirmek temelinde ilgilenmiştir. Şimdi kimi yerlerde aşırı tahammülsüzlük yaşanabiliyor. Böylelikle kişiler, alan ve neticede Parti mücadelesi yıpratılıyor.

Bu gibi sorunların önüne geçmede eğitim yönetimlerine büyük rol düşüyor. Yöntem kavratma ve kazanmayı esas almıyorsa baştan yanlıştır. Ancak yeri geldiğinde örgütsel süreçleri işletip yaptırım gücü olmak gerektiğinde bu da yapılmıyorsa yanlıştır. O eğitim netleştirici olmaz.

Herkesi bir kalıba sokan bastırmacı yaklaşımlar veya örgüt disiplinini ve yaşam tarzını aşındıran liberal yaklaşımlar Parti eğitimini sabote etmekle kalmaz aynı zamanda kişiyi ve alanı düşman saldırılarına, özel savaş uygulamalarına açık hale getirir.

Türkiye’deki faşist koalisyonun sözcüleri “katılımları önleyeceğiz, önleyemediklerimizi de öyle bir hale getireceğiz ki katılsalar bile yıllarca örgütü uğraştıracaklar!” diyerek özel savaş yoğunlaşmalarını yansıtan sözler sarf etmişlerdi. Devrimci eğitim tüm bu özel savaş yönelimlerinin panzehridir. Bununla birlikte uluslararası komplonun kadro üzerinde yarattığı etkileri göz önüne getirerek Önderlik çözümlemeleri temelinde sosyolojik ve felsefik bir yoğunlaşma sağlanabilirse kadro ve kişilik sorunlarına daha güçlü cevap oluşturabilen bir eğitim düzeyine ulaşmak mümkün olabilir.

Eğitim felsefemiz öze dönüş ve özgürlük felsefesidir

Eğitimlerimizin beslendiği felsefe insanın sınırsız değişip yenilenebileceğine inanır. “Ben buyum, değişmem” demek Önderlik felsefesinin ve eğitiminin değiştirici karakterinin inkarıdır. Bu bir anlamda kendi yetmez ve geri yanlarına teslim olmaktır. Bir de Parti’den alabildiğimi almışım, eğitim açısından da alabileceğim bir şey yoktur diye düşünmek gibi bir yanılgı söz konusu olabiliyor. Elbette her şey eğitim sorunu değildir ama bu konuda kendini doyuma ulaşmış, artık alabileceği bir şey olmadığını düşünmek insanın ve yaşamın gelişim diyalektiğine aykırıdır. Bu da değişimden kaçmanın başka bir şeklidir. Eğitimden kaçmanın veya önemine-anlamına göre ciddiyetle yaklaşmamanın tarihsel suçluluk diyebileceğimiz kölelik konumunda ısrar etmek anlamına geldiğini ve buna karşı eğitimi en büyük nimet olarak karşılamamız gerektiğini bileceğiz.

 

Önder Apo “Devrimcilik her zaman düşünmek, sorgulamak ve toplum için en iyisini, en doğrusunu arayıp bulmaya çalışmaktır. Yaşam hakkı ancak böyle kazanılabilir. Kendi varlığınızın, toplumumuzun varlığının farkına ve anlamına ancak böyle varabilir ve savunabilirsiniz. Yüzeyselliklerinizi böyle aşabilirsiniz. Yoksa işte ben geldim, ölmeye ve öldürmeye hazırım demekle, yarım bilmekle bu işler olmaz. Bir halk böyle kurtulmaz. Bu zemin hepiniz için bir fırsat, ciddiyetle yaklaşırsanız kendinizi yeniden ve daha gerçekçi bir şekilde yaratabilirsiniz…” diyor. Eğitim için fırsat yaratmanın ve ciddiyetle yaklaşmanın gerekliliği bazen sözle değil bizzat düşman yönelimleriyle yaşanan tecrübelerle kavranıyor. Bir soykırım saldırısına karşı direnişteyiz ve bu gerçekliğe göre kendimizi yetiştirmek zorundayız. Bunu yapmadan özgürlüğümüzü sağlayamayız.

Fedailer örgütünün ve kahramanca savaşan halk gerçekliğinin eğitim düzeyi tarihi değiştirmektedir. Kişi bu tarihsel değişimleri gördüğünde kendindeki değişim ve değişim potansiyelini de kavramakta zorlanmaz. Fakat tarihsel bir sorumlulukla hareket etmeyince eğitim düzeyini sürekli ve derinlikli hale getirmek mümkün olmaz.

Eğitimin tarihsel perspektifi toplumdan kopuk olmayacağı, daha doğrusu tarih ve sosyoloji iç içe ele alınacağı için yerel ve evrensel olanın da birlikte düşünülmesi gerekir. Her bölgenin kendine has özelliklerinin araştırılması, onun olumlu-olumsuz yanlarının tespit edilmesi, bu konuda Önderliğin yapmış olduğu kişilik ve karakter analizlerinin toparlanması, çeşitli konularda broşürlerin yazılması, bunların eğitim ortamına taşırılması somut gelişme sağlamak ve tüm topluma taşırmak adına çok önemlidir. Bu konuda temel yetmezliğimizi Önderliğin çözümlemeleriyle görüp aşabiliriz: “Ailelerinizi, köylerinizi, şehirlerinizi bırakıp geldiniz, bu doğru, ama düşünsel düzeyde aşamadınız. Parti içinde yaşadığınız birçok sorun bundan kaynaklıdır. Büyük işlere göz dikmek yerine ahbap çavuşluğa, hemşehriciliğe, birbirinizi ayartmaya, bulunduğunuz yerin babası ya da anası olmaya çalıştınız. Bana yönelik sevginiz bile Avamidir, bunu aşabilmiş değilsiniz.” Avami yaklaşım sıradan bir yaklaşımdır. Felsefik sorgulamalar içermez. Derin değil yüzeyseldir. Önderliğin tarzını, temposunu, üslubunu esas almak yerine onun adını duygusal olarak anmak ve kaba bir bağlılıkla yaklaşmaktır. Oysa Önder Apo demokratik modernite paradigmasıyla yeni bir toplumsal inşa, yeni bir kimlik ve kişilik şekillendiriyor. Buna göre eleştiri-özeleştiride derinleşerek değişim-dönüşüm sağlamak eğitimin temel hedefidir.

Hans George Gadamer “kendini sorgulamayan palyaço durumuna düşer” diyor. Gadamer anlamı, olayın kendisinde değil yorumunda, yorumunu yapanlarda bulmak gerektiğini düşünür. Bizim tarihe, topluma, kişilere ve olaylara yaklaşımımız sorgulayıcı bir yorumu esas alır.

 

Kendimizi sorgularken hangi ölçüleri esas alıyoruz? Bu soruya doğru yanıt vermemiz için Önder Apo felsefik düşünmemiz gerektiğini belirtmiştir. “Beni sevmiyorsunuz!” dediğinde bunu da felsefik anlamda belirtmişti. Kendimizden, düşünce ve inanç tarzımızdan, yol ve yöntemlerimizden şüphe etmemiz gerektiğini -ağır da gelse- böylece öğreniyoruz. Bir anlamda kuşku yoksa felsefe yoktur.

 

Felsefeyi bilgelik yolu olarak değerlendirebiliriz. Bilgelik insanın içsel olarak kazanabileceği bir meziyettir. Dışarıdan öğretilmez. Burada sadece çeşitli örnekler ve özellikler üzerinden bilgelik yolunun nasıl bir yol olduğunu inceleyebilir ve üzerine yoğunlaşabiliriz. Bu sayede felsefeye de hak ettiği değeri verebilir ve onu kendi şahsımızda canlandırabiliriz. Bu konuda kendi toplumsal tarihimiz oldukça zengin bir potansiyele sahiptir ve toplumsal hafızamızda yaşayan değerleri açığa çıkarmak eğitimin daha sonuç alıcı olmasını sağlar.

 

Bilindiği gibi neolitik dönemden sonra güçlü ve kurnaz erkek şahsında iktidar etrafında bir şekillenme gelişmiştir. Toplum özgürlüğü kadın özgürlüğü şahsında tehlikeye girmiştir. Bunun için yalancı tanrılar ve mitolojiler geliştirilmiştir. Köleliği meşrulaştıran mitolojiler dönemidir. Kent-sınıf-devlet etrafında uygarlık geliştiriliyor. Böylece toplumsal doğaya müdahale ediliyor; toplumsal yarılma yaşanıyor. Bu dönemden sonra tüm inançların aydınlık, karanlık ve bunlar arasındaki mücadele ile ifade edildiğini görüyoruz.

Mitraizm bu dönemin inancıdır. En az 6-7 bin yıllık bir tarihi vardır. Mitra güneş tanrısı-tanrıçasıdır. Kadın veya erkek olduğu belirtilmez. Hint dilinde dost, yoldaş, heval anlamına gelir. Avesta’da anlaşma-sözleşme anlamına geldiği belirtilir. Anlaşmaların tanığıdır. Onun adına söz verilir. Yıldızlar Mitra’nın gözleridir, her şeyi görür. Bilindiği gibi o dönemde esas üretim ziraattır. Güneş, ay, yıldızlar tarım toplumu açısından hayatidir. Mitraizmin kaynağında ziraat vardır.

Daha sonra Mazdaizm adını almıştır. Aynı şekilde Aryenik toplulukların toprak ve üretim inancıdır. Zerdüşt inancının adıdır. Anlamı o kadar güçlüdür ki kendisini sanatla ifade ediyor; cennet “şarkı evi” olarak tarif ediliyor. Felsefe bu dönemde isim kazanıyor.

Zindandaki yoldaşlar araştırmış, felsefeye eski Kürtlerde Zinnase denildiğini belirtmişler; Avesta’dan alınmadır, bilgi-bilgelik sevgisi oluyor. Tanımlama doğrudur ama isim tam öyle olmayabilir. Kürtçedeki J harfi Farsçada Z harfine dönüşüyor. Felsefe anlamında kullanılan “Zinnase” kavramına baktığımızda buradaki Z harfi Farsça olduğundan Kürtçesi “jinnase” oluyor. Yaşamı tanımaktır anlamı, belki de ilk kadın bilimidir, o dönemin jineolojisidir. Ve öncülerinin de kadın olduğundan hiç kuşku yoktur. Felsefe kavramının öncülü olarak bu tanımlama -yaşamın anlamı ile ilgili olduğundan- daha doğru geliyor. Buna hâkim olanlara Zerdüşt döneminde Mêj deniliyor. Zamanla muğ adını almış, Sasani döneminde ise mobed denilmiştir.

Eldeki kaynaklara göre Babil döneminden Med dönemine dek ilim öğreten öncülere “Zerbab” adı verilmiştir. Günümüzdeki “erbap” yani ßusta kelimesi de oradan kaynağını alıyor. Êzidîlikte de alimlere aynı isim verilir. Bu adlandırmanın Mitraizm dönemine dek gittiği belirtilebilir. Günümüzde Farsça “ferzane”, Kürtçe ise -Sorani ve Hewrami lehçelerinde- “fırezana” deniliyor. Çok şey bilen, alim anlamlarına geliyor. Toplum kendi yaşamını kendisi anlamlandırıyor. Öncüler eliyle eğitime dönüştürüyor. Tamamen kendi toplumu içindir ve gönüllüdür.

Eğitimi parayla yapanlara ilkin Yunanistan’da rastlanıyor. Sofistler deniliyor. Sokrates gibi filozoflar onları kınıyor. Para işin içine girince bu en ağır tanımlamayla bir nevi fahişelik olarak görülüyor. “Bilginin fahişeliği” olarak adlandırılabilecek maddiyatçılık türü tüm toplumsal çürümenin temelidir.

Her çalışma alanının kendine yetecek bir mali sistemi olmalıdır, burada tartıştığımız konu öz yeterlilik değil maneviyat yerine maddiyatın tercih edilmesi sorunudur. Buna karşı eğitim öze dönüş hareketidir denilebilir. Ana kadın toplumunun eşitlikçi ve özgürlükçü yaşam anlayışına dönüştür. Bu anlamda özgürlük hareketinin eğitimi, özgür kadın kimliği ve ideolojisiyle kendini adeta küllerinden yeniden yaratan bir eğitimdir. Tarihle buluşan ve tarihi değiştiren eğitimdir.

Evrensel anlayışla Akademiler Birliği’ne

Tarihin tüm toplumsal mücadelelerini miras edinen Hareketimiz açısından kapitalist modernite karşısında kalıcı başarı ve sonuçlar elde etmenin yolu demokratik modernitenin inşasından geçmektedir. Demokratik modernite zihniyette başlar, yaşam tarzı olarak alternatif olma iddiasını taşır. Bu düzeyi yakalamak için tüm toplumun demokratik modernite eğitiminden geçmesi gerekir. Öyle olmalı ki yaptığımız her işte demokratik modernite temel ölçü haline gelmelidir.

Eğitimimiz demokratik modernite tarzında mıdır? Zafer militanlığına, savaşın başarılı komutanlığının gelişmesine hizmet ediyor mu? Özgür insanı ve toplumu geliştiriyor mu? Sanatımız acaba demokratik modernitenın sanatı mıdır? Ekolojik mücadelemiz demokratik moderniteye göre midir? Ekonomide, siyasette, yerel yönetimlerde demokratik modernite ölçülerini oluşturabiliyor muyuz? Kısacası yaşamın her alanına bu gözle bakabiliyor ve buna göre ret-kabul ölçülerini geliştirebiliyor muyuz? İşin esası buradadır. Eğitim bunun içindir. Sadece mevcut olanı ret etmek için değil alternatifini de geliştirmek içindir. Retlerimiz olmalı ama yerine neyi koyacağımıza dair kabul ölçülerimiz de olmalıdır. Aksi halde moral-motivasyon yaratmayan, negatif bir duruma yol açılır.

Eğitim moral ve maneviyat kazanma ve bu temelde ölçülerde netleşme alanıdır. Büyük bir heyecanla yaşamı araştırmak, yaşadıklarımızı anlamlandırmak ve paylaşmak en büyük moral eğitimidir. Böyle bir moral güçle demokratik komünal yaşamı tüm yönleriyle inşa etmek, savunmak ve bu ruhun güzelliğiyle yaşamak ve savaşmak hepimizin ortak amacıdır.

Konfederal sistem temelinde demokratik komünal bir yaşamı inşa etmek tüm insanlık açısından günümüzün sadece ütopyası değil her an mücadeleyle yaratılan en büyük ortak hedefidir. Enternasyonal çalışmaların devrimci ruhunu ve ortak örgütünü açığa çıkaracak bir eğitim sistemi Dünya Akademiler Konfederasyonu çatısı altında oluşturulabilir. Bu yolun taşları yerel ve bölgesel akademilerle döşenmektedir. Birçok ülkede ve çeşitli halklar nezdinde demokratik modernite akademileri kurulmaktadır. Bir adım ötesi bu akademilerin konfederal birliğini sağlamaktır.

Demokratik modernitenin kuramsal çalışmaları dünya çapında böylesi bir akademi düzeninde ele alındığında eğitimin tüm insanlığı değişime-dönüşüme uğratan, yeni bir zihniyet ve felsefe kazandıran özelliği görülecek ve her yerde daha çok yaygınlaşacak, sahiplenilecektir. Bu kapsamda okullar, seminerler, paneller geliştirmek, dergiler, kitaplar yazmak, filmler çekmek gerekir.

Hamlenin başarısı için eğitim seferberliği

Her faaliyetin toplum eğitimine hizmet etmesi gerektiği düşünüldüğünde işlerin buna göre örgütlenip planlanması zor olmaz. Bu anlayışla hareket edildiğinde çeşitli alanlarda uzmanlık gerektiren işler açısından dış-eğitimden yararlanmayı düşünebiliriz. Ancak bu bizim eğitim sistemimizin bazen geçici olarak ve ilkelerimize ters düşmeden dışarıdan yararlanacağı bir husustur. Esas olan kendi eğitim sahalarımızı genişletmek ve bundan en geniş kesimlerin yararlanmasını sağlamaktır. Bu temelde çok yönlü ve oldukça kapsayıcı, zengin bir eğitim sistemi geliştirilebilir.

Önderlik paradigması her şeyden önce bir eğitim paradigmasıdır. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlüğüne dayalı eğitim paradigması evrensel düzeyde özgürlük pratiğinin ve eyleminin gelişmesinde, kültürel çeşitlilik, çoğulluk, renklilik ilkesiyle örülmüş yeni bir demokratik toplum düzeyine ulaşılmasında belirleyici olacaktır. O halde demokratik komünal yaşamın inşasını; kooperatifleri, komünleri ve içinde bulunduğumuz özgürlük hamlemizi eğitim seferberliğiyle başarıya götürmeyi esas alabiliriz.

Eğitim seferberliği açısından savunmaların ve çözümlemelerin tercümeleri ve dublajı, gezici kütüphane, dijital kütüphane, konferanslar, bazı yeni akademilerin kurulması, Önderliği okuma günleri gibi etkinlikler çok değerli adımlar olmuştur. Dijital alanı daha etkili kullanmak için çeşitli projeler geliştirilmiştir. Toplum eğitimi açısından koşulların olduğu yerlerde çocukluktan itibaren cesur, özgür, demokratik kişilik ve zihniyet kazandıracak okulların kurulması, diğer her yerde aynı amaca hizmet edecek çeşitli yöntemlerin devreye konulması umut verici gelişmelerdir. Bununla birlikte her kurumda, her çalışma alanında Önderlik eğitimine seferberlik düzeyinde yaklaşmalıyız ki hem Önderlik gerçekliğini daha iyi anlayalım hem de sürekli bir gündem halinde özgürlük hamlesinin başarısını kesinleştirelim.

Bu temelde alanlar arasında tecrübe paylaşımına da ihtiyaç vardır. Olanağı olan alanlarda görsel materyallerin hazırlanması ve her yerle paylaşılması gerekir. Bunu sadece teknik bir paylaşım düzeyiyle sınırlı tutmamak gerekir. Çıkarılan tüm sonuçlarla eğitimler yenilenir, daha güçlü ve sonuç alıcı hale gelir.

Her alandaki akademi, okul, ocak sistemleri ve daha farklı düzeylerdeki eğitim çalışmalarının deneyimlerini bir potada toparlayıp genelin yararlanacağı sonuçlar çıkarmak ve bu temelde geri dönüş yapmak eğitim koordinasyonlarının temel görevidir. Koşulların olduğu her yerde bu çalışmayı belli bir periyotla sistemli hale getirmek gerekir.

Akademisi, okulu, eğitim düzeni olmayan bir çalışma alanı yüzeyselliğe ve örgütsüzlüğe mahkûm olacağı gibi her türlü sapmaya da açık olur. Bunun sınırı veya istisnası yoktur. Hangi çalışma, hangi alan olursa olsun belirli bir eğitim sistemi olmak zorundadır. Bu anlayışa sahip olmadan özgürlük hareketinin eğitim çizgisine sahip çıkıldığı söylenemez. Eğitim olmadan ne yüzeysellik aşılabilir ne ortak düşünce ve ruh kazanılabilir ne de yeni kadro yetiştirilebilir. Hareketin ve çalışmaların sürekliliği eğitimle sağlanır. Bu gerçeğe sadık kalmalıyız.

Mevcut durumda birçok alanın belirli akademileri ve bunların tecrübesinden doğan otorite olma durumları vardır. Bunların örnek alınması ve iyi takip edilmesi gerekir. Temel prensip olarak gönüllü katılım esastır. Bu alanlara herhangi bir maddiyatla yaklaşılamaz. Katı hiyerarşik, bürokratik yaklaşımları kabul etmez. Yeni sosyal bilimin geliştirilmesinden özgür toplumun inşasına dek rollerini öncü düzeyde gerçekleştirmekten sorumludurlar. Dolayısıyla bir fikir kulübü düzeyine indirgenemez; her daim direnişçi karakterde olacaktır. Kolektif çalışma düzeni esas olmakla birlikte bireyin yaratıcılığı ve üretkenliğini engellemeyecek, aksine ondan büyük bir zenginlik çıkaracaktır. Yoğunlaşmaya, çalışmaya, üretmeye ortam hazırlayacaktır. Gündemleri ve öncelikleri doğru belirleyerek buna göre planlamalar yapacak ve takipçisi olacaktır. Kendi iç disiplini kadar dışa yansımasına da dikkat edecektir. Hukuki tedbirlerden her türlü saldırı olasılığına karşı güvenlik tedbirlerini alacaktır.

Bu gibi hususlar varlık ve özgürlük mücadelesinin genel sorunları olsa da eğitim alanı kendi sorunlarını ve çözümlerini başka yere havale edemez. Kendisini her düzeyde örgütlemek ve çözüm konusunda örnek olmak gibi temel bir anlayış olduktan sonra eğitim alanında daha fazla sonuç alıcı çalışmalar yapılabilir.