Dört başı mamur bir gündem almış başını gidiyor. Sabah-akşam bir Çiçek tartışması neredeyse hayatın her yerine oturmuş ta, bunun dışında konuşulacak konu ya da ilgilenmesi gerekilen sorun kalmamış gibi memlekette… Hâlbuki işin özüne indiğimizde veya biraz dokunduğumuzda kendisinin hepi topu basit bir siyasi piyon olduğunu anlamak ve üzerinde yürütülen tartışmaların aslında en ucuzundan aba altından sopayı göstermek olduğunu anlamak, Cambridge mezunu olmayı gerektirmiyor. Yani yaşanılan gelişmelerin hepsi merkezin dışında yürütülen, uzun ve orta vade planların yavaş yavaş toplumsal alana angaje edilmesi olmaktadır. Her ne kadar Genelkurmay bu gelişmelerden ciddi rahatsızlıklar duysa da, elinden gelenin hepsini ortaya dökse de, yani bir anlamda restini çekse de, beklemeye kalmış durumda. Fakat karşısındakilerin ellerinin sağlam olduğunu anlamayacak kadar da avanak bir durumda. Ne diyelim ya akıl başa-söze, ya da kuzgun leşe!!!
Aslında son zamanlarda Y. Küçük’ün çıkardığı bir kitapta, yaşadığımız bu olgunun anlaşılmasında hayli öğretici noktalar satırların arasına gizlenmiş durumda. Yalçın Küçük’ün “Epilepsi ile Orgazm” kitabında değindiği nokta; Erdoğan’ın sara hastalığı üzerinden aslında ne kadar narsist bir kişiliğe sahip olduğuna yönelik belirli ayrıntılara değinmiştir. Bu konuda çok yetkin bir kaynak olmasa da bu çalışma, bazı ipuçlarını okuyucularına veriyor. Buradan yola çıkarak, günümüzde yaşanmakta olunan Çiçek veya böcek tartışmasına geldiğimizde; aslında AKP’nin Tayyip’i, askere yönelik rahatsızlıklarını ve nevi şahsına yönelik her türlü icraata ne kadar agresif olduğunu, maskesiz tanrı gerçekliğinde her yönüyle arzı endam etmektedir. Tabi Tayyip bunu yapınca şak-şakçıları uslu dururlar mı? Durum böyle olunca, işte bir devlet krizi! Ortaya çıkıyor ve tartışmalar, akıl yürütmeler de böyle gerçeklerin üzerine cila rolündeyken, Sivas yangının üzerinden o kadar zaman geçmesine rağmen, sorumluları yargılamak-cezalandırmak bir yana, otelin ve aydınların külleri üzerinde halen de ekmek arası döner satılmakta ya da acısı umarından ziyade Adana kebapları, yürek dağlayan közlerin üzerinde pişirilmekte.
Peki, niyedir bu restleşmeler, gece yarılarına kadar süren toplantıların ve zirvelerin nedenleri? Durum son derece basittir; ABD’de yer alan G. Soros ve ekipmanları, Ortadoğu rezaletinde tam destek vermeyen, Genelkurmay’ı gözden çıkarmış durumda. Bunun farkına varan ve out olmak istemeyen İlkesizliğin Başbuğu, sağda-solda ortalığı velveleye vererek, durumun farkındalığından duyduğu endişeyi izanı beyan etmektedir. Bunun yanında boş atıp dolu tutmak isteyerek de, işte bir belge ve Çiçek gerçekliği ajanslara servis edildi. Ondan sonrasında da Narsistliğin ve biraz da batı endeksli Nakşîciliğin AKP’si ile Tayyip’i, bundan son derece rahatsızlık duydular. Olayın üzerine gitme iradesini göstererek! Gece yarısı düzenlemeler, mahkemeye atanan üye ve sonrasında tutuklanan on sekiz albayın delil yetersizliğinden salıverilmesi ile Genelkurmay’ı ve avanaklığın başbuğunu tüm cümle âlem önünde terbiye etmeye çalıştı. Açıkçası bu durumdan son derece de kendi pragmatist politikalarının doğrultusunda sonuç da aldı. Fakat şunun anlaşılması gerekiyor ki, AKP’nin ve Tayyip’in bu külhanbeyliğinin arkasında kesinlikle CFR, Trileatral gibi oluşumlarda kararlaştırılmış planlar vardır. Yani Tayyip’in ve hükümetinin kendi yağında atacağı adımlar değildir bunlar.
O zaman şöyle bir soru çıkıyor ortaya: Daha geçtiğimiz günlere ülkenin temel gündemi olan Kürt sorunu karşısında yaşanacak açılımlara ne oldu? Neden gündem bu kadar tepkimeli bir şekilde değişmekte? Bunun cevabını da kısaca izah etmek gerekirse; PKK’nin ve onun Önderliğinin yürüttüğü politik-siyasi mücadele de, devletin bu konu hakkında ne kadar samimiyetsiz olduğunu gösterdiği gibi yine bilinen sermayedar kuruluşlar, sorunun çözümü noktasında sabit bir plana sahip olmadıklarından dolayı siyasi boşluğa düşmüşlerdir. Tabi bunların gelişmesi, onların ya da karga olan kılavuzlarının pek de hesaba katmadığı bir durumdu. Bundan dolayı da ortaya çıkan gelişmeler, aslında dönemi kurtarmaya yönelik geliştirilen operasyonların dışında herhangi bir anlama sahip değildir.
Bunlardan dolayı da memleketin sorunlarında bu külhanbeyliklerinin geleceğe yönelik ciddi anlamda bir mealinin olması söz konusu olamayacağı gibi asker-sivil çatışması da, aslında yabancısı olmadığımız bir senaryo olmaktadır. Soros’un 2003’te Sabancı Üniversitesinde söylediği gibi “Türkiye’nin ihraç edeceği tek şey ASKER’dir”. Geriye kalansa gerçeklere cila sürmek değil, gerçeklerin savaşçılığını, siyasetini ve önemlisi de adamlığını yapmak oluyor. Bugün meydanlarda denildiği gibi “ASIM-burada, HASRET-burada, MUHLİS-burada” demek değil de, “HASRET-katilleri orada, ASIM-katilleri orada, MUHLİS-katilleri orada” diye haykırmak ve mücadelesini yürütmek, bir nebze de olsa memleketteki döner-kebap tarihini değiştirilebilir. Gerisi ise laf-ı güzaf olmaktadır.
Toprak Cemgil