Türkiye parlamentosunda yoğun tartışmalar var. Tartışmalar ağırlıklı olarak açılıma dönük yapılıyor. Ve ilginç olan ise işin özüne çok az mebusun dokunmasıdır.
Parlamento yani konuşulan yer. Tartışılan yer. Diyaloglarla var olan sorunların çözüme bağlandığı yer. Türkiye’de bu yere meclis diyorlar. Hatta Büyük Millet Meclisi. Milletin büyük meclisi.
Ve meclislere milletin temsilcileri gönderilir. Milletin sorunlarını çözmek için halk kendi seçimini, kararını başkasına yani mebusuna devreder. Ve o mebus artık milletin ağzıdır, yüreğidir, dilidir.
Böyle olması gerekir. Ama nerede bir yetki devri varsa orada bir suiistimalin yaşandığını yaşam tecrübemizle biliriz. Yetki devri irade devridir. Yani siz iradenizi başkasına teslim etmişinizdir. O kişi ya da kişiler ya da kurum ve kurumlar artık adınıza karar verirler. İradesini teslim edenler çok sürmeden teslim alınırlar. Çünkü sistem böyle işler.
Hâlbuki en doğal ve kutsal hak kendi iradesini yansıta bilme hakkıdır. Kendisiyle ilgili olana, genelle ilgili olana direk dolaysız katılma hakkıdır. Kendisine ilişkin olana karar verme hakkıdır. Kimisi buna doğrudan demokrasi diyor. Doğrudan temsil diyor. Dipten gelen dalga diyor. Köktencilik diyor. Ve ilginçlik o dur ki çağımızda böylesine bir temsili yaşama geçirmenin çok fazladan imkânı var. Kendi iradesini başkasına teslim etmeden, başkasına da teslim olmadan direk kendi çıkarlarını sonuna kadar savunma ve koruma imkânı bu söylediğimiz doğrudan temsilden geçiyor. Kimisi böylesine bir örgütlenme modeline yatay konfederal ilişki ve ilişkilenme diyor.
Geçelim bunları. Türkiye’de var olan sistem burjuva demokratik sistemidir. İşleyen bu da değildir. İşleyen otoriter, halktan kopuk, halktan uzak, bildiğini okuyan oligarşik bir sistemdir.
Türkiye’de tartışılıyor dedik. Parlamentosu tartışıyor. Özgürlük dağlarında bu kadar tabiat ananın zor şartlarında söylenenleri çok takip etme imkânımız her zaman olmuyor. Gönül isterdi ki anı anına takip edelim, izleyelim ve görüşlerimizi zamanında ifade edelim.
Ama olmuyor. Bu bir handikap. Özgürlük dağlarında yer yer tüm tekniklerde kopuk olmanın handikapı. Gecikmeli de olsa parlamentoda yapılan tartışmaları izliyoruz. Milletin meclisinde milletin başlıca sorunu Kürt sorunu iken faşist düşüncelerin, cümlelerin sarf edilmesi insanı düşündürtüyor. Bir de sözde halk partisi diye geçinen bir partinin önde geleni tarafından. Tuhaf dedik. Milletin kürsüsünden savaş kışkırt kanlığı yapılıyor. Geçmişte yapılan katliamları onaylayan, bugün de benzer katliamlar yapılmasını isteyen bir ağız milletin meclisinden dillendiriliyor. Kürtlere, Ermenilere, Yunanlara yapılanlar onanıyor. Onanmanın da ötesinde ilham kaynağı olarak gösterilerek benzerinin bugünde yapılması isteniyor. Ve bu dozajda faşizan düşünceleri dile getiren sözde “Onur” ismini taşıyor. İnsanlığa bu kadar “Onur”suzca yaklaşan birinin isminin “Onur” olması insanlık adına bizi utandırıyor.
Daha da tuhafı ve çirkini ise böylesine faşizan ve salyalı sözler “Onur”suzluğu yaşayan birinin ağzından çıkarken katledilen bölgeden gelen birinin bu faşizan sözlere alkış tutmasıdır. Birileri gelecek atalarına zoraki baskı uygulayacak isyana zorlayarak sonradan katliamlar yapacak. 70 binin üzerinde insan katledilecek, Munzur vadisi yıllarca kan kızıl akacak, o bölgenin genç kızları süngülenecek, tecavüzlere uğrayacak ve sen seni katledenin ismini de alarak bugün tecavüze uğramış mazlum bir halkın yeniden katledilmesini isteyen “Onur”suz sözlere alkış tutacaksın… Kendini satmanın pazarlamanın, kaşarlanmış olmanın, onursuz olmanın da bir sınırı var derler. Ama Kemal Kılıçdaroğlu gibilerinde bu sınır yok gibidir.
Çok uzatmayacağız. Bu halkın temsilinin kendisi yapabilmesi için, kendi kararını kendisi vermesi için, doğrudan demokratik bir sistemi hayata geçirmek için Kürdistan’ın özgür dağlarında özgürlük uğruna mücadele eden Gabar ismindeki bir yoldaşımız Gabar’da aynı Dersim’deki gibi katliamlar yapmak isteyen bir faşizan düşmana karşı tüm duyargalarını şahlandırarak meydana kendini atmadan önce söylediği sözler;
“BUGÜN ÖZGÜRLÜK GÜNÜDÜR, O YÜZDEN ÖZGÜRLÜKLE DANS EDECEĞİZ” oluyor.
Evet, özgürlük günlerini yaşıyoruz. Ve biz o yüzden özgürlükle dans ediyoruz. Biz Dersimlerin, Paluların, Zilanların, Ağrıların, Kulpların, güzel genç Kürt kızı Rındaxanların başına gelenlerin bir daha güzel genç Kürt kızlarının başına gelmemesi için özgürlük dağlarında özgürlük için dans ediyoruz. Ermenilerin, Yunanların başına gelenlerin halkımızın başına gelmemesi için dans ediyoruz.
Ve şunu hemen belirtelim: Faşist salyalı zihniyetler hiç sevinmesinler. Özgürlük dağlarında özgürlük için savaşan yürekler oldukça artık geçmişin katliamlarını yapamayacaklar. Yeter ki özgürlük dağlarında özgürlük uğruna yola çıkmış olanların yanında olunsun, yeter ki onlara bağlı kalınsın ve yeter ki özgürlük günüdür diyerek özgürlük için mücadele edilsin.
“Onur”suzluğu yaşayanlar buna inanmıyorlarsa bizatihi kendileri dağlara gelebilirler. Buna yürekleri yetmiyorsa yanlarına odundan yapılı “Kılıç”larını da alsınlar.
Hayri Engin