HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

1993 yılı Kürdistan tarihinde önemli bir dönemeç olarak halen hatırlardadır. Birçok yönüyle ele alınması gereken 1993 yılının dökümünü yapmak bu yazının konusu değil. Ama özellikle iki önemli olaya dikkat çekmek istiyorum.

Orgeneral Eşref Bitlis’in bir uçak kazası ile ölmesi –tabii resmi iddialar böyle-, bir de yine Kürdistan’da önemli görevler üstlenen Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesi. Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesini yaşlı bir Kürt yurtseverine mal edilmeye çalışılsa da hem kendisinin böyle bir şeyi yapmadığı yönlü uzun yıllardır sürdürdüğü mücadele –ki bizce de öyle- hem de Bahtiyar Aydın’ın kişiliği ve dönem düşünceleri göz önüne getirildiğinde fazla gerçekçi görünmüyor.

Bilindiği gibi Eşref Bitlis, Turgut Özal’a yakınlığı ile tanınan bir generaldi ve Özal’ın Kürt sorununun çözümü yönlü adımlarına destek sunun bir kişilikti. Bu işin silahla çözülemeyeceğine kanat getiren biriydi. Bahtiyar Aydın’ın da bu çerçevede yaklaştığı, en azından o güne kadar yürütülen savaşın farklı bir çerçevede ele alınmasının gerekliliğini dile getiren bir kişilik olduğu biliniyor. Savaş barış ikileminin çok yoğun yaşandığı 1993 yılının bahar aylarında bu iki general ile birlikte tabii bir de Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü de var.

Bu ölümlerin o dönem açısından gizli kalan yanları bugün bakmasını bilenler için artık gayet açık. Ama neylersin ki Türkiye toplumun esir alan kör gözler halen mevcudiyetini koruyor.

Şimdi gelelim günümüze. Daha bir önceki olayın üzerinde hatırı sayılır bir zaman geçmemişken Türk ordusunun ayrı bir rezaleti ve Türkiye kamuoyunun üç maymun pratiği sergileniyor. Çukurca’da patlayan mayını HPG gerillalarına yıkmak isteyenlerin pratiklerini ve gerçeğin yani TSK’nin kendi askerlerini mayın ile öldürmesinin açığa çıkması ile birlikte pişkince ve utanmazca bir şekilde olayın üstünü tozlandırmaları gözler önünde halen.

Biraz daha geriye gidelim. Bilge köyü katliamının ayrıntıları daha bilinmez ve bir düğüne kleşli bir grubun saldırı yaptığı haberleri ajanslara düşerken aynı kesimin “PKK katliam yaptı, köy bastı” şeklindeki haber ve yorumları da hatırlardadır. Acaba o muhtar konuşmasaydı bu kaçıncı yapmadığı eylemi olacaktı PKK’nin.

En son yine Lice’den geldi haber. Ardından da kıyamet koparıldı. Başbuğ bir yandan, başbakan, bakanlar, yorumcular, yazarlar hep bir ağızdan yine aynı teraneyi okumaya başladılar. “PKK karakol bastı, üsteğmenimizi vurdu” diye ortalığı ayağa kaldırdılar. Ne siyasi ve askeri ahlaka ne de basın etiğine uymayan bu yalan haberler üzerinden toplumu galeyana getirme pratikleri ne kadar iğrenç bir sistem ve düzen içinde yaşanıldığını ortaya koyması açısından çok önemli.

Evet, HPG olarak biz, Lice’de böyle bir eylem yapmadığımızı resmi olarak açıkladık. Yaşanan olayın operasyondan dönen bir grup askerin kendi karakollarından açılan ateşe maruz kalması sonucunda geliştiği belirtildi.

Ölen teğmenin Samsunlu olması da ayrı bir düşündürüyor insanı ya, yine de kaza ve panik hali sonrası yaşanan bir olay olarak değerlendirmek zorundayız şimdilik. Yoksa Samsun’da yumruk ile başlatılan ve daha öncesinde hazırlanmış olan bu senaryoya ek olarak ikinci Samsunlu askerin ölü olarak gitmesini hangi kesimler isteyebilir ki, kim bu kadar vicdansız olabilir ki!

Kimse bu konu hakkında konuşmadığı için işin aslını açmak yine bize düşüyor.

İşin aslı şu; derin devlet, hükümetiyle, ordusuyla, muhalefeti, bürokrasi ve medyasıyla Kürt halkının meşru temsilcisi olan PKK’yi ve onun fedai örgütü HPG’yi hedef haline getirip, saldırı politikalarını yerel ve dünya kamuoyunda meşru bir zemine taşırmaya çalışıyor. Bunun için geçmişte oluşmuş olan barış ortamını yıkmak ve savaşı devam ettirmek için öldürdüğü generalleri, öldürdüğü cumhurbaşkanının kendileri için yarattığı sonucu tekrarlama peşindeler. Bugün generallerini öldüremiyorlar mı ne bilinmez ama kendi askerlerini gözlerini kırpmadan öldürdükleri ortada.

Buna rağmen sanki hiçbir şey olmamış gibi toplumun her kesimi derin bir sessizliğe gömülmez mi? İşte size modern Türkiye. Bu pişkin suratların her gün TV ekranlarında, köşe yazılarında en demokrat kesimler olarak topluma yutturulması ise yüzsüzlüğün daniskası değil de ne?

Bizleri terörist olarak ad edip her türlü hakareti reva gören ve kendi ordularının rezaletini kapatmak için el birliği yapmış tüm kesimlerin bir gün hesap verecekleri gerçeğini görememelerine de anlam veremiyor insan. Bugün gizlenebiliyorsunuz ama ya yarın?

Bu noktada asker annelerine düşüyor görev. Çukurca’da öldürülen askerlerin açığa çıkmasında ana yüreğinin büyük bir rolü vardı. Bu gerçeğin açığa çıkması için anlaşılan aydın denilen karanlık severlerin ve devlet büyüğü denilen düzeysizlerin yapacağı bir şey yok. Lice’de Türk ordusunun askerlerinin ellerindeki MKE yapımı silah ve kurşunlarının sebep olduğu bu ölümün aydınlatılması görevi de yine ölen askerin ailesine kalıyor.

Bizler halkımızın haklı taleplerinin yerine getirilmesi için Kürdistan dağlarında nöbete duran gerillalar olarak meşru ve savaş hukuku çerçevesinde mücadele yürütüyoruz. Ama karşımızdaki ordunun böylesi rezil pratiklerinin biz gerillalara mal edilmesine dur demenin zamanı geldi de geçiyor. Gerçekten birazcık da olsa onur kırıntıları kalmış insan varsa engin ve tecrübeli Türkiye kamuoyunda, göreve çağırıyoruz. Gelin yıllardır yürütülen bu kirli ve çirkin savaşın gerçeklerini görün artık…

Pir Kemal

TSK ve Çirkin Pratik: Lice