HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Dersim Kürdistan tarihinde özgün bir yeri olan bir alandır. Denile bilir ki Dersim topraklarına uzun yıllar tek bir düşman askeri ayak basmamıştır. Dersim alevi bir bölge olarak aşiretler tarafından idare ediliyordu. Dini bağlardan dolayı birbirinden elbette kopuk değillerdi. Dersim’e uzun yıllardan sonra ilk kez 1937-38 yılında yabancı askerler ayak basacaklardı.

Kürdistan’ın birçok yeri susturulunca sıra Dersim’e gelecektir. Önceleri Dersimle özel ilişki kurup Kürt direnişlerinde tarafsız kalmasını isteyen Kemalist rejim adım adım Dersim’e dönük saldırı hazırlığı başlatacaktır. Önce “Tunceli Kanunu” nu 25 Aralık 1935’te çıkaracaklardır. Dersim ismi değiştirilecektir. Kendilerince “gümüş kapısını” bir tunç eliyle fethedeceklerdir. Bunun için Dersim’in ismini Tunceli yapacaklardır. Kürdistan’da direniş ardından birçok yere Genel Müfettişlikler kurulur. Dersim birkaç il’le birlikte birinci genel Müffetişlik içerisinde yerini alacaktır. Ancak gelecekte saldırılarını daha sağlam merkezileştirmek için dördüncü Genel Valilik kurulacaktır. Başına ise Abdullah Alpdoğan getirilecektir. Hem Dersim’in valisi hem de askeri kumandanıdır.

Dersime özgül kararname salt Dersim merkezi kapsamamaktadır. Bu kararname Dersim’e komşu alevi yerleşim merkezlerini de içine almaktadır. Dersim’in silahlarını iade etmesi istenir. Silahsızlandırma için kanun çıkarılır. Dersim silahları vermeyince, Dersim kuşatılır ve “Yasak Bölge” ilan edilir. Abluka ve yasak bölge ilan etmekle birlikte Dersim’in etrafına askeri kışlalar kurulur. Karakollar kurulur. Mameki yani Manikan köyü-eskiden Mazgirt’e bağlı bir köy-Tunceli’nin yönetim merkezi olarak kullanılacaktır.

Düşman Dersim’i çaktırmadan kuşatırken Dersim liderlerinden Seyit Rıza Kemalist rejime bu durumun kaldırılması için mektup yazacaktır. Askeri yapıların yapılmaması ve savaş için yapılan tüm ulaşım çalışmalarının da durdurulmasını ister. Ayrıca Kemalist rejimin silahları toplama kararının da geri alınması ister. Lakin devlet “gözümüzdeki çıbanı” çıkarmakta karar kılmıştır. Bunun için Seyit Rıza’nın dediklerine kulak asmayarak çalışmalarını sürdürecektir. Durumun giderek kritikleşmesi üzerine Dersimliler direniş başlatırlar.

Kürdistan’da 1920’lerdeki direnişin en sonuncusu Dersim Direnişidir. Dersim hareketi öncesi mecliste hazırlıklar yapılmıştır. Yöre halkından 200 bin silah istenmektedir. Bu arada Dersim’e tanınan özgün haklar kaldırılmaktadır. Çok bilinçlice yapılan bu tahrik isyana teşvik ederek ezme istemidir. Nitekim sonrada geliştirilen “Sel Hareketleri” önceden planlanmış olarak ortaya çıkmaktadırlar. Devletin topyekûn yönelim hazırlıkların rağmen birlik sağlanmıyor, birçok aşiret devlet yanlısı ve kimi de tarafsızlık adına yerinde durmaktadır. Kıyasıya bir direniş ardından 1937 yılında direniş hafızalarda silinmeyecek bir şekilde-kimi tanığa göre-Munzur günlerce kırmızı kana boyanıyor. Çok vahşice bastırılan direnişte işbirlikçi ve ihanetin gölgesi de eksik olmuyor. Direnişin komutanı olarak bilinen Ali Şer’in kafasını keserek Türk ordusuna götüren Rayberler tarihi tekerrür ettirirler. Sonra da kelle avcısı olarak mağara mağara dolaşarak Kürt direnişçilerin kellesi karşılığı altın alırlar. Kendi halkına bu kadar iğrenç ve yabancılaşmış kurtçuklar kullanıldıktan sonra temizleneceklerdir. Rayber, Cemile Çeto, Binbaşı Kasım misali… Hepsi de bir şekilde tohumluk rollerini oynadıklarından sonra tasfiye edilirler.

Dersim direnişi her yere yayılacaktır. Düşman istediğini elde edemeyecektir. Binlerce askerler yüzlerce topla ve yine uçakla saldırmasına rağmen sonuç almaktan çok uzaktır. Dersim’in o görkemli coğrafyası Kemalist orduya aman vermemektedir. Bunu gören düşmanlar tarihte çokça kullandıkları hile taktiklerine başvuracaklardır. Barış teklifi, görüşme teklifi…

Seyit Rıza’ya Erzincan valisi haber göndererek devletin Dersimlilerin isteklerini kabul edeceğini iletir. 5 Eylül 1937 yılında Seyit Rıza birkaç arkadaşıyla birlikte Erzincan’a gitmek için yola çıkar. Yolda karşılaşacağı bir askeri birliğe valinin kendisini istediğini söyleyecektir. Askerler onu ve arkadaşlarını valinin yanına getireceklerdir. Seyit Rıza ve yoldaşları tutuklanacaklardır. Toplam 58 kişiyle birlikte Seyit Rıza’da yargılanacaktır. Alelacele yargılanacaklardır. Mahkeme 11 kişiye idam kararını verir. Ancak öyle bir oyun yapılır ki-eşine insanlık tarihinde az rastlanır-düzmece bir mahkemeyle gece yarısı etraf ışıklandırarak gündüz süsü verilerek idam edilirler. Dört kişi yaşlı oldukları için idam 30 yıl hapse çevirtilir. Seyit Rıza ise 18 Kasım kimi veriye göre de 15 Kasım 1937 yılında Elezağı Buğday Meydanında infaz edilir. Seyit Rıza gururla idam sehpasına doğru ilerler ve cellâdı itip, ipi boynuna geçirir. Sandalyeye ayağı ile tekme vurup kendi infazını da kendisi gerçekleştirir. Diğer infaz edilen altı Kürt direnişçinin isimleri şöyledir; Resik Hüseyin, Seyd Wuşên, Fındık Ağa, Hasan Ağa, Hasan, Ali Ağa.

Direnişin liderleri katledildikten sonra ağırlıklı olarak direniş bitmiştir. Ancak 1938 yılına kadar farklı yerlerde parça parça direnişler sürdürülecektir. TC’nin amacı bir isyanı bastırmak değildir. Kaldı ki bir isyandan ziyade TC’nin saldırılarına karşı Dersim direnişe geçmiştir. Meşru müdafaadan başka yapılan bir şey yoktur. Dediğimiz gibi parça parça direnişler Seyit Rıza’nın idamı ardından da devam edecektir. TC tümden bir ibreti alemlik bir durum yaratmak için saldırıların hızını kesmeyecektir. Tersine daha sinsice bu sürdürülecektir. Binlerce insan katledilir. Evleri yakılır, yıkılır. Öyle ki bir daha kimse buralarda direniş adına bir yaprak kıpırdatmamalıdır. Hedef budur. Katliamlar o düzeye vardırılır ki bir kişi için binlerce insan operasyonlara çıkartılır. Yakalanan her Kürt kızının üzerinde yüzlerce ağzı salyalı faşist Kemalist ordunun askerleri geçeceklerdir. Dersim kan ağlayacaktır. Binlerce Kürt kızı ‘Rumilerin’-Kürtler Osmanlı ve Türk askerlerine Rumi demektedir-eline geçmemek için kendilerini kayalıklarda ölümün kucağına atacaklardır. Binlercesi en kuytu köşelerde mağaralara saklanarak yaşamanın yolunu aralamaya çalışacaklardır. Ancak binlerce paralı ağzı salyalı kele avcısı mağara mağara gezerek Dersimli insanımızın kelesini TC askerleriyle birlikte keserek düşmana para karşılığında kelle satacaklardır. Çoğu zaman bu vahşeti yapanlar aynı Dersimlilerin kanında gelen Rayber tarzı satılık iç düşmanlardır. On binlerce Dersimli katledilecektir. Bunlar yetmez, onlarca, yüzlerce mağaranın ağzı betonlanır ve içerisine sığınan yüzlerce Dersimli canlı canlı mezara gömülerek ölümlerin en çirkinine mahkum edilir. 200’ün üzerinde köy yakılacaktır, binlerce ev tahrip edilecektir. On binlercesi zoraki sürgün edilecektir. Tuhaf olan ise sözde TC’nin yanında direnişin bastırılmasında yer alanlarında sürgüne tabi tutulmalarıdır. Yapılan uluslararası hukuk tanımlamalarına göre tamamen bir soykırımdır. Sistematik yok etme girişimidir. Eğer Jenosidi yani Soykırımı, toplum kırımı ırksal, dinsel, siyasal ya da etnik bir grubun bilerek ve sistemli biçimde yok edilmesi olarak ele alınacaksa yapılan tek bir kelime ile Jenosittir.

Direniş bastırıldıktan sonra 10 yıl boyunca Dersim “Yasak Bölge“ ilan edilecektir. Kırmızı katliam diye bilinen sistematik katletmenin ardından Kemalist TC bu kez beyaz katliam diye bilinen kültürel soykırımı devreye koyacaktır. Öncelikle Dersim’e boydan boya yatılı okulları yerleştirilecektir. Askeri kışlalar görülecek olan en büyük yapılardır. Yeni doğan bebeler öncelikle Kemal, Kazım, İsmet isimlerini alacaklardır. Hızlandırılmış bir Türkleştirme programı özel devreye konulacaktır. Burada başarılacak bir Türkleştirme dalga dalga tüm Kürdistan’a ihraç edile bilecektir. Tüm sömürgeci devletler ve emperyalist kamp bir prensip olarak direnişin geliştiği sahaları tersine çevire bilebilmek için her şeyi sarf edebilmektedirler.

Dersimde gerillacılık yapan yoldaşlarımızın gözleriyle görüp anlattıklarında hala bugün bile Laç Deresi'nde, Kutu Deresi'nde, Ali Boğazı'nda kurşuna dizilen, Iksor uçurumlarından atılan binlerce insanın kemiklerin varlığını öğreniyoruz.

Nuri Dersimi'nin İntikam adlı şiiri aslında yaşanan vahşetin düzeyini gözler önüne sermektedir. Veteriner Nuri Dersimi kendi gözleriyle gördüklerini şiire dökerken Kürt gençlerine birde hitapta bulunur;

“Ey ırkımın ümidi istikbali olan Kürt gençliği!

Ben sana, senin namus ve şerefini lekelememek için vatanın yalçın kayaları, müthiş uçurumları üzerinden kendilerini halaskar ölümün kucağına atan binlerce gelin ve kızlarımızın feryadını inliyorum.

Ben sana, senin hala bu gün bile, namert düşmanın kapısında esaret altında yaşayan, her gün, her an damla damla ölen, milliyeti, dili ve mukaddesatı tahkir edilen köle Kürtlerin derin feryadını ağlıyorum...

Onların sana, bir tek kelimede tekâsüf eden, amansız amir ve kahhar bir vasiyeti var:

İNTİKAM!

İntikam!

Kürt namusuna sürülen lekeyi temizlemek için.

İntikam!

Süngülenen yüz binlerce Kürt yavrularının feryadını dindirmek için.

İntikam!

Girdaplara atılan, ateşlerde yakılan gelin ve kızlarımızın Kürdistan afakında uğuldayan eninlerini teskin için.

İntikam! “

Nuri Dersimi’nin söylediklerinin hepsine katılmaya biliriz. Ancak yaşanan bu pervasız vahşeti okuduğumuzda, araştırdığımızda Nuri Dersimi gibi aklıselim birisinin bu denli intikam çağrıları yapması yabana atılacak sözler olmadığı da bir o kadar aşikardır.

Sonuç olarak: Dersim’de gerçekleşen bir isyan olmamıştır. Dersim’de yaşanan sadece ve sadece soykırımcı bir rejime karşı meşru müdafaa direnişidir. Hem de Kürdistan’da PKK öncesi en son ve en görkemli direniş.

Ne var ki biz soykırım rejimlerinin neden halklara karşı bu denli saldırdıklarını biliyoruz. Soykırımdan geçirmek bir halkı daha rahat bir şekilde asimile edilmeye hazır hale getiriyor. Kürdistan’da her direnişin bastırılışı ardından gelişen bir teslimiyet ve ihanettir. Bu bakımdan ele alındığında direnişler ne kadar görkemli olursa olsun ortaya çıkan tablo eğer direnişler başarıyla taçlandırılmamış ise büzülmedir. İçe kapanmadır, çoğu zamanda içine sinerek kişilik olarak erozyona uğramadır.

Dersimde, bastırılan son kaleyle Türk devleti Osmanlı politikalarının tümünü terk etmiştir. Her ne kadar bu durum 24’lerden sonra da yer yer gözükse de son direnişle imha ve inkâr sistematik bir politika haline getirilmiştir. Kendi deyimleriyle “Muhayyel Kürdistan” Ağrı Dağı’nın yedi kat derinliklerinde meftundur. Kürt ve Kürdistan yoktur. Tayip Erdoğan’ın açık bir şekilde ifade ettiği gibi ”düşünmüyorsan yoktur” cümlesi, özünde Kürdistan’ın üzeri betonlanmıştır anlamına gelir.

Kürdistan’ın yüzyıllarca yıl süren otonom yarı bağımsız yerel otoriteleri zaptı rapta altına alınarak merkezi otorite pekiştirilmiştir. Çıkardıkları “kanun aşirette, hükmü şahsiyet tanımaz bu hususta herhangi bir hükmü vesika ve ilana müstesnit de olsa tanınmış haklar kaldırılmıştır. Aşiret reisliği beyliği ağalığı ve şeyhliği ve bunların herhangi bir vesika veya görgü ve göreneğe müstenit her türlü teşkilat ve taahasufları kaldırılmıştır” (Kürtlerin Mecburi İskânı İsmail Beşikçi)

Kanunları ilerici ve devrimci gözükseler de öyle değildir. Tersi doğrudur. Faşizandır. Kürt toplumunda varlık nedenlerinden en önemlisi aşiret yapılanmasıdır. Yerini doldurmadan aşireti vb. kurumları dağıtıldığında dumura uğramış, beyni belleği teslim alınmış bir yapı ortaya çıkar. Sosyal gelişmişlik çıkmaz. Ortaya kendinden kaçan ne idüğü belirsiz kime nasıl hizmet edeceği belli olmayan bir ucube yaratılmış olur. Devlet bununla sınırlı kalmaz “ana dili Türkçe olmayanlar toplu olmak üzere kıyı mahalle işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü bir mahalleyi bir işi veya sanatı kendi soydaşlarına inhisar etmeleri yasaklanmıştır.“ mecburi iskân kararnamelerinde alınan bu alıntılar Kürdün nasıl yok edildiğini ve nasıl Türkleştirilmeye çalışıldığını açıkça gözler önce sermektedir. Bu politikalar ışığında Kürdistan’da kışlalar gölgesinde yatılı okullarla zorla asimile edilerek dejenere etme ortaya çıkan tablodur. Böylece Kürdistan’ın en ücra köşesine, en küçük zerresine Kemalizm diye tabir edilecek olan zehir aşılanmış olacaktır.

Yeni işbirlikçi ekipleşme bu zemin üzerinde şekillenecektir. Kendisini ret ederek katline aşık olurcasına, ona benzeyerek büyüyecektir. Kralcıdan daha kralcı misali her tarafa Kemaller ve İsmetler yayılacaktır. Kışla medreselerinde yetişenler yeni edinilmiş kültürü-hem de çok isteyerek, gönüllüce-ülkenin en ücra köşelerine taşıyacaklardır. En tehlikeli işgal, beyinlerin işgal edilmesidir.

Amin Maolouf Afrikalı Leo romanında dile getirdiği gibi “kim annemle evlenirse benim üvey babam olur” misali, kim işgal ederse onunla olunmaktadır. Hem de “başı dik ve gururluca.” Başka halkların tarihinde bu onursuzluk ve alçaklık sayılırken, Kürdün alışılagelmiş ihaneti marifet bilen tarihinde bu kavramların tersi geçerlidir. Bugün dahi direnişte katledilenlerin evlatları ve torunlarının devletçi tutumları ibretle izlenmekte ve insanı hayrete boğmaktadır. Katiline hayranlık ancak bu kadar olur.

Türk devleti sadece bununla sınırlı kalmamaktadır. Sert ezme ve kendi tipini yaratmanın ardından arta kalan kılıç artıklarını da kullanmasını bilmiştir. Direnişlerde rol almış ailelerin çocuklarını Osmanlı nasıl ki Babıâli’de alıp yetiştirmiş ve zamanı geldiğinde kullanmış ise aynısını TC de yapmıştır.

Bugün karşımıza çıkan Dengirler, Çelikler, Kamer Gençler, Kılıçdaroğulları, Kamran İnanlar, Mehdi Ekerler, bunlara sadece bir kaç örnektir. Osmanlı sıkıştığında nasıl ki aşiretleri, Hamidiye Alayları biçiminde örgütleyerek hem olası bir Kürt kalkışmasını hem de ermeni Süryani ve diğer halkların kalkışmalarını engellemek için kullanmışsa benzer bir yaklaşımı daha derin biçimde 1940’lardan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti uygulamıştır. Kürdistan’ının tümüne hâkim olduktan sonra aşiret ağaları ve kompradorları adım adım Türk devletinin içerisine çekerek katmerli bir işbirlikçi tabakanın oluşmasına yol açmış ve olası bir Kürt hareketlenmesine karşı kullanmak üzere hazırlamıştır. Nitekim sonra da göreceğimiz gibi Kürt Özgürlük Hareketine karşı aşiretleri korucu ve çete biçiminde kullanmıştır.

Bitti
Kasım Engin