Agit Yoldaşın 12. Şahadet Yıldönümünde Gerçek Gerilla Ordulaşmasını ve Savaşın Zafer Tarzını Yaratmak Tek Doğru Bağlılık Gerçeğimiz Olacaktır
ARGK’nin Değerli Komuta ve Savaşçı Yapısına!
ARGK nezdinde en değerli bir biçimde rol oynayan Mahsum Korkmaz yoldaşın şahadetinin 13. yılında her bakımdan bir değerlendirmeyi geliştirmek önem taşımaktadır. Bu yoldaş, şahsında PKK’nin askeri siyasetini en tutarlı temsil eden bir yoldaştı. 15 Ağustos hamlesini başlatmak kadar, bunun pratik gerçekleştirme uygulamalarından da kendini sorumlu gördü. Gerek teorik çözümü ve gerekse pratik çabaları nedeniyle önde gelen bir temsilcisi olduğu tartışmasızdır. Bu yoldaşımızın gerçeğini çözümlemek demek, ARGK’nin çözümlemesini yapmak demektir. Ve hele hele bu hamlenin üzerinden tam on dört yıla yakın bir süreç geçmişken ve daha da önemlisi asi avare çete anlayışında teslimiyet ve ihanete doğru bir gelişme ortaya çıkmışken, bu yoldaşımızın şahsında ARGK çözümlemesi her bakımdan büyük bir önem taşımaktadır.
Mahsum yoldaşımız şahadetinden az önce bütün gerilla güçlerimize de bir perspektif olarak anlaşılması gereken bir değerlendirmeyi geliştiriyor. Ana hatlarını şöyle özetlemek mümkündür: Birincisi, bu asi avare çete anlayışının tehlikelerini gördüğü gibi, bu Şemdin unsurunun daha o günlerde ARGK’lileşmenin önünde ciddi bir engel olduğunu görüyor ve bizzat “Sen köylü kurnazlığıyla gerilla ordusunun parti öncülüğü temelinde gelişmesini bozmak istiyorsun, ama ben sana bu fırsatı vermeyeceğim” biçiminde bir belirlemesi vardır ve bu belirleme şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, işin özünü dile getiriyor. Bu kişiliğin (Şemdin Sakık) şahsında yaşanan, her tür bozgunculuk, kariyerizm, keyfi, özerk çete anlayışı, çizgiyle hiç alakası olmayan yaşam tarzının bozukluğundan tutalım, partinin ideolojik, politik hattıyla hiç alakası olmayan, her bakımdan her tür saptırmaya müsait bir kişiliği dayatma çabasıdır. O dönemde etkili olan, sözümona köylü-aydın tartışmasında da gördüğümüz gibi, esasta parti öncülüğünü daha o zaman bir tarafa itip köylülerin güdülerine hitap eden küçük burjuva ideolojisidir; eğitici, örgütleyici çalışmalara düşman, tamamen bireysel menfaat temelinde görevlere, yetkilere yaklaşan ve gözünü kırpmadan parti değerlerini ele geçirmek için her şeyi yapabilen bir çizgidir. O dönemde Zeki (Şemdin Sakık), Kör Cemal (Halil Kaya) ve Metin (Şahin Baliç) eşliğinde belli bir organizeyi de sağlıyorlar. Hatta aydınlara karşı sözde “köylüler iktidarı ele geçirdi” de diyorlar, ama bunu partiye karşı söyledikleri de bir gerçektir.
Agit yoldaşımız aslında bu noktada gerçeği doğru değerlendiriyor, tavrını da koyuyor. Kuşkulu olan şahadetinde bu anlayışın yeri kesindir. Bizzat komployu gerçekleştirmesi de göz ardı edilemez. Nitekim bu şahadetle birlikte bir türlü gerillalaşma sağlanamadı. Bu şahadeti bu anlamda yeniden değerlendirmede hepimize düşen görevler vardır. Üzerinden on iki yıl geçti, ama köylü anarşizminden, hırsızlığından, çapulculuğundan; eğitim ve örgütlenmeye gelmemenin bütün özelliklerinden güç alan bu eğilim, gerçekten bundan sonraki süreci kasıp kavurdu. Partimizin dağlar kadar imkan ve olanaklarını ele geçirerek bugün bile önünü almakta güçlük çektiğimiz ideolojik-politik çizgiye gelmemek kadar, onun canına okumak için ne gerekiyorsa; sahte, komplovari, yetki gaspından tutalım, onu yoldaşlarının katline kadar götürme ve ciddi bir eylem çizgisine girmeme; esasta daha çok halkı vurma ve çeteciliğe doğru zorlama, düşmana yönelik olarak ciddi bir eylem planı geliştirmeme ve böylece bu yıllarda partimizi hakketmediği en ağır zorluklarla yüz yüze bırakma gibi bir sürece yol açtı. Ve dikkat edilirse bu, bu şahadetle başarıldı.
Eğer Agit yoldaşımız yaşasaydı, söylediği gibi bu bozgunculuğa, sözümona bu köylü iktidarcılığına geçit vermeyecekti. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, bu görevin gerekleri yerine getirilmediği için biz büyük zorlanmayı yaşadık. Bizzat yoldaşın incelemeleri vardı. Daha 1985’in sonları için şunu söylüyor: “Birliklerimizin partinin ideolojik, politik çizgisiyle mutlaka eğitim almaları gerekir, bu olmazsa yozlaşmanın önüne geçilemez. İki, kitle ile ilişkiler bozulmuştur, mutlaka doğru yürütülmesi gerekir. Üç, üslenmeden kopuk, özellikle köylere dayalı bir yaşam vardır, bu da mutlaka aşılmalıdır.” Bu üç saptama aslında her şeyin özünü belirliyor. Ve halen gereklerini tam yerine getirememe gibi bir durum da söz konusudur. ARGK’nin gelişmeyişini, başarıya gitmeyişini esasta bu eksikliklerle bağlantılı olarak değerlendirmek durumundayız. Bu tespitler zamanında görülüp gerekleri yerine getirilseydi, ARGK’nin zafer gerçeği gerçekten çarpıcı olacaktı. Ama buna karşı gelişen çok açık; 1987’den itibaren gelişen asi avare çete anlayışıdır, müthiş halk düşmanlığı, ordu düşmanlığıdır; ideolojik-politik çizgiye, doğru bir üslenmeye gelmeme ve sonuç giderek partiyi çok zorlayan, bütün imkanlarımızı yutan bir canavara dönüşmesidir. Bu acıdır, ama gerçektir. Bunu çözmeden, bu konuda yerine getirmediğimiz görevleri bilince kavuşturmadan şimdiki görevlerimize sağlıklı yaklaşmamız mümkün değildir. İşin temelini göz ardı edenler çatıyı kuramazlar, binayı yükseltemezler ve olan da biraz budur. Geç de olsa, son çete elebaşısının hem anlayışta, hem pratikte tasfiye edilmesiyle aslında ulaştığımız en önemli sonuç budur. Çok geç olmuştur, ama bu belirleyici bir gelişmedir.
Uzun bir süredir hepinize şu hususları vurgulamaya çalışıyorum: On dört yıllık gerilla tecrübemizi çözmeliyiz. Bunu boşuna söylemiyorum. Bu konuda büyük hatalar var. Çok önemli eksiklikler ve yanlışlıklar yapılmıştır. İşin özü gözden kaçırılmıştır ve bu nedenle neredeyse bütün çabalarımız boşa gitmiştir. Bunu hiçbir vicdanın kaldıramayacağı gibi, eğer kendinize sıradan bir saygınlığınız varsa, hiçbirinizin bu pratiğe yanıt olmadan kendini kabul etmesi de mümkün olamaz. Bu, partimizin en hakketmediği bir durumdur. Dünyanın bu en kahraman direnç hareketinin böylesine beş para etmez bir çeteciliğin elinde kendini bu durumda bırakması gerçekten acıdır. Biz isterdik ki çok erkenden bunu görüp aşasınız. Hemen hemen her yıl çağrımızı yaptık. Nitekim biz yoldaşın şahadetinde şu görevi üstlenmiştik: Bir yıl içinde gerilla bölükleriyle anısına karşılık verilecekti ve bunu gerçekleştirdik. Ama çetecilik anlayışı da onu bozma yönünde kendini ortaya koydu ve bu kıran kırana bir mücadeleydi.
Bugün arkamıza dönüp baktığımızda göreceğiz ki, gerilla çizgimize kendini dayatan müthiş bir karşı devrimci çizgi var. İki çizgi birbirine karşı şiddetli bir mücadele içinde olmuştur. Ama maalesef esas damgasını da vuran başlangıçta asi avare köylü, anarşik çete anlayışı, giderek sağa kayan, ilkel milliyetçilikle birlikte giderek TC’ye de yaslanan ve son günlerde de açık teslimiyeti seçen çizgi olmuştur. Komutaya, birliklere, moral yapısına ve temel tüm taktiklere damgasını vuran budur. Dolayısıyla bütün birliklerimizin, partiye bağlılık şahadetleriyle birlikte, aslında gerçek bir komuta olarak görülmesi gereken yoldaşlara bağlılıkları varsa, yerine getirilmesi gereken görevleri de budur. Bu görevi göz ardı ederek ordulaşılamayacağı ve temel bir taktik çizgiye de oturtulamayacağı artık görülmüştür. Sizin en büyük yetmezliğiniz, ARGK adına savaşan güçler olarak bu çizgi savaşımını derinliğine yakalayamama ve uygulanmasına dair sorumluluklarınızı layıkıyla yerine getirememenizdir; en başta da alabildiğine ideolojik çizgiden uzaklaşma ve pratik esasları da rasgele, çok keyfi bir yaklaşımın kurbanı etmenizdir. Fakat bunun da hiç kimseye yararının olmadığı ortaya çıkmıştır.
Düşman, özellikle bunları gördükçe çok etkili planları devreye sokmuştur. Düşmanın birinci planı, bildiğiniz gibi koruculaştırmadır. Bu neden kaynaklandı? Bu çeteciliğin adımıza özellikle halka yaptığı zulümden kaynaklandı. Bir çete ordusu ortaya çıkmıştır. Ama şehit yoldaşımız buna dikkat çekmiştir: “Halkla ilişkilerimizi mutlaka parti ölçülerine getirelim” diyor. İkincisi, taktiğe asi avarecilik temelinde yaklaşıldı. Özellikle en son ana kadar hiçbir üslenme gereğine gidilmedi. Bu kadar üslenme anlayışından uzak kalmanız, derin bir üslenme anlayışına ulaşmayışınız bu asi avare çete anlayışının eseridir. Düşman bundan nasıl yararlandı? Girmeye bile cesaret edemeyeceği birçok alanı, “alan tutma” taktiği adı altında tuttu ve bizi de zorladıkça zorladı. Halkı çeteleştirmeyle birlikte alanları tutma, aslında yerine getirilmeyen bu görevlerle yakından bağlantılıdır. Tabii bir de eğitimden alabildiğine kaçış partileşme düzeyini ve öncülüğünü ortadan kaldırdı. Ve sonuç, şimdi düşman neredeyse bizim yapamadığımızı yapar duruma geldi.
Bunları da çok iyi bildiğiniz kanısındayım. Tabii bu yetmiyor. Gereklerinin neden yerine getirilmediği çok önemlidir. Hepinizin dürüstlüğüne bir şey demiyorum, ama partimizin gerçek değerlerinin nasıl anlaşılması ve bir çizgi savaşımına dönüştürülmesi gerektiği ihmal ediliyor. Bu ihmal de başınıza pahalıya patlıyor. Bunun hiçbirimizin yararına olmadığı ve bütün çabalarımızın boşa çıkarılması anlamına geldiği de açıktır. Savaş en ciddi bir olaydır. Ona bu kadar laubali, bu kadar teğet geçen bir anlayış, belki de en zoru önüne koyuyor. Bu yapıldı. Çizgiden, dolayısıyla taktikten düşme olunca hiçbir şey sizin gerilemenizi durduramaz. Bu dev gibi bir ordumuz bile olsa, onun düşüşünü ve yenilgisini önleyemez. Dikkat ederseniz bugüne kadar da yaşıyorsanız, bunu biz çok özel tedbirlerle sağladık. Bunu iyi bilince çıkarmanız gerekir. Neden ve nasıl yaşatıldığınızı, derin bir sorumluluk anlayışıyla, bizzat yaşamınıza saygının bir gereği olarak doğru değerlendirmeniz gerekir. Çünkü nedenlerini bilmediğiniz bir yaşantı elinizden kolay gider ve sapmalara da uğratılmaya müsaittir. Buna asla fırsat vermeyin.
Düşman bunu en sonunda “marjinalleştirme” biçiminde bir teori haline getirdi. Ve çok iyi gördük ki, bu marjinalleştirmeyi baştan itibaren bir çetecilik biçiminde hazırlayanlar, en son düşmanın bu teorisiyle birleşti. Dört dörtlük bir uygulama gücü oldu. Bu, MGK’nin en son kararında “PKK’nin kontrol altında, kabul edilebilir sınırlara getirildiği” biçiminde bir yoruma da yol açtı. Dolayısıyla tamamen kendi iç yetersizliklerimizin sonucu olan ve sınıf dışı, kesinlikle pratikleriyle düşman kontrasını aratmayan bir çeteciliği doğurtmuş olan bu olumsuzluğu, en başta da Agit yoldaşımıza dayatılan bu olumsuzluğu tamamen aşmak, belki de anısına vereceğimiz en tarihi bir karşılık olacaktır. Çok gecikti, ama yine de burada kazanılacaktır.
Kaybettiğiniz noktada kazanacaksınız. Kaybettiğiniz noktada yerine getiremediğiniz görevleri, geç de olsa bugün bu süreçte yerine getirerek kazanacaksınız. Eğer ARGK gerçeğine mütevazılıkla, sağduyuyla, gerçekten büyük bir sorumluluk anlayışıyla böyle bakarsak aslında bize en çok gerekli olan güç kaynağına da ermiş olacağız. Ve bunu hiçbir kadromuz ve savaşçımız göz ardı etmemelidir.
Beş binin çok üstünde bir militan kaybımız vardır. Belki de bunların yüzde onu bile hakkedilmiş kayıplar değil. Hepsi çizgi sapması sonucundaki kayıplardır ve bunlar çok acı kayıplardır. Bunda sorumluluğunuzu görmek zorundasınız. Sorumluluk da gereklerini yerine getirmekle görülür. Artık hiçbir gerekçeyle kimsenin buna karşı durmaması gerekir.
PKK’nin en büyük silahı ideolojik gerçeği, doğru yoldaşlık anlayışıdır. Yani bir yerde Agit kişiliğidir, kadında Zilan kişiliğidir. Bu iki kişilik ARGK’ye hakim olursa, gerçekten hiçbir sorunumuz kalır mı? Gerçekten mütevazı olsak başarılı bir yürüyüşten kimse bizi alıkoyabilir mi? Asla! Bu çok somuttur. Peki neden yerine getiremeyeceğiz? Neden ille çeteciliğe zemin olma, neden beynini çalıştırmama, neden zafer taktiklerine yüklenmeme? Bunun düşmandan ve bu düşkünlerden başka kime yararı var? Dolayısıyla ARGK’nin bütün değerli birlikleri, bu şahadetin yıldönümü nedeniyle kendinizi çok köklü gözden geçirmek ve gerilla ordumuzun gerçek bir komuta kişiliği olarak bu yoldaşımızın anısına bu anlayış temelinde cevap vermek gibi yüce bir görevle karşı karşıyasınız. Ben, bu yoldaşımızın anısına on iki yıldır “gerilla yaratılacaktır, ülkemizin her tarafına gerilla birlikleri yerleştirilecektir” dedim ve istediğim gibi olmazsa da bunu gerçekleştirdik. Şimdi sıra, bu çözümlemelerin ruhuna uygun, bu büyük emeğe layık, bizzat zafer birliklerini hemen hepinizin yer aldığı birliklerde gerçekleştirmektir. Hepiniz bunu yapacak güçtesiniz. Siz gücünüzü boğuyor, inisiyatifinizi kullanmıyorsunuz. Kaldı ki, her biriniz gerçekten bir aslan gibisiniz, buna eminim. Kaçkınlar zaten ne mal olduklarını ortaya koymuşlardır. Gerisi, kahramanlık çizgisindedir ve bu kahramanlık çizgisine de hiçbir düşman tedbirinin dayanamayacağı açıktır. Bu da doğru esaslara bağlı olma temelinde mümkün olur.
Parti Önderliği olarak aslında hepinizin görevlerine cevap olmak istedik. Dünya tarihinde hiç yapılmadığı kadar destek sunulmuştur. Değil bir ülkenin, birkaç ülkenin devrimine yetebilecek imkan ve olanaklar emrinize verilmiştir. Bunları değerlendirmemek sizin eksikliğinizdir. Biz bugün bu anıya karşılık olarak şunu söyleyecek durumdayız: Bu yoldaşımızı zorlayan anlayışlarla savaşım başarıya gitmiştir. Onun dikkat çektiği olumsuzluklar ve yetersizlikler hem bilince çıkarılmış, hem de aşılma emri ve yüksek iradesi ortaya konulmuştur. Siz hangisinde yer alıyorsunuz? Kaçandan, teslim olandan, ihanetten mi yana olacaksınız, yoksa bu büyük şehitlerimizin hem şahadetlerine neden olan, hem de bize bir görev olarak bırakılan, yerine getirilmesi gereken çalışmalara mı sahip olacaksınız? Bu konuda kararımızı hem köklü, hem de başarı tarzına yakın vermekle karşı karşıyayız. Kaldı ki çok ileri bir düzeyde eğitimle ve küçümsenemez pratik olanaklarla hepinizin bunu yakalaması artık işten bile değildir. Daha üstün bir sorumluluk, derinden bir vicdan muhasebesi, bir grup şahadete bile bağlılığınız sizi en üstün konuma götürür. Yaşadığınız acıları ve öfkeleri biraz doğru çözüp pratikleştirmeniz sizin katbekat başarınızı ortaya çıkarır. Gözünüzü buna dikeceksiniz.
Kısaca bu temelde ARGK çözümlemesi demek, zafer kişiliğine ulaştık demektir. ARGK olduk, sıra zaferde demektir. Şimdiye kadarki çabalar bizi ordulaştırmıştır, ama zaferi getirmemiştir. O halde gerekli olan artık zaferdir. Bir ARGK militanı, komutanı neredeyse, orada zafer yürüyüşü vardır noktasına kendini oturtmaktır. Bugünün gerçek cevabı budur. Kör naçar bir pratik kurtarmıyor. Geçmiş bununla doludur. Herhangi bir sorumluluk da durumu kurtarmıyor. On iki-on dört yıl daha yapsak ne anlamı olur, ama zafer pratiği, zafer tarzı çok şeyi kurtarabilir ve hepiniz sabırsızlıkla bunun derin ihtiyacı, acısı içindesiniz. Gün gerçekleştirme günüdür. En son gördüğünüz gibi halkımız, PKK’nin ateşlediği Newroz’la özgürlük tutkularının asla söndürülemeyeceğini bu yirmi beşinci baharında da göstermiştir. Yirmi beş tane Newroz, her birisi diğerinden üstün bir gelişmenin anlamı olduğu kadar, en son Newroz hepsini katlayacak görkemlilikte olmuştur. Bu bizim en temel güç kaynağımızdır, ama doğru ulaşacağız, doğru ilişkileneceğiz. ARGK’nin küçümsenemez gücü de ortaya çıkmıştır. Tecrübesini katlarsa geçmiş yılları da telafi edecek bir yürüyüşü, savaşımı kesinlikle mümkün kılabilir. Bu da tümüyle elimizdedir ve imkanlarımız dahilindedir. Ülkemizin her tarafını mevzilendirecek duruma da getirmişiz. Bu mevzilenme düzeyiyle, gerilla savaşımıyla, askeri olarak da sonuç almamız artık imkan dahilindedir. Demek ki bu yıllar, aynı zamanda önemli kazanma yıllarıdır. Tam kazanma olmamışsa, onun da nedenleri ortaya konuldu. Şimdi görev, kazanma nedenlerine tam hükmetmek ve gerekenleri yerine getirmektir.
Düşman cephesinde, şüphesiz eskisi kadar iddia olmazsa da “marjinalleştirmede” ısrar vardır, ama bunu da doğru değerlendirirsek, bizim için bir gelişme zeminidir. Düşman yenemeyeceğini anlamıştır, ama zaferimizi önlemek istiyor. O zaman biz burada yenemeyecek olanın üzerine bir de zaferi eklersek demek ki kalanı tamamlamış oluyoruz. Görev budur. Bunun için şüphesiz en başta kendinize yükleneceksiniz. Bütün gerçeklerimize bağlılık demek, zafer kimliğine ulaşmak demektir. Bu daha da somut olarak şu anlama gelir: “Benim olduğum yer ve yaşadığım her gün, ideolojiden tutalım lojistiğine kadar, önemli bir eylem planından tutalım bir fırsatın değerlendirilmesine kadar zaferi esas alan bir duruştur. Ben boş duramam, verimsiz olamam ve böylece de kendimi çarçur edemem.” Bu, Önderlik tarzıdır. Önderlik tarzındaki duruş ve zaferi yaratmak isteği, nerede nasıl olursa olsun, dışarıya yönelik gelişme maddeten mümkün değilse, içimizde, yanı başımızda, ruhumuzda ve bilincimizdedir.
Unutmayalım ki savaş, başta bir komutanın beyninde, ruhunda, iradesinde kazanılır. Demek ki her biriniz hiçbir şey yapamayacak durumdaysanız, zaferi mümkün kılacak beyin gücünü, iradeyi kendinizde gerçekleştireceksiniz. Yanı başınızda pratik imkanlar da vardır. Yürüyeceğiniz her pratik zafer pratiği olacaktır. Bunu kim, ne hakla engelliyor? Bu kadar şehit neyi emrediyor? Agit yoldaşımız neyi emrediyor? Bunu anlamayacak kadar sorumsuz muyuz? Yok diyorsanız o zaman her şey sizi başarıya mahkum ediyor. Günümüzde gerçek temsil “artık ben başarısız yaşayamam” cümlesindedir. Bununla tezat teşkil eden kim varsa, “sen dur, senin yerin burası değil, bırak bu işi başarmak isteyenler yapsın” denilecek. Şüphesiz gerçek temsil bununla bağlantılıdır.
Daha başka yapılacak işler de var. Partimiz bugün dünyanın her tarafında büyük bir faaliyetlilik içindedir. Şunları iyi görmeniz gerekir ki, bu anlamda partimiz açısından bu yıllar kaybedilmiş değil, önemli gelişmelerin yaşandığı yıllardır. Yani gerilladaki dar bilinci, dar siyasi durumu aşmayı bilmek gerekir.
PKK’nin bir beyin gücü var. Bugün, en emperyalist güçten tutalım TC kurmayına kadar şunu yakalamak istiyorlar: PKK’nin düşünce gücü nereden geliyor? Bu büyük siyasi yetkinlik nasıl ortaya çıktı? Bunu anlamak istiyorlar. Siz de bu PKK’nin militanlarısınız. Partisinin düşünce gücünü, siyasi etkinliğini anlamayan bir militan, bir ARGK komutanı olabilir mi? Hele hele bunu, laf düzeyinde “önemli” deyip de pratik kişiliğine anbean yansıtmazsa, o bir askeri komutan olabilir mi? Hayır, olamaz. Çünkü partinin düşünce gücünü, büyük siyasi etkinliğini çözemeyen bir kişi askeri komutan olamaz. Olsa da çok hata yapar, yaşadığı darlıklar içinde kendini de, birliklerini de zora sokar. Dolayısıyla yine Agit yoldaşımızda gördüğünüz gibi, hem sürekli yazan, hem sürekli okuyan, aynı zamanda partimizin düşünce gücünü, siyasi ağırlığını esas alan bir komutan kişiliğine de gelmeniz, gerçeklerimizin vazgeçilmez bir gereğidir.
Sizlerle bir noktayı daha önemle paylaşmak isterim ki, Önderlik konusunda da ciddi bir yaklaşım yetmezliği vardır. Her zaman söyledim, Önderlik babamızdan bize miras kalan bir kurum değildir. O, başta şehitlerimizin olmak üzere, halkımızın kolektif desteğinin somut bir ifadesi ve sizin çabalarınızın bileşkesidir; üst düzeyde hem teorik, hem pratik iradeye ve düşünce gücüne kavuşturulmasıdır. Yani bir yerde her birinizden bir parçadır. Şimdiye kadar buna yaklaşımlarınız, yani özde kendi devrimciliğinize yaklaşımınız yetersiz olmuştur. Aslında Önderlik gerçeğinin gölgesine sığınarak kendinizi daralttınız. Biz, Önderlik gerçeği kurumu olarak sizlere layık olabilmek için gerçekten aman vermez bir tarzın, temponun sahibiyiz. Bu da çok net ve kesindir.
Tekrar vurguluyorum, kendim için olsaydı, bu kadar olmazdı. Ama sizin olumlu veya olumsuz gerçeğiniz, beni böyle bir Önderliksel gerçekleştirmeye zorlamıştır. Başka türlüsüyle sizlere, tabii temsil ettiğimiz şahadetlere ve bir bütün olarak da partimizin amaç değerlerine cevap vermek mümkün değildir. Önderlik olunmak isteniyorsa bunun gerekleri yerine getirilecektir. Ve bunu yerine getirdiğimize de inanıyorum. Geçen yıllarda başarılı bir cevap olma gerçekleştirilmiştir. Biz de buna, Agit yoldaşımızın çok değer verdiği bu Önderlik gerçeğine en az layık olmak kadar, gereken bir karşılıkla cevap verdik.
Bu gerçeklik aslında hepiniz açısından bu anlamda özümsenmiş ve gerekleri yerine getirilmiş değildir. Çete kişiliğinde görüldüğü gibi, bir yandan “Allah, peygamber düzeyine çıkardım” diyecekler, diğer yandan da en büyük günahları bu bağlılık altında sergileyecekler. Bu büyük bir yüzsüzlüktür, oldukça yaygındır ve bunu aşacaksınız. Önderlik gerçeğimize ikiyüzlü, sahte, duygusal yaklaşımlara gerek yoktur. Bu hakarettir. Peki neye gerek vardır? Gerçekten bir zafer tarzına ihtiyaç vardır, bu da bilinçle, inisiyatifle ve gerçek pratik tarza ulaşmakla olur. Önderlik budur. Layık olmak, bunu paylaşmakla ve bununla oynayan her tür tasfiyeci anlayışı anında karşılamakla mümkündür. Eğer bunu böyle değerlendirirseniz Önderlik gerçeği sizi sıkmaz. Tam tersine paha biçilmez bir güç kaynağıdır. Bu güç kaynağını doğru almadan, temsil etmeden sağlam bir komutan ve asker olacağınızı sanmamalısınız.
Tekrar söylüyorum: Bireysel özelliklerimi burada size dayatmıyorum, böyle bir durum yok. Önderlik, hepinizin, çabalarınızın kolektif bir bileşimidir. Bu kolektif bileşim bir teorik beyindir, amansız bir iradedir, tarzdır, tempodur. Dikkat edilirse bu da yenilmeyen başarı gerçeğimizdedir. Yani yenilmek istemiyorsanız, sizin gerçeğinizdir. Dolayısıyla en değerli bir gerçek olarak en başta bilinçle, iradeyle ve büyük bir dürüstlükle paylaşmayı bileceksiniz. Bu sağlanırsa eksikliklerinizin büyük bir kısmının aşılması gerçekleşir. Bunun sonucu da her gün ve her yerde başarıdan başka bir seçeneğe geçit vermeyen bir militanlık olur. Bu zindanda ve en başta da şahadetlerimizle gösterilmiştir. Bu, halen tedavi gören Sema Yüce yoldaş ve şahadete giden diğer zindan şehidimiz Fikri Baygeldi yoldaşta da kanıtlanmıştır. İnsanlık tarihinde ender görülen bir biçimde kendisini her boyutta binlerce temsiliyle kanıtlamıştır. Bunları Önderlik gerçeğinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Ayrıca doğru özümsemeden başarmak da mümkün değildir. Bugün vesilesiyle bunu hatırlatmamın nedeni; başarı için en vazgeçilmez bir koşulu gerçekleştirmenizin artık ertelenemeyeceğidir ve bugüne gelinip dayanılmıştır.
Biz zafer yürüyüşünden başka hiçbir yürüyüşe geçit veremeyiz. Bu yirmi beş yıllık Newroz’lu zafer yürüyüşlerimiz bir gerçektir. Ve finale doğru da gelmiş bulunmaktayız. Gerisi bu çerçevenin büyük bir sorumluluk altında paylaşılmasıdır. Bu temelde yine size yeterince cevap olmaya büyük özen gösteriyoruz. Kendimizi değil, sizi temsil etmeye ilişkin verdiğimiz söze, karara daha da amansız bağlıyız. Aynı zamanda her birisi bir abide olan ve bu büyük yoldaşımızın şahsında bir emir telaki edilmesi gereken gerçeğine bağlıyız. Bunun dışında ne bir başarı imkanımız vardır, ne de bir tercihimiz olabilir. Bu, tarihimizin en şerefli, belki de ilk ve son adımı olmak kadar, değerlendiremezsek herhalde yapabileceğimiz en büyük kötülük olacaktır.
İçinde bulunduğunuz koşullar ne kadar zor olursa olsun, hatta eğitiminiz de ne kadar yetersiz olursa olsun, inanıyorum ki bu çerçevede bile bu çok yanılgılı, yetmez yaklaşımlarınıza bir son verme kararı verirseniz, yine çok rahatlıkla başarabileceğiniz engin cesaret ve fedakarlığınızla bu doğru esaslar temelinde görevlere yürürseniz, aslında vermiş olduğunuz sözleri sadece yerine getirmekle kalmayacak, geçmişe ilişkin borcunuzu da fazlasıyla ödemiş olacaksınız. Sizleri bu temelde bir kez daha serhildanlarıyla şahlanan halkımızın şahsında selamlarken, Mahsum Korkmaz yoldaşımızı da bir kez daha bu başarı sözü temelinde selamlıyor ve sevgilerimi sunuyorum.
28 Mart 1998
Reber APO