Çok değil daha bu yılın başında hareketimiz tarafından 2011 yılında Kürt halkının yürüteceği mücadelenin, direnişin, ayaklanma ve devrimin Kürt halkının kaderini belirleyeceği tespiti yapılmıştı. Bu tespite gidilirken yıllardır Kürt halkının haklı mücadelesi karşısında resmi devlet politikaları ve iktidarların sorunu derinleştirmek için yürüttükleri politikaların tarafımızca kapsamlı çözümlemeleri ve değerlendirmeleri de yapılmıştı. Ayrıca Kürt halkının artık kandırılmaya, oyalamaya, inkar ve imha politikalarına karşı sabrının kalmaması ve çözümünü kendi irade ve gücüyle gerçekleştirileceğine duyulan güven de bu tespite gidilirken önemli bir veriydi. Yıllardır aktif mücadele yürüten bir güç olarak karşısında mücadele ettiği devletin ve erkanının karakteri bilindiğinden bu tespit yapılmıştı.
Anlaşılması güç olmuş ve oldukça zaman almış olsa da AKP hükümetiyle temsil edilen devletin, Kürt sorununun siyasal barışçıl yollarla çözülmemesi için uyguladığı taktikler ayan olmuş bulunuyor. Son bir aylık gelişmeleri yan yana koyduğumuzda TC’nin ordu, siyaset, bürokrasi, hukuk alanlarında topyekun bir saldırıya kalkıştığı görülebiliyor. Devlet savaş ilan etmiş durumda.
Fakat her zaman olduğu gibi söze bağlılığı bir ilke olarak kabul etmiş ve bu ilkeyi birçok bedele rağmen korumaya gayret gösteren bir hareket olarak bu savaş ilanını belirlenen hareket tarzı çerçevesinde karşılamaktan da geri kalmadık. Yani savaş ilanı da olsa kamuoyunun bunu görebilmesi, farkına varabilmesi için gereken fedakarlıktan kaçınmadık. Her problem karşısında sorumlu tutulan fakat gösterdiği olgunluk ve fedakarlıkların bir türlü görülmediği bir ortamda tek yanlı bir dayatmayla barışın elde edilemeyeceği son bir aylık gelişmelerden de rahatlıkla görülebiliyor.
Kamuoyunun en son BDP’nin desteklediği adaylara ilişkin ne düşünüp düşünmediği, nasıl bir tartışma yürütüp yürütmeyeceği açıkçası artık bizim açımızdan önemini yitirmiş bulunuyor. Bir inkar ve imha planının devrede olduğu, Kürt iradesinin ısrarla baskı ve şiddetle kırılmaya çalışıldığı bir ortamda birkaç milletvekili adayının adaylıklarının kabul edilmemesi o kadar da önemli değil.
Son damla olarak bardağı taşıracak etkide bulunan bu durum sadece Kürtler açısından değil, otuz yılı aşkın bir süredir oluşturulmaya çalışılan halklar ittifakına, devrimci, sol buluşmaya da büyük bir darbe anlamına geliyor.
Türkiye’de tıkanan siyaseti açma potansiyeline sahip bir bloğun oluşma aşamasındaki durumuna dahi tahammül edemeyen bir siyasi erkin olduğu bir ortamda, çözümün halen siyasal yollarla gelişebileceğini düşünmek herhalde en iyi tabirle safdilliliktir.
Evet, her şey çok net.
Kürtlerin Kürdistan’da devlet ve düzen partilerini kovma, devlet gücünü ve etkinliğini sınırlandırma, giderek yok etme hedefiyle yürüttüğü siyasal mücadeleye karşı devlet klasik inkar ve imha politikasını devreye koymuştur. Bu yükselen direnç ve irade karşısında açıkça yenilgilerini kabul etmeyen klasik, statükocu devletçiler ve AKP hükümeti savaşı kışkırtarak yenilgilerine kılıf uydurmaya çalışıyorlar. Bu çabaların da en çok onları yakacak yangına körükle gitmekten başka bir anlamı yoktur.
Bu durumun Kürt halkına öğreteceği yeni bir şey olmasa da tüm Türkiye ve Kürdistan kamuoyunu daha fazla düşünmeye teşvik etmesi gerekiyor. Fakat bu tartışmaların olasılığı artan savaşın önünü alma potansiyelinin artık kalmadığı da görülmelidir.
Yıllardır gerillaların yürüttüğü mücadeleyi kötüleyen, karalayan kesimlerin bu noktadan sonra yürütülen mücadelenin gerekçelerini daha iyi anlaması gerekiyor. Kürt halkının siyaset kanalları kapatıldığı müddetçe, barışçıl, demokratik bir çözümün önüne engeller konulduğu sürece gerillalar olarak dayatılan savaşa karşı gereken cevabı vereceğimiz iyi bilinmelidir. Kürt halkını inkar eden ve imha etmenin yollarını arayan iktidarların ve bu iktidarlarla yolları kesişenlerin bu noktadan itibaren tarafımızca onaylanması beklenmemelidir. Sabırsa sabır yeterince gösterilmiştir. Artık açıkça bir tasfiye politikası yürütüldüğü görülürken elimiz kolumuz bağlı, bir kurban koyun misali biat etmemiz beklenemez. Bunu talep edenler en az inkar ve imha zihniyeti kadar suçludurlar.
Tek seçenek, bir mecburiyet, bir zorunluluk olarak önümüze konulan savaş seçeneğinin çok istemesek de bugünden itibaren yürürlüğe gireceği iyi görülmelidir. Bundan sonra savaşın anlamı da değişmiştir.
Artık savaş, insan olmanın, iradeli olmanın, onurlu olmanın önüne dikilen engelleri kaldırmanın tek yoludur.
Savaş, en iyi niyetlere, eylemsizliğin uzatılmasına rağmen sinsi ve kirli oyunlarla gerillaların peşine düşen anlayışı yıkacak araçtır.
Savaş, her türlü hukuksuzluk ve keyfilikle hakları gasp edilen bir halkın kendi haklarını kazanmasının aracıdır.
Savaş, her gün farklı bir yerde katledilen Kürtlerin geleceği çocuklara özgür ve onurlu bir gelecek sunmanın aracıdır.
Savaş, ahlaksız, kuralsız ve ilkesiz bir toplum yaratarak onlar üzerinden kendilerine gelecek yaratmaya çalışan bir avuç kapitalist uşağı alaşağı etmenin yoludur.
Savaş, inkara, imhaya, baskıya, işgale karşı tek direniş yoludur.
Savaş, hak arayanların hakkını elde etmesinin tek çıkar yoludur.
Madem savaş isteniyor, madem Kürtlere tek çıkar yol olarak bu bırakıldı o zaman herkes ama herkes bu yolun sonunda kendilerini bekleyenlere hazırlıklı olması gerekiyor.
Tüm Kürt gençleri de bu durum karşısında kendi görevlerine sahip çıkmalıdır. Dağlarda, kahraman şehitlerin izinde yürümek, halkını her türlü saldırı karşısında korumak her Kürt gencinin en birinci görevi konumundadır. Artık Türkiye’de var olan bu sistemin hiçbir bireye, özellikle de Kürt bireylerine bir şey kazandırmadığı, sivil ve demokratik mücadelenin bir oyalama ötesinde anlamının bırakılmadığı görülüyor. O zaman Kürt gençleri enerjilerini doğru noktaya kanalize etmesi gerekiyor.
Kürdistan dağlarında yer alınarak düşmanın yüzüne güçlü bir tokat vurulabilir. Ancak bu şekilde işgalci, faşist düşman geriletilebilir, özgür, yaşanılabilir bir toplum yaratılabilir.
Pir Kemal