HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

onderlik foto3Hiyerarşik-devletçi sistemin kendisini bir zihniyet olarak topluma kabul ettirip, düşüncelere ve yüreklere işlemesinden sonra insan evladı da kendi beninden, özünden ve gerçekliğinden uzaklaşmaya başlamıştır. Gittikçe gerçekliğe, hakikate yabancılaşan, sistemin oluşturduğu sahte yaşayışa bağlanan insan aç gözlü, doyumsuz, bir türlü tatmin olamayan bir hal almıştır. Kendi gerçekliğinden uzaklaştıkça merhametsizleşen insan, kendi türüne olduğu kadar diğer tüm doğal olgulara, canlılara da zalimlikleriyle illallah ettirmiştir. Oluşturmaktan, üretmekten çok; tüketen, bitiren duruşuyla her geçen gün kendi kendini, kendisiyle beraber tüm evreni tüketmeye başlamıştır. 

Egemen sistemin içine girdiği her türden faaliyetin temelinde toplumu evrenin gerçek doğasından uzaklaştırma vardır. Geliştirdiği her aracı bu amaçla kullanmış, insanın daha fazla kendisiyle yüzleşmesini ve gerçekleri görmesini engellemek için çaba ve pratiğin içerisine girmiştir. Sadece görünüşle yetinen bir insan-toplum vardı artık. Görünenin arkasında duran ve özü barındıran gerçekliği görmekten uzak, amaçsız, anlamsız bir bakış açısıyla yaşamı analiz, teşhis edemez hale gelmiştir. Hazıra alıştırılan insan-toplum, öyle bir hal almıştır ki kendi kendine düşünemez bir konuma gelmiş, birilerinin-egemenlerin yönlendirmelerine sonuna kadar açık olmuştur. Rahat olan ne varsa ona sığınmış, sığ sularda yüzmekle yetinmiştir.

Evrenin amaçsız ve anlamsız olduğuna inandırılan toplum, sığındığı egemenleri; olmazsa olmaz düzen oluşturucu güç olarak görür olmuştur. Tanrı önce yeryüzünde, sonra da gökyüzünde insanları yönetir olmuştur. İkisi de birdi ve bu tanrı; hiyerarşik-devletçi zihniyetten başkası değildi. Bundan kaynaklı insanın bir şeyler yapmasına gerek yoktu! Onun yerine her şeyi yapabilecek bir merkez vardı ne de olsa. ‘Mücadele, çaba, yaşamı oluşturma gerekiyorsa bunu ancak ben yaparım. Yeter ki sen bana itaat et ve bana inan’ düzeyine gelmiştir. Bunu çok iyi bir şekilde uygulatan sistem, insanı-toplumu istediği gibi evirip çevirmiş ve şekillendirmiştir. Kendi gücünden bihaber, sürekli elleri açık bekler olmuştur.  

Özgürce yaşadığını sanan insan, düşüncesinin yanı sıra, el ve ayaklarından zincirlendiğinin farkında değildi. Yer yer tutsak olduğunun farkına varan ve kendisini bu zincirlerden kurtarmaya çalışan olduysa da tam olarak toplumsal ihtiyaçlara cevap olamadığından ve gereken düzeyde tüm toplumu kapsayacak bir mücadeleyi geliştirememesinden kaynaklı daha kötü bir şekilde, bu sefer karanlıklara gömülmüştür. Çünkü gerçeklikleri çözümleyebilecek kabiliyetten yoksundular. Neden bu durumda olduğunun sebeplerinin özüne inmeden, yüzeysel bir şekilde, tarihsel kökenlerinden bağımsız ele alınmasından kaynaklı sadece bir kesimle sınırlı kalmış ve evrenselleşememiştir.

Ancak bu zincirlerden kurtulunabilirdi ve özgür soluklu yarınlarda nefes alınabilirdi. Bu da ne herhangi bir tanrının ne de birilerinin lütfuyla olacaktı. Bu ancak ve ancak insanın-toplumun kendi potansiyelinin farkına varmasıyla mümkün olacaktı. Ne kadar güç olsa da içinde büyük zorluklar barındırsa da var olan zincirlerin kırılması ancak ve ancak kendi doğal, düşünsel gücünün farkına vararak, bunu tüm topluma mal ederek oluşabilir. İnsanın-toplumun tam dibinde bulunduğu karanlık, dar kuyudan kurtulması ve güzel-aydınlık yarınlara ulaşması kendi benine vararak ve evrenin oluşturucu gücüne inanarak olacaktı. Bir tanrıya, dine, egemene ya da herhangi bir hiyerarşik-devletçi zihniyet ürünü anlayışa teslim olmaktan öte, kendi özgür beninin farkına vararak olacaktı.

Egemen zihniyet insanlarda öyle bir düşünce yaratmıştır ki; kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, etrafında olup bitenlere kayıtsız kalan ve her türlü sistem uygulamasına koşulsuz, şartsız boyun eğen bir insan yapılanması açığa çıkmıştır. Bunun temelinde ise; bir hastalık olarak insanların hücrelerine kadar işleyen iktidar yatmaktadır. ‘Elinde güç varsa insan olursun, yoksa sen yoksun, yok olursun’ anlayışını geliştirerek insanları yoğun ‘güç istemi’ne yöneltmektedir. İktidar en tehlikeli ve ölümcül hastalıktır. İktidar olgusu nedeniyle tarihte gelişen nice özgürlük hareketi eninde sonunda sistemin açmış olduğu yola girmekten kendisini kurtaramamıştır. İktidar, özgür yaşam önündeki en büyük engeldir. İktidarın olduğu yerde eşitlikten, demokrasiden, özgürlükten ve ahlaki-politik bir yaşamdan bahsedilemez.

Egemen sistem insanı-toplumu aldatmaktadır. İnsanın-toplumun içinde tutulduğu karanlık-dar kuyudan farklı bir mekanın olmadığını her seferinde inandırmaya çalışmaktadır. Bunun için de, zincirlerden bir kurtuluş olsa da, bu karanlık-dar kuyudan kurtulma çabasının beyhude ve anlamsız olduğunu kendisine kabul ettirmiştir. İşte tam da burada görülmesi ve üzerine gidilmesi gereken; yaratılan bu kadar anlamsızlığa rağmen bir an olsun tereddüt etmeden yürüyebilmektir. Bu da anlamın özüne ulaşarak, hakikat yolunda yürüme gücüne ulaşan insanla olacaktır.

Bir evrim süreci sonucunda bugün evrenin özgürlük amacı temelinde yaşamı daha da zenginleştirmeye çalışan insanın, toplumu doğru bir temelde yönetme, kendi beniyle buluşturma çabasında olan birileri elbette ki bu uğurda mücadeleye baş koyacaktır. Her ne kadar hiyerarşik-devletçi zihniyetin yarattığı köle düşünüşler böylesine acınacak durumda olsa da, acımasız ve zalimane bir konuma gelmişse de varoluş gerçekliğini en ince ayrıntılarına kadar bilerek, bunu doğru temellere oturtup, zamanın tüm bilinmezliklerini açığa çıkararak, anlamsızlıkları anlama kavuşturan ve insanın bulunduğu karanlık-dar kuyunun dibinden kurtarabilecek, onlara o gücü verebilecek önderler de çıkacaktır, çıkmaktadır. Bu insanlar, kendileri güçlü olduğu kadar, tutkularının, zaaflarının esiri olmayıp, tüm zayıflıklarıyla mücadele kararlılığı gösteren insanlardır. Her türden köle yaşayışa başkaldırma cesareti göstererek, kendisine dayatılan hastalıklı yaşayışları bertaraf eden insanlardır. Amaçları büyük, bu amaçlar doğrultusunda doğru araçlar geliştiren insanlardır. Bu insanlar, hiyerarşik-devletçi sistemin oluşturduğu köle yaşayışları doğru analiz eden, bu temelde kendisini oluşturan, kendisini oluşturduğu derece toplumu oluşturan insanlardır. 

Yaşamın temel nedeni özgürleşmedir. Yani sadece kendisini korumak ve beslemek yeterli değildir. Evrenin temel amacı olarak da açığa çıkan bu gerçeklik hiyerarşik-devletçi zihniyetin çıkışıyla tersine dönmüştür. İnsanlara yetinmeleri, şükretmeleri, daha fazla aramamaları gerektiğini her defasında, farklı şekillerde dillendirmiştir. Tadımlık olarak insanların ağzına sürdüğü balla bir yere kadar insanları götürebilmiş ve kendi denetiminde tutabilmiştir. Her an daha da güçlenmek ve egemenliğini insanların hücrelerine kadar işlemeye çalışan egemen sistemin doyumsuzluğu zirveye ulaşmış durumdadır. Kapitalist sistemle bu daha da derinleşirken, buna karşı çıkan, kabullenmeyip, bir şekilde mücadele içerisine giren insanlara karşı, sistem acımasızlık zırhını giymekte ve ne kadar kötülük varsa uygulamaktadır.

Ancak bu insanların en temel özelliği olan ve sistemin her türlü saldırısına gereken yer ve zamanda, doğru araçlarla cevap verdiren yaratıcılık özelliği sayesinde, sistemin tüm saldırıları bir yerden sonra işlemez hale gelmekte ve sistemi işlemez hale getirmektedir. Çünkü bu insanlar olumsuzluk ekini kendi lügatlarından çıkarmışlardır. Onlarda olmayacak bir şey yoktur. İnsan istedi mi yapamayacağı şey yoktur çünkü. Yeter ki, kendisine inansın, kendi gücüne güvensin, amaçlarına bağlı olsun ve fedakarlıktan kaçınmasın. Geriye kalan sadece bir oluşum sürecidir. Bu oluşum süreci de yaratıcılık özelliği sayesinde olumluya evirilecektir.

Önder kişiliklerin bir başka temel özelliği de; kendisini aşabilmedir. Kendisini aştıkça oluşturan, kendisini oluşturdukça çevresini yenileyen bu insanlar, anlamın özüne ulaşmış ve zamanda oluşuma inanan, bu çerçevede kendisini gerçekleştiren insanlardır. Aslında bu insanlara ‘sanatçı’ demek yerinde olacaktır. Çünkü onlar bir sanat inşa etmektedirler. ‘İnsanı-toplumu hakim sistemin egemenliğinden kurtarma ve özgür yarınlarla buluşturma sanatı.’

Kısaca birkaç özelliğini belirttiğimiz bu insanlar, sistemin en çok korktuğu ve her an bitirme, yok etme ya da kendi sistemi çerçevesinde entegre etme, eritme politika ve saldırılarını yürüttüğü insanlardır. Çünkü bu insanlar bir geleneği yıkma çabasındadır. Bu gelenek ki, bin yıllardır insanlığı büyük bir baskı altına almış, zorba ve vahşiyane yöntemlerle susturmaya çalışan bir gelenek. Bu insanlar cesur insanlardır, cesaretlerini ise kendi gerçekliklerinin farkına varmaktan alırlar. Çünkü bu insanlar bilmektedir ki; ‘Kendi beninin farkına varmamış birey-toplum her türden gerçeklikten uzaktır. Bundan kaynaklı da içine girilecek her türden arayış da yetersiz olacağı gibi, egemen sisteme hizmet etmekten öteye gidemeyecektir.’  Bu bilinç doğrultusunda mücadele ortamını hazırlayıp, uygun yer ve zamanda, doğru araçlarla mücadeleye girişmektedirler.

Bugün sistemin ulaşmış olduğu canavarlık boyutunu her yönüyle açığa çıkarıp, deşifre eden, bunun yerine olması gereken doğru ve özgür yaşamı sunan önder kişiliklerden biri de Önder Apo’dur. Kürt halkının gasp edilen, yok sayılan haklarının yanı sıra; bedeni paramparça edilmiş, zenginlikleri tarumar edilmiş topraklarının bitişle yüz yüze olduğu bir dönemde çıkan ve tarihin gidişatını tersine çeviren duruşuyla egemen güçlerin korkulu rüyası olmuştur. Sadece Kürt halkı için değil, daha güzel bir dünya için olması gerekenleri en ince ayrıntısına kadar analiz edip, kıt koşullara rağmen insanlığa sunmuştur. Kürt uyanışı ve sorasında gelişen dirilişle beraber, bugün tüm insanlık için hakim sisteme karşı bir uyanış geliştirmiştir. Bundan kaynaklıdır ki; sistem Önder Apo’ya öfkelidir. Öfkesinin temelinde de bin yıllardır köle olarak egemenliği altında tutmuş olduğu insanlığın uyanışını sağlıyordu. Daha öncesinde çıkmış olan nice hareketin aksine, sisteme entegre olmamakta, özgür yaşamda ve iradeli yaşamda ısrar etmektedir. Her türlü baskı, işkence ve zulme karşı, direnişi yükseltmekte, teslimiyeti lanetlemektedir.

Bugün eğer Önder Apo tecrit içinde tecrit, hücre içinde hücre, zulüm içinde zulüm uygulamalarına maruz kalıyorsa sebebi tamamıyla teslimiyeti reddeden kararlı duruşundan kaynaklanmaktadır. Önder Apo bir devletle değil, bir bütünen hiyerarşik-devletçi sistemle mücadele yürütmektedir. Bu gün Önder Apo Türk devletinin elinde olabilir. Ancak biz çok iyi biliyoruz ki; Önder Apo’yu oraya koyan ve böylesine insanlık dışı uygulamaları farz kılan, kapitalist sistemin ta kendisidir. Sistem Önder Apo’dan korkmaktadır. Önder Apo’nun düşüncelerinden, projelerinden ürkmektedir. Çünkü Önder Apo özgür yaşamı sunmaktadır. Özgür yaşamın koşullarını oluşturmaktadır. Bunun çabasını yürütmektedir. Ancak sistemin köle insanlara, toplumlara ihtiyacı olduğu için Önder Apo’nun bu çabaları çıkarlarını baltalamaktadır. Bundan kaynaklı Önder Apo’yu susturmak için her türlü yol ve yöntemi denemektedirler.

Sistem şunun farkında değildir: Önder Apo sadece bir kişi değildir. Baskıyla yıldırılacak bir beden hiç değildir. Önder Apo artık bir düşüncedir, bir fikirdir, özgür insanın ta kendisidir. Düşüncelere, fikirlere de baskı işlemez, zulüm sökmez, işkence kâr etmez. Önder Apo düşünceleriyle insanlığı aydınlatmakta, özgür gülüşlü yarınlara ulaştırmaktadır. Bundan kaynaklı da Önder Apo dört duvar arasına sıkıştırılamaz. Sıkıştırdığını zannedenler aslında kendi korkularında boğulmaktadırlar. Ama ne yazık ki atalar çok önceleri ‘korkunun ecele faydasının olmadığını’ söylemişlerdir. Şimdi sistem can çekişmekte. Önder Apo’nun özgür yaşam perspektiflerini engellemek ve toplumlara ulaşmaması için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Ancak Önder Apo’nun özgür yaşam felsefesi yediden yetmişe insanların genlerine işlemektedir. Kürt halkının bugün özgür yaşamda böylesine ısrarcı olmasının temelinde de bu yatmaktadır. Hiç kimse özgür yaşamda ısrarın önünü alamayacaktır. Çünkü özgürlük önü alınamaz bir su gibi önüne gelen her şeyi ısrarlı ve kararlı duruşuyla süpürüp, yatağını oluşturmaktadır. Önder Apo özgür yaşamda ısrarın adıdır.

Gerillanın kaleminden