HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

 

 

Bazen insanlar mücadele içerisinde hiç hayal etmedikleri olaylarla, büyük mucizelerle karşılaşır. Kürdistan’ın telli coğrafyasında hayali bile zor bir yolculuğa başlamıştık.

Bu coğrafyaya yabancı değildik. Biz bu coğrafyanın çocuklarıydık. Cellâtlar bizi bu coğrafyadan saymasa da biz yürekten ve derinden bu topraklara bağlıyız. Çünkü bize bu toprakları tanıtan Önderliğimize bağlıyız ve biz bu topraklarda büyüdük. Nasıl büyüdüğümüzü de Önderlik bize öğretti. Bu coğrafyayı dolaşırken her adımımız bize yeni bir anlam yüklüyordu. Yıl 1990, sonbahar aylarıydı. Coğrafya yaşlanmaya yüz tutmuştu. Yapraklar dökülmeye başlamıştı. Her mevsim kendi doğasında güzeldi. Yüzümüz Güneşe dönüktü ve Güneşe doğru yol almaya başladık. Artık vedalaşma zamanı geliyordu, Dersim’den ayrılıyorduk. Yolumuz uzundu ve biz heyecanlıydık. Hedef net ve yolumuz açıktı, aydınlığa doğru gidiyorduk. Bu yolculuk başka yolculuklara benzemiyordu. Yeni bir dünyayla tanışıyorduk. Yeni başlangıçlarla yeni bir dünyayla tanışıyorduk. Yeni başlangıçlar yeni doğuşları simgeliyordu. Bu yürüyüşümüz geride kalan hatıra ve anılardı. Güneşe doğru yürümekti tek hayalimiz.

Dört ayda Haftanin alanına geldik. Kaç suyu aştık, kaç karakolun pususundan geçtik ve yolları aştık, kaç sınırı geçtik bilmiyorum. Geçtiğimiz bütün tehlikeleri yerlerde tarifi imkânsız duygular hissediyordum.

Ölümden korkmuyorduk ama Önderliği görememekten korkuyorduk. Bu yolculuk boyunca hep bunun korkusunu yaşadık. Tek bir kez olsun Önderliği görelim, ona bir sarılalım, merhaba diyelim, elini tutalım da ölüm nereden gelirse gelsin ondan sonra ölüm hoş geldi sefa geldi. Bu yol sürecinde sloganımız buydu, tek hayalimiz de buydu. Yol boyunca bütün enerjimizi bu amaç uğruna ortaya koyduk. Zaten bundan aldığımız moral bize olağan üstü bir güç vermişti. Zorluklar umurumuzda bile değildi. Yol sürecinde hep Önderliği hayal ettik. Haftanin’e ulaştığımızda dördüncü kongre süreciydi. Belli bir süre burada kaldık. Sabah C. arkadaş bizim gurubu çağırdı, bizim hazırlanmamızı Önderlik sahasına geçeceğimizi söyledi. Kaç aydır beklediğim an gelmişti. Sevinçten içim içime sığmıyordu. Sabah güneş doğar doğmaz yola koyulduk. Bizim gurup komutanımız Mahir arkadaştı. Güçlü bir komutan ve yoldaştı.

Bir yere kadar gittikten sonra arabalar geldi. Arabalara bindik, peş peşe harekete geçtik. Bize bu durum çok tuhaf geliyordu. Akşam karanlık basınca Suriye sınırına geldik. Karanlıkla birlikte sınırı aştık. Bir saat yürüdükten sonra bir köye vardık. Arkadaşlar kapıyı çaldılar ve içeri girdik. Çok yorgunduk ve üstümüz başımız çamur içinde kalmıştı. Perişan haldeydik. Suriye topraklarındaydık, bana çok garip geliyordu. Ben ona yabancı, o da bana yabancıydı. Bir odada oturuyorduk, biri içeriye girdi. Çok garip biriydi. Başına çitik takmış, fistanlı, uzun boylu, bıyıklı biriydi. Gözlerim hep ona takılı kaldı. Şaşırdım kaldım bu olaya. Meğerse Arap kültürüymüş. Çok garip şeylerle karşılaşıyorduk. Bu olayda Kürtlerin birbirlerine ne kadar yabancılaştıklarını ve onların trajedilerini gördüm.

Bir gün o köyde kaldık. Akşam fistanları bize giydirdiler, bir de çitik taktık ve köyden çıktık. O ayakkabı ve fistanlarla yürümek bir işkenceydi. Şehit Hacı bizimle bol bol dalga geçti ve gülmekten ölüyordu. O kadar gülüyordu ki artık yürüyemiyordu. Ne kadar yol zor da olsa gece yarısında noktaya geldik. Buna sevindim. Çünkü bu fistanla yürümek tam işkenceydi. Gündüz bir yurtseverin evine gittik. Kürtçe bilmediğim için onları anlayamıyordum ve ne konuştuklarını bilmiyordum. Oradan Şam’a geçtik. Şam’da Önderliği göreceğimi hayal ediyordum. Kimse Önderliğin yerini bize söylemiyordu. Gözlerim her gittiğim yerde Önderliği arıyordu. Onu görebilmek için hemen zamanın geçmesini istiyordum. Sanki zaman durmuş gibiydi bu evde, beklemek zor geliyordu. Sabırsızlanıyorduk ve onu hemen görmek istiyorduk. Bir akşam biri kapımızı çaldı, hazırlanın gidiyoruz dedi. Çok sabırsızsınız tabi ki Önderliği göreceksiniz dedi. Bu sözlerin arkasından çok mutlu olmuştuk. Orhan arkadaş önümüze girdi ve merdivenlerden indik. Bize bazı uyarılar yaptı. Çarşıya indiğimizde askeri tarzda yürümeyin, dikkat çekici şeyler yapmayın vb. uyarılar yaptı. Bu şekilde yürümeye başladık. Tabi uyarıların hepsini yerine getiremedik. Yine aynı şekilde askeri tarzda yürümeye devam ettik. Orhan arkadaş bizi götürmekte çok zorlandı. Yürüyüşümüze sürekli müdahale etmek zorunda kalıyordu. Arabaya bindik ve bir yere kadar arabayla gittik. Daha sonra arabadan indik ve toprak bir yola girdik. Heyecanımız doruktaydı, hayal ettiğimiz yere ulaşmak üzereydik. Her yerde gözlerim Önderliği arıyordu. Yüreğimin derinliklerinde onu hissediyordum. Her adımımda özgürlüğe, umuda doğru ilerlediğimi hissediyordum. Yokuşu aştıktan sonra bir düzlüğe geldik. Karşımda akademiyi gördüm. Önderlik, PKK ocağına ulaştık. Artık hayalimiz gerçekleşmişti. Bizi orada bir mangaya götürdüler, yönetim mangasıydı. Sürekli kapıdan, pencereden dışarıya bakıyorduk. Önderliği büyük bir heyecanla bekliyorduk. Heyecandan neredeyse kalbimiz duracaktı. Sonunda Önderlik kapıdan içeri girdi ve bize sıcak bir selam verdi, bizi kucakladı. Adımızı, durumumuzu sordu. Heyecandan terlemiştik. Bizimle biraz diyalog yaptıktan sonra arkadaşlara dedi: “Arkadaşlar yemeklerini yesinler, dinlensinler. Yorulmuşlardır, uzun yoldan gelmişler” dedi. ‘Arkadaşlara yemek verin’ sözleri bizi çok etkilemişti. Her sözü insanı düşündürüyordu. Yeni bir dünya ve yaşamla tanışmıştım. Sanki bir rüya görmüş gibi hissediyordum. Önderliğin sıcak sarılışı, sohbetleri beynimi, yüreğimi derinden etkilemişti. Adeta duygularımız şaha kalkmıştı. Kendimizi kuş gibi hafif hissediyorduk. O anki duygularımın bir tarifi yoktu. Önderliğe sarıldığımda gözyaşlarımı tutamadım, Önderlik elleriyle gözyaşlarımı sildi ve şunları söyledi: ‘Heval bellidir çok zorlanmışsınız. Dersim’den buraya kadar yürümek bir mucize.’ Ben konuşacak bir durumda değildim. Konuşacak tek bir kelime bulamıyordum, diğer arkadaşlar da benim gibiydiler. O an kendimle, insanlıkla ve özgürlükle buluşma anımdı. Yaşamım boyunca bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Hiçbir zaman o günü unutmam. Kendimi dünyanın en şanslı insanı gibi görüyordum. Yönetim mangasından çıktık ve bayan arkadaşların koğuşuna doğru yürüdük. Çevremi pür dikkat izliyordum. Burası yabancı olduğu kadar çekici ve kutsal toprakları andırıyordu. Her adım, geçmişimle gelecek arasındaki köprüleri kurmak içindi. Hep eğitimlerde Önderliği tanıtıyorlardı ve Mahsum Korkmaz Akademisi’ni anlatıyorlardı. Efsanelerdeki gibi… Şimdi ben bu efsanevi yerdeyim. Bu efsanevi yere ulaşmak bana hayal gibi geliyordu. Patikadan yürüdüğümde bu sorular beynime çullanıyordu ve geçmişe doğru gidiyordum. Ve geçmişin sorularını cevaplandırıyordum. Bu arada Çiçek arkadaşa döndüm, biz nerden nereye geldik dedim. İşte PKK mücadelelerle doludur. Hayali bile zor şeylerle karşılaşıyor insan. Çiçek hemen söze başladı: “Biz kutsal ve su gibi berrak yere geldik, hakkını verebilecek miyiz” dedi. Bu sözleri beni çok düşündürdü ve etkiledi. Koğuşa gidip dinlendik, çok yorulmuştuk.

Dışarıdan gelen sesle uyandık, Önderlik top oynuyordu ve onu izlemeye koyulduk. Maç bitene kadar sahada gözlerimiz sadece Önderliği görüyordu. Akademiye yeni bir başlangıç yapıyorduk. Önderlik tüm Kuzey gücünü topladı ve onlarla toplantı yaptı. Düzenlemeleri kendisi yaptı. Beni ve Ş. Çiçek arkadaşı manga komutanı yaptı. Beni en çok etkileyen Önderliğin her şeyle kendisinin ilgilenmesi oldu. Herkesle diyalog kurması, ilgilenmeye çalışması çok etkileyiciydi. Diğer gün tüm Kuzey gücüyle yürüyüşe çıktı. Önderlikle iki üç saat karın ve yağmurun altında yürüdük. Biz Kuzey’den gelmiş olmamıza rağmen Önderliğin hızına yetişemiyorduk. Onun hızına ulaşmak mümkün değildi. Her hareketi, her konuşması bizler için bir eğitimdi. Yürüyüşte çözümleme yapıyordu. Yürüyüşte sarp arazilere vurduk, Önderlik yüksek bir kayalığa çıktı. Arkadaşlar ona yardım etmek istediler ama bırakmadı. “Kendiniz yürüyün, bu kadar Kuzey’de kalmışsınız benim hızıma yetişemiyorsunuz” dedi. Ondan sonra arkadaşlar Önderliğe yardım etmediler ve ona yardım etmek istediklerinde çekiniyorlardı. Bu yürüyüş benim için insanlığa ve özgürlüğe doğru uzanan bir yürüyüş olmuştu. Bu yürüyüşte hem çok duygulanmıştım hem de çok mutlu olmuştum. Farklıydı, anlamlı ve diğer yürüyüşlerden farklıydı. Çünkü Önderlikle yürüyorduk ve bu herkese nasip olmazdı. Yürüyüşümüz bitmek üzereydi ve akşam olmaktaydı. Kampa gelirken bol bol fotoğraf çektik. Her arkadaş Önderlikle fotoğraf çekmek için sıraya girmişti. Fotoğraf çektirmek için herkes yarışıyordu.

Önderliğin eğitimleri, çözümlemeleri çok güçlüydü. Akademi bir arınma yeriydi, bir sınavdı. Eğitimde herkesi büyük bir disiplinle oturtuyorlardı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Önderliğin olduğu yerde disiplin, nizam, kültür ve ahlak vardı. Önderlik bunun savaşını veriyordu. Burada yeni bir insan yaratıyordu. Binlerce kadroyu burada yarattı. Önderliğin emeği, çabası olağanüstüydü. Yaptığı her çözümleme saatlerce sürerdi. Konuşması boyunca hiç oturmazdı, biz ise oturduğumuz halde yoruluyorduk. Önderlik de yoruluyordu muhakkak, fakat iradesi çok güçlüydü. Bir gün bir arkadaşın kalemi elinden düştü, Önderlik kızdı “Sen bir kalemine hakim olamıyorsun savaşta silahına nasıl hakim olacaksın” dedi ve bunun üzerine çözümleme yaptı. Biz ise bu tür şeyleri küçük görür ve değerlendirmeyiz. Fakat Önderlik yaşamı küçük ayrıntılarına kadar denetliyor, gözlüyor ve çözümlüyordu. 1991 baharında tüm akademi gücü moral hazırlığı yapıyordu, Newroz’u kutluyorduk. Önderlik özellikle Kuzey’den gelen arkadaşları halkın içine gönderdi, halka moral olmamız ve halk gerçeğini daha yakından görelim, tanıyalım diye. Bir gün orada kaldık ve geri akademiye döndük. Halk akademiye akın etmişti. Arabadan indiğimizde şaşkına dönmüştüm, bu kadar halk nereden çıkmıştı. Akademiye büyük bir akın vardı. Sabah halkı tören alanında topladık ve Önderliğin güvenliğini tuttuk. Halk Önderliği kucaklamak için saldırıyordu. Biz ise halkın önün zor tutuyorduk. Kimse yerinde duramıyordu. Halkı zor bela sıraya koyduk ve Önderlik gelip hepsiyle tokalaştı. Halktan bazıları kurnazlık yapıyorlardı, yerini değiştirip Önderlikle iki defa tokalaşmak istiyorlardı. Önderlik o kadar kalabalığa rağmen kiminle tokalaştığını biliyordu. Bu nokta beni çok etkiledi. Halkın Önderliğe derin bir bağlılığı vardı. Görkemli bir moral oldu. Önderlik de morale katıldı, ilk defa böylesi güzel bir moral görmüştüm.

Akademide eğitimler yoğundu, insan her an kendisiyle karşı karşıya geliyordu, sürekli kendisini sorguluyordu. Önderliğin eğitiminde özellikle kadın olarak, kendimi tanıdım, kadın kimdir, tarihi nasıl başlamış kavramaya başladım. Kadının özgürlüğünü, yeniden doğuşunu Önderliğin eğitiminden geçtikten sonra anlayacaktım ve ne kadar özümüzden uzaklaştığımızı Önderliğin büyük emeği ve çabasıyla anladım.

Bir gün okulun kapısında durmuştum, Önderlik birden karşıma çıktı. Elini saçıma atarak “Saçlarını erkek gibi yapmışsın, faullerini de benim gibi yapmışsın, kadın uzun saçıyla güzeldir” deyince çok utandım ve çok da üzüldüm. Önderliğin her yaklaşımı insanı kendi özüne daha da yakınlaştırıyordu.

Ben akademinin arşivine bakıyordum, odada oturmuştum işimi yapıyordum, oda sessizdi. Bir anda bir ıslık sesi geldi. O kimdir deyişimle Önderliğin içeri girmesi bir oldu. Hemen ayağa kalktım. “Heval sen ne yapıyorsun, neden askeri eğitime gitmedin, kendini askeri deha mı sayıyorsun? Zaten ülkeden gelenler kendilerini asker görüyorlar, sen bundan sonra askeri eğitimlerde geri kalmayacaksın. Kim sana izin verdi” deyince ben de dedim “Dr. Baran izin verdi”. Gülerek bana baktı, çalış işini yap, işin nasıl gidiyor dedi. İyi gidiyor başkanım dedim. Etrafını inceleyip dışarı çıktı. Ben de işime geri döndüm. Askeri eğitimler çok yoğundu. Önderlik gizlice bizleri inceliyordu. Askeri eğitimlerimizde ya da sporlarımızda bir eksikliğimiz olduğunda hemen çözümleme yapıyordu. Kafamda bir soru işareti kaldı, biz sporda ne yapmışsak Önderlik çözümleme yapıyor, Önderlik sporlarımıza da katılmıyordu bu nasıl oluyordu. Meğerse sabahları Önderlik spora çıktığında bizleri de denetliyormuş. Ben partiyi, Önderliği Önderlik sahasında tanıdım. Bakış açım değişti, insanlara bakış açım değişti. Kendimi, örgüt yaşamını tanıma süreci oldu.

Önderliğin değerlere yaklaşımı çok farklıydı. Tüm koğuşlara bakardı, düzensiz koğuşlar oldu mu üzerimize çözümlemeler yapardı. Gerilla kendi disiplini ve duruşuyla vardır. Öz biçime yansır, aldığınız eğitimi yaşamınıza yansıtmanız gerekir. Bir akşam biz ranzalarımızda kitap okuyorduk, birden Önderlik içeriye girdi, hepimiz ranzalardan indik ve öyle durduk. Bizimle kısa diyaloglar yaptı. Koğuştan çıktı ve bizler de tekrar yoğunlaşmalarımıza başladık.

Akademi ortamı çok düzenli ve sistemliydi. Bazıları bozmak istiyorlardı. Önderliğin buna karşı mücadelesi çok güçlüydü ve yoğundu. Örgüt dışı eylemlere aman vermiyordu. Çeteler kendilerini yaşatmak için fırsat bulamıyorlardı. Çünkü Önderlik yaratılan değerlere karşı büyük bir koruma mücadelesi verdi. Akademide kaldığım süre benim en güzel günlerim olmuştu. Orada kendi kişiliğimi tanıdım. İradem, bilincim gelişmişti. Önderliğe karşı bağlılığım güçlenmişti. Yedi sekiz ay kaldım, hiçbir zaman unutamayacağım zamanlardı. Ülkeye dönmenin zamanı geldi. Bir yandan eğitimde aldığım güçle, moralle bir yandan ülkenin büyük heyecanıyla kendimizi ülkeye hazırlamıştık. Bir yandan da Önderliğimizden ayrılmak derinden yüreğimizi yaralamıştı. Akşam altıda dışarıda oturuyorduk, Önderliği bekliyorduk. Gökyüzünde yıldızlar parlıyordu. Ayrılığın hüznü üzerimize çökmüştü. Sabah yola çıkıyorduk. Önderlik geldi, “Niye o kadar sesli konuşuyorsunuz? Yarın ülkeye gidip kendinizi deşifre edersiniz, sesinizi terbiye edebilirsiniz” dedi ve bizim gurupla konuştu. Toplantı bittikten sonra mangalarımıza gittik. O gece hiç yatmadık. Benle Çiçek arkadaş sabaha kadar ağladık, uykumuz gelmiyordu. Önderlikten ayrılmak çok zor geliyordu. Sabah hazırlandık, vedalaşma zamanı gelmişti. Önderlikle fotoğraf çektik. Önderlik benle Çiçek arkadaşı çağırdı ve gelin ikinizle bir fotoğraf çekelim dedi. Yürüdük. Gidiyorsunuz biz ayrılmıyoruz biz hep birlikteyiz dedi. Biraz yürüdükten sonra ayrılma zamanı geldi, Önderliğe sımsıkı sarıldık, ağlamamak için kendimizi zor tutuyorduk. Önderlikten biraz uzaklaştıktan sonra ağlamaya başladık ve patikalardan aşağıya indik. Önderlik hala sırtın başında bize el sallıyordu. O görüntüyü hiç unutamıyorum. Bu görüntü, bu ayrılık hiçbir ayrılığa benzemiyordu. Bu bizim için hiç de kolay değildi. Hala o el sallayışı ve bakışları gözlerimin önünde.

Sana olan borcumuzu ödemek için mücadelemizi daha da büyüteceğiz.

 

 

Saadet Ferhat