Son zamanlarda elimin altında olan, göz attığım ama daha okuyamadım bir kitap vardı; “Iskalanmış Barış” diye üzerinde kalın puntolardan oluşmuş bir yazı, kapak tasarımında ise Kürdistan haritası üzerinde doğu vilayetlerinde daha öncesinde yaşamış olan azınlıklardan çeşitli fotoğraf kareleri dikkatimi çekiyordu. Basel’li bir genç daha tez çalışmaları yaptığı dönemde yürüttüğü on yıllık çalışmayı bir kitap olarak hazırladığını söylüyor ve kitabının önsözünde “Anadolu’da kendisinden başkasını dışlayan milliyetçiliğe değil, insana tüm insanlığa aittir” diye de, iddialı ve sunturlu bir cümleyi de serpiştirmiştir. Şimdi yaşamakta olduğumuz dönemde beynimin bir köşesinde yer ediniyor bu cümle kendine hemencecik. Ne de olsa barışın düşük volümde de olsa, bazı açıklamalarda ve telaffuzlarda genze dokunması gibi bir dönemi çok sık yaşamıyor bu coğrafya. Barışın olmasına yönelik ve sorunların çözümünde diyalog arayışlarının geliştirilmek istenmesi beraberinde, insana dair hilkatlara ve düşüncelere gark eyliyor kendilerini, sözüm ona tüm insanlığın ilerici lafatörlerini… ama bu dönem kesik kesik ilerliyor ve nedense açıklamalar bahar zamanında bir gecede gelişen kültür mantarlarıyla aynı anlamın dışına taşıramıyor kendisini.
Ortalıkta dolaşan bir belge tartışması, bununla birlikte peşin sıra açıklamalar ve ültimatomlar boy veriyor ortalıkta. Neredeyse herkesin eli kabzasında ve mafyavari bir gündem koşuşturması almış başını… bunun “ıskalanmış barış” kitabıyla çok yakından bir bağlantısı yok. Ama barış veya Kürt sorunu tartışmalarıyla çok yakından bağlantıları olduğu da tartışılmayacak kadar gerçeklik arz etmektedir.
Yaşamakta olduğumuz dönem itibariyle şunu belirtmek; “Dolmabahçe İttifakı Bozuluyor” demek, sanırım perde arkasında ve belge, fotokopi arasında yürütülen müsvedde bir savaşın şifreleri oluyor. Neydi Dolmabahçe ittifakının gerçek yüzü? Yani oradaki görüşmede en azından bildiğimiz kadarıyla Fenerbahçe’nin transfer listesi tartışılmadı ya da hafta sonunda gerçekleştirilecek at yarışı hakkında birbirlerinden tüyo alış verişinde bulunmadıkları kesindir, TC başbakanı R. Tayip ile (o dönemin) TC Genelkurmay Başkanı Y. Büyükanıt’ın. Her nedense bu zatı muhteremler “bu görüşmenin içeriği benimle mezara gidecek” diye sözüm ona mükremin çıtır’lık yapsalar da, görüşmenin “iktidar” palazlanmasını sahiplenme tevessülü ile çıkarcı “KÜRT PAZARLIĞI” olduğunu anlamakta gecikmiyoruz. Bu pazarlık ve siyasetin geliştirdiği dönemde Kürtlerin önderliğine ve özgürlük hareketine yönelik şiddet politikasının tavan yapmış hali yürütülmüştü. Peki, bu temelde yürütülmüş pazarlık neden son günlerde tekrardan eskisi gibi ahenkli ve kol kola ilerlemiyor.
Çok basit olan bir cevap duruyor karşımızda, burada ABD’nin yeniden keşfi kesinlikle söz konusu değil. Sadece şunu söylemek düşüyor birçoğuna, “KRAL ÇIPLAK!”. Yani devletin birçok kurumunda halkların boğazlaşmasını, yaşanacak çatışmaların ve savaşların yürütülmesinin dışında bir Anadolu hayal edemeyenlerin ve siyasetlerinin, tekellerinin dışına çıkamayanların gardını almış olması da aslında kralın çıplaklığını örtemiyor, gizleyemiyor. Bundan dolayı da kürdün imhası ve özgürlük mücadelesinin bastırılması temelinde oluşturulmuş bir ittifak, günümüzde geliştirilmek istenen diyalog ve demokratik uzlaşı sürecinde anlamını yitiriyor. Bundan dolayı da başta İ. Başbuğ gibileri ve böylesi bir zihniyetin kuşakları başta, -öz kışlası olan ABD’den, sonrasında da karargahından, kükremeye başladılar. Tabi o kükremeye çalışırken, İzmir’de bir subayın intihar haberi de ajanslara düşüyor. Yani bu subayın da Rus ruleti oynamamışsa, intiharın nedeni de oldukça önemli bir konu olmakta. Kürt sorununa hükümet ve ordunun yaklaşımlarındaki farklılık, onların Kürt siyasetlerinde oluşturdukları ittifakın çatlamasını ve simetrik veya asimetrik bir savaşa girişmelerini de beraberinde getirdi.
Öyle ki, i. Başbuğ yaptığı açıklamaya anayasa kitapçığını da getirecek kadar bir simetrik hesaplar ve düellolar içerisindeyiz. Ne de olsa AKP ve CHP dün anayasanın değiştirilmesi ve 12 Eylül cuntacılarının yargılanması için görüş alışverişinde bulunmuşlardı. Yine öyle ki; dün TC başbakanı t. Erdoğan açıklama yapıyor, askeri savcılık karar vermiştir, bundan sonra süreç sivil yargıya intikal etmiştir deyiveriyor ve bugün savcılar, subayı ve subayları şüpheli olarak ifadelerini vermek için önümüzdeki haftaya adliyeye davet-benim bildiğim kadarıyla savcı ve adliye davet etmez, tebliğ ederler, ediliyorlar. Burada eminim ki, bazıları yine hukukun üstünlüğü, sosyal hukuk devleti safsatalarına kalkışacak ama savcının verdiği tarihe baktığımızda, aynı gün MGK toplantısının yapılacağının da bir tesadüf olması da son derece iyi hesaplanmış bir simetrik hamle olmaktadır. Devletin hükümeti ve ordusu arasında yaşanan bu durum elbette, Kürt özgürlük hareketi tarafından geliştirilen eylemsizlik süreci ve Kürt sorununda yaşanan son gelişmelerle yakından bağlantılı olmaktadır. Bundan dolayı da hükümet, ordunun sesini yükseltmesine ve siyasete bu kadar aktif katılmasına daha fazla katlanacak bir durumda olmadığını gösteriyor. Ordu da başta darbeci generaller olmak üzere sözüm ona Kürt politikasında yaşanacak en ufak bir değişiklik karşısında elini masaya vurmaya devam ediyor. Bu çatışmalar ve savaşların içinde önümüzdeki yıllarda başka gençler tez çalışması için “Iskalanmış Barış” konusunu seçmemeleri için de, toplumun bütünlüklü olarak Kral çıplak olduğunu ya da Anadolu’nun, kendisinden başkasını dışlayan milliyetçiliğe değil, insan’a-insanlığa ait olduğunu bütün meydanlarda, sokaklarda söylemesi gerekiyor.
Toprak Cemgil