HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

İnsan insanlaşmaya, toplumsallaşmaya yol aldığından bu yana hiç umutsuz, ışıksız kalmadı. Büyük emek ve yaratıcılığının yanında hep umutlu ve ışıklı olmayı bildi, böyle olmasaydı insanlaşmaya ve toplumsallığa ulaşması belki de mümkün olmayacaktı. Varoluşumuzun ne kadar farkındaysak, toplumsallığımızın kökeninde bulunan bu değerlerimizin de farkında oluruz.

Yirmisinde bir gencin yirmi bin yaşında olduğunu söylemek, yirmi yaşında olduğunu söylemekten daha gerçek değil midir? İnsan, ruhunun derinliklerine bakmasını bildiğinde insanlığın binlerce yıllık çatışmasını, umudunu kendinde bulabilir. Ve sadece kendi ömründen, insanın aydınlıksız, umutsuz ayakta kalamayacağını görür. Yalanlarla doldurulan, tarih adına tarihsizleştirme kitapları dahi, ne kadar çarpıtırsa çarpıtsın, insanlığa öncülük etmiş, yaşam, umut vermiş dehalarının, öz evlatlarının aydınlığı, gerçekliğini karartamaz.

Bize ait olmayan, özgür yaşama seçeneğinden yoksun, her adımımızın tanrılarca belirlendiği, karartılan bir dünyaya doğduk. Kimliksizdik, dilsizdik, kişiliksizdik...

Üzerinde yaşadığımız topraklar, üzerimizdeki giysiler, beynimize üşüşen düşler, düşünceler bizim değildi. Biz bize ait değildik. Yalan bir dünyanın yalandan figüranlarıydık. Ama yine de ne yapılırsa yapılsın, ne kadar oynanırsa oynansın, söndürülmeyen, hayatın başlangıcından, evrenden devraldığımız özgürlük ışığını taşıyorduk, derinliklerimizde...

Birçoğumuz sırtını dönüp, dalsa da yalan dünyanın sularına, birileri o ışığı bulup çıkaracak, onunla önceden çizilenin ötesinde, egemenlikli tarihten bugüne hep saklanmak, kapatılmak istenen, o zorlu yola gözlerini dikti. Bu yol nereye gidiyordu acaba? Sürüleşen koro hep bir ağızdan haykırdı; “ölüme gider, hiçliğe gider bu yol !...”.

Bilinmeyen korkutucuydu, her zaman olduğu gibi. Gitmek yola koyulmak cesaret istiyordu, en çok da hakikat aşkıyla yoğrulu bir yürek gerekti.

Asla, tümüyle karanlıklara teslim olamayan koca insanlığın en gizli görünmezlerinde sakladığı ışıktan, özden yarattı ve bu ışığın sonsuz savunucusu, tereddütsüz, bakmadan geriye, aydınlığıyla binlerce arayışçıyı sürükleyerek peşinden düştü yola.

Tarihin bu en eski yolundan başlayıp yolculuğuna, yeni yollar keşfederek kaderini aldı avuçlarına. Zor tanımını çok aşan, imkansız denilene yaklaşan bir yolculuktu. Düşe kalka, insanın önceden çizdiği tüm sınırları alt-üst eden, içinden çıkılan yaşama ait her şeyi üstünden, içinden atmadıkça hep kanadığı, düştüğü, kendini bulma, yeniden yaratma yolculuğuydu. Şimdiye kadar en çok yok sayılanlar, karanlığın ilk kurbanları kadınlar, hiçbir yaşama hakkı tanınmayanlar, özgürlüğe susamış halkların çocukları, kendi öz seslerinin, yüreklerindeki ışığın temsilcisi öncülerini takip ederek çıktıkları yolculukta yol oldular geride kalanlara. Verili sınırların dışına çıkan, yalanları parçalayarak kendi gerçek dünyalarını yaratanlar emsal oldular, ardlarında bıraktıklarına, her geçen gün büyüdüler, ışığı çoğalttılar. Sınırsız köleliğin zincirlerini parçaladılar.

Aydınlığı her geçen gün tüketen karanlık dünyanın yaratıcıları için uykusuz geceler demekti gerçekleşenler. Rahatları kaçmıştı, her şey istedikleri gibi gitmiyordu. Yerin derinliklerinde oluşan çatlak büyürse, altlarındaki toprak kayabilir, binlerce yıllık saltanatları yerle bir olabilirdi. Tehlikenin kokusunu iyi alan burunlarıyla, büyüyen ışıkta ölümlerini gördüler. Can havliyle ışığı boğmanın yollarını aramaya koyuldular. Karanlık, hile, yalan, katliam, her türlü kirlilik, vahşet onların işiydi. Bunlarla büyüyerek bugünlere gelmişlerdi. Özgürlük adına köleliğin en derinini yaşatan bu canavar, insanı geçmişinden ve geleceğinden, onu kendi yapan toplumdan koparıp, parçalayarak yalnızlığın, sevgisizliğin en diplerine fırlatarak, ölmeden sürekli ölüm halini yaşatıyordu.

Özgürlük savaşçılarının düşlerine, düşüncelerine sızmak, onları yollarından döndürmek için elinden geleni ardına koymadı. Kimileri düşse de canavarın pençesine, savaşçılar daha büyük bir azimle sürdürdüler savaşlarını. Çok amansız, insafsız, adaletsiz bir savaşı yürüttüler, karanlığın temsilcileri hem de insanın doğuş beşiğinde.

Dünyanın tekniği alt edemedi bir olan bilinci, inancı ve umudu. Ve karanlık, gözlerini aydınlığın öncüsüne dikti. Binlerce yıldır, kah yer üstünde kah yer altının derinliklerinde süregelen çatışma, çıplak gözler önünde büyük bir savaşa dönüşmüştü. Yerin göğün en derinden hissedip, sarsıldığı, kör yüreklerin dahi gözlerini açan, insanlık tarihinin en kirli oyununu sergilediler.

Boğmak, yok etmek, kökünden söküp atmak istediler aydınlığı, insanlığın umudunu. Dünyayı bir tiyatro sahnesi haline getirip insanlığa kendi yok oluşlarını alkışlatmak istediler. Olmadı, olamazdı!

Bir kere özgürlük tohumu boy atmıştı. Kök salmıştı. Artık her şeyi kontrol edemezlerdi, edemediler...

Nasıl ki karanlık binlerce yıllık bir tarihe sahipse, aydınlık ondan daha uzun bir tarihe, tecrübeye sahipti. Karanlığı aydınlığa çevirmenin yolunu bulmuştu. İnsanlığın kirlenmemiş oğlu! Özgürlük aşkıyla dolu bir yürek yenilmezdi, kendini yürüterek çoğaltırdı. Zifiri karanlığı dahi aydınlığa çevirmek en büyük yaşam oyunu, gerekçesiydi onun için.

Ve büyük savaş, dört bir yanımızda, yaşamın her alanında, ruhlarımızda şiddetlenerek büyüyor. Kim kazanacak? Arayışçılar-savaşçılar hakikat yolunda yürüyerek kendini çoğalttıkça, kenetlendikçe aydınlık düşlerin, düşüncelerin etrafında, O’nun dediği gibi, “Özgürlük Kazanacaktır!”...

Şehit Viyan Bölüğü