Vatanımın ormanları sessiz, üzgün ve mahmur bir şekilde zebanilerin potinleri altında ezilip top, havan ve kurşunlarla inliyorlar. Yüreğimizi yakıyorlar. Her yer sessiz. Vadilerimiz, koyaklarımız, boraklarımız, patikalarımız ve ormanlarımız sessiz. Hem de ne sessizlik! Her şey bu sessizliğin içinde boğuluyor.
Artık gecelerimiz karanlık değiller ve kurşunların parlama ve ışıldamalarıyla yıldızlarla beraber
parıldıyorlar. Yeni yeni bahar bizden hatır istedi, daha yeni yeni yaza selam verdik, güz ise çok uzaktan bizi seyrediyor ve kış ise çok ırak... Kar ve fırtına da yok ki Kürdistan coğrafyasının imdadına yetişsin. Cudi yanıyor, Besta yanıyor, Bagok yanıyor, Zap yanıyor, Abdulkovi ve Siro yanıyor. Ülkem yanıyor, halkım yanıyor... Tabi bu halen başlangıç, bir gün değil iki gün değil, bu kışa kadar böyle sürecek.
Türk Devleti hiç bir zaman mertçe bir savaş yürütmeyip hep alçakça ve kirli bir savaş yürüttü. Yine her yıl yaptığı gibi, Türk Devleti bilinçli bir şekilde ormanları yakarak, “Ekolojik Katliam” yapıyor. Türk Devleti Kürdistan Özgürlük Gerillalarına karşı her sıkıştığında, hıncını almak için Kürdistan’ın doğasına saldırıyor. Buna karşı herkes sessiz. Nerede çevreciler, nerede hümanist çevreler... Türk Devleti şunu demeye getiriyor; “Bana yar olmayanı, size de yar etmem” ve Kürdistan’ın en güzide ve en güzel dağlarını ve arazilerini yakıyor. Her yakma ile milyonlarca canlı varlık ve hayvan da yok oluyor. Buna karşı demokratik ve yaptırım gücü olan eylemler geliştirilip, buna karşı sessiz kalan dünyadaki tüm çevrecileri duyarlı kılma gerekiyor.
Kullandıkları kurşunlar yakan türden, cigerleri küf tutmuş ve yürekleri örümcek ağıyla kaplanmış. Ancak ve ancak bunların güçleri ağaçları ve kuşların yuvalarını yakmaya yeter, ancak ve ancak bunların güçleri güzelim keklik ve bülbüllerin sesini kesmeye yeter.
Ne de olsa yüzsüz ve utanmazların çağındayız. Bunlara karşı gönlümüz özgürlüğün ve barışın susuzluğunda savaşa mecbur bırakılmış. Geleceğin viran ve harabe olması için ellerinden geleni yapıyorlar. Bir ülkeyi boğup, geleceğini karartmaya çalışıyorlar. Artık ağaçların yanmaması için, çocukların ölmemesi için, annelerin ağlamaması için özgürlük dağlarında birer fidan olma zamanı.
Savaş debelenirken, misafirimiz oluyor ve ruhundaki iltihap ve kin ile duygularımızı süzüyor. Bu ölüme karşı barışı haykıranların dillerini mahçup... Susun! diyorlar. Fakat gün bu sessizliği yıkma günüdür ve bu sessizliği yıkacağız da.
Bu insanlık korkakları, güçlerini bombaların gümbürtüsü ve demir kuşlarından alırlar. Her şey kanunlara göre işler ve yaşanır. Ve onlar için bütün öldürülmeler meşrudur... Buna karşı ülkemin çocukları ne yapacak? Bir günde büyümeye mecbur bırakılıp ve bir günde de “terörist” oluyorlar.
Artık kulaklarımız sağır ve dillerimiz lal. Artık konuşma, anlatma ve anlama noktası tükenmiş. Tam silahların sesi bu noktada en güzel bir biçimde kendini yetiştiriyor. Bütün çabaları, ölümleri rüyalarımızdan ve gülüşlerimizden gözyaşlarını eksik etmemek. Yapılacak bir şey yok mu, bu teneke yürekli zebanilere karşı sessiz mi kalacağız!
Hayır! Hiç bir zaman!
Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, barış ve savaş, ölüm ve yaşam, yenilgi ve zafer döngüleri birbiri ile yarış halindeyken, Türk Devletinin bu uygulamalarına karşı sessiz Kürt gençleri, demokratik çevreler ve çevreciler sessiz kalmamalıdır.
Rûbar Andok