HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

reber apo64Zavallı durumda gözüküyorsunuz. Aldıklarınıza bakıyorum, çaresizliklerinize bakıyorum, her şeyden önce duygularınıza ve tutkularınıza bakıyorum; çok yetersiz görüyorum. Siz bu kişiliklerle bir çorbayı bile kurtaramazsınız. Halbuki devrim çok kudretli görme, kudretli vurma, yıkma ve yeniden kurma hareketidir. Dikkatli olmuyorsunuz, kendi ellerinizi, kollarınızı vuruyorsunuz. Düşman nerede, siz nerede? En kötüsü de gelişmek istemiyorsunuz. Hep zavallıları ve çaresizleri oynuyorsunuz.

Devrim çok ciddi bir olaydır; siyaset ve askerlik çok ciddi olaylardır. Bunların kenarından bile geçmiyorsunuz. Tutkunuz yok. Önemli bir aşkınız yok. Bir sigaradan aldığınız keyfi, bir laklaktan aldığınız keyfi, altın değerinde olan askeri bir dersten, bir kişilikten alamıyorsunuz. Sizin çürümüşlüğünüz buradadır. O kadar küçük şeylerle uğraşıyorsunuz ki, kendinizi o kadar basit yaşam alışkanlıklarıyla meşgul ediyorsunuz ki, ben size altın değerinde kahramanca bir yaşam sunsam bile, bu size sıkıntı veriyor.

Neden böylesiniz? Nasıl büyük işleri amaçlayan, kendisine büyük bir iradeyi yakıştıran kişiler haline gelebilirsiniz diye çok düşünüyorum. Yaşamı ve dolayısıyla savaşı kendi içinizde bu kadar kilitlemişsiniz. Büyük tutkular o kadar dumura uğramış, yine kin ve intikam duygularınız o kadar çarpıtılmış ki, bakış gücünüz o kadar çarpıtılmış ki, size acımamak elde değil. Gerçekten benim işlerim çok zor. Ama bana acımıyorsunuz sanıyorum. Çünkü ben kendimi gerçekten yaşatabiliyorum. Öyle ahım-şahım olmasa da, doğru yaşama tarzım ileri. Sorun ben değilim; sorun ben olsaydım, kendimi lime lime edip yeniden yapardım. Zaten bunu çoktan yapıyorum.

Nereden bakılırsa bakılsın, biz önümüzdeki savaşı ya vereceğiz, ya vereceğiz! Ucuz ölümü kim kabul edebilir artık? Size acıyorum! Siz görünüşte genç, delikanlı insanlarsınız. Sizi nasıl ucuz kaybedelim? Buna inanıyor musunuz? Bu halinizle gücünüz neye yeter? Aslında ben çok konuşmak da istemiyorum. Ancak şu anda dünyanın en çok konuşan Önderi biçimine gelmişim. Çünkü anlama kabiliyetiniz çok sınırlı. Pratik yapmak isterdim, ama buna imkan yok. Çünkü pratik yapabilmek için öğrenmek gerekiyor. Benim pratik yapma imkanımı adeta durdurmuşsunuz. Her zaman söylediğim gibi, içinizde komutanlıkta iddialı olan herhangi biri var mı? Çoğu zavallı oğlu zavallı. Aslında mesele mevzilerin, imkanların kıtlığı değil. Çok ihtiraslı, davasının gereklerine göre büyük ihtirasları olan biri olsaydı, durum farklı olurdu. Çok imkan var, çokları bunu göremiyor bana göre.

Güney üzerine konuştum. Güneyde ordulaşma, düşmanı oldukça yenilgiye götürebilecek işleri planlama üzerinde çok durdum. Bütün bunların imkanları var. Ama en değme arkadaşlarımız bunları yaz-boz tahtasına çeviriyorlar. O kabiliyetleri yok. Aylar geçecek, eğer bizim müdahalelerimiz olmazsa, sonunu iyice getirecekler. Öyle sanıyorum ki, gönüllerinde bir fethetme durumları yok, tutkuları yok. Devrime inanıp inanmadıkları da aslında belli değil. Belki de devrim başlarına bela olmuş. Halbuki bu doğru değil.

Kişiliklerinize bakıyorum; gerçekten yırtıcı bir devrimci yok içinizde. Bize şu anda gerekli olan sayının çokluğu, kaba anlamda hamalvari çabalar değil. Bize gerekli olan; işini bilen, işlerinin üzerine amansızca yürüyen, işleri çok iyi yürüten, hem sonuç alan ve hem de düşmanı ödünü kopartan yürüyüşçüler ve yürüyüşün komutanlarıdır. Bu yok! Ben sorunu artık objektif şartlar, subjektif şartlar bağlamında görmüyorum. Devrim şu anda çok hazır olsa da, kişilikleriniz onu sonuca götürmeye yetmez. Çünkü çok aşırı hata yapılıyor, aşırı yetersizlik gösteriyorlar. Sanki hepsi benim babamın çiftliği için çalışıyor. Böyle başa bela olmuş bir devrimcilik tarzı!

Halbuki devrimcilik yaşamımızın biçimidir, kabul edeceğimiz tek yaşam tarzıdır. Hatta serbest bıraksak, çoğunun çok az şeyle yetinerek, “bu beladan kurtulalım” diyecekleri açık. Kafalarında sonuna kadar gitme fikri yok. Niçin sonuna kadar gidilmiyor? Çünkü aslında onu keskinleştirememişsiniz. Devrimcilik yaptığınızı veya devrimcilikten fazla anladığınızı da sanmıyorum. Çoğu kendi yanlışlıklarının, çoğu adeta düşmanın deyişiyle oyuna gelmişliğin kurbanı! Bu kişilikler büyüyemez, çok büyük ve kararlı bir yürüyüşün sahibi olamaz.

Yine de yaşamak istiyorsunuz. Benim de her zaman size verdiğim bir söz var: Ben dünyanın neresine gidersem gideyim, hangi ortama gidersem gideyim, kendi işlerim için yaşayabilirim. Şundan eminsiniz ki, nereye, hangi ortama gidersem gideyim, devrim için yaşarım. Ama siz aynı sözü bize veremiyorsunuz. En elverişli devrimci alanlara gidiyorsunuz, orada bile işlerin suyunu çıkarıyorsunuz, işlerin sonunu getiriyorsunuz ve kendinizi bitiriyorsunuz. Bahane de çok, “şu engel çıktı, şu benimle oynadı” diyorsunuz. Bunlar yanlış! Ben bu grubunuzun bile devrim işleri için yeterli olması gerektiğini düşünüyorum. Zaten böyle olmasa sizinle ilgilenmem. Bu grubun bir fetih grubu olmaması için hiçbir neden yok diye düşünüyorum. Böyle düşünmek zorundayım. Sizin buna karşılığınız ne oluyor? Aldığımız raporlar, büyük bir kesiminin yarı yolda çakılacağı biçimindedir. Öyle kudretli militanların çıkacağına dair işaretler az. Yazık! Böyle olmamalıydı.

Biz yaşamı fethediyoruz.

Düşmanı günlük olarak izliyorum. Sizin düşmanı izleme gücünüz de yok. Düşman kendinde öyle bir yaşam hakkı görüyor ki, benim her şeyimi elimden alıyor. Mutlak yaşama haklarımı, yaşama onurumu, yaşamamın bütün maddi ve manevi gerekçelerini elimden alıyor. Düşman tutkulu, akıllı ve vurucu. Sıra yaşamını kurtarması gerekenlere gelince ölgün, iddiasız, vurgusuz ve zavallı kalıyorsunuz. Ağzında bir lokma varsa, düşman bir yumruk indirir, ağzından alır. Ağzından lokmasını da çıkaracak kadar gevşemiş. Biz bu insana ne yapalım? Bunlar sizlersiniz, ben değilim. Şimdiye kadar kimse benim elimden değer kopartamadı. Dünya tanıktır ki, ben değer yaratıcısıyım. Benim elimden silah çıkmadı, ben silah biriktirdim; elimden boşa para çıkmadı, müthiş ilişkiler topladım. Bu ilişkileri parçalayıp dağıtan kim? Bu soruları kendinize hiç sormuyorsunuz. Çoğu arkadaşımıza göre bu sorunlarla hiç uğraşmamaları gerek. Mühim olan onların beylik keyfidir, ağalığıdır. Ağalık olur da böyle olmaz! Yanlış!

Aslında ben buna bir ideoloji bulmaya çalışıyorum. Bu neyin ideolojisidir, neyin kişiliğidir? Ben kendimi de çok akıllı sanmıyorum ama, en azından kaybetmeyen bir kişilik tarzı hakimdir. Herkes şahit, kolay kaybetmediğimi herkes biliyor. İmkanlarımız sınırlı diyemem. Hayır, şu anda geniş imkanlar verelim, yetkiler tanıyalım. Yine kaybedecek, beki daha da kötü olacak. Demek ki bu kişilik devrim yapamaz. Yani içindeki düşmanı mı desem, içindeki lümpen kişiliği mi desem aşamamış. Kendimize “biz işe yaramayız, fazla başarılı olmaya gelmeyiz, bize komutanlık lazım değil” desek, bu olmaz! Biraz bunu demeye getiriyorlar. O zaman işiniz bitmiştir. Bu alışkanlık yüzünden devrim yapamazsınız. Size yazık!

Bu, aslında iki yaşam tarzının çarpışmasıdır: Biri, kendiliğindenci, çoktan ölmüş-bitmiş, teslim olmuş veya sürüklenen bir yaşam tarzı; diğeri, bunun tam tersini bir yaşam olarak değerlendiren, en yeni düşünen, en yeni kopartan, en yeni kararlaştıran tarz! Budur aslında aramızdaki ilişki. Ben şunu kesinlikle normal göremiyorum; bunca silahı ve imkanı ortaya çıkardıktan sonra bu savaşın kaybedilmesini, bu savaşı ucuzca çarçur edecek tacizden öteye gitmeyen bir tarzla sınırlandırılmasını kabul edemem. İstediğiniz kadar gerekçe uydurun, benim hassasiyetlerim var. Benim hassasiyetim buna inanamaz, bunu kaldıramaz. İstediğiniz kadar kılıf uydurun, beni inandıramazsınız.

Artık şunu da anlamak gerekiyor; ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin! Yani ya bu savaşı doğru kavrar ve bu kişiliğe doğru gelirsiniz, ya da yok olup gidersiniz! Bu diyardan mı gidersiniz, bu ülkeden mi gidersiniz, adınızı mı silersiniz bu halkın içinden; bu sizin bileceğiniz iş! Ama bizimle yürümeye geliyorsanız, bu işin söylendiği ve yapıldığı gibi olması kaçınılmazdır. Ben imkansız da görmüyorum. Sizi zora sokan ve özellikle bu keyfiliğe götüren şey nedir bunu anlamak istiyorum. Niye iyi bir asker haline gelemiyorsunuz, niye hep zavallıları oynuyorsunuz?

İnsanoğlu hakkında şu yargıyı oluşturabilmek doğru olabilir mi; insanların büyük bir kısmı kölelik için yaratılmıştır, sömürülmek için vardır ve yücelemez. Hayır! Bu egemen sınıfların görüşüdür. Yıllardan beri sömürücü egemen sınıflar yalan-dolanla bunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Biz bunu aşmak için ilk adımları attık; ideoloji aslında bunun içindi, bütün eylemlerimiz bunun boşa çıkarılması içindi. Siz ise davranışlarınızla bunu doğrulamak istiyorsunuz. Ben dürüstlüğünüzden, kaba anlamda hamalvari çalışmanızdan dem vurmuyorum. Onlarda yamansınız, benden daha iyisiniz. Ama yalnız bununla zafere ulaşılmıyor, bununla kazanılmıyor. Neden şimdiye kadar bizi anlamadınız? Neden anlamaya yanaşmıyorsunuz? Anlamaya ihtiyacınız yoksa söyleyin. Çok iyi biliyor ve anlıyorsanız, o zaman bu pratik neyin nesi? Neden kusurlarınızı bu kadar ortaya döküyorsunuz? Anlamışsanız neden yapamıyorsunuz? O zaman kendinizi eğitin. Yalnız burada değil, gece-gündüz eğitin kendinizi. Yapmak için bu gerekiyor.

Ben şunu hiçbir zaman kabul edemem; “sen öyle yaşa, biz böyle yaşayalım”. Bu, düşmanın istediği önderliksiz yaşamdır. Keyfi yaşamın bu biçimi kölelere özgüdür. Düşman iradelidir, düşman merkezidir, düşman tek otorite ve kararlıdır. Ona karşı ancak tek idare ve tek kararla yaşayabilirsin. Keyfilik dediğiniz; kararsızlıktır. Herkesin kendine göre üslubu dediğiniz; dağınıklıktır, disiplinsizliktir, iradesizliktir ve sonuçta bir güce ulaşamaz.

Bunlar temel askeri yaklaşımlardır. Belki bunlar neyin nesi diyorsunuz ama, bunlar asker olmanın ABC’sidir. Siz asker olmak istiyorsunuz. Siz kesinlikle kendinizi bana asker diye dayattınız. Silahtan hoşlanıyorsunuz, ben daha askerliğin kenarından geçemiyorum. Ancak uzaktan, yani cephe gerisinden askerliğin bazı işleriyle uğraşıyorum. Askeri pozisyon bende size göre bin kat daha güçlü. Yine askeri tarza göre kendimi yaşama biraz hazırlamışım. Hassas mı hassas, uyanık mı uyanık, ölçülü mü ölçülü; çok az hata yapar. Taktikte çok az düşmanın oyununa gelir. Ama savaşın içinden gelen sizlere bakıyorum; her davranışınız kusurlu, her adımda bir kaybetme var. O zaman neden kendinizi beğeniyorsunuz?

Biliyorsunuz, düşman beni bir kişi olarak görüyor. Bunu ben abartmıyorum. Her gün reklam yapıyor; “o bela olmasa bu gençlerimiz iyi çocuklar” diyor. Hatta benim için “o şeytan” diyor. Bunları ben değil, faşist partinin başı size söylüyor. Demek ki burada kendi üzerinde düşünmesi gerekenler sizlersiniz. Ben düşmana karşı güçlülüğümü kanıtlamışım. Madem düşman benden bu kadar rahatsızdır veya düşmana zarar veriyorum, o zaman iyi savaşçıyım. Peki neden düşman sizden bu kadar razı? Hatta neden ucuz imhalarınızı kendi zaferi yapıyor? Ucuz ölmek, düşmana zafer imkanı hazırlamaktır. Can sizin de olsa ucuz ölmeyeceksiniz. Dikkat edin, içinizde ucuz ölmeyecek olan kaç kişi var? Yaşamını düşmana pahalıya ödettirecek kaç kişi var? Benim bütün marifetim ucuz ölmemektir. Aslında sizin gibi pek savaşmıyorum da. Ama ucuz ölmemenin yollarını buluyorum. Ömrümü her uzatışım düşmanı kahrediyor. Siz de biraz böyle olmalıydınız. Bazı şeyleri niye anlamıyorsunuz? Hani askeri olacaktınız? Asker olmak; düşmanı kahretmek demektir.

Düşman bir çırpıda nasıl kahredilir? Bir, günlük olarak düşmana müthiş vurmakla; iki, düşmana daha fazla vurabilmek için, halk savaşı esprisine göre uzun vadeli savaşçı kişilikler edinmekle. Bu ikisi de siz de yok. Kendinizi ne uzun vadeli olmaya ayarlayabiliyorsunuz, ne de günlük olarak vurabiliyorsunuz. Boşa çıkıyor kişiliğiniz. Bizde meşhur bir halk deyimi vardır; “adam olmak için öcünü alacaksın” derler. Yani birisi sana küfretmişse sen de edersin; biri sana tokat vurmuşsa sen de vurursun. Düşman insanlığımıza yönelmiş, varlığımıza yönelmiş; siz bu büyük darbeyi böyle sineye çektikten sonra, öç almak için gereken gücü ortaya çıkarmadıktan sonra, tersyüz edilmiş namus kavramını düzelterek söyleyeyim; siz bir namussuzsunuz! O zaman kaç para edersiniz? Böyle bir düşmana vurmasını bilmeyen namussuzdur! Kocakarı gibi dırdır edeceğinize vurmasını öğreneceksiniz. Vurmasını öğrenmek askerliğin özüdür.

Askerliğin en temel tanımı şudur; temel amaçlarda, bir halkın, bir sınıfın ve hatta cemaatin hayati tehlikeye düşmesi karşısında ve hayati değerleri elinden alınmak istendiği zaman, kendisine uzanan tehlike arz eden elin sahibinin elini kırmaktır. İşte askerlik, işte asker! Çoğunuzun gerçeğine bakalım; askerlik, en hayati amaçların ucuzca elinden alınması, dağıtılması ve parçalanması için bir bahanedir veya askerlik düzeyiniz adeta düşmana fırsat sunuyor. Komutanlık çizgisi, vuruş tarzı ve yaşam tarzı düşmanı yüreklendiriyor. Düşman, “ülkesine sahip çıkan bu hareketin militanlarının zayıflıklarını iyi vuracağım ve mutlaka sahip çıkacağım. Bu halkın ülkesine ve hayati çıkarlarına sahip çıkacağım, onları hayvanlar gibi kendim için kullanacağım” diyor. Bundan kim sorumludur? Bundan askeri durumunuz, askeri kişiliğinizin gelişmemesi sorumludur.

Siz bazı şeyleri derinliğine anlamamak için sarhoşları oynuyorsunuz. “Ben sarhoşum, fazla anlamaya gelmem” diyorsunuz. Anlamaya gelmezseniz asker olamazsınız. Kimdir size her gün ucuz kaybettirenler? Kaybetme, sarhoşluk tarzından ötürüdür. Her gün gelen haberlere, askeri faaliyeti yürütenlere bakın; ciddi bir görev belirlemesi yoktur, ciddi bir üslup ve tarzı yoktur. Gruplar kaybediliyor. Bu kararı siz de verebilirsiniz, yürüyenler siz de olabilirsiniz. Bizim gibi hem karar konusu, hem de kararı veren kişilersiniz. İkisi de birbirinden ağır sonuçlara yol açıyor. Öyle sanıyorum ki, aslında siz askerliğin temelde hangi anlama geldiğini hâlâ anlamış değilsiniz. Temel askeri kişilik sorunu kavranmış değil. Kendinizi aldatıyorsunuz. Lafta bilseniz de pratik yaşamınız, kişilik olarak kendinizi disipline etmeniz zayıftır. Karar ve irade olarak askeri çizgiyi tutturmada inanılmaz çelişkileriniz var. Kendinizi müthiş aldatıyorsunuz. Hemen ardından kendinizi partiye taşıtıyorsunuz. Buna fırsat vermemek gerekir. Ordulaşmanın ilk dersi budur.

Size söyleyeyim; içinizde oldukça iyi niyetli arkadaşlar çok. Bunlar gerçekten bir şeyler yapmak istiyorlar. Anlayın! Düzeltmeniz gereken öyle çok kişi ve ilişki var ki, öyle büyük mücadele vermeniz gereken konu var ki, bilmezseniz size yazık olur. Açık söyleyeyim; ben size acıyorum. Çünkü yapmayı bilmiyorsunuz. Aylar geçti, yüzde doksanı bile bu devreyi anlamadı. Sizin için başka ne yapayım? Büyümeyi amaçlamış bir insan ya fırtına gibi bir militan, ya da başa bela olur. Orta yol yok. Çoğunuz bana hayat sınavında başarısız kalmış ve iflas etmiş kişiliklerin çaresizliği içindesiniz gibi geliyorsunuz. Militan bunu kesinlikle kendisine yakıştıramaz. Militana yazık olur. Eğer siz askerleşmez ve bunca derslerimize rağmen anlamazsanız, size çok yazık olur.

Ayakta gezişiniz mezardaki halinizden daha kötüdür. Neden iyi bir asker olamadınız, neden iyi bir ordu kurmayı olamadınız? Buna üzülüp durmamak elde değil. Halk sizden kurtuluş bekliyor. Halk gerçekten “ordumuz” demek istiyor size, komutanlığınıza gerçekten pirim vermek istiyor. Bu kutsal beklentiyi boşa çıkarmamalısınız. Beni bile beğenmeyin. Ben bile sadece ahırları temizleyen birisiyim. Yoldaşlarımıza da söyledim; önderlik bazında olsun, militanlıkta olsun benden ne istiyorsanız, her an her şeyimi size katmaya hazırım. Ben bunun için burada yaşıyorum. Acaba siz ne istediğinizi biliyor musunuz?

Bana gerçekten düşmanın üzerine yürümesini bilen militanlar lazım. Lütfen bunu böyle bilin! Gece-gündüz sizinle tartışabilirim. Ama ikide bir ülkede yürüttüğünüz pratiği bana dayatmayın. Bu pratikten nefret ediyorum, büyük öfke duyuyorum. Ben sizi zorla pratiğe yürütmek istemiyorum. Ben, devrimcilerin büyük tutkusuna, iradelerine, görkemine inanan biriyim. Benim için askerlik çok şerefli bir çalışmadır. Benim için Önderlik yaşamın en sonuç alan kısmıdır. Bunlara bir yük gibi anlam veremezsiniz. Bunlara bu tarzda daraltıcı ve boşa çıkartıcı yaklaşamazsınız. Siz bu tanınmaz tarzınızı, bu kişiliklerinizi bana dayatmaya nasıl cesaret edebiliyorsunuz? Aylardır bu saflardasınız. Kendinizi nasıl bu kadar ucuz bıraktınız? Üslubunuzdan şikayet akıyor, zavallılık akıyor. Bunlar ayıptır! Benim dünya kadar işim var. Ben hiçbir gün hayıflanmadım, şikayet etmedim. Sizin ise, şikayet akmayan tek bir sözcüğünüz, tek bir cümleniz yok. Rahatlıkla da bunlar düşmana hizmettir diyorsunuz. Askerlikte buna yer yoktur.

Genç kızlar olarak askerlik istiyorsunuz. Askerlik eşittir; eşitlik ve özgürlüktür. Siz bununla çelişiyorsunuz. Belki bazı güzel şeyler istiyorsunuz ama, hangi kişilikle, hangi düşünce ve karar gücüyle? Saflarımızı ardına kadar kadın ordulaşmasına da açtık. Halbuki siz kadın köleliğinin etkilerini öyle yaşıyorsunuz ki, hazır orduyu bile boşa çıkarabilirsiniz. Bundan kim sorumlu? Bundan kendini iyi eğitemeyen, geleneksel kadın köleliğinin bütün özelliklerini yansıtan sizler sorumlusunuz. Sorumluluğu kendinizde göreceksiniz. İyi bir asker olmanın, işini bilen bir komutan olmanın gücünü, parti sayesinde, biraz da bizim sayemizde siz göstereceksiniz. Ama siz bir aile kızı gibi veya geleneksel bir kadın gibi yürüyüşle gidelim istiyorsunuz. Bu yakışmaz!

Sizlerle el sıkışmanın temel koşulu; katı özgürlük kararlısı, katı özgürlük eylemcisi olmaktır. Bunun dışında sizlerle konuşmak bile haramdır. Benim şartım budur. Kim bu özgürlük kararcısı ve eylemcisi değilse, kesinlikle bize yaklaşmamalıdır. Ayıptır! başkalarının malı-mülkü bir genç kızı veya kadını biz ne yapalım? Onun sahibi vardır, o başkalarının malıdır, mülkiyetidir. Düşünün; acaba bunu aşmış mısınız? Çok kısa süre içinde kendinizi ele veriyorsunuz.

Bunun için savaş gerekiyor, özgürlük iradesi savaşı! Bu olmadan hangi özgür yaşam ve kişilikten söz edilebilir? Bu savaşı ne kadar verdiniz? Bu savaşı kime karşı ve nasıl verdiniz? Bunu ne kadar başardınız? O zaman neden kendinizi kandırıyorsunuz? Aşiret usulü Kürt namus anlayışına göre sizlerle yaşamalıyız, sizlere sahip çıkmalıyız. Bu işin kendisi her türlü geriliği, bağımlılığı ve kaybedişi barındırır. Yürekleri bizimle büyük savaşa kalkamayanların, yüreklerimize katılmaya da hakları yoktur. Kendinizi aldatıyorsunuz. Yazık oluyor, neden kendinizi bu kadar kandırdınız? Neden kendinizi biraz ayağa kaldıramadınız?

Dikkat ederseniz, çok zavallısınız veya basit bir çok şeyle yetiniyorsunuz. Gerçekleriniz belki militanlık ölçülerinin yüzde beşini bile karşılayamaz. Bunun için eğitim gerekli, bunun için savaşçılık gerekli. Size karşı eşitliği ve özgürlüğü uyguluyoruz, ama bu gücü gösterecek misiniz? Ben cinsiyetler arasına fark koymuyorum ama, onun muazzam özgürlük sorunları var. Çözüm yolları bilince çıkarılmak durumunda ve yapılmak durumunda. Ona göre kendinizi mutlaka bir yerlere taşımak zorundasınız. “Parti beni böyle taşısın” veya “hamalca çalışırım, bir kadın da zaten bunu yapar, böyle yaşar” diyorsunuz. Alışkanlığınız hep böyledir. Bu özgürlük değildir. Bununla yaşam özgürleştirilemez, güzelleştirilemez. Zavallısınız ve zavallı da gidersiniz. Zaten çoğunuz da öylesiniz.

Ben size doğruları söylemek zorundayım. Artık bazı doğruları anlamalısınız. Birbirimize başka ne yapalım? Biz “deli” insanlarız, sizin gibi kimseler bize hiç yaklaşmamalı. Yırtıcı bir savaşçı olmayan, hele bu bir genç kızsa, bizim saflarımıza hiç yaklaşmamalı. Biz belki denetimi sürdürüyoruz, ama sizi yiyip yutarlar. Bana bakıp aldanmayın. Bizi fetişleştirmeyin, manevi değer gibi görmeyin. Biz günlük çabalarımızla idare ediyoruz sizleri. Başka özgür yaşamın yolu yok. Ağlamakla da bu iş halledilmez, geleneksel kadınlık olgularına baş vurmakla da halledilmez. Sizin de özgürlük savaşçısı olmanız gerekir. İnsan halinize bakıyor; yarınızı neredeyse evine göndermek istiyor. Bu da yakışmaz. Mesela o şikayet edenler, hal ve hareketlerine baktığımızda son derece zavallılık arz edenler nereye gönderilebilir? Göndersek bile ağırınıza gitmez mi?

Bize bağlısınız, öl desek belki ölürsünüz, ama bu bizim için hiçbir şey ifade etmez. Biz savaşmasını bilenler topluluğuyuz. Hem anlayan, hem hızlı yapanlar topluluğu, engel tanımayanlar topluluğu. Böyleyseniz birbirimizi götürebiliriz, yaşatabiliriz. Şunu demeye getiriyorum; sizin durumunuz da kadınlardan pek farklı değil. Ayrı ayrı hitap etmeye de gerek yok. Onlar sizden, siz onlardan betersiniz. Ben bunları söylemek zorunda değilim, ama pratiğiniz bunları söyletiyor. Bir asker, önderini böyle bir değerlendirmeye götürmez. Ben kendi Önderliğimden bile esef ediyorum. Neden? Ciddi bir Önderliğin böyle askerleri olur mu? Demek ki yetersizlik bendedir diyorum, onun için her gün kendimle dövüşüyorum. Halbuki beni de neredeyse son derece kutsal bir varlık gibi görüyorsunuz. Ama ben kendimi öyle görmüyorum. Bana kalsa, bu tutumunuz anlamadığı ve bilmediği Tanrıya yalvaran, onu kutsallaştıran köylünün tutumuna benziyor. Tutumunuz bu ideolojinin yansımasıdır.

Tüm bunları niçin söylüyorum? Dersiniz ordu dersi ve kurumlaşma. Sorumlu veya komutan arkadaşlarımız bunu söylediler. Kurumlaşma nedir diye düşünmeye başladım. Savaşı anlamışlar da sıra kurumlaşmaya mı gelmiş? Ordulaşma, yani örgüt düzeni; korkak adımlarla yürüme gücünü gösterme, uygun adımlar, örgütlü savaşçılık, keyfiyetin durduğu, iradelerin resmi askerleştiği, bu gücün gösterildiği noktaya gelmek demektir. Hemen hallerinize bakıyorum; kurumlaşmayı acaba ne kadar kaldırabilirler diye düşünüyorum? Ben kurumlaşmaktan zevk alırım. Görkemli bir ordu gibi yürümek bizim için altın değerindedir. En değme kurumlaşmalarımız, karargahlarımız var. Hepsine gidip bakın, düşmanın onda biri kadar disiplin yoktur, düzen yoktur, biçim yoktur. Gördünüz ve geldiniz. Niye bazı dersleri anlamaya çalışmıyoruz, neden iyi bir asker olmayı kendimize yakıştırmıyoruz?

İyi bir kurumlaşmayı oturtmak için doğru görüş, doğru görüşte inat, doğru görüşün uygulama ustalığı, onun sabrı, onun denetimi, gereklerinin sonuna kadar yerine getirilmesi, kendini sonuna kadar bunun için ayakta tutma olmalıdır. Bunu kim gösteriyor? Yok! Hepsi kaytarmacı! En değme karargahlar, yani kurumlarımız olması gereken yerde, kurum başlarının yaptığı, en temel işlerini nefere yaptırmak oluyor. Kurmay işini nefere devretmek; “yetkiyi al, o köyü hallet, git o eylemi yap” deniyor. Kurmay bu işte!.. Bir aşiret başkanı bile kendi aşiret üyelerini böyle kurumlaştırıp savaştırmamıştır. Ama bizde var. Karargahların hepsi sorumsuzluk merkezleridir. İçinizde böyle yapanlar da var.

Askerini kurumlaştıran, askerini kendi çizdiği plana göre yürüten tek bir komutan gösterin bana. Hepsi kaytarmacı, baştan savmacı! Ben burada sizi ciddi olarak kurumlaştırma gereği duymuyorum. Çünkü burada köklü bir kurumlaştırma imkanı yoktur. Kurumlaşmanın zemini burası değildir. Ama yine de dikkat edin, buradaki kurumlaşma düzeyi ülkenin sıcak savaşım alanlarındakinden daha disiplinli ve güçlüdür. Karargahlarımızın veya onların komutanlarının keyfiliği dillere destan olmuştur. Kaç tane karargah keyfilikten ötürü yüzlerce şahadete yol açmıştır? Kurum olsaydı, “bu dağda şöyle değil de böyle üslenilir, bir birlik şöyle değil de böyle mevzilenir, bu hazırlık şöyle değil de böyle yapılır” diyebilseydi, birkaç kişi bunu namusluca tartışabilseydi, aslında hiçbir sıkıntımız olmazdı. O zaman mükemmel kurumlaşır ve ordulaşırdık.

Sözüm ona komutan olan kişi, kurumlaşma gerçeğini iyi bir keyfilik alanı olarak düşünüyor. İşte ne oldum delisi, erken iktidar olma sevdalısı, bir günde paşalık heveslisi bu adam, muazzam bela kesiliyor, “keyfim ha keyfim” diyor. Bizim için bir takım, bir manga çok önemlidir. Biz bir mangayı ancak beş yüz düşmanı götürerek kaybedebiliriz. Örneğin, benim askeri tarzımda bir manganın feda edilmesi, ancak beş yüz düşmanın imha edilmesiyle ödeştirilirse kabul edilebilir. Ama bizimkinin ufku ve tarzında şu var; eline yetki geçirmiş, etrafındaki bütün kuvvet dağılır, ama düşman gitmiş mi, gitmemiş mi umurunda bile değil. Böyle sözüm ona kurum başları bizde çok.

Sizde böylesiniz, sizde böyle yaşadınız. Peki ben ciddiyetinize nasıl inanacağım? Kurum dersini, ordu dersini görüyorsunuz. Böyle yaşayan kim, ben mi böyle yaşıyorum? Kaldı ki yaşamayı bilmeyen kimdir? Size göre ne de olsa siz alışmışsınız. Böyle yaşamak kurum gerçeğine aykırıdır. Böyle yaşamayacaksınız, kurumlaşma burada başlar. Acaba size bunu anlatabiliyor muyum? Siz bir işe doğru başlayabilecek misiniz? Acaba taviz vermeden yürütebilecek misiniz? Alanlar var, bir yığın karargahımız var, başlatabilir miyiz? İçinizden iddialı bazı kurucular çıkabilir mi? Onun için nefes nefese buradasınız.

Bütün bunların da ötesinde, kanımca sizlerde başka şeyler de yok. Sizin ruhunuzu bile sorgulamak gerekiyor. Belki ruhunuz askerlikle terstir. Duygularınız ne? İçinizde büyük hissetme yok, büyük duyma, fırsatçılık, başarma tutkusu yok. Bunlar da olmadan ne kurumu, ne ordusundan söz edilebilir? Ben sorunu yanlış ele almamak için kendimi iyi değerlendirmeye çalışıyorum. Sizde bence daha başka bazı şeyler yok. Çünkü bu gerçeğinize baktığımızda, bir çok yanlarınız ordulaşmayı ve askerliği inkardır. Hatta bir tane iyi duygunuz olsaydı, belki bu bile başarıya götürebilirdi. Bu da yok.

Sık sık kendime soruyorum; bunlara ne gerekli diyorum. Beni sürükleyen temel duygu neydi? Acaba bunu paylaşan kaç kişi var? Raporlarınıza bakıyoruz; hemen söyleyeyim, dehşete düşüyorum. Bir insanı sürükleyen tek bir cümle bile yok raporlarınızda. Ama boşa çıkaracak ne kadar durum varsa hepsi sıralanmış. Bu bir protestoculuktur, bu bir tasfiyeciliktir. Yöntem baştan yanlış, kendiniz yanlışsınız veya yanlışa, boşa gidersiniz. Acı duyuyorum.

Ben size biraz kendi yaşamımı açtım. Beni sürükleyen şey neydi? Benim taktik yürüyüşüme yol açan nedir? Nasıl siyaset yapıyorum, iç ve dış dengelerim nedir, kritik durumlar karşısında nasıl tavır takınıyorum? Zorluklar ve kolaylıklar karşısında neye nasıl yöneliyorum? Aslında bunlar çok önemliydi ve bunları anlattım, ama siz bundan sonuç çıkaramadınız. Ruhunuz sarsılmadı bile. İşte Hz. Musa’nın lanetli kavmi buna denilebilir. Bu kaç yıl sürdü biliyor musunuz; birkaç bin yıl!

Lanetli bir sürece girdiğimizi biliyorsunuz. Binlerce yıllık ana topraklarından böyle kopartılanlar lanetli bir yürüyüşe başlamış demektir. Eğer ben bunun önünü alamazsam, belki de Afrika’nın zencisinden Yahudilerden daha utanmaz ve lanetlice savrulup gideceksiniz. Benim kıyamet koparmamın nedeni bunun önünü almak içindir. Ülkesini kolay bırakan, savaşı kolay kaybeder, hatta savaşmadan kaybeder. Gençliğinizi böyle kolay elden çıkarmanız gerçekten bize büyük acı veriyor. Ben bile kendimi iyi savaştırmadığıma hayıflanıyorum. Ve suç bende değil diyorum. Keşke birileri bana daha fazla savaşma imkanı verselerdi! Günlük olarak bu imkanları kendim elde ediyorum. Neden kafam böyle çalışıyor? Daha fazla savaşma imkanı elde edebilmek için. Boğazımı yırtıyorum, neden? Bu belki olanakları biraz daha artırır diye. Kendinize bakın; hazır olan elden gidiyor, fırsat gözlerine mertek olmuş giriyor, umurunda değil. Böyle asker olunamaz!

Dikkat ederseniz, temel askeri kişilik, duygu itibarıyla bile gelişmemiş. Taktik düzenlenişini, kurumlaşmasını bırakın, duygusunda ciddi eksiklikler var. Ben bir örgütsel imkanın peşinden amansız yürüyorum. Mesela kolay kaybetmemek için korkunç yürüyorum. Bana bunu dayatan duygular var. Nedir bu: Düşman karşısında kolay yenilgi alınmamalı, bir halk böyle kolay kaybetmemeli, bir halk böyle sürünmemeli. Sizde bu duygular fazla yok. Olsaydı böyle çaresiz kalır mıydınız, böyle subjektif niyetler ve keyfiyetlerle hareket eder miydiniz? Kesinlikle hayır! Böyle temel halk gerçekliğini gece-gündüz doğru yakalar ve onunla yaşarsanız, yine düşmanın acımasız gerçekliğini gece-gündüz yakalar ve onunla yaşarsanız, kolay hata yapmazsınız. İğne ucu kadar fırsatı görürseniz değerlendirirsiniz. Benim pratiğim bunu söylüyor.

İşte kurumlaşma söz konusu olduğunda, kurumlaşmayı bilmeyen kimdir? Kimdir engel teşkil eden? Kimdir ordulaşmaya, onun her türlü örgütlenmesine ve disiplin esaslarına gelmeyen? Bu bir çırpıda anlaşılır ve kimse de kolay kolay gereklerini yerine getirmezlik yapmaz. Niye kendimizi kandıralım? Bu iş büyük bir tutku işi, bu iş ya olur, ya olur işidir. Engel de ne demek, “saptırıldım, oyuna geldim” demek de ne demek! Bu kelimelerin kullanılması bile suçtur! Gerilla tarzını kavramamak da ne demek! Özellikle hayatını ortaya koyanlar için bunu söylüyorum. Belki benim gücüm buna yetmiyor? Zaten kendimi sizinki gibi bir komutanlığa yakıştırmıyorum. Ama madem ölümü bu kadar göze aldınız, madem silah da patlattınız, nerede kaldı bunun taktik esasları? Nasıl oldu bu kadar yanlışlık?

Devam edeceğiz; bu tartışmayı bıkmadan, usanmadan sürdürebilirim. Benim sizden tek istediğim şu: Acaba bu sefer anlayabilecek misiniz? Ama doğru anlamak, adam gibi anlamak! Hiç de birbirimizi idare etme sözlerine gerek yok. Kesinlikle yenmek için bize çok gerekli olduğu kadar anlamaktır. Başarılı yapmak için gerekli olduğu kadar anlamaktır. Bu kadar eksiğiniz ve yanlışınız varsa, onları ortadan kaldırmak için, gerektiği kadar anlamak, anlamak, anlamaktır!

REBER APO

16 Haziran 1995