“Bir tek an olsa, özgür yaşayabilmek adına tüm özgürlüğün nasıl yaşanacağına bedel edişimiz, yaşamın anlamını kendimizden taşırma gayemizdir.
Bu gayemin içinden tam ortasından…
Yaşamın nasılına yoğunlaştıkça sonsuz olmayan ama sonsuzluğun ötesinde olan bir şeylerin varlığını sezdim. Tükenip giden zamanların elinden bir şeyleri koparıp almak gerekiyordu. İnsanın ölüm karşısında çaresiz olmadığını, birilerine ya da bir şeylere göstermek istercesine çok istiyordum hem de. En başta da kendime tabii ki…
Çok olmasa da ömrümce aradım bunun yolunu.
Anı yazmanın ölümün elinden bir şeyler kurtarmak olduğunu fark ettim bir zaman sonra. Hele bu anılar, bedenlerini yaralı bir coğrafyanın kalbinde dağ rüzgârlarına veren ve zamanın ruhunu yakalamış ve ruh sımsıkı tutunmuş olan gerillanın anılarıysa, bu daha çok böyleydi. Bıyıkları terlememişken, yaşıtlarından çok uzakta ve kan-ter içinde, bu coğrafyanın kaderini kendine ortak eden delikanlıların, henüz genç kız olmadan kadın olmanın yürek depremlerini ve hüzün denizlerini, dağ başlarına erken zamanlarında tanıyan ve soluğunu rüzgârlara katan genç kızların anıları…
Yaşanan anıları yazarak ölümün pençesinden bir şeyleri kopartıp alabilirdim.
Bunu sezdikten sonra zaman parçalarına diktim gözümü. Yaşanıp gitmiş denilen ama yüreklerinden gitmemiş olan zaman parçalarına akıttım yüreğimi. Sözler söylenmiş ama çekip gitmişlerdi. Hiçbir zaman da gitmeyeceklerdi. Eğer yıllar öncesinde söylenen bir söz, şimdiki zamanda benimle yaşıyorsa, giriyorsa benim zamanıma ve dağ başlarında benimle birlikte soluk alıp veriyorsa, yüreğimde kızıl izler bırakıp gözpınarlarımda akıyorsa, hiçbir yere gittikleri yoktu. Eylem de zaten hiçbir zaman yok olmayacak olandı. Elimizden çekip çıkaracağı ve geri alabileceği hiçbir eylem yoktu bilimin henüz. Ama insan olduğumuz için ve zaman içinde unutmakla malul olduğumuz için yazarak kendi tedbirlerimizi almaktayız.
Bu sebepten bize ait olan yaşamları yazmak istedim.
Zamanın kimi parçaları, kadın gerillaların saçlarına takılıp kalmıştı. Onları toplayıp birer birer, anlatmak istedim dilim döndüğünce. Kimi parçaları da, kadın gerillaların saçlarına tutunmuş, asılıp kalmıştı patikalar boyunca dizilen ağaç dallarına. Birer birer dokunmak istedim onlara.
Yüreklerimizi kendi topraklarını bilen ve yüreklerimize gömülen zaman parçaları da vardı. Onları çıkarıp toprağın altından, gün ışığına sunmak istedim.
Makineleşmeye karşı duyguları anlatmak istedim. Ve bunları toplayan eskicileri… Yazdığım her satıra o eskicilerin ruhundan bir katre katmak istedim.
Ve başladım…
Ne anı, ne öykü, ne de deneme diyebildim ortaya çıkanlara. Hiçbiri ve hepsi de olabilirdi. Aslında, tanım yapmakta zorlanmak, belirginleşmeyen ve tam uymayan tanımların fazlalaşması getirdiğinden tanımlama çabasına girmemek daha doğru.
Anıların deposu olan belleğimizden taşacak kadar çok yüklü zamanların izdüşümü…
Kurgulara meydan okuyacak kadar olağandışı yaşamları izdüşümleri…
Ve bizim kadar gerçek…
Bizimle soluyan, zamana saplanıp kalmadan bizimle yürüyen, terleyen, bizimle yorulan, acıkan ve susayan ve dile geldikçe kana kana hayat pınarından içen bir tarihin parçaları…
Bizim parçalarımız…
Yaşayanlar, anlatılanlar yürekte ince kızıl izler bırakanlar, duyulduğu andan kulağa asılıp kalanlar ve sonrası binlerce an içinde yankılanıp duranlar yanında, bunlardan binlerce kat fazla olan bilinmeyen, duyulmayanlar…
Hepsinin varlığıdır bu satırları yaratan.
Bir ırmak olup aktı yüreğimden, yüreğimi yıkayarak
Zamana bir iz düşürdü…
Ömrümüzün bir kısacık anına sıkışan ama hiç yaşayamadığımız, biz olan ama bizi tanımlamayan, çok yakınlaştığımız ama yakalayamadığımız, soluğunu duyumsadığımız ama uzağımıza düşen, elimizde olan ama dokunmadığımız hakikatlerin içinden bir harmanlanış olma istemi…
Hiçbir söz dağarcığının, hiçbir kelime hazinesinin gerillanın yürek sarnıcında biriktirdikleri hazinelerden dada değerli olan yaşam parçalarını anlatmaya yetmeyeceğini bile bile yazmak istedim.
Tamamlanmak istenen bir yarım oluşturmak istedim.
Yüreğimizi her zaman ateş hattında tutan ve biz olan gerilimi, bir parçacık yansıtma gayesi…
Kendimi kavramsallaştırmanın bir yolunun da sözcüklerin toprağından geçtiğini sezdim kaç zamandır ve yazmaya başladım.
Büyük aşkları başlatan yolculukları ve yolcukları yazmak istedim.
Yürüdüğüm yolu biraz da sözcüklerle hissetmek ya da…
Beleğimde, hayal ile hakikat arasında yer edinen anılara, arkadaşlarımın ve benim olan anılara dokunmak istedim yüreğimle.
Ölümün elinden kurtaracağımız çok şey olduğunu bilerek bir parçasını tutmak istedim.”
DİLZAR DİLOK