HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

sehit resitBiz sınırı geçmenin heyecanını yaşarken, düşman tarafından ateş açıldı, pusuya düşmüştük. Atış yerlerinden anladığımız kadarıyla, düşman tüm stratejik yerleri tutmuştu. O an düşmanın dikkatini üstüme toplamak için hemen öne atıldım ve cevap verdim. Böylece arkadaşlar kurtulabilir diye düşündüm. O anda arkadaşlar da geri çekildi, ben de tam kalkacaktım ki, düşmanın arka yolu da tuttuğunu gördüm. Amaçları tam çembere almaktı. O esnada araziye yöneldim. Yolu tam bilmediğimden ötürü şaşırdım. Gün yavaş yavaş ağaracak, gün doğacaktı. Ben o an kendimi sağlama almak için oradan uzaklaşmalıydım. Karşımda derin bir vadi vardı. Hemen oraya sürükledim kendimi. Fazla uzaklaşmadım, yabani bir çamın yarattığı kuytuluk dikkatimi çekti. Ağacın arkasında mağara gibi bir yer vardı. Burası, düşmanın tuttuğu yerlerin aşağı tarafı oluyordu. O anda güneşin aydınlığı kendisini tepelerde belli ediyordu. Vadi az çok kamuflajlı sayılırdı. Fakat izlerime dikkat etmeliydim. Dört gün orada öylece kaldım. Yanımda su yoktu. Düşman seslerini rahatça duyuyordum. Her gün bir işkence gibiydi. Gece sızmalı bir şekilde suya indim ve bulduğum bir poşetle yanıma su aldım. Düşman arazideydi. Bense araziyi bilmiyordum. Çaresiz bekliyordum...

Bu süreçte bir de arkadaş buldum kendime. Her sabah bir kuş adeta yoldaşların selamını alıp yanıma geliyordu. Bu bana ümit ve moral veriyordu. Kuş ile sohbetimiz olurdu. Bir gün kuşa “buradan sıkıldım çıkıp şehit oluncaya kadar düşmanla çatışmak istiyorum” dedim. Dağ kuşu bilir gerillanın dilini. Yüreğimde kaynayan volkanı adeta görürcesine bana; "direnmelisin ki! Hasret kaldığın yoldaşları görebilesin" dediğini hissettim sanki. Yüreğimde bir kıvılcım gibi taşıdığım umuttu adeta. Sonra, seni bekleyen büyük görevlerin var. Ancak böyle üstesinden gelirsin dedi. Yanımda erzak kalmamıştı, bu yüzden takatsiz de kalmıştım. Ertesi gün küçük arkadaşım gecikmişti, etraf da sessizdi ve düşman geri çekilmişti. Ama arkadaşımdan hatırsız ayrılmak istemiyordum ve bekledim... Öğleden önce kuş geldi. Ona gitmek istediğimi söyledim. O da onaylarcasına kanat gerip uçtu. Akşamüstü yavaş yavaş oradan ayrıldım. Vadi çalılıklıydı ve bu da yürümeme engel oluyordu. Yamaçları ise sarptı. Arkadaşların istikametine doğru tahmini olarak yol alıyordum. Halsizlik bana hakim olmak istediyse de arkadaşların özlemi ve hasreti bana güç veriyordu. Bu düşüncelere dalmışken, önüme çıkan uçurumu tırmanmak zorunda kaldım. Biraz tırmandım, fakat başım döndü ve kayadan yuvarlandım. Kendimden geçmiştim. Gün doğumuna yakın uyandım, düşmanın sesini tekrar duydum. O esnada silahımın yanımda olmadığını fark ettim. Silahımı kayadan düşerken kaybetmiştim. Gerillada silahsız kalmak, ölümle kol kola olmak gibi bir duyguya kaptırıyor insanı. Civar tepelerden düşman sesleri geliyordu. Çaresiz akşama kadar orada kaldım. Akşamüstü düşman karşımdaki tepeyi bırakınca, sabah geldiklerini ve akşam bıraktıklarını anladım. O esnada önce silahımı bulmayı sonra da düşmanın bıraktığı yere gitmeyi düşündüm. Silahımı bulduktan sonra, düşmanın kullandığı yoldan oraya çıkma kararı aldım. Gittiklerinden emin olduktan sonra bitkin bir halde tepenin yolunu tuttum...

Tepeye girdim, mevzilerde açılmamış bir kaç konser buldum. Gün doğmadan buradan uzaklaşmalıydım. Epey uzaklaştım. Artık sabaha doğruydu ve gün ağarıyordu. Seher yıldızı o esnada Xantur'un zirvesinde gözüme çarptı. Asi Xantur’u ve genel coğrafyayı hemen tanımıştım. Gözlerim gülüyor, yüreğim titriyordu. Çünkü Xantur karşımdaydı. Nice yıllar koynunda gerillayı saklamıştı ve hala da saklıyordu. O sarsılmaz duruşuyla gerillaya hep cesaret veriyordu Xantur. Her zaman gizemli bir duruşu vardı. İşte o an güneş Xantur tepesinden bana gülümsüyordu. Arkadaşları özleyen, Xantur’u gören gözler gözyaşlarını tutamadı.

Ş.Reşit Bozan