HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Bundan önceki iki bölümde hem tarih bilinci üzerinde durmuş, hem de Alevilerin karşı karşıya bulunduğu bazı temel sorunlara değinmiştik. Bu son bölümde ise günümüzde Alevilere yönelik geliştirilen çeşitli özel savaş oyunlarını, bilinç çarpıtmasına yönelik girişimleri de dile getirmek istiyoruz.

Öncelikle Alevilerin devlet içinde yer almamış ve inancını siyaset konusu yapmamış, ya da siyasi dinciliğe bulaşmamış bir toplum olarak kendi özgün örgütlenmelerini oluşturması ve bu temelde inançlarını yaşaması ve gelecek kuşaklara bu kültürü taşırması en temel haklarıdır. Bunu kabul etmek demokrat olmanın bir gereğidir. Fakat Alevî örgütlenmelerinin sadece Alevilerin sorunlarıyla ilgili kalmaları ve Türkiye'nin diğer toplumsal ve siyasal sorunlarına ilgi duymalarını önlemeyi amaçlayan çeşitli özel savaş yaklaşımları vardır.

Günümüzde Aleviler Cem Evleri’nin tanınmasını istiyorlar. Yine zorunlu din derslerinin kaldırılmasını, diyanet işleri kurumunun lağvedilmesini talep etmekteler. Bunlar en doğal taleplerdir ve mutlaka desteklenmesi gereken istemlerdir. Ama sadece bunlarla sınırlı kalmak bir yerde Alevilerin siyaset dışı kalmasına, var olan diğer sorunlara ilgisiz olmasına bir vesile yapılmak istenmektedir. “Biz Aleviyiz ve sadece kendi sorunlarımız bizi ilgilendirir” anlayışının Aleviler içinde hakim hale getirilmek istenmesinin de bir özel savaş oyunu olduğu görülmelidir.

İkincisi, Türk ve Kürt Alevilerin ortaklaşan yanları kadar, etnik kimlikten kaynaklı olarak Kürt Alevilerin daha farklı sorunlarının olduğunu hepimiz biliyoruz. Hem Türk ve hem de Kürt Aleviler Alevî kimliklerinden dolayı baskı görmüşlerdir ve görmektedirler. Ama Kürt Aleviler bir de farklı bir dil ve etnik kimliğe sahip olduklarından dolayı bir baskıya ve asimilasyon politikasına maruz kalmaktadırlar. Türk devletinin özellikle Kürdistan'da yürüttüğü inkar ve imha politikasının Kürt Alevilere yönelik yanı çok ince ayrıntılar içermiş ve bu hususta çok farklı yöntemler kullanmıştır.

Bunları birkaç maddede sıralarsak:

Bir; Türkiye cumhuriyeti devleti kurulduktan belli bir süre sonra Kürtlere yönelik inkar ve imha sistemini benimsedi ve bunu çeşitli yollarla hayata geçirdi. Bu inkar ve imha sisteminin temel amacı ise Kürtleri Türkleştirmekti. Bu topraklarda Kürtlük adına hiçbir şeyi bırakmamaktı. Bu amaçla ilk başta hem Sünni Kürtleri ve hem de Alevî Kürtleri mezhep ayrımı gözetmeksizin katliamdan geçirerek teslim almaya ve asimilasyondan geçirerek Türkleştirmeye çalıştı. Bunun sonucunda Şehy Sait’ten tutalım da en son Seyit Rıza’nın asılarak katledilmesiyle sonuçlanan katliamlarla Kürt toplumu önderlerinden yoksun bırakılarak imha ile yüzyüze getirilmek istendi. Bu süreç fiziki katliamlarla sonuç alma dönemi olmaktadır.

İkinci yöntem; eğitim yoluyla Kürt çocuklarını asimile ederek Türkleştirmek oldu. Bunu da Kürdistan'da kurduğu yatılı okullarla gerçekleştirmek istedi. Bu okullara aldığı Kürt çocuklarının kafasına “Kürt yoktur, herkes Türk’tür. Kürtler dağ Türk’üdür” düşüncesini aşılayarak asimilasyonla hedefine ulaşmayı denedi.

Yine bununla bağlantılı olarak , Zazaca (Dimilî) konuşan Kürtlerin Kurmancî konuşan Kürtlerden farklı olduğu, dolayısıyla bu Zazaca konuşanların Türk olduğu görüşünü aşılamak oldu. Bilindiği gibi Kürt Aleviler kendi içlerinde Dimilî ve Kurmancî lehçelerini kullanmaktadırlar. Fakat bu onların farklı bir etnik yapıda olduğunu göstermez. Sadece bir dilin farklı lehçelerini konuşan iki topluluk olduklarını gösterir. Çünkü yaşam alanları, kültürleri, inanç sistemleri ve konuştukları lehçelerin gramer yapıları aynıdır. Lehçe farkı sadece ufak bir ayrıntıdır. Ama bu ufak fark bile Alevî Kürtleri kendi arasında bölmek için çok yoğun bir şekilde propaganda edilerek kullanılmaktadır.

Son olarak da; Kürtlerin Kürtçe konuşmasını yasaklayarak Kürt kültür ve tarihinin yok olmasını sağlamak, Kürtleri Türkçe konuşmaya ve düşünmeye zorlamak ve bu hususta tüm gücünü kullanmak olmuştur. Kürdistan'da Kürtçe konuşmanın yasaklanması demek, Kürtlük adına ne varsa bunun bitirilmesi, yok edilmesi demektir. Dolayısıyla eğitim dili kadar ibadet dili de Türkçeye mahkum edilmiştir. Elbette bu da Kürtlerin kendi birikimlerini kendinden sonraki kuşaklarına aktarmasını engellemeye dönük bir girişim olmaktadır.

Bu nedenledir ki, Kürt Alevilerin de kendi ibadet dillerini Kürtçe olarak yapması engellenmiş ve ibadet dillerini dahi Türkçe yapmalarını zorunlu kılar bir hale getirmiştir. Oysaki bir halk ya da inanç topluluğu kendi ibadetini kendi diliyle yapmayacak bir hale gelmişse, o halk veya inanç topluluğu hem ruhsal, hem psikolojik olarak bir travma yaşama durumuna getirilmiş demektir. Çünkü kutsal olana bir saldırı vardır ve orda insanlar kendi kutsallarını savunamayacak bir konuma getirilmiştir. Böylesi bir topluluk elbette ki manevi olarak çok şeyler yitirmiş demektir. Çok iyi biliyoruz ki, ibadetin en anlaşılanı ve kutsal olanı anadilde yapılanıdır. Eğer bir topluluk anadiliyle ibadetini yapamıyorsa, orada çok büyük bir asimilasyon var demektir.

Günümüzde bu asimilasyon politikalarının Kürt Aleviler üzerindeki sonuçlarını da görmekteyiz. Örneğin en son Kamer Genç’in “Dersîmliler Kürt değildir, Türk oğlu Türk’tür” demesi, insanın kanını donduran, bu kadarı da olmaz dedirten bir durum oldu. Türk devlet okullarında Kürt çocuklarının kafalarının yıkanıp Türkleştirildiğini belirtmiştik. İşte bu şahsiyet tam da bunun örneğini ifade etmektedir. Annesi ve babası Kürt Alevî olan Kamer Genç, adeta aslını inkar eden konuma düşmüşçesine kendisini Türk olarak ifade ediyor. Bu hafife alınacak, bir kişiyle açıklanacak bir durum değildir. Türk devlet sisteminin asimilasyon politikasının sonuçlarıyla açıklanabilecek bir durumdur. Anne ve babasından özür dileyerek belirtiyoruz ki, Kamer Genç tam bir haramzadedir. Soyuna ihanet eden kekliktir. Bu haramzadeliğin dayandığı kaynak ise Türkleştirme siyasetinin yürütüldüğü okullar ve devlet kurumlarıdır. Kamer genç 12 Eylül darbesinden bu yana hep devlet katında itibar görmüş ve hep mecliste yer almıştır. Acaba çok yetenekli olduğundan mı, yoksa bir babanın kendisinden peydahlanmış olan piçini sahiplenmesinden midir bilinmez, ama hep devlet babanın şefkatli kucağında yerini almıştır.

İkinci bir örnek ise Reha Çamuroğlu’nun bir dönemler AKP adına Alevileri devlete kazandırmaya yönelik gösterdiği çabalardır. Bu kişi de Alevîleri devlet yanına çekmek, Kürt Alevîleri Kürt Özgürlük Hareketi’nden uzaklaştırmak için yoğun bir çaba harcadı.

Dikkat çeken husus şudur ki; bu iki kişilik de Dersîm kökenlidir, ama Dersîm’in o şanlı geleneğinden bir nebze olsun almamışlardır. Aksine devletin bilinçli bir biçimde Dersîm’de yürüttüğü Türkleştirme politikasına maruz kalmış ve bu politikaların bir piyonu haline gelerek haramzadeleşmişlerdir. Elbette sadece bu iki kişiliği örnek vererek bunun gibi nicelerinin olduğunu görmediğimiz anlaşılmasın. Fakat bunlar en bariz olan ve amacımızı dile getirmede yerinde örnekler teşkil ettiklerinden belirttik.

Dolayısıyla Kürt Alevîlerin öncelikli olarak kendi etnik ve inanç kimliklerini sahiplenmeleri, bunun bilincini edinmeleri, bu temelde kendi öz örgütlülüklerini yaratmaları en hayati konudur. Eğer devlet Kürt Alevîleri asimile etme temelinde bir yaklaşım içinde bulunuyorsa, bunun karşısında Kürt Alevilerin yapacağı en doğru tutum kendi Kürtlüklerine sahip çıkmak, bu Kürtlükten gurur duyarak mücadeleye katılmak olacaktır. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi genel anlamda Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini yürütmektedir. Bu mücadele sadece bir kesimin değil, bütün Kürtlerin mücadelesini içermekte ve onların haklarını savunmaktadır. Dolayısıyla Kürt Alevîlerin yeri de Kürt Özgürlük Hareketinin yanı olmalıdır.

Sonuç olarak;

Günümüzde Türkiye'de toplumsal sorunların tek çözümü Türkiye'nin demokratikleşmesidir. Demokratikleşme yaşanırsa farklı kültürlerin, dinlerin, dillerin, etnik yapıların bir arada yaşayabilmesi gerçekleştir. Demokratik bir anayasa temelinde yeniden inşa edilecek bir sistem içinde var olan devlet yapısı farklı kimliklere, inançlara eşit mesafede olacaktır. Bunu Kürt Halk Önderi “Demokratik Ulus” olarak tanımladı. Dolayısıyla Türkiye'deki sorunlar demokratik ulus yaklaşımı temelinde çözülecektir.

Elbette Demokratik Ulus çözümünün gerçekleşmesi için de bir mücadele gerekmektedir. Bugün Türkiye'de bunun mücadelesini veren en temel güç Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Bununla birlikte Türkiye'deki devrimci demokrat güçlerdir. Dolayısıyla Kürt sorunu çözülmeden Türkiye'nin demokratikleşemeyeceğini bilmemiz gerekiyor. Türkiye'nin demokratikleşmemesi demek de, başta Alevîler olmak üzere diğer toplumsal kesimlerin, farklı kimliklerin, inanç topluluklarının sorunlarının çözümsüz kalması demektir. Bu nedenledir ki, gerçek bir çözüm ve gerçek bir demokratikleşmenin sağlanabilmesi için başta Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere tüm devrimci ve demokrat güçlerle birlik olmak, ortak platformlarda birlikte mücadele vermek gerekiyor.

Bunun için de özellikle Kürt Alevîler Kürt Özgürlük Hareketine daha fazla güç ve katılım sağlamalı, burada yerlerini daha fazla almalıdırlar. İkincisi, tüm Alevî örgütlenmelerinin kendi sorunlarını daha iyi ifade etmek ve çözüm bulmak için güçbirliği yapmaları ne kadar doğruysa, bu Alevî güçbirliğinin de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku içinde yer alması bir o kadar doğrudur. Mutlaka ama mutlaka güçlerimizi birleştirmeliyiz. Karşımızda giderek kendisini kurumlaştıran bir faşist yönetim, AKP gerçeği durmaktadır. Bunun karşısında mücadele etmek ve kazanmak için mutlaka bir araya gelmeliyiz. Bunun dışında başka bir yolun olmadığını da görmeliyiz. Bu hususta temel yaklaşımımızı Mahir Çayan’ın o güzel sözüyle ortaya koyup, yazımızı sonlandırıyoruz: KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA; YA HEP BERABER, YA HİÇBİRİMİZ!

Edîp Koçgîrî