2011 yılını geride bırakıyoruz. HPG olarak Temmuz ayı ortalarından itibaren yükselttiğimiz Devrimci Halk Savaşı pratiğinin damgasını vurduğu 2011 yılı şüphesiz birçok açıdan değerlendirilmeyi bekliyor. Bu değerlendirmeyi herkes kendi görev alanı ve üstlendiği sorumluluk çerçevesinde yaparken yeni mücadele yılında izleyeceği tarzı, tempoyu belirlemeye çalışıyor. Yeni yılı hedef ve amaçların gerçekleştirilmesi alanı kılmak isteyenler bundan kaçınamaz.
Uzun bir bekleme ve sabır ardından işgalci TC’nin barışçıl demokratik bir çözümden yana olmadığı görüldü. Gerçekten sabır taşını çatlatacak düzeyde her günü ayrı bir işkenceyle geçen uzun bir aradan sonra gerilla olarak kısa da olsa bir pratik süreç yaşadık. Farqîn ile başlayarak Çele’de zirveye ulaşan gerilla eylemleri TC’yi adeta çılgına çevirdi. Uzun yıllardır gerillanın bittiği, marjinalleştiği, savaş kabiliyetini yitirdiği yönlü oluşturulan zemin ve kara propaganda duvarı bir anda yerle bir oldu.
Neredeyse tüm emperyalist ve bölgesel gericiliğin desteğini alarak, çağın en güçlü teknik donanımını ve en önemlisi de gerillayla yürüttüğü mücadelenin otuz yıllık derslerini zemin yaparak saldırıya geçen TC ordusu ve AKP hükümeti gerilla direnişi karşısında derin bir şaşkınlığı, dumuru ve çaresizliği yaşadı.
Şüphesiz gerilla olarak yapabileceklerimizin hepsini yapamadık. Bunun yanında düşmanı hafife almanın, derin ve güçlü planlamalar yapmamanın, tüm gücümüzle yüklenmememizin bir sonucu olarak savaşı daha şiddetli yürütemedik. Bu savaşın tırmanması, tüm Türkiye ve Kürdistan’a yayılması gerekliliği, yine her kayıp ardından halkımızın ve özellikle de gençlerimizin “intikam” çağrıları ortadayken bunun neden yapılmadığı tüm yıl boyunca soruldu durdu.
Savaşın tırmandırılması, tüm alanlara yayılması bizim açımızdan bir sorun değil. Colemerg’den Tekirdağ’a, Artvin’den Antalya’ya, Sinop’dan Hatay’a tüm Türkiye ve Kürdistan’ın savaş alanına dönmesi bizim için sadece bir planlama meselesi. Dağlık alanda kır savaşı sürdürülebileceği gibi şehirlerde de var olan örgütlülükle her günü TC faşizmine cehennem haline getirebiliriz.
Fakat bunun yaratacağı etki ve alacağı sonuç ne olacaktır?
Bizim için önemli olan budur. Çünkü bu yıl sürdürdüğümüz kimi eylemlerde görüldüğü gibi faşist TC ordu ve hükümeti, kolluk güçleri darbe yedikçe sivil insanlarımıza yöneliyor. Yıllardır Kürdistan’da sürdürülen savaş ve bilinçli göçertme politikaları nedeniyle Türkiye’nin farklı coğrafyalarına, metropollere göç etmiş bulunan halkımız sadece Kürt olması nedeniyle saldırıların merkezine oturtuluyor. Çeşitli gerekçe ve örgütlenmeler adı altında Kürtlerin fiziki katliamı meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Sorun bizim örgütlü olmama durumumuz değil. Sorun halkımızın kendi iç örgütlülüğünü tam anlamıyla kuramamış olmasıdır. Önderliğimizin ve hareketimizin yıllardır öz savunma mekanizmalarının gelişmesi gerektiği yönlü uyarıların çok fazla değerlendirilmediğini bu anlamıyla görüyoruz.
Her mahalle ve şehirde bulunan Kürtler kendi aralarında örgütlenmediği, birlik olmadığı, kendi kendini savunur pozisyona gelmediği müddetçe bu tür saldırıların açık hedefi haline geleceği ortadadır. Böylesi bir durum ortadayken kalkıp gerilla olarak tüm Türkiye ve Kürdistan’da savaşı tırmandırmak şüphesiz kirli ve ahlaksız örgütlenmeler aracılığıyla halkımıza yönelik linç kampanyalarına dönüşecektir.
Buradan tabii ki “savaşmayın o zaman” sonucunu çıkaracaklar çok olacaktır. Zaten düşmanın yapmak istediği de budur. Özellikle 2007’den bu yana sürdürülen “silahların zamanı geçmiştir” yönlü propagandaların yaratmak istediği sonuç da budur. “PKK savaşıyor, o yüzden insanlar ölüyor” denilerek Kürt halkının ve değerlerinin tek koruma gücü gerilla ve direniş mücadelesi gereksiz bir faaliyet düzeyine indirgeniyor. Hatta Kürt halkına karşı yürütülen bir mücadele adlandırmasına kadar vardırılan bir pervasızlık, aymazlık ortada kol geziyor.
Fakat şu gerçeği hiçbir zaman unutmamak gerekir. Kürdistan’da yürütülen gerilla mücadelesi tek bir gün durursa Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da huzur, demokrasi adına hiçbir şey kalmaz. Gerilla mücadelesi sadece Kürt halkının ve yıllardır yaratılan değerlerinin korunması göreviyle değil, bölgenin demokratik gelişimi ve özgürlük alanlarının yaratılması göreviyle de karşı karşıyadır. Bu anlamıyla üçüncü dünya savaşı olarak adlandırılan Ortadoğu’nun yeniden paylaşılması savaşında gerilla hareketi tüm özgürlük, demokrasi, eşitlik ve kardeşlik hayali taşıyanların hareketi pozisyonuna ulaşmış durumdadır.
TC gericiliği ve faşizmine vurulan her darbe koçbaşı olduğu emperyalistlerin, batılı kapitalist gericiliğe vurulacak darbe anlamına geliyor. Bu böyleyken Kürtleri köle olarak gören, insanlığın bu denli geliştiği bir çağda dahi statüsüz kılmaya çalışan uluslararası ve bölgesel gericiliğin gerilla savaşı olmaksızın gerileyeceğini, yenileceğini beklemek en basit deyimle aymazlık, kendini bilmezlik, körlük olabilir.
Bu anlamıyla savaş dışında herhangi bir çıkar yol yoktur. Durmak bir yana, bu savaştan vazgeçmek bir yana TC faşizmi ve AKP yeşil Türkçü anlayışı karşısında gerillanın 2011 yılında yürüttüğü mücadele, uygulanmaya başlanılan Devrimci Halk Savaşı 2012 yılında da artarak, şiddetlenerek devam edecek.
Fakat bu seneden çıkarılan dersler neticesinde halkımızın kendi örgütlülüğünü, öz savunmasını daha güçlü hale getirmesi gerekmektedir. TC faşizmi ile istenildiği ve beklenildiği gibi daha güçlü bir savaşı yürütebilmemiz için gözümüzün arkada olmaması gerekiyor. Halkımızın bulunduğu her alanda kendi öz savunmasını geliştirmesi, kendisine yönelik gerek faşist kolluk güçlerinin gerekse ırkçı, şovenist gericiliğin saldırılarını boşa çıkartması oldukça önemlidir.
Bunu şüphesiz örgütlenerek, birlik olmaktan bilinçli ya da bilinçsizce kaçan tüm Kürtleri bir araya getirerek, birbirinden haberdar kılarak, yaşanılan alandaki faşist odakları, devlet ajanlarını, kolluk güçlerini tanıyarak, bunlara karşı korunmada değişik taktik ve yöntemler geliştirerek yapabiliriz. Öz savunma yaşam hakkı başta olmak üzere insan olmaktan kaynaklanan tüm haklarımıza yönelik saldırıları bertaraf etmektir. Öz savunmanın saldırıyı, gereksiz şiddeti içinde barındırmadığı bilinmeli. Fakat gerektiğinde en amansız direnişi sergileyebilecek bir anlayışı da mecburu kıldığı unutulmamalıdır. 2011 yılından çıkarılması gereken en önemli derslerden biri budur.
Direnişle doğan ve yaşayanların gerektiğinde direnerek düşeceğini Kürtler her gün gösteriyor. Fakat sadece direnerek amacına ulaşmayacağını da biliyoruz. Bu yüzden 2012 yılını zafer yılı, özgürlük yılı yapmanın her türlü gerekliliğini yerine getirmek, kişiliği buna hazırlamak, tarzı ve tempoyu buna göre yeniden oluşturmak gerekmektedir.
Bu anlamıyla başta gençlerimiz olmak üzere tüm halkımız işgalci, faşist TC’nin tüm hareket alanını daraltmak, daraltılan her alanda yeni bir özgürlük ağacı dikmek, katledilen canların, toprağa düşen en yiğit insanların, yarına umutla bakan bebelerin hatırına mücadeleye daha da yüklenmek onur meselesi, namus meselesidir. Bugünü ve yarını kazandıracak tek çaremizdir…
Sersala We Pîroz Be!..
Pir Kemal