Türkiye cumhuriyeti devleti kuruluş aşamasında olmasa bile ilerleyen tarihlerle birlikte Türkiye’de yaşayan ne kadar halk, inanç gurubu varsa inkar ve imhasını gündemine alarak esasta tümden bir soykırım rejimi uygulamıştır. Soykırımı halklara, inanç guruplarına ve de farklılıklara uygulayabilmek için sürekli özel bir rejim uygulanması ise kaçınılmazdır. Türkiye cumhuriyeti devleti bu özel rejimi ağırlıklı olarak baskıyla, ezmeyle, tasfiye etmekle yürütmüştür. Bunu yapabilmesi için ise ağırlıklı olarak diktatör ve otoriter devlet yapısını en ileri düzeye taşırarak Türkiye’de yaşayan toplumları germiştir. Stresli hale getirmiştir. Bu ise sürekli rejime kanayan yaralar olarak geri dönmüştür. Türkiye’nin bir türlü normalleşmemesinin altında yatan temel neden işte esasta bu inkar ve imha politikalarıdır.
İnkar ve imhaya biz asimilasyon diyelim. Kaldı ki asimilasyonun bir adım ötesi soykırımdır. Soykırım her zaman fiziki olarak bir toplumu yok etme olayı değildir. Soykırımın birde kültürel olarak dayatılanı ve uygulananı vardır. Bir toplumun tüm değerlerine saldırarak, o toplumu var eden kültürünü yok sayarak, yok ederek kendi kültürel değerlerinizi o topluma empoze ederek kendi kültürünüzün bir yayılma alanı alanına getirirseniz bunun da adı kültürel soykırım oluyor.
Özcesi: “Asimilasyon kavramı uygarlık toplumlarında iktidar ve sermaye tekellerinin kölelik statüsü altına aldıkları toplumsal grupların üzerine uyguladıkları ve kendi eki, uzantısı durumuna indirgemek için tek taraflı ilişki ve eylemini ifade eder.”
“Asimilasyonda esas olan iktidar ve sömürü mekanizmasına en az maliyetle köle oluşturmaktır. Asimile edilen grubun öz kimliği ve direnci dağıtılıp kırılarak hakim elit içinde hizmetlerine en uygun kölelerin derlendiği konuma düşülür. Burada asimile edilen köleye düşen temel işlev efendisine mutlak benzeşme, eki, uzantısı olma uğruna her tür çabayı göstererek kendini kanıtlamak ve böylelikle sistemde kendine yer yapmaktır. Başka hiçbir çaresi yoktur. Yaşayabilmek için eski toplumsal kimliğini bir an önce terk etmek, efendilerinin kültürüne kendini en iyi adapte etmek tek seçenek olarak sunulmuştur.”
Ancak eğer yapılmak istenen ya da hedeflenmek istenen bu durum dile gelen asimilasyon ile yerine getirilemez ise bu kez soykırım gündeme gelir. Bu fiziki olur ya da kültürel olur her halükarda asimilasyonu başaramayanların bu inkar zihniyetini korumaları durumunda devreye soykırım girer.
Soykırım: “Asimilasyon yöntemleriyle üstesinden gelinemeyen halkın, azınlıkların, her türlü farklı din, mezhep, etnik grupların fiziki ve kültürel olarak tamamen tasfiyesini amaçlar.
Fiziki soykırım yöntemi genellikle hakim elit kültürüne, ulus-devlet kültürüne göre üstün konumda olan kültürel gruplara uygulanır. Bunun tipik örneği Yahudi kültürüne ve halkına uygulanan jenositlerdir. Tarih boyunca Yahudiler hem maddi hem manevi kültür alanında en güçlü kesimleri oluşturduğundan karşıt kültürlerin fiziki darbe ve imhalarına maruz kalıp sık sık pogrom denilen soykırımlara da uğratılmışlardır.
İkinci soykırım yöntemi olan kültürel soykırım denemeleri ise daha çok hakim elit ve ulus-devlet kültürüne göre zayıf ve gelişmemiş durumda bulunan halk, etnik ve inanç gruplarının üzerinde uygulanır. Temel mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle tasfiye olmaya amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır. Fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür. Yarattığı sonuçlar fiziki soykırımdan daha felaketlidir. Bir halk veya herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket niteliğindedir. Varlığını, kimliğini toplum doğasının tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmak, uzun sürece yayılmış kitlesel çarmıha gerilmekle özdeştir.”
Sözü uzatmadan inkar ve imha siyaseti bir insanlık suçudur. Bu suç hangi topluma ya da halka karşı uygulanmış olursa olsun suçtur. Dediğimiz gibi insanlık suçudur. Ve bu insanlık suçu işleyenlerin, bu suça arka çıkanların, bu suça bulaşanların, bu suça destek sunanların, ya da bu suçu işleyen mekanizmaların birer parçası olanların tümü suç işliyordur. Ve suçları sıradan bir suç olmadığı, tam tersine insanlık suçu olduğu için mutlaka hesabının sorulması gerekir.
Bugün Türkiye rejimi inkar ve imha siyasetini ısrarla devam ettiriyor. “Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek dil, tek din” gibi tekler hatta saymadığımız başka onca teklerin hepsi inkar ve imha siyasetini ısrarla sürdürmek isteyen zihniyetin ta kendisidir.
Evet, bunun için kim ki bu zihniyeti destekliyor ise bunlar suç işliyordur. Ve biz Kürdistan’da gücümüz yettikçe bu sömürge kültürüne, bu sömürge zihniyetine, bu kültürel soykırım rejimine arka çıkan, yakın duran, destek sunan, bunların Kürdistan’da temsilciliğini yapan ne kadar kurum, kuruluş ve kişiler ve kişilikler varsa hepsini insan suçu işlediklerinden dolayı suçlu oldukları söylüyoruz. Ve suçlu olduklarını alenen belirtiyoruz.
Ve bundan böyle Kürdistan’da inkar ve imha suçuna bulaşanları, dediğimiz gibi bu suçlara arka çıkanları halk mahkemelerimize götürerek yargılayacağımızı herkese söylüyoruz.
Şimdilik bir iki olayla sınırlı olan bu yargıya götürmeler giderek artacaktır. İnkar ve imha siyasetine destek sunanlar bunu bilerek artık inkar ve imha siyasetini güden devlete, onların kurumlarına, onların kültürel soykırımlarını hayata geçiren partilerine yakın dursunlar. Bunu yapsınlar ancak bizim de bu halkın soykırımına karşı sessiz kalmayacağımızı ve de bu halkı korumak için yargılama hakkımızın bulunduğunu unutmasınlar.
Kasım Engin