“İdamlar 28 Haziran’ı 29’una bağlayan gece, saat 03.00’ten itibaren, şehrin Dağ Kapısı’nın dışında gerçekleştirildi. Açılan hendeklere yan yana dizilen ölülerin, halen Diyarbakır Orduevi Bahçesi ile Alman Hastanesi’nin arasındaki bölgede yattığı rivayet olunuyor “ böyle yazıyor bir tarihçi.
Bir devlet ki katlettikleri insanların ölülerinden korkuyor. Bir devlet ki katlettikleri insanların cenazelerini ailelerine vermekten korkuyor. Kendilerince gerekçeleri var. Bunlar da; mezarları türbeye dönüştürülür, kıble olur, kutsallaştırılır.
Mademki katlettiğiniz insanlar şaki, çete, halk düşmanı, yeni deyiminizle terörist diyorsunuz, o zaman neden öldürüldükten sonra kutsallaştırılsın ki? Neden o insanlar kahraman sayılsın ki?
Madem bölücü, madem kardeşkanı dökücü ve mademki eşkıya hem de zoraki halkın malına, varlığına ve namusuna el koymuşlar, neden halk onlara tapsın ki? Neden halk onları kendilere taç kılsın ki?
Evet, böyle onlarca belki de yüzlerce soru sorabiliriz. Ve her bir soruya verilecek onlarca cevap mutlaka da bulunur herhalde.
Çok uzatmadan bir devlet ki elinden her türlü öldürücü silah var neden bu kadar hileye, komploya, üçkâğıtçılığa ve kalleşliğe başvurur? Bir devlet ki “vücutlarında akan kan asil kandır” ve “ilk insanlık onlardan türemiş” ve tabii ki “tüm dünyaya sadece bir taneleri bedeldir.”
Evet, bu kadar kudretli bir devlet neden ölü insanların bedenlerinden bu kadar korkar ki?
Bu soruya ya da sorulara cevap vermek için herhalde katledilenlerin, idam sehpalarında insafsızca sallandırılanların son sarf ettikleri sözlerden yola çıkarak bulabiliriz.
Bir Cibranlı Xalit-Azadi örgütünün kurucusu ve önderliğidir-“Karşınızda yalnız değilim. Arkamda İran, Mezopotamya ve Türkiye'de muazzam bir Kürt ulusu bulunmaktadır. Bugün beni asıyorsunuz, fakat hiç şüphemiz yoktur ki yarın torunlarımız de sizleri yok edeceklerdir“ demiştir. Ve bu sözler katledenler için oldukça korkutucudur, ürkütücüdür.
Bir Yusuf Ziya “Bize mevki ve rütbe bahşetmek Suretiyle bizi aldatabilirsiniz endişesi içindeydim. Şükür Allah'a ki bizi mermi ve iple karşılıyorsunuz ve bundan dolayı biz hiç pişman değiliz. Verdiğiniz ders sayesinde torunlarımız öcümüzü alacaklardır” demiştir. Ve Yusuf Ziyaların torunları bugün o katliamların hesabını misliyle ödüyorlar.
Bir Şeyh Abdulkadir “Zaten sizler yakma ve yıkma konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burasını da Kerbela'ya çevirdiniz. Şunu biliniz ki dehşet ve insafsızca sömürü ile şan ve şeref kazanılmaz” demiştir. Başka sözler de ekleyerek. Şeyh Abdulkadir’in son sözünü buraya almasakta, faşist bir devletin bugünkü başbakanı İsrail devletine “sizin nasıl insan öldürdüğünüzü, çocuk öldürdüğünüzü bilirim” derken önce Şeyh Abdulkadir’i-ki bir dönemler Osmanlıda Senato başkanlığı yapmış biridir-bu One Minute başbakanın okumasını öneririz. Yakma ve yıkmada kimin şöhret sahibi olduğunu bilmesi için de olsa iyi olurdu.
Bir. Avukat Tevfik “Cesedimi bütün dünyaya gösteriniz ve herkes bilsin ki kişisel haklar için değil, ulusal haklar için savaşıyorum. Yaşasın Kürdistan!... “ derken Binbaşı Kasım’ınızı, Hormek aşiretini ve Nazım Hikmetin dediği gibi “bilmem kaçıncı tuğuna ettiğim ” cümle cemaat işbirlikçilerinizi, hainlerinizi, fesatçılarınızı, fırsatçılarınızı ve de bugün Kürt halkına arkadan bıçak sallayan o beyaz dönmüş, Converso, Mangurt Kürt çıyanlarınızı kast ettiğini herhalde bilecek düzeydesiniz.
Bir Şair Mola Abduhraman “Sefiller!... Sizi ayağımızın altında çok alçak ve küçük görüyorum. Biliniz ki Kürt bir ağaç değildir, ölür fakat eğilmez!.. “ evet, kürdü vurabilirsiniz ama asla boyun eğdiremezsiniz. Hele hele bu halk yeniden doğmuşken, yeniden kendini küllerinden yaratmışken bu daha da böyledir.
Bir Hanizade Şair Kemal Fevzi “Cennet Kürdistan bizimdir. Ev sahibi biziz ve kim ne derse desin biz yine içeri gireceğiz, buna hiç bir güç engel olamaz, çünkü O bizimdir....” Kimin beğenmezse bu ülkeyi, bu toprakları terk edip gitmesi gerektiğini Şairimiz çok çarpıcı cümlelerle dile getiriyor.
Ve birde ulu çınarımız, pir u kalımız, onur abidemiz Şeyh Said “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar “ demiştir. Ve Şeyh Said’in torunları bugün Şeyh Saidleri ve cümle cemaat bu halk için emek saffetmiş, kan akıtmış, çabalamış ne kadar direnişçi varsa hepsini hak ettikleri yere koyuyor. Onure ediyor. Unutulan o tüm kutsal değerleri yeniden tarihin sahnesine çıkarıyor. Ve öyle ki faşist devleti yaptıklarıyla her gün yüz yüze getiriyor. Ve daha da getireceğine dahil söz veriyor.
Evet, birde Şeyh Said isyanı’nı daha doğrusu direnişini birde bu pencere de bakmak anlamlı olacaktır.
Devam edecektir.
Kasım Engin