HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Dördüncü stratejik mücadele döneminin başlangıcı olarak ilan ettiğimiz 1 Haziran kararımızın ve ardı sıra geliştirdiğimiz eylemsellik sürecinin üzerinden daha iki ay gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen oldukça önemli ve kapsamlı sonuçlara yol açmış bulunuyor. Bu sonuçların çok yönlü değerlendirilmesi mümkünken en çarpıcı noktanın Türk devleti, ordusu ve Türkiye toplumunun yürütülen bu savaş karşısında aslında ne kadar zayıf olduğu gerçeğidir. Kuru bir propagandanın ötesinde var olan bir gerçek olarak artık çok açık bir şekilde görülüyor ki Kürt halkına karşı ilan edilen bu savaşın yürütücüsü olabilecek, savaşan taraf sorumluluğunu üstlenebilecek bir irade Türkiye’de yoktur.

Kürdistan gerillalarının yürüttüğü savaşın yarattığı bir sonuç olarak geriletilen ve savaşamayacak duruma gelen ordunun içinde bulunduğu durum bunun sadece bir parçasıdır. Gerilla eylemleri karşısında mevzilerine çakılı kalan, salt teknik ağırlıklı bir savaş yürütmeye çalışan bir ordu gerçeği bu. Yıllarca Kürdistan’da kirli savaş uygulamalarıyla devlete hizmet etmiş generaller artık itibarsızlaşmış, geleceğin komutanı olma noktasında da oldukça isteksiz ve kaçkın bir hal almış durumdalar. Gerilla karşısında güç getiremediğinden gerillaların yuvası olan Kürdistan dağlarının ormanlarına saldıran ilginç bir ruh halini sergiliyor. Belki de bu geçen iki ay içinde gerillaların eylemlerinde ya da operasyonlarda kullandıkları cephaneden daha fazlasını Kürdistan ormanlarına sıkan bir ordu gerçeği var. Gece duyduğu her sesi, gördüğünü sandığı her şeye sıktığı mermi, attığı top neredeyse sıcak çatışmalar içinde kullandıklarını kat be kat aşmış bulunuyor.

Siyaset dünyasında yaşananlar zaten tam bir aymazlık ve yüzkarası. Dünün sözde Kürt dost ve hamilerinin hepsinin bugün, gerillanın yürüttüğü savaşın ateşi karşısında tam anlamıyla kudurdukları günübirlik pratiklerden görülebiliyor. Ağza alınmayacak terbiyesiz ve ahlaksız bir küfür kültürü sarmış etrafı. Hâlbuki 1 Haziran öncesinde Kürtleri PKK ve onun gerillalarından koparmak, yanlarına çekebilmek için kendilerini en büyük ve güçlü dostlar olarak gösterme yarışı içindeydiler. Gelinen aşamada çok net bir şekilde görülüyor ki amaç kesinlikle yeni bir imha ve inkar sistemini kurmada verilen rollere uygun bir söylem ve pratikle Kürtleri kandırmakmış. En iddialı sözde demokrat siyasetçisi “Temizleyin” talimatını çığlık çığlığa dökerken, sözde aydın ve Kürt dostu yazarlar ise Kürtlerin savunma güçlerini jitemlere, istihbarat örgütlerine bağlamak için ellerinden gelenleri yapıyorlar.

Hem siyaset dünyasında, hem medyada, hem de orduda bu savaşın sorumluluğunu alma, savaşın bir tarafı ciddiyetiyle er meydanında hakkıyla savaşmaktansa köşe bucak kaçan, kaçak dövüşenlerden geçilmiyor. Ne yaparsın hal böyle olunca savaşın sorumluluğunun yükleneceği başka güçler, başka talihsizler aranıyor. Sanki başarılı olma ihtimalleri varmış gibi. Bir de yetmiyormuş gibi esas gündemin oldukça etrafından değerlendirmelerle yaşadıkları şoku ve paniği göstermemeye, gerillanın üstünlüğünü toplumdan gizlemeye, etkisini kırmaya dönük basit, çocukça yöntemlere başvuruyorlar.

Tabii bir savaş gücünün olmaması, savaşın yaratacağı sonuçlarda sorumluluk sahibi olmamayı getirdiği gibi savaşı farklı yöntem ve kesimlere havale eden bir tabloyu da açığa çıkartıyor.

En son Dörtyol ve İnegöl gibi ilçelerde gerçekleşen saldırılar tam da bu söz ettiğimiz kesimleri işaret ediyor. Son birkaç yıldır alttan alta örgütlenen, psikolojik olarak hazırlanan gerici, faşist çevreler serbest bırakılıyor. Kendilerine verilen sözler doğrultusunda Kürtlere yönelik linç kampanya ve girişimlerine izin verildiği görülebiliyor. Gerilla karşısında savaşamayan, Kürt halkının serhildanlarına güç getiremeyen TC devleti tüm kurumlarıyla başaramadığını halklar arasında bir çatışma yaratarak başarmak istiyor. Tabii ki bu oyun yeni başvurulan, daha önce denenmemiş bir yöntem değil.

1970’lerle birlikte Türkiye ve Kürdistan’da oluşan ve yeni bağımsız bir ülke amacıyla şahlanan devrimci dalga karşısında güç getiremeyen devlet bu yöntemi yine devreye koymuştu. Nasıl ki o dönemlerde faşist, milliyetçi kesimler devletin güvencesi olarak, devrimcilere karşı savaşmak için kullanılmışsa günümüzde de böylesi bir rol üstlenmiş bulunuyorlar. AKP eliyle Türkiye’de oluşturulmak ve tüm Ortadoğu’ya yayılmak istenen ılımlı İslam eksenli imha ve inkar sistemi karşısında şu anda tek dinamik güç olarak duran Kürtler tasfiye edilmek isteniyor. Demokratik Konfederalizm sistemi çerçevesinde Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da yeni bir sistem oluşturma yolunda oldukça büyük bir mesafe alan Kürtleri böylesi provokatif faşist kesimlerle durdurabileceklerini sanıyorlar. Daha doğrusu bu onlar için son şans kabilinde bir gereklilik olarak, son çare olarak devreye girmiş bulunuyor.

Çünkü artık devlet ve kurumları Kürtlerin mücadelesi karşısında yetersizdir. Kesinlikle Kürtlerin insanlık için oynadıkları öncü rol karşısında daha önce denenmemiş, yıllardır sürdürülen özgürlük mücadelesi içinde başvurulmamış var olan ordu, emniyet, yargı, bürokrasi ve siyaset güçlerinden farklı bir güce ihtiyaçları var. Eğer gerilla karşısında ordu, Kürt halkının serhildanları karşısında siyaset dünyası ve bürokrasi başarı elde edebilmiş olsaydı kesinlikle böylesi kesimler kışkırtılamazdı. Fakat gelinen aşamada çok net bir şekilde görülmektedir ki devlet tüm kurum ve kuruluşlarıyla Kürtlerin otuz yılı aşkındır sürdürdüğü mücadele karşısında yenilmiştir. Bu yenilgiyi tersine çeviremeyeceğini anlayan sistemin artık halkları birbirine kırdırarak kendi iktidarını sağlamlaştırma gibi ahlaksız bir yönteme başvurduğu kesinleşmiştir.

Böylesi bir yönelimin şüphesiz ciddiye alınması gerekiyor. Çünkü yıllardır kaçındığımız, uzak durmaya çalıştığımız bir durumun gerçekleşmesi tehlikesi var. Reber Apo 1999 yılında yakalandığında sırf Kürtler ve Türkler arasında bir çatışmanın yaşanmaması için çok önemli çabalar sarf etmiş, halkların boğazlaşması amacıyla gerçekleştirilen uluslararası komployu boşa çıkarmıştı. Ama gelinen aşamada tüm iyi niyetli ve kardeşlik eksenli yaklaşımlarımıza rağmen bu çatışma devlet tarafından tetiklenmiş bulunuyor. Yıllardır sürdürülen kışkırtma ve psikolojik alt yapı sonucunda bugün Dörtyol ve İnegöl gibi yerlerde bu patlak vermiştir. Devletin belirli ve sınırlı güçleri karşısında bu kontrolsüz ve dengesiz güçler şüphesiz kitle psikolojisinin de verdiği bir güçle Kürtler karşısında ciddi bir tehlike pozisyonundadır.

Bu güçlerin ideolojik, siyasi, ahlaki ölçüler noktasında bir birikim sahibi olmadığı, kendiliğinden ve anlık kışkırtmalara göre yön alabildiği gerçeğinden kaynaklı çok ciddi facialara yol açma potansiyeline sahiptir. Genel anlamda bilinçsizlik ve cahillikle yoğrulmuş, holigan kültürü de diyebileceğimiz bir tetikleyicilikle hareket geçtiklerinden ne zaman ne yapacakları tam kestirilemez. Olayların karşılıklı bir çatışma içinde nasıl bir seyir alacağı ise tam kestirilemez. Geçmişte Kürtlerin örgütlü olduğu yerlerde böylesi örgütlenmeler sinsi ve gizli düşmanlık besleme dışında bir faaliyet yürütmezken bugün devletin de verdiği destek ve emniyet mensuplarının gösterdiği müsamaha ile gözü kara saldırmaktan kaçınmayacakları bir ortam hazırlanmış bulunuyor. Kaldı ki kendilerinin ocağı, kutsal mekanı olarak gördükleri karakolları, polis araçlarını dahi yakabilecek bir potansiyelin savunmasız sivil insanlar karşısında gösterecekleri reflekslerin daha korkunç olacağını kestirmek zor değildir.

Kürtlerin meşru mücadelesi karşısında TC devletinin tüm imkanları ve uluslararası güçlerin desteğinde yürütülen savaşta yeni bir döneme girilmiş bulunuyor. Yenilginin hırsı ve intikam duygusunun yarattığı sağlıksız düşünce ortamında kışkırtılan böylesi bilinçsiz faşist kesimlerin tüm Kürtler açısından ciddi bir tehlike olduğu net bir şekilde görülmelidir. Sudan bir sebeple dahi her gün bir Kürt’ün yaşamına kastedilebilir, malına zarar verilebilir. Bunun için artık Türkiye’de herhangi bir engelleyici faktör kalmamıştır. Devlet bu yönlü kimi engelleyici perde ve engelleri kaldırmış, böylesi saldırılara açık onay vermiştir. Madem devlet halkların, sivil insanların yaşamlarını koruyamayacak kadar acizdir, hatta onay vermektedir o zaman herkesin kendini savunma, bu amaçla örgütlenme, misilleme yapma hakkına sahiptir. Bu saldırıların durdurulmasında şu anda tek engelleyici faktör halkın örgütlülüğüdür.

Pir Kemal