Kayıp, yitik bir ülkenin çocukları olarak büyümüştük. Bizden önce de yüzlerce kuşak büyümüştü. Kayıp ülkede yaşanan yitik sevdalara sahne olan bir ülkenin toprakları üzerinde güne durmuştuk. Dedelerimizden, atalarımızdan, ninelerimizden dinlediğimiz kayıp ülkemi anlatan hikayelerle geçti çocukluğumuz. Oysa gerçekte ülkemiz kayıp değildi. Onun toprakları üzerinde yaşıyorduk. Onun toprağına dokunarak, çiçeklerini toplayarak, güzelliklerini yaşıyorduk. Ama kayıp sayılıyordu nedense ülkemiz. Ama hep bir gün ülkemizi görme umudunu taşıyorduk. Çocukluk günlerimizin düşlerini kayıp ülkemiz süslüyordu. Ülkemize ilişkin o kadar güzel ama bir o kadar da acılı hikayeler anlatılırdı ki, büyüyene kadar bu hikayelerin büyüklerimizin düşler ülkesinden hatırladığı hikayeler sandık. Ve büyüdük. Kayıp ülkemizin yeniden dağlarda söylenmeye başlayan türküsünde bulduk kendimizi. Ülkemiz için yeni bir ateş yakılmış dağlar başında, gölge düşen vadilerin derinliklerinde. Henüz çocuk yaşta olmama rağmen o söylenen türkünün nakaratında yerimi almak için bende yolların en eski hikayesinden adımladım dağları. İki yıl gibi bir zaman dilimi üzerinden geçmişti. Bende artık diğer ağabeylerim ve ablarım gibi bir gerilla olmuştum. Çatışmadan çatışmaya, pusudan pusuya koşup duruyordum. Kavgamız türkümüzü, türkümüz kavgamızı büyütüyordu. Küçükken en çok üzerine hikâyeler duyduğum dağlardan biri de Herekol’du. Gazabı ve öfkesi kendisinden daha büyük bir dağ diye anlatılırdı. Gidip orayı gördüğümde gerçekten öyle bir dağ olduğuna da inandım.
Herekol’a her gittiğimde onun ayrı bir güzelliğinin farkına varıyor ve onu doyasıya yaşıyordum. Tıpkı masallarda anlatılan bir dağ gibiydi. Masallarda anlatılan dağın ta kendisiydi. Ona vardığımızda masalın içine bizi de dâhil ediyordu. Biz oradayken anlatılan masalı bizi de kapsıyordu. Bize bir ana gibi kucak açıyordu. Kol kanat geriyordu. Bizi bütün kötülüklerden korumaya çalışıyordu.
Çünkü tarih boyuncu hep biz Kürtlere kucak açmış o yüzden Kürtlerin kadrini bilmesini istiyordu. Kadrini bilmeyene karşı gaddar olabilirdi. Zaten biz Kürtler tarihte kadir bilenler olarak biliniriz. Hele hele dağlar söz konusu oldu mu bu kadir her şeyin üstünde tutulur. 1995 yılı bahar aylarında Botan’da yine kapsamlı bir operasyon başladı. Biz o zaman Herekol gücü olarak hareket ediyorduk. Başlayan operasyon Herekol’uda kapsıyordu. Oldukça kapsamlı bir operasyondu. Ancak biz ilk etapta kapsamını anlayamadık. Operasyonun başladığı gün çatışmaya girdik. Çatışmadan sonra geri çekilme yaparak başka bir noktaya gittik. Bizim bölükte bir manga bayan arkadaştık. Kurtalanlı Berivan arkadaş bizim manga komutanımızdı. Her zaman ve her yerde olduğu gibi burada arkadaşlar tepeci çıkarmamız gerektiğini söylediler. Tepeyi genelde bir manga arkadaş çıkıp tutardı. Bizden beş arkadaş tepeyi tutmak için çıktılar. Tepe komutanı olarak da bizim manga komutanımız Berivan arkadaş çıktı. Biz diğer arkadaşlar da noktaya gittik. Şimdi şöyle bir şey de vardı. Eskiden arkadaşlar tepeye giderken akşamdan tutacakları tepeye çıkmayıp, eteklerinde bir yerde kalıyorlardı. Sabahla birlikte çıkıp tepeyi tutarlardı. Giden arkadaşlarımız da böyle hareket ediyorlar. Meğer düşman akşamdan tepeyi tutmuş. Ama arkadaşların bundan haberi yok. Tepeyi tutan düşmandan habersiz bir şekilde arkadaşlar tepenin biraz altındaki bir kayanın dibinde kalıyorlar. Arkadaşlar sabaha doğru tepedeki yerlerini almak ve birde keşif yapmak için harekete geçiyorlar. Askerler arkadaşların sabah gidip yerleşeceği mevzilere yerleşiyorlar. Arkadaşlar mevzilere doğru gidiyorlar ancak askerleri fark etmiyorlar. Askerler ise arkadaşları fark ediyor ve çatışma başlıyor. Bu arada biz, noktada kalan ben Rojda Şırnak, Gülistan adındaki arkadaşla bizde gözcülüğe gittik. Bir bölük, tepecilerle bizim aramızda kalıyordu. Keşfimizi yaptıktan sonra artık ateş yakabiliriz dedik. Tam da o anda tepecilerimizin çıktığı yerden silah sesleri gelmeye başladı. Silah seslerini duyunca arkadaşların çatışmaya girdiğini anladık. Arkadaşların yardımına gitmek için bir araya gelip plan yapmaya çalışırken bir anda kendimizi askerlerin içinde bulduk. Biz de atılan çemberin içinde kalmıştık. Zaten arkadaşların tuttuğu tepe ile bizim gözcülüğe gittiğimiz yer de birbirinden çok fazla uzak da değildi. Zar zor bir şekilde çemberi aşarak kendimizi noktadaki arkadaşların yanına ulaştırdık. Arkadaşlar büyük bir direnişle saatlerce çatışıyorlar. Avantajın askerlerde olmasına rağmen, arkadaşlar onlardan da birçok asker vuruyor ve yaralıyorlar. O geceden giden tepe grubunun hepsi bir süre sonra şehit düşüyor. Çatışma akşama kadar sürüyor. Bizler akşam geri çekilerek başka bir noktaya gitmeye çalıştık. Ancak düşman her yeri tutmuştu. O yüzden geri çekilmeye çalışırken pusuya düştük. Gece olduğu için avantajlıydık. Gece gerillanın özgür zamanı olduğu için bize bir şey olmadı. Sessizce planımızı yapıp ve o gece hiç kayıp vermeden pusuyu yarıp geçtik. Ama ertesi gün bir araya geldiğimizde gözlerimi acı bir hüzünle etrafta dolaştırıyordum. Biz bir manga bayan arkadaştık, geriye ise sadece üç kişi kalmıştık. Tepeye gidenler şehit düşmüştü yine farklı bir görev için başka bir yere giden diğer iki arkadaş da şehit düşmüştü ve geriye sadece biz kalmıştık. Operasyonun dışına çıkmak için geri çekilmeyi Çaçi tarafına yaptık. Yüreğim burkulmuş ve sızlıyordu. İçim kan ağlıyordu. Bu eksiklik bende öyle büyük bir boşluk yarattı ki, gözümü güne, geceye ya da patikalara diktiğimde onları arar oldum. Sanki görevden dönecekler ve onlara bir demli çay yapmam gerekiyormuş gibi bekliyordum.
Operasyondan sonra on beş bayan arkadaştan üç bayan arkadaş kalmıştık. Bu beni çok derinden etkiledi. Bahara çıkmanın sevinciyle koskoca zorlu bir kışa beraber göğüs germiştik. Ellerimiz beraber üşümüştü. Acısına rağmen beraber gülmüştük. Zaten alanda bir takım güç kadardık. Erkek arkadaşların sayısı alanda kırk kadardı. Biz bayan arkadaşların sayısı erkek arkadaşlardan az olduğu için arkadaşlar, bizlere yaklaşımları biraz daha duygusal oluyordu. Operasyondan sonra sadece üç kadın arkadaş kalmıştık. Onun acısını, burukluğunu bizden daha fazla erkek arkadaşlar yaşıyordu.
O yüzden biz geriye kalan üç arkadaşa yaklaşımları daha hassas olmuştu. İşte üç kişi kalmışlar ne olursa olsun onları korumamız gerekiyor gözüyle bakıyorlardı. Aslında bu yoldaşı koruma mantığıydı. Zaten gerillada bu her zaman olur. Yoldaşından önce kendisi eyleme, çatışmaya ve hatta ölüme koşar. Arkadaşlar da gelişen de o olmuştu. Çaçi tarafına gittiğimizde Botan’ın diğer bölgelerinde kalan arkadaşlarla görüştük. Ama arkadaşlar bizi görünce büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Çünkü o operasyonun içinden hiç birimizin kurtulacağına inanmıyorlardı. Gerçekten çok kapsamlı ve zorlu bir operasyondu. Biz operasyonun ortasında kalmıştık bizim alanımıza bize yardıma gelebilecek yakın bir güç de yoktu. Buna rağmen çemberleri yırtıp, pusuları aşarak bir bölük kadar arkadaş sağlam çıkıp arkadaşlara da ulaşmıştık. Arkadaşların bu yoldaşça yaklaşımı bana büyük bir güç veriyordu. Ama ondan sonra azalan sayımız, bende sonu gelmeyen bir hüzne bıraktı yerine. Gözlerim hep yollarda gelecek arkadaşları beklemeye başladım. Gelmeyeceklerini bilmeme rağmen bir gün mutlaka çıkıp gelecekler diye yıllarca gözlerim hep patikalarda oldu. Ve bu olay beynime kazınan anılardan biri olup bu günlere kadar geldi. Bu hiçbir zaman beynimden ve yüreğimden silinmeyecek. İşte bir gerilla olarak tarihime yazılan anılardan biride bu acı ama gerçek olan olaydı... Ve bu olay bende aynı zamanda kayıp ülkenin çocuklarına ilişkin acılı bir anı oldu. Evet, biz kayıp ülkenin çocuklarıydık.
Gerçekte ise ülkemiz vardı. Kayıp ve yitik değildi. Zaten düşmana da bunu anlatmak için dağ yollarını tutmuştuk. O yollara ömrümüzü adamıştık. Tıpkı bu olayda şehit düşen arkadaşlarım gibi... Biz geride kalanlar da direnişimize devam ediyoruz. Ve bir ömrümüz daha olsa onu da vermeye hazır bir şekilde her şeye rağmen dağdaki yolumuza devam ediyoruz...
Rüstem Alişer