Türkiye gerçekten de garip bir ülke.
Gelişmeleri hep sonradan algılayıp anlamlandırmaya çalışmasını hayretle gözlemlemekteyiz. Son günlerde sözüm ona 12 Eylül yargılamasını (özünde bir AKP tiyatro sahnesi) izliyoruz. Her kesimden herkes adeta her şeyi konuşuyor. Sahaya inmiş 32 yıl sonra “kral çıplak” diyorlar ve 12 Eylül davasına müdahil oluyorlar. Seyrediyoruz, gülüyoruz, ama bir yandan da gerçekten sıkıntı veriyor.
İnsan yaşadıkça nelere tanıklık ediyor demek ki. Tarihe doğru tanıklık bir erdemdir.
Eğer tarihi doğru bilip yansıtır ve yorumlayabilirsek gerçekten toplumun birçok sorunu da çözülebilir.
Örneğin Türkiye Halkı geçmiş tarihi iyi bilip idrak etseydi, 12 Eylül faşizmine karşı ilk demokrasi ve özgürlük savunucusunun PKK olduğunun bilincine varacaktı. Kenan Evren ve Onun faşist şürekâsının korkusundan Türkiye’de yaşanan tarihi derin suskunluk ve korku yıllarında Türkiye ve Kürdistan Halklarının mert evlatları PKK’liler, yiğitçe öne atılıp bu faşist cuntaya en radikal biçimde “dur” deyip, Türkiye ve Kürdistan Halkının iradelerini temsilen tarihe müdahil oldular.
Egemenler yüzyıllar boyunca ancak tarihi çarpıtarak hegemonyalarını sürdürebildiler. NATO-Gladiosu’nun, Ortadoğu ve Türkiye’deki devrimci demokratik gelişimi durdurma temelinde gerçekleştirdiği 12 Eylül faşizmi kuşkusuz yargılanmalıydı.
PKK gerek zindan direnişiyle gerekse de 15 Ağustos Çıkışı ile mutlaka yapılması gereken bu tarihi yargılamayı başlattı. Yargıladı. Ve böylece demokratik gelişmelerin kısmide olsa önünü açabildi. “Asıl savaşçılar suskundur” derler ya, işte bu tarihi karar ve adımı gerçekleştiren PKK’liler bugün son derece vakur ve biraz da gülümseyerek bu sözde yargılamayı izliyorlar ve hayıflanıyorlar. Büyük bedeller vererek faşist cunta ve onun akıl hocalarının planlarını yerle bir edip, prestijlerini darmadağın ettiler. Kuşkusuz tarihi, insani ve ahlaki görevlerini yerine getirdiler. İşte ne acıdır ki; Türkiye halkı bunu bilmiyor. Karadeniz’in yiğit evladı Kemal PİR gerçeğini tanımıyor. Cuntaya canıyla bedel veren gerçek kahramanları tanımıyor.
Kuşkusuz özgürlük ve demokrasi mücadelesi kesintisiz bu güne kadar devam etti.O günlerde tanrı bilir nerelerde saklanacak bir yer arayarak yaşamını sürdüren Recep Tayyip Erdoğan şimdi büyük özgürlük savaşçısı olarak kendisini bize takdim etmektedir. Ucuz kahramanlığın bu kadarına da pes doğrusu. Gecikmiş adalet, adalet değildir derler. Sormazlar mı adama “Bugün partisinin adını Adalet koyan Tayyip Erdoğan o dönem neredeydi?”
Türkiye halkının bu noktada iyi aydınlatılması gerekir. Bu halk yıllardır aldatılarak birilerinin peşinden bilinçsizce koşup gidiyor. Geçen yıllara yazık oluyor. Artık sistemin geliştirdiği bu oyunun bilincine varıp “dur” deme vakti gelmiştir.
Unutmayalım ki, darbe ve sonrasında Türkiye ve Kürdistan halkının evlatlarını işkencelerden geçirip idamla cezalandıran Kenan Evren, elinde kutsal kitap Kuran ile halk içinde dolaşıp ayetler okuyarak şarlatanlık yapıyordu. Kuranı kirli emellerine alet ediyordu. Maalesef halk oylaması denilen göstermelik oyunda % 90 oyla üniformalı kral seçilmişti. “Tarih tekerrürden ibarettir” derler. Şimdi de aynı ülkede sivil giyimli Tayyip Erdoğan aldığı %50 oyla ve yine aynı söylemlerle halkı kandırıp, halkı idare ve ülkeyi yönettiğini sanıyor. “Acaba Kenan Evren ile Tayyip Erdoğan’ın söylem ve eylemleri arasında ne tür bir fark vardır?” diye düşündüğümüzde bırakalım farklılığı gerçekten çok büyük benzerlik hemen görülebilmektedir.
Özellikle Kürdistan Halkına yönelik yaşananları irdelediğimizde Erdoğan’ın Kenan Evren’e göre daha ince bir soykırım politikasını geliştirdiğine tanık olmaktayız. Erdoğan, yalan, iftira ve münafıklık konularında Kenan Evren’i kat be kat aşan bir ustalıkla işini yürütüyor.
Kenan Evren’in işini yaparken iki yüzü vardı. Tayyip Erdoğan ise çok yüzlülüğüyle Türkiye tarihinde gelmiş geçmiş tüm politikacıların hepsini geride bırakmıştır. Erdoğan, her türlü özel savaş yöntemini deneyerek ve daha düne kadar Kenan Evren’e methiyeler dizen malum medyayı da yanına alarak, –Bu arada o dönemde Fetullah Gülen Hoca Efendi’nin methiye mektupları da merak konusudur- özellikle din istismarı ile bir halkı en sinsi yöntemlerle tarihten silmeye çalışıyor.
Ama şu bir gerçektir ki, Kürdistan artık Kenan Evren dönemindeki Kürdistan değildir. PKK büyük özgürlük savaşıyla direngen bir halk yarattı. Bugün bu halk yine PKK önderliğinde daha bilinçli ve örgütlü bir şekilde 12 Eylül’ün farklı bir versiyonu olan Erdoğan ve onun AKP’sinin ideolojik ve politik temsilcilerine karşı direnişini devam ettirmektedir. Bu anlamda Erdoğan’ın gafil yaklaşmayıp PKK ve onun yarattığı özgürlük mücadelesine daha ciddi yaklaşması herkes için daha hayırlı sonuçlar doğurabilir.
Nasıl ki, apoletliler karşısında Kürt Özgürlük Hareketi her şart altında direnişi geliştirip sistemi parçalayıp anlamsız kıldı ve sistem adına itibar diye bir şey bırakmadıysa, eğer Erdoğan böyle devam ederse sonu Kenan Evren’inkinden daha hazin olacaktır. Tarihin seyri bu durumun gerçekleşecek olmasının şüphesizliğini kanıtlamıştır. Bir not olarak düşmek iyi olabilir.
On yıldır Kenan Evren anayasasıyla Türkiye ve Kürdistan Halkına nelerin mubah görüldüğüne tanıklık etmekteyiz. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve onlarca Kürt çocuğunun sistemlice katledilmesi, on binlerce Kürt Siyasetçisinin zindanlarda çürümeye bırakılması, Türkiyeli aydınlardan Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı gibi aydınlara kelepçe vurulması, gencecik 15 Kürt Kadın gerillasını katleden ve Roboski’de katliam yapan güvenlik güçlerinin tebrik edilmesi, Kenan Evren’in 12 Eylül’deki idamları ve “asmayalım da besleyelim mi!” sözünün yeni bir sürümünün tezahüründen başka bir şey değildir.
Özcesi sadece son iki-üç ayda yaşananlara bakarak Kürt halkına yaşatılan acılarla Erdoğan’ın ve onun AKP’sinin ideolojik, politik ve askeri temsilcilerinin suçluluğu tescillenerek ve yargılanmaları tarihi bir zorunluluk haline gelmiştir. Şimdi 12 Eylül yargılaması döneminde AKP ve lideri Tayyip Erdoğan’ın tarihten ders alıp bu soykırım politikalarından vazgeçmeleri her iki halkın yararına olacaktır.
Ama oligarşik diktatörlüğün vermiş olduğu zafer sarhoşluğundan kaynaklı gözü dönmüş AKP, soykırım politikalarını sürdürebilir. Burada en önemli görev Türkiye Halkına düşmektedir. Türkiye Halkının demokratik direnişini geliştirmesinin ve faşizan gidişi durdurmasının tam zamanıdır. Türkiye Halkının gelişmelere daha duyarlı ve sorgulayıcı yaklaşıp zamanında hesap sorabilmesi, dostunu düşmanını iyi ayırt edebilmesi gerekir. Onurunu bu tür sahte, ucuz ve korkak önderlere çiğnetmeden özgür yaşam için tarihi sorumluluğunu bedeli ne olursa olsun yerine getirmesinin ahlaki ve siyasi bir görevi olduğunu bilmelidir. Yoksa yıllar sonra gecikmiş tutumlar karşısında adama Kürtlerin deyimiyle “ROJ BAŞ” derler.
Hüseyin Rojhat