TDK Sözlüğü sömürgeciliği: “Genel olarak bir devletin başka ulusları, devletleri, toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması veya yayılmayı istemesi, müstemlekecilik kolonyalizm” olarak tanımlıyor.
Biz de biliyoruz ki, sözlükte yapılan tanım sömürgeciliği içerik olarak veriyor olsa bile, sömürgeciliğin ruhunu vermekten çok uzaktır. Bunun için sömürgeciliği daha derin ele alma gereği vardır. Çünkü sömürgeciliğin sömürge altına aldığı halkların ve toplumların üzerinde bıraktığı iz ve ruhsal sakatlıklar çok fazladır.
Halbuki “Kendi türünden, hatta başka türlerden varlıklar üzerinde hâkimiyet kurma ve sömürgeleştirme sistemleri yoktur. İlk defa insan türünde hâkimiyet ve sömürge sistemleri geliştirilmiştir. Bunda sömürü olanaklarına yol açan insan türünün zihniyet gelişmesi ve buna bağlı olarak artık-ürün elde edilmesi rol oynar. Bu durum varlığını korumayla birlikte emek değerlerini savunmayı, yani sosyal savaşları da beraberinde getirir.” Bunun içindir ki, “Emperyalizm ve sömürgecilik hep savunmasız toplum ve bireyler oluşturma peşindedir. Tüm gücüyle bunu gerçekleştirmeye çalışır. Kürtlerin durumu söz konusu olduğunda durum daha da vahim bir hal alır. Kürtler sadece toplumsal varlığını, vatanını ve özgürlüğünü savunamaz durumda bırakılmamışlar, aynı zamanda kendilerinden korkan, kaçan ve utanan bir konuma düşürülmüşlerdir.”
Jean Paul Sartre bu durumu “Türümüzün bir üyesini ehlileştirdiğiniz zaman onun üretkenliğini azaltırsınız ve ona ne kadar az verirseniz verin bu ahıra yaraşır varlık değerinden fazlaya mal olur” diye ifadeye kavuşturmaktadır.
Unutulmasın ki sömürgeciliğin özünde ezmenin yanı sıra nihayetinde başkalaştırma vardır. Beyinsiz ve yüreksiz, varsa bile yüreği teneke gibi ses çıkaran ya da ses vermeyen bir insan yaratma amacı vardır. Sömürgeciliğin en büyük hedefleri arasında sömürgeleri altında tuttukları toplumları, başkalarının yani sömürgecilerin kafalarıyla yürümelerini sağlamak var.
Bu bağlamda Frantz Fanon’un dile getirdiği “başkalarının kafasını iki omuzu arasında taşıma” gerçekliği, özü itibariyle sömürgeciliğin en derin hali olmaktadır. Bu durum sömürülenlerin, sömürgeci zihniyeti kendi kişiliğine yedirme gerçekliğidir ki, bunun ne kadar büyük bir tehlike arz ettiği anlaşılırdır.
“Sömürgecilik halkı ağına düşürmekle ya da sömürge halkın beyninden her tür biçim ve özü boşaltmakla tatmin olmaz. Bir tür sapkın mantıkla sömürge halkın geçmişine yönelir, bu geçmişi bozar, biçimsizleştirir ve yok eder. Sömürgecilik öncesi tarihin değersizleştirilmesi girişimi bugün diyalektik bir önem taşır.”
Jean Paul Sartre, Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetleri kitabına yazdığı önsözünde “Sömürgeci şiddeti bu köleleştirilmiş insanları saygılı bir uzaklıkta tutmayı amaçlamakla kalmaz, onları insanlıktan çıkarmaya da çalışır. Onların geleneklerini yok etmek, onların dilleri yerine kendi dilimizi yerleştirmek ve kendi kültürümüzü bile vermeden onların kültürünü yerle bir etmek için her şey yapılacaktır. Aşırı yorgunluk onları aptallaştıracaktır. Açlıktan nefesleri kokmuş ve hasta durumda karşı koyacak güçleri kalmışsa, gerisini korku halleder: Silahlar köylülere çevrilir; siviller gelip onların topraklarına yerleşir ve onları kırbaç korkusuyla kendileri için çalışmaya zorlar. Köylü direnirse askerler savaş açar, o zaman ölü insandır; boyun eğer ve kendini küçültürse bu kez de artık insan değildir. Utanç ve korku karakterlerini parçalar ve kişiliklerini bozar” demektedir.
Gerçekten de sömürgecilik, kendi yönetimi altına aldıkları insanların posasını çıkarmadan bırakmayan, onları tüketene kadar rahat vermeyen, ezen, kanlarını emen bir sistem olarak esasta sömürge altına aldıkları insanların, bireylerin ve de toplumların duygularına da tam hakimiyeti ister. Öyle ki duygusu sömürgecilerin duygularıyla uyumlu değilse, orada sömürgecilerin yaptıkları ve yapacakları daha ileri düzeyde bir baskı ve zulümle bu uyumlu olmayan duyguları uyumlu hale getirmek için saldırı olacaktır.
Evet, sömürgeciler önce duygularda sömürge durumunu yaratmak için uğraşırlar. Bir kere duygular çalınmış ise, duygular ile oynanmış ise orada dibe kadar yayılacak olan bir kölelik peşi sıra gelecektir. “Sömürge halkı hapsedilmiş bir insandır” gerçekliği bu gerçekliktir. Böyle oluşan bir köleliği söküp atmak çok zordur. Çünkü böylesine bir kölelik çok korkunç bağımlılıklar ve alışkanlıklar yaratır.
Sömürgeciler ne yaptıklarını, ne için böyle bir sistem ve düzen inşa ettiklerini iyi bilirler. Bu bağlamda inşa ettikleri köleliğin sonuçlarını, ortaya çıkarttıkları tahribatları da iyi bilirler. İyi bildikleri için bu durumun hep yaşanmasını da, her türlü yol ve yöntemle devrede kalması için de ısrarla uğraşırlar.
Bugün Kürdistan'da Kürt halkının en meşru olan kendi kendini yönetme hakkına bu düzeyde faşizanca saldırmaların en temel nedenlerin başında bu gerçeklik gelmektedir.
Bunun da amacı nettir: “Onları insanlıktan çıkarma” amacıyla, esir alınmış olan o insanların köle statüsünde tutulmalarına devam ettirilmeleridir.
İnsanlıktan çıkmak istemiyorsak, birilerinin köleliğini ve de esaretini ret ediyorsak, o zaman kesintisiz direnişe hem de sonuna kadar devam etmek tek insani seçenektir.
KASIM ENGİN