HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

deniz gezmis_anisinaBu gün Deniz’le başlayacağım bu yazıya.  O heybetli bedeni ile mahkeme salonuna peşindekileri sürükleyerek bir ok gibi fırlayan, genç gözlerinde bizler için kuzey yıldızı gibi parlayan bir ışık bırakan Deniz Gezmiş ile... İçimizdeki Deniz ile yüreğimizde sakladığımız en güzel duygularımızı anlatan Deniz ile. Evet bu yazıya Deniz ile başlayacağım. Çünkü eminim O’nun da hikayesi Deniz’le başlıyordu.

Yağan yağmura rağmen sokağa tereddütsüz fırlamıştık. Sonbahardı ve yağmur değil yalnızca birazdan sokaklarına atılacağımız İstanbul’un kalabalığı korkutuyordu bizi. Herkes gibi koştura koştura yürüyorduk ama herkes gibi değildik. O koşuşturmacalar yağmur nedeni ile günü erken bitirenlerin ya da bir yerlere sığınmak isteyenlerin telaşıyla doluydu. Biz ise delice bir heyecanla sabaha yeni merhaba demiş gibiydik.

Bu sokaktan çok kez geçmiştik. Ve vitrinlerinden gözlerimizi hep uzak tutarak salına salına yürüyen kalabalıkları hızla arkamızda bırakmıştık. Bu kez gözlerim mağazaların vitrinlerinde hızla dolaşıyordu. İki kişiydik. Daha kolay olsun diye birimiz yolun sağındaki diğerimiz ise solundakileri kolaçan edecekti. Gözümüze kestirdiğimiz bir mağazaya hızla girdik sonunda. Gerçekten hızla girdik... Kapıdaki güvenlik görevlisini tedirgin edecek kadar hızla. Görevli şöyle bir süzüyordu bizi. Alışmıştık. Biraz durduk. Herhalde gözleri ile bizi iyice süzmesine fırsat vermek istiyorduk. İşini bitirse de girsek artık içeri diye mırıldandım sessizce. Arkadaşım güldü, rahatladık. Görevli yüzünü biraz ekşiterek, gözlerini ağır ağır çevirdi üzerimizden. Bu, ‘tamam içeri girebilirsiniz ama sizi gözüm tutmadı’ anlamında bir geçiş izni gibiydi. Yağmurdan kaçmak için mağazaya alış veriş yapma numarasıyla sığınan iki öteki gibiydik içeride. Herhalde bir kaç parça eşya alıp çıkmamız çok şaşırtacaktı onları.

Kışlık reyonlara doğru yaklaştık. Tezgahın önünde duran elemanlardan öte bucak kaçıyorduk hep. Bizimle ilgilenmesinler istiyorduk. Zaten kimsenin bizle ilgilendiği yoktu. Biz ise bundan memnunduk. ‘Ne oldu bulabildin mi?’ ‘Yok. Hepsi züppe işi’

Dışarı atıldık. İkinci bir mağazaya, sonra üçüncüye, sonra dördüncüye. Beş, altı, yedi... derken karanlık olmuştu ve yağmur dinmişti. Ama biz hala ıslaktık. Ben pes etmedim hiç. Arkadaşım için durum öyle değildi. Umut yoktu onun için. Ben ise gözlerimle görmüştüm. Biz de bulabilirdik.

 Umutsuzca girmiştik o mağazaya. Reyonda o kabanı görünce şöyle bir zafer kazanmış edası ile baktım arkadaşıma. İşte o kabandandı. Demiştim yolda birinin üzerinde görmüştüm. O bulmuşsa biz de bulurduk. Herhalde bir tane tek üretmediler ya! Hani Deniz’in üzerinde hep özendiğimiz hani kapşonu tüylü ve göğüs hizasında cepleri olan parkaydı heyecanla baktığım. Hem de askeri renkli. Mağazada giyindik ikimiz de. Aynısından iki tane aldık. Birbirimize sık sık tebessümle baktık. Gurur duyduk birbirimizle.  Elimiz boş girmiştik yine boş çıktık mağazadan. Sadece çıplak sırtımızda Deniz’in parkasından vardı artık. Ama Deniz değildik biz.

Ne zaman birinin sırtında bu parkadan görsem kendimi koyarım o parkanın içine, kendimi hayal ederim.

Diyarbakır adliye sarayının bizlere ayrılmış salonunda etrafımda bir kaç asker ile birlikte bekliyordum. Bileklerim kelepçeliydi Deniz’in bileklerindeki gibi ama mutluydum. Mutluluğum tedirgin ediyordu askerleri. Yeni mevzuat gereği mahkeme salonuna götürürlerken çıkaracaklardı kelepçemi. Ben ise böyle girmek istiyordum o salona. Deniz gibi. Bir ok gibi. Koluma hıncla girenleri peşimden sürüklercesine. Kolumdakiler koştura koştura girdiler salona. Beni peşlerinden sürüklemek istiyorlardı, emindim. Onlar da o görüntüleri izlemişti sanki. İzin vermek istememişlerdi. Zorlaya zorlaya, birbirimizi ite ite girdik salona. Hep Deniz aklımdaydı. Tek başımaydım, arkadaşlarım yoktu. Yine de Deniz gibi konuşmak isterdim orada. Hakim bir şey belirtmek istiyor musun? dediğinde ‘Tabi ki istiyorum’ dedim heyecanla. Avukatıma gözüm ilişmişti. İçimdeki Deniz’i o da görmüştü sanki. Gözleriyle sakinleştiriyordu beni, gerçeğe dönmem için telkin ediyordu. Deniz gibi konuşamadım hiç. Çünkü Deniz değildim ben.

Ama ne zaman bir kelepçe görsem kendimi düşlerim bileklerimde kelepçeyle... Deniz gibi kollarımdakileri peşimden sürükleyerek...

Dağlardaydım artık. Bir gün dinlediğim bir parçayla içimdeki Deniz yeniden bir daha kabarmıştı. Parçayı hatırlamıyorum, sözlerini de. Bir tek parçanın arasına döşenmiş Deniz’in konuşmaları işlenmişti kalbime. Bir çokları gibi ilk kez Deniz’in mahkeme konuşmalarını dinliyordum. Bir daha dinledim, bir daha. Sonra ağladım. Etrafımda gerillalara baktım uzunca. Onları izledim, onları dinledim hep. Deniz’in tam da kalbimdeyim şimdi. Binlerce Denizi’in tam içinde dedim kendi kendime ve gerillalar adına gururlandım. 

Yine dağlardaydım. Haberlere şöyle bir bakmak için girdim mangadan içeri. Şöyle bakmak yetmedi, oturdum, izledim. İçimdeki Deniz bir daha bir daha kabardı o vakit. Orhan’ı dinledim. Orhan Yılmaz kaya’yı. Bostancı’da direnerek ele geçirdiği telsizden yaptığı o konuşmayı dinledim. Deniz gibi konuşuyordu o da. İsimlerini hiç unutmadığımız o devrimciler gibi. Kendisinin de tek tek ismini sıraladığı devrimciler gibi.

Sonra fotoğrafını gördüm. İşte dedim içimdeki Deniz. Yağmur altında umudumu yitirmeden sırtındaki parkasından bulmak için heyecanla koşturduğum. İşte mahkeme salonuna adım atarken bana cesaret veren Deniz. İşte milyonların yüreğiyle işittiği o sesin sahibi.   

Gerillaların gözlerinde dolaştı gözlerim. Deniz’i dinler gibi dinliyorlardı. Gerçek bir devrimciyi dinler gibi. Tüm kanalları gezdim sırayla, bir daha dinledim, bir daha. Sonra ağladım. O gün yüreğimin duvarına Mazlum’un, Hayri’nin, Kemal’in, Zilan’ın Beritan’ın, Deniz’in Mahir’in, İbrahim’in,Sinan’ın Che’nin ve ismini sayamadığım daha bir çoğunun resminin yanına Orhan’ın da resmini astım. 

Türkiyeli Devrimci Orhan’ın sesi bir halkın ve bir halkın kahramanları olan gerillanın yüreğinde dolaşıyor şimdi. Ve Onlar Mazlumca, Agitçe, Kemalca, Beritanca, Zilanca direnmenin yanıbaşına bir de Orhanca direnmek diye not düşüyorlar devrimciliğin kutsal kitabına.

Ben ise ne zaman o yağmurlu günde heyecanla ama umudumu yitirmeden aradığım o parkayı görsem Orhan’ı düşleyeceğim artık. Benim gibi binlercesi devrimciliğin simgesine dönüştürdüğümüz o parkayı en çok Orhan’a yakıştıracağız. 

Doğan ÇETİN