HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Acının her türlüsü yaşanır da, bunlara ad takmak ya da ciddi olarak yorumlamak yaşayanlardan ziyade görenlerin, duyanların ve bilenlerin vicdani mukayesesi sonucu dilden dile dolaştırılır… Böylelikle öteden beri Kürt kültüründe olduğu gibi sözlü anlatım sanatı olarak bu acılar ve yaşanılan her türlü öfke bir sonraki kuşağa toplumsal bellek olarak aktarılır. Neyse bunları kısa olarak yazmak gerekiyor, konumuz toplumsal bellek değil de, yaşanılan acılar ve öfke karşısında gösterilmesi gerekilen hakkaniyet ve adilane insanlık duruşudur.

Yaklaşık otuz beş yılı aşkın bir süredir yürütülen özgürlük mücadelesi ve onun kahramanlaşan halkı bu iradi duruşu ve onuru en ufak bir tartışma konusuna yer bırakmayacak şekilde sergilemiş bulunuyor. Bundan sonrasında da bunun artarak devam edeceği aşikar olan bir husustur.

Geriye kalan ise bu yaşanılanları izleyen ve gören ve duyan diğer yığınların yaklaşımı da bugünün yaşanılanları ve sergilenen tavırlar doğrultusunda değerlendirme konusu olmaktadır.

Kısacası sözünü etmeye çalıştığımız aydın, yazar-çizer takımının bu konulardaki yaklaşımları siyasi bir yaklaşımdan ziyade, insanlık vicdani ve sesi olma yolundaki karakterlerine yönelik ciddi anlamda bir turnusol kağıdı olmaktadır.

Özellikle belirli bir kesim tarafından bu tür yaklaşımların bilinçli bir şekilde geliştirildiği ve yaşanan acıları ve vahşeti, “Taraf”sız ve bağımsız bir şekilde geliştirmelerinden ziyade daha çok askeri kayıplar karşısında hümaniter ve insanlık vicdanı ve duyguları konusunda yüksek perdeden atan kesimlerin, katliamların ve acının Kürtlere düşen payında ise tam anlamıyla üç maymunu oynamaktadırlar. İşte bu acıların hafifletilmesine ya da çözümün gelişmesine katkı sunamadığı gibi Kürtleri bir kere daha acıya ve vahşete sevk eden bir durum olmaktadır.

Aslında bunlar yeni olan konular ve hususlar değildir. Yani söz konusu olay karşısında elbette ki kimse Amerika’yı yeniden keşfetmiyor. Fakat bu şerefsizliğin ve alçaklığın sözümüz ona insani kurtuluşun, eşitliğin ve kardeşliğin her türlü argümanının kullanılmasına ve zevahirde böylesi bir amaca yönelik geliştiriliyormuş gibi bir atmosferin yaratılmaya çalışılması ise; tek kelimeyle dibe vurmuş bir insanlığın dışa vurumu ve prangalanmış vicdanların terazi kantarlarındaki aldatmacaları olmaktadır.

Özellikle son dönemde devlet erkanı ve basın yetkilileri arasında gerçekleşen toplantılar ardından bu tür yaklaşımların yoğunlaşması, kapalı kapılar ardında satılan insanlık onurunun, piyasaya sunulan insanlık vicdanının ve reyting/tiraj­ kaygıları ile bağımsız yorumlarının ortaya çıkamaması bugün çok net bir şekilde gözler önüne çıkmaktadır.

Gelinen noktada Kürt halkının bu ve benzeri satılmış kesimlere itibar etmeyeceği çok net bir gerçektir.

Gelinen noktada Kürt halkı; süslü laflarla ve ölen her asker karşısında bu duruma bir “dur” diyelim naraları karşısında, yine bu halkın onurlu, şerefli evlatlarına yönelik sürdürülen katliamlar karşısında ise avucunu ovanlara kesinlikle itibar etmeyecektir.

Bu satılık sürünün bu yaklaşımları sorunların çözümüne katkı sunması elbette ki, hocanın göle maya çalması  gibi bir şeydir. Fakat bu yaklaşımların yani bu minvalde yürütülen özel savaş konseptinin Kürtleri rahatsız ettiği de bilgiye sunulan bir nokta olmaktadır.

Öyle bir dönemden geçiyoruz ki; ister (sözde) STK olsun, (sözde de) yazar-çizer takımı olsun bu bıçak sırtındaki siyasi zeminde duruşunu ve tavrını net bir şekilde ortaya koymak zorundadır. Öyle ortada durarak, askerler karşısında barış, çözüm ve savaş karşıtı naralar atan, ama Kürtlerin uğradığı haksızlıklar karşısında ise “elveda Alyoşa” romansı gibi sus-pus olanların bu döneme çok acil bir şekilde dikkat etmesi gerekmektedir. Binlerce Kürt gencinin ve kahraman Kürt halkının dediği gibi  gün gelir, devran döner; “Bu ateş onları da yakar!...”

Toprak Cemgil