Avrupa derken akla her zaman ilk gelen insan haklarına, düşünce özgürlüğüne, demokrasiye yaklaşım gelmiştir. Bunun içindir ki birçok çevre çağdaşlığı biraz da Avrupa ile özdeş ele almıştır.
Ne var ki, eski Avrupa’da bu aralar eser yoktur. Tam tersine düşünce özgürlüğü, insan hakları, demokrasiye yaklaşımıyla bilinen bir Avrupa, bugünlerde dünyanın dikta rejimleriyle flörtleşiyor. Tehditlere boyun eğiyor. Diktatörlere sarılmakta geri çekilmediği gibi sarılmak için sıraya giriyor. Hatta Amerikan tarzı “ey dostum” diyerek, diktatörlerle tam haşır neşir olmuşluk söz konusu.
Avrupa Birliği Projesi çıkışı itibariyle alternatif olacaktı. Hem de ABD ve Rusya’ya karşı. Ortak paradan ortak askeri güce, ortak polis gücünden ortak ekonomik gücüne derken, kendince iradeli, kararlı, kendi ölçülerini –sert ve diktatörce gördüğü güçlere-dayatacaktı. Yani bir nevi insanlığın vicdanı olacaktı.
Bırakalım dünyanın vicdanı olmaya, Avrupa’nın bir vicdana sahip olup olmadığı, giderek tartışılmaktadır.
Örneğin, Türkiye’de bugün Erdoğan’ın başını çektiği bir dikta rejimi adım adım inşa ediliyor.
Düşünce özgürlüğü temelinde kendini tüm dünyaya pazarlayan Avrupa, Erdoğan’ın her türlü saldırgan dille yerle bir ettiği düşünce özgürlüğüne karşı söyledikleri tek bir söz yoktur.
Düşünün: “Kendilerine akademisyen denilen güruh…, müstemleke zihniyeti…, mandacı…, sözde aydınların ihaneti…, aydın müsveddeleri…, karanlık ve cahil… Terör örgütleri mensupları neyse, onların ağzıyla konuşanlar da odur” diyen bir Erdoğan var, ancak düşünce özgürlüğünün sembol gücü olan bir Avrupa’da ses yok. Bırakalım ses çıkarmayı; Almanya Şansölyesine bu tür suçlar sorulduğunda cevap vermiyor, Hollanda hükümeti ise “bu durumları sormayın,” Finlandiya ise sarmaş dolaş…
Erdoğan ismindeki kişiye yapılan en küçük eleştirinin bedeli bunca ağır olurken dediğimiz gibi Avrupa’da ses ve seda yok. Ses ve sedanın olması bir yana Erdoğan destekli açıklamalar eksilmiyor.
Yine insan hakları Türkiye’de Erdoğan yani Saray çetesinin pratiğiyle yerlerde sürünüyor. Mitinglere saldırı eksilmiyor, kadın cinayetleri diz boyu, linç kampanyaları, işkenceler, polislerin gazlama ve coplamaları, zindanlarda tecavüzler derken insanlık değerleri ayaklar altına alınıyor, ancak Avrupa’dan yine ses yok.
Ya söz konusu Kürdistan olduğunda? Erdoğan ve çetesi Kürdistan ilçe ve şiirlerini kuşatıyor, tanklarla- toplarla vuruyor, kadın cenazeleriyle oynanıyor sonrada teşhir ediliyor, insanlar katlediliyor ardından benzin dökülerek yakılıyor. Mezarlıklar uçaklarla bombalanıyor. Bebeler vuruluyor. Analar vuruluyor. Neneler ve dedeler suikast silahlarıyla hedef gözetilerek katlediliyor. Kürdistan’ın tarihi mirası yakılıp yıkılıyor, ancak Avrupa’dan yine ses yok. Yine sus. Yine pus. Yine üç maymunlar misali; görmüyorlar, duymuyorlar söylemiyorlar…
Demokratik değerlere saygının gösterildiği söylenebilir mi? Siyasiler linç ediliyor. Özelde Demokratik Siyasetle uğraşanlar hedef gözetilerek teşhir ve tehdit ediliyorlar. Azınlıklara hakaret diz boyu. İnançlara-özelde de Alevi ve Êzîdîlere-küfürler eksilmiyor. İşçilere yaklaşımlar ortada. Kadınlara dönük yaklaşımlar da ortada. Linçler, tecavüzler, katletmeler derken tecavüzcüler korunuyor. Hoşgörü sıfır. Tam tersine adeta tekçiliği kabul etmeyenler hedef tahtasına oturtularak, hedef gözeterek vurulmaktadırlar.
Bunları Erdoğan ve çeteleri günlük olarak gerçekleştirirken, adım adım sistemlerini kurarak faşizan bir kurumsal yapıya doğru ilerlerken, Avrupa ne yapıyor? Ya da Avrupa neden böyle yapıyor?
Avrupa’nın, özelde de büyük güçlerinin hiç bir şey yapmadığı, tam tersine Erdoğan ve Davutoğlu’nun dayatmalarına boyun eğerek, tamamen omurgasız bir duruşu sergilediklerini bugün herkes görmektedir.
İngiltere’nin yaklaşımlarını esefle karşılamamak mümkün mü? Ya Almanya’nın ve Fransa’nın yaklaşımlarını?
İngiltere aynen 1992 yılında Doğan Güneş’e yeşil ışık yaktıkları gibi bu kez de faşist Erdoğan’a yeşil ışık yakma peşinde.
Almanya ise Erdoğan’ın DAİŞ kartında karşı kılıfına daha doğrusu köşesine çekilerek, kararsız, ikircikli hatta tam bir oportünist gibi, neredeyse günlük olarak bu çetelerle yatıp kalkıyor.
Fransa Paris darbesi sonrası, az bir şey yükselttiği sesini kısarak, Erdoğan’ın istediği çizgiye kendisini getirerek, Fransız Devrim ruhuna ihanet etmiştir.
Ve tabii başka Avrupa ülkeleri de vardır. Belçika gibi, Hollanda gibi ve de…
Sözü uzatmadan belirtelim ki, bu gidiş Avrupa için iyi bir gidiş değildir. Eğer Avrupa tüm insanlığa ses olmak istiyorsa, umut olmak istiyorsa ve eski günlerdeki gibi dinlenmesini isteniyorsa, o zaman yeniden kendi değerlerine sahip çıkmalı, kendi fabrika ayarlarına geri dönmelidir.
Açıkça belirtiyoruz ki; omurgasızlığın, kararsızlığın, korkaklığın, boyun eğmişliğin, ilkesizliğin bugüne kadar kimseye, hiçbir kuruma faydası yani getirisi olmamıştır. Tam tersine bu tür özellikler her zaman bireylerden ve kurumlardan çok şey alıp götürdükleri gibi, itibarsızlaştırarak peş paralık etmiştir.
ŞIHO DİRLİK