Hani hep anmadan adlarını, tek bir dağlı ya da gerilla sözcüğüne sığdırıyorum ya hepsini, oturmuş Dr Rodi’den bahsediyoruz bir yaşlı adamla. Aradan ölçülebilir takvim zamanlarında uzun denilebilecek yıllar geçtikten sonra, neyi konuşsak eskiye dair hepsi kendi anlam zamanlarında şimdide capcanlı yaşatıyorlar anlam verdikleri her şeyi. Bu yaşlı adama hikâyesini anlatmıştım bizim Dr Rodi’nin. Şimdi yeniden açılınca söz, ayrıntısıyla hatırladığını görüyorum hikâyenin. O zaman sesini duymamıştı şiirlerinde. Bir gün radyoda tesadüfen dinleyince şiirlerini, düşmanına bu kadar ağız dolusu sövebilen bu adamı sevmiş hemen. Dr Rodi olduğunu öğrenince daha sonra, çok gezen ayakları ve silinmesi zor belleğiyle taşmış onu gittiği yerlere. Şiirlerine şimdi oldukça aşina oldukları bu adamın, onların deyimiyle ‘her şeyiyle insan’ bu adamın dostu kesilmiş hepsi de.
‘Bir yazı yazacağım Doktor Rodi’ye ilişkin’ deyince, bütün dağlılar gibi, ‘Herkesle anılsın istemeyiz ismimiz. Sevmediklerimizin küfürleri bile gurur verir bize. Ne kadar uzak dursak, o kadar iyi, bazılarından. Dillerinde adımız kirlenir. Yan yana konulsak, kirli hissederiz kendimizi. Düşmanına düşman, dostuna dost olmanın temel yasasıdır bu. Karşısında duracaksın düşmanının. Yiğitsen, bakışlarında tüketirsin bütün kahpeliklerini. Ve hep yanında, omuz omuza, yürek yüreğe durmak istersin dostlarının yanı başında. Dostunla anılınca ismin, gururlansın istersin bütün dostlarının ve onu sevenlerin dostluğunda.’
Sonra mahcup bir gülümsemeyle, ‘yazacaksan Doktor Rodi’yi; dağ dilli, binlerce yıldır susturulamayan dengbêjlerimizin bize ulaşan sesinde konuşan bu adamı, bu insan gibi insan olan, adam gibi adam, dostuna dost, düşmanına düşman, yiğitlikte lekesiz adamı, yanı başında olursam herhangi bir biçimde gurur duyacağımı bilerek yaz bütün dağlılar gibi. Sesinin ve hikâyesinin en çok bizi anlattığını ve yüreğimizin dost köşesini ona ayırdığımızı bilsin çocukları, dostları ve düşmanları. Bütün dağlılar gibi anladığımıza inanıyoruz, dağdan hiçbir zulümde koparılamayan o güzel dağ insanlarını. Bêrîtan’ımız adını almıştı onlardan. Biz her dağ yürüyüşünde karşılaştığımızda hep inanan, güvenen ve tebessüme kesen yüzlerinde, sundukları zozan ayranlarını içtik onların. Kimi zaman ekmeklerini paylaştılar bizimle. Kimi zaman patikalarını tanıttılar bize zozanların. Ve vurulup düştüğümüzde toprağa, en kimsesiz zamanlarımızda omuzlayıp bedenlerimizi yüreklerine ve gül bahçesi güzelliklere gömdüler bizi. Toprağın altında da, üstünde de hep gururlandığımız dostlarımız oldu onlar. Bazen bedeli zulüm, bazen bedeli sürgün de olsa, ne onlar terk etti yüreklerimizi, ne biz bıraktık onlarla dost olmayı. Çünkü onlar en eski dağlılar, biz ise en son dağlılardık. Aynı ananın kucağında aynı memeden süt emen kardeşlerdik biz. Şimdi nereden ve hangi seste yankılansa bütün dağlılıklarıyla Bêrtî koçerleri, bir selam sayıp kendimize dostça ve dostlukta hep gururlanıyoruz en güzel ve en eski dostlarımızla.’
Kendi dilimden anlatabilirim, canımla, kanımla, bedenim ve ruhumla ait olduğum aşiretimi, Bêrtî’lerimi, ihanete karşı uçurumlarda bir çiçek olan o en güzel kıza isimlerini veren dağlıları anlatabilirim. Neresine gitsem dünyanın, hep yanımda taşıdığım ve hep karşılaştığım, kimileriyle kavgalı olsam da dağlı nedenlerle, yüreğimde hep dost kalan kardeşlerimi anlatabilirim. Tarihleriyle, coğrafyalarıyla, kıl çadırlarıyla, kopmadıkları dağlarıyla, sürgünlerde bütün yitikliklerinde mertlikten ödün vermeyen gelenekleriyle. Anlatabilirim belki de, ait olduğum bütün ayrıntılarıyla onları. Sürgünlerde her dilden anlatıcıları var zaten onların. Kolay kolay düşmanlıklarını kazanmak istemez kimse. Düşmanları gazaplarından, dostları mertliklerinden alır paylarını. Ben de payıma düşeni aldım. Ama hep dostça oldu kavgalarım da, dostluklarım da. Bana emeği geçmeyen, benimle ekmeğini paylaşmayanı azdır beni dağlı doğuran bu kardeşlerimin. Minnetim vardır hepsine. Hilesiz, hurdasız, yalansız, dolansız kardeş ve dost minnetidir bu.
Kavga ettiğimde onlarla, kalplerini kırdım bazılarının. Belki de hala kırıktır kalpleri bazılarının, o en sevdiğim ve hep gururlandığım Bêrtîlerimin. Şimdi Zağroslarda daha iyi anlıyorum onları. En eski dağlıları, en yeni ve hep dağlı olanlardan dinledikçe, daha bir Bêrtî kesilesim geliyor. Bir ilkesidir dağların, tek bir dostlarının bile kalbi kırık kalsa kendilerine, cehennemde gibi yanıyor yürekleri. Şimdi düşünüyorum da, kalbini kırdığım dost kardeşlerimi, sebebi dağlar ve dağlılık olsa da kavgamın, dostluktan gelse de bazen öfkem ve hala doğruluğuna inansam da kavgalarımın, yine de dostlarımın dost kalmasını isterim. Ve kalbini kırdığım tek bir dost ve dağlıyı, cehennem azabı diye taşırım yüreğimde. Özrünü kabul ettirmenin erdeminde usta olmayı görüyorum bu dağlarda.
Asla pişman olmaz bu dağlar, doğruluğuna inandıkları kavgalarından. Ama tek bir dostu bile incitmemenin titizliğinde örüyorlar dostluklarını. Farklılıklarda zenginlik ve uyum yaratmanın, fikirlerde esnek ve ucu açık olmanın bilgeliğindeler hepsi de. Şimdi ben, pişman olmasam da doğruluğuna inandığım kavgalardan, dostça yaptığım kavgalarda acemiliklerimin daha fazla bilincindeyim. Sevmeye doyamadığım, hiçbir gölge düşürmek istemediğim dağlılıklarına ve zordaki dostlarını, kavgadaki dostlarını anlamamada yarattıkları öfkeyle kırmışsam bazılarını, hep dağlıca olsun istediğimden dostluklarının. Bazen farklılıklarını ve ayrılıklarını anlayabilir insan dostların ama bu kadar dost, bu kadar kardeş olanların farklılıklarına ve ayrılıklarına anlam veremiyordu yüreğim.
Kavgalara girdim dost kardeşlerimle. Kırmışımdır kalplerini. Hiçbir şey pişman etmez beni kavgalarımda ama söylemeliyim burada, bir yara gibi taşıyorum yüreğimde, sebebi ne olursa olsun kalbini kırdığım dost ve kardeşlerimi. Hani hiçbir düşman bükemez boynumuzu, diz çöktüremez bize, bilir bunu dağlarımın dost kardeşleri. Ve yine en iyi onlar bilir gerektiğinde bir dostun ayağına toprak olmayı. Şimdi her şeyimle dağlarda olmanın sevincinde beni anladıklarını biliyorum, anlayacaklarına inanıyorum dost kardeşlerimin.
Kavgada hırçın ve yüksektir sesimiz. Dağlarımızın en bilge, en dost ve en yiğit sesi sevgili Doktor Rodi, haykırışıdır bu yönümüzün. Diz çökmeyiz kavgalarda, vurulup düşsek de anamız toprağın kucağına, bilmez mi bunu sevgili Bêrtîlerim, kardeşlerim, öz be öz kardeşim Rênas’ın Lêlîkan’da bütün teslimiyet ve ihanetlere inat toprağa düşmesinden. Bilir elbet, en eski ve en direngenidir onlar dağların, en bağlısı ve en vurgunudur onlar dağların. Yiğitliği anlatmak bu direngen insanlara, düşmez haddime. Ama anlamaz yüreğim, onların dağları anlamazlığını.
Kabahatlerini anlamanın ve çözmenin ustalığındaki o ADALI’dan alıyor derslerini bütün dağlılar. Girmişsen bir kavgaya, vurmaktan tam alnının ortasından düşmanını ve korkmazsınız vurulmaktan, düşüp toprağa karışmaktan. Benzemez dost kavgaları düşman kavgalarına. Vuruşur düşmanlar, konuşur dostlar. Ondandır dost kavgalarında hep dil yâresidir yüreklerde kalan.
Dil yâresinde şimdi yüreğim. Taşırım ben yaramı dostluk icabı. Taşınır dosta ait her şey. Yeter ki dostça olsun. Dil yârenizi de taşırım ben, bütün dost ve kardeşliğimle. Ama taşıyamam kalbini kırdığım dostlarımın yaralı yüreğini. Kavgamda hırçın, kabahatimde toprak olmayı bilirim ben. Üzerime tek bir düşman postalının düşmesi, bütün harplerimin sebebidir. Kırılmadıkça o postaldaki ayak, dinmez yüreğimdeki öfke. Ama toprak olmuşsam ayaklarına dostlarımın, bir toz zerresi olarak bile, taşınmak ayaklarında, gurur ve sevinç verir bana. Her yerde ve her şeyde taşımalı birbirini dostlar. En yiğitleri dağların, en çok da yaralı dostlarını taşımakta göstermek isterler yiğitliklerini. Yerde yaralı koymak dostunu, uğramaz dağlıların yüreğine.
Ve dostlarım, kardeşlerim, sevgili Bêrtîlerim, yerde koymayacaklardır yaralı yüreğimi. Unutup bütün dost kavgalarını, sevgiyle affedecekler bütün kavga kabahatlerimi. Bitmez hiçbir zaman dağların bizi bağladığı kardeşliğimiz ve dostluğumuz. Kavgada yenilebilirim size, kabahatte toprak olabilirim ayaklarınıza ama bir dost ricasında bulunacağım sizden. Gerekirse vurun beni alnımın çatından, yanık göğüs kafesimden ama çok yaralı bir yanım var, mertliğe sığmaz dost yarasına tuz basmak. Yakıştıramıyorum dostlarıma bazen, en yaralı, en ADALI yarama tuz basmalarını. Tenimde alevli bir yara taşımamın tek sebebi, ADALI yanımdır. Ve en yaralı yanım, ADALI yanımdır. Sadece, eliniz değmesin, diliniz değmesin ADALI yanıma, bir dost ricası bu. Güvenirim en yiğit, en direngen çocukları olan dağlı Bêrtî dost kardeşlerime. Kucaklaşacağız biliyorum, en kavgalı olduğum çocuklarınızla bile, ama ricamdır, deşmeyin en yaralı yanımı.
Dostlar ve kardeşler, en iyi tedavicisidir dost yaralarının. Taşıyamazsanız bile yaralı yanımı, ricamdır, dokunmayın yarama. Ama topraklığıma bahşetmişseniz kabahatlerimi ve derman olmak istiyorsanız en yaralı yanıma, dermanımı söyleyeyim size: sevgiyle ve dostça değsin dudaklarınız yürek yarama. Dost dudakları hafifletir en yaralı yanımın acılarını. Affedin ve o dost dudaklarınızdan dostça bir merhem gibi, bir öpüş kondurun yarama. Sonra, vurun isterseniz, paramparça edin her yerimi, dostluğuma ve kardeşliğime halel getirmez, beni yaralı ve çaresiz koymaz hiçbir kavgada vurulmam.
Ama tenime ateşle kazıdığım yüreğimdeki ADALI ve yaralı yanıma değmesin hiçbir şey. Hala kanamaktayım yüreğimden. Bir cehennem gibi taşıyorum bu yarayı yüreğimde. Değmeyin, incinirim ben. Yaralı yüreğim cehennem. Yine incitmesinden korkarım sizi. Hadi kucaklayın beni. Kendi çocuğunuz, dostunuz ve dağlınız olarak geldim size. Acıyor yaram, usulca öpüp beni yaramdan, dindirin acılarımı. O zaman göreceksiniz, dostluğunuzda dost, kardeşliğinizde kardeş, dağlılığınızda bir dağlı olarak size hep açık olan yüreğimin sizi sevgiyle kucakladığını.
Yaşlı dağlılardan öğrendim dil yâresindeki dost yürekleri tedavi etmenin mecburiyetini. Yaralıysa dil yâresinde tek bir dostun yüreği, kırıksa tek bir kardeşin kalbi ve küskünse size tek bir dağlı, yürünmüyor bu dağlarda. Yürümelerimde yol göstericim dağlılar, en çok da kardeşlerimden emanet almışlar dağları. Onlar bu emanete ihanet etmemenin kavgasındalar şimdi. Çünkü sizden öğrenmişler dost emanetine ihanet etmenin kirleticiliğini. Siz ana atalarımızdan emanet aldığınız bu dağlardan kopmadınız hiçbir zaman. Sürgünlere sürülse de bedenleriniz, dağlarınızı ve dağlılığınızı hiç eksiltmediniz yüreğinizden.
Şimdi dağ yürüyüşlerinde yük oluyor bana, küskün yürekleriniz ve kırdığım kalpleriniz. Bir tekinizin bile kırmışsam kalbini, bir dağ gibi taşırım dağ yürüyüşlerimde. Minnetimden ve yük taşıyamamazlığımdan değil toprak oluşum. Geride yüreği yaralı bir dost ve kırık kalpli bir kardeş bırakmışsa insan, hep geriye dönüp bakmak zorunda kalıyor yol yürüyüşlerinde. ‘Çıkmışsan yol yürüyüşlerine, dönüp bakmayacaksın geriye’ diyor dağlılar. ‘Yavaşlarsın, tökezleyip düşersin yoksa…’
Girmişim bir yola. Seviyorum bu yolda yürümeyi. Vurulup düşsem bu yola, sevinçle düşeceğim toprağa. Ama tek bir kırık kalp bıraksam geride dostlara ait, bütün huzurum kaçacak en huzurlu olduğum bu dağlarda. Huzurundayım şimdi dostlarımın ve kardeşlerimin. Bırakın huzurla yürüyeyim toprağıma. Çünkü toprak olursam, en çok siz geleceksiniz bana. Toprak olursam, bütün postallar çekilecek bu topraklığımdan. Ve postallardan temizlenmiş topraklığımla, en çok sizin ayaklarınıza serileceğim. Bırakın huzurda toprak olayım ayaklarınıza.
En çok dağları ve bereketli toprakları seversiniz siz. Hiçbir kıyamet, hiçbir vahşet, hiçbir zulüm, hiçbir yalan koparamadı sizi topraklarınızdan. Yüreğinizde taşırsınız toprağınızı sürüldüğünüz sürgünlerde. Yurdumda ayaklarınıza, sürgünlerde yüreğinize toprak olmak tek derdim. Ötesini takmayın o güzel kafanıza. Toprağınızım ben sizin. Ve toprağınızdayım şimdi. Ben döndüm size, siz de bende dönün toprağınıza. Siz toprağınızın hasretinde, ben sizin topraklarınızda, yüreklerinizle sürgündeyim.
Dağların ve toprakların dışında unutabilirsiniz her şeyi, ben unuttum. Dönelim kendimize ve kucaklayalım toprak gibi birbirimizi. Emin olun, toprağımıza kavuşmaktan daha fazla hiçbir şey sevindiremez bizi. Bıraktım kendi kırgınlıklarımı. Siz de bırakın isterim. Yeterince acılı ve yaralıyız hepimiz. En önemlisi de, acılarda yaralı ve kanamakta şimdi yurdumuz. Acılarına acı katmayalım. İlk fırsatta sevindirelim birbirimizi. Dağlara kavuşmanın sevincindeyim ben. Tek acılı yanım, sürgündeki Bêrtîlerim benim.
Dağa geldim, çünkü dağda en sevdiğim Bêrtîlerim. Silinmiş şimdi sohbetlerimizde bizi üzen her şey. Çocuklarım, anam, kardeşlerim ve dostlarım gibi kucaklaşmanın sevincindeyim dağlarımı. Burada sizi buldum. Rênas yanı başımda şimdi. Şevhat yanı başımda şimdi. Hogir yanı başımda şimdi, Tîrêj yanı başımda şimdi. İbrahim Xelîl yanı başımda şimdi. Şûrzan yanı başımda şimdi. Şevger yanı başımda şimdi. Ben size döndüm. Dönün siz de. En çok da, yaralı yanıma dönün. ADALI yanıma dönün. Yaralı yanım getirdi beni size. Yaramı alın yüreğinize. Sizi yurdunuza getirecektir. Ve emin olun, bu sizi çok sevindirecektir.
Sevinçteki dağlardan yazıyorum size. Yaşlısıyla bu dağların bir çocuğunun, Doktor Rodî’yi anıyoruz şimdi. Sohbetlerimize elimden geldiğince konuk etmeye çalıştım hepinizi. Sadece sevgilerimi değil, kavgalarımı da paylaşıyorum onlarla. Sevgilerime sevgi, kavgalarıma ustalık katıyorlar. Kiminle, nerede, ne zaman ve niçin kavga etmek gerektiğinin bilimini yapıyorlar şimdi. En bilge yanları yürekleridir onların. Onların yüreğinden yazıyorum size. Kıyamet kavgalarına bilenmiş yürekleri, dost kavgalarına tahammülsüz şimdi. Kardeş kavgalarına tahammülsüzler en çok. Düşmanlarıyla kavgada ne kadar ustaysalar, kavgalı oldukları dostları ve kardeşleriyle barışmakta da bir o kadar ve daha fazla ustalar.
Anlattım onlara kardeşlerimi ve kardeşliklerimi, paylaştım dostluklarımı. Kavga duruşumda yüreklerine aldılar beni. Kardeş kavgalarımda kusurlu buldular beni. Kavgadaki ısrarıma ustalık sunuyorlar. Onlardan sadece kavgayı değil, dostça ve kardeşçe yaşamayı da öğrenme keyfindeyim.
‘Kavga zamanlarında en çok kardeşleriyle barışmalı insan, dostlarının omuzlarına yaslanmalıdır düşmanlara inat’ diyerek gülümsüyor bir yaşlı adam. ‘Bitirelim hele bir düşmanlarımızla bu yurt kavgasını sonra ve gerekirse yine kavga ederiz birbirimizle. Birbirimizle yaptığımız ne ilk, ne de son olur hiçbir kavgamız. Ama aynı toprakları, aynı dağları paylaşmanın dostluğu ve kardeşliğinde nasıl kucaklıyorsak binlerce yıldır birbirimizi, kucaklaşmaya devam edeceğiz bu topraklarda. Çünkü bir ananın kucağındaki kardeşler gibidir aynı toprağı paylaşanlar. Bazen kavga etseler de çocukluklarından, her kavga gününün sonunda aynı kucakta, kucak kucağa, başını aynı toprak ananın aynı toprağına koymak isterler sonunda. Çünkü henüz yolu bulunmadı topraksız yaşamanın.
Toprak bağlar bizi birbirimize.
Barışmak sadece bir istek değil, bir mecburiyettir aynı toprağa bağlı olanlar için. Bir mecburiyettir barış. Nasıl harp sebebiyse işgal edilmiş topraklar, bir o kadar barışma nedenidir paylaşılan topraklar. Zamanı değil, toprağını, dağlarını ve en önemlisi de yüreğini paylaştığın dostlarla kavgalı olmanın. Gerekirse toprak ol ayaklarına. Emin ol, sana geleceklerdir. Çünkü çaresi yok topraksız yaşamanın. Hiçbir bilim keşfedemeyecektir insanı topraktan koparmayı. Hiçbir zulmün gücü yetmeyecektir hiçbir insanı toprağından koparmaya. Sadece ayak bastığı yurdu değil toprak insanın. En çok yüreği topraktır insanın. O yüzden koparılma öfkesinde ve kavuşma özleminde, ‘yüreğimi vatanıma gömün’ diyordu o teni kızıl kardeşlerimizden biri. Kardeşlerine gönder yüreğini. Emin ol, gömeceklerdir onlar seni yüreklerinin bereketli toprağına…’ diyor dostça.
‘Ne güzel söyledin’ diyorum hüzünlerdeki gözlerine bakarak. Dost bir tebessümle bakıyor huzur bulmuş gözlerime. ‘Eh ne yapayım, karşımda bir Bêrtî görünce ve düşmanına ağız dolusu ‘toolaz’ çeken bir Bêrtî’nin sohbetindeyiz. Ben değilim şimdi konuşan. Yüreğimdeki Doktor Rodi’dir O. En çok odur Bêrtîlerin bilge sesi ve tanıdığım bütün Bêrtîlerden bir ses sinmiştir sesime. Aslında bir Bêrtîyim ben de bütün dağlılar gibi. Çünkü en son onlardan emanet aldık bu dağları. Ve bıraksak sadece onlara bırakabiliriz bu dağları. Onların yurdunda, onların en bilgesine, en gür sesine ve en yürekli yiğidine, Doktor Rodî’ye dost olabilsem ve anılabilirse bir biçimde ismim onunla ve tek bir Bêrtî bile bilse bunu, emin ol, tamamlanmış hissedeceğim dağlılığımı…’
Anlattırıyor bana tekrar hikâyesini. Anlattığım en ince ayrıntıyı bile yaşıyor benimle. Halaybaşı hallerini anlatıyorum Doktor Rodî’nin, halaya duruyor gözleri. Kavgacılığını anlatıyorum, kırışıp alnı kavga kesiliyor kavgada hiç yorulmayan yüzü. Şiir okuyuşlarını anlatıyorum, dilinden bir mısra dökülüyor hemen. Kirveliğimizi anlatıyorum Doktor Rodî’yle, kirvem olup elleri omzuma konuyor. Sürgünlerdeki hallerini anlatıyorum, sürgüne gidiyor yüreği. Şûrzan’ı anlatıyorum, Doktor Rodî olup göğsünden vurulmuş gibi acıya kesiyor her şeyiyle. Ata binişini anlatıyorum Doktor Rodî’nin, Hedwan’ın süvarisi gibi dört nala peşine düşmüş gibi Doktor Rodî’nin, sarsılıyor bedeni. Ve sürgün günlerini anlatıyorum, sürekli yanında taşıdığı atının yularını, bir idam mahkûmu gibi bükülüyor boynu. Bir an torunu Hebûn’un salıncağının demirine asılı yularda sallanan Doktor’un bedeni gibi hafiften sallanıyor yerinde. O salıncakta boynunda bir at yularıyla sürgünlerde boğulan yüreği gibi boğuluyor sesi.
Doktor Rodî’nin cebinde ‘An Kurdistan, An Neman’ notu çıktığını söylüyorum. ‘Bilgeymiş’ diyor. ‘Topraksız yaşamanın imkânsızlığını göstermek istemiş herkese. Bütün sözleri doğru Doktor Rodî’nin. Ama son sözünü değişik söylüyoruz biz. Felsefemiz, ‘Neman’ı kabul etmiyor artık. An Kurdistan, An Kurdistan diyoruz biz. ‘Neman’ sürgünlüğüydü O’nun. Sürgünde ‘Neman’ olur ancak bir Bêrtî. Ve sürgündeki Doktor, ‘neman’ değil bizim için, Kürdistan’ın ta kendisidir. Sürgünde yitmiş olabilir bedeni ama Kürdistan’dır şimdi O, dağların yüreğinde…’
Hüzünlendiğimi görüyor. Dolu dolu olduğumu anlıyor. Ve hemen ne kadar şaşırdığımı söylüyorum dudaklarımda. Halden anlıyor. Ağlamaklı olduğunda insan ve göstermek istemiyorsa yanaklarından süzülen tuzlu suları, bir çeşmeyi kapatmaya çalışan bir çift el gibi telaşla çırpınıp, sese döküyor çaresizliğini insanın dudakları. ‘Niye şaşırıyorsun?’ diyor bana. ‘Nasıl bu kadar anlayıp anlatabiliyorsun?’ diyorum. Şerevdin yaylaları kadar geniş bir tebessüm kaplıyor hüzünlü yüzünü. ‘Anlarım tabi’ diyor. ‘Çünkü, ‘EZ GÊRÎLLA ME…’
Sevinç kesiliyorum. Dudaklarımdan ‘Tu gulî gul’ sözleri dökülüyor. O da sevince kesiliyor. Gül bahçesindeyiz. Ve bu bahçenin en güzel gülü, o sürgündeki gül’dür şimdi yüreklerimizin toprağında yeşeren.
‘Madem yazacaksın Doktor Rodî’yi, benden de bir çift söz söyle ona. Ona de ki, ‘Tu gulî gul Doxtor’ diyorlar sana. Sevinecektir. Ve huzura erecektir. Çünkü bunu söyleyen GERİLLA’dır. Ve onların gözünde, hiçbir sürgünde yurdundan kopmayan insandır en USTA GERİLLA…’
Jêhat Bêrtî