HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

reber apo_27_mijdarAmansız Birbirine Eklenen Halkalar Sistemidir

PKK’nin kendisini resmen ilan edişinin 20. yılına girerken ortaya çıkardığı büyük gelişmelerle birlikte eski toplumun bütün lanetli, oldukça tehlikeli yaşam ve dolayısıyla savaş üzerindeki bozucu etkileri en çarpıcı bir biçimde devam etmektedir. Hatta en son düşmanın kendi ordusundaki durumu göstermek için götürdüğü gazetecilerin dile getirdiklerinden anlaşılıyor ki bizim çözümlemelerimizin bir orduyu halk içinde ve taktik tarzda, yaşamda ve savaş kurallarında büyüten, geliştiren ne varsa alıp uyguluyormuş. Tam tersine düşmanın eskiden içinde bulunduğu halk karşıtlığı, inançsızlığı ayriyeten kendi içindeki soğuk ve salt emirvari yöntemlere dayanan yaşam ve ilişki tarzı bize bulaşmış. Bizim öngördüklerimizi esas alırken kendisinin bütün olumsuzluklarını bize dayatıyor ve maalesef bunları siz yoğun bir biçimde yaşarken farkında olmayarak düşmanı böyle yaşatmaya cesaret edişinizi yorumlamak bizim için çıldırtıcı olmaktadır. Nasıl bu hale geldiniz, neden kendinizi bu durumda dayatıyorsunuz onu çözmeye çalışıyorum.

Düşman bile bizden bu kadar öğrenip uygularken sizin kalkıp da düşmanı taklit etmeniz yenilir yutulur bir şey değil. Nasıl hesap vereceksiniz? Tek kelimeyle izah etmekte güçlük çekiyorum. Gerçekten özgür insan olmanın bütün esaslarına karşı bir çelişkiyi dayatıyorsunuz. Bu tipik düşmüş kavimlerin, düşmüş toplulukların içinde bulunduğu durumu ifade ediyor. Temel insani değerlere kutsal, ilkesel ve yüceltici ruhu ve iradeyi büyüten yıkılmaz, kırılmaz kılan ne varsa onunla oynamayı korkunç bir alışkanlık haline getirmişsiniz. Son dönem dayatmalarınızın özü budur. Bütün önüne geçme çabalarımıza rağmen içinizdeki düşman adeta ahtapot gibi bir kolunu vuruyorsun diğer kolunu uzatıyor, bir türlü öldürülemiyor. Tıpkı kırkayağa benziyor, bir tanesini vuruyorsun ertesi gün yeni bir tanesi ürüyor. Basit yaşama, basit ölümlere o kadar alıştırılmışsınız ki ne bir dinde, ne bir felsefede bunun yerini bulmak mümkün değildir.

Halen sıradanlaşmayı, yaşamla oynamayı sanki normalmiş gibi vazgeçilmez bir kişilik özelliği olarak sürdürüp gidiyorsunuz. Bu ne cesaret? Tüm insani değerlere karşı mutlak bir imhanın yürüdüğü bir yerde, bir savaş ortamında neden yıllardır öğrenemiyor ve toparlanmayı bir türlü gerçekleştiremiyorsunuz. Toplum içindeki lanetliliği anladık, ama içimizdeki lanetliliği bundan daha tehlikeli konumlarda sürdürmek, bencilliğin bu biçimleri, neredeyse yoldaşına düşman olmayan bir tek kişi yok. O da şu nedenle; “benim yerim ne olacak” diyor, bu kadar benlik sevdası yaşıyor. Çok açık, bu benlik geliştirilecek olan bırakalım bir ordulaşmayı, bilmem bir özgürlük eylemini, kurtlar sürüsü bile böyle birbirini yemez. Size bütün bunlar basit gelebilir, ama çözümlemelerde ortaya çıktı ki, en benim diyen komutanınızın bile işi gücü düşmanlığı çok tehlikeli bir biçimde körüklemekten, bunun teori ve pratiğini derinleştirmekten başka bir şey yapmadığı halde, halen hak hukuk peşinde, halen ben ne olacağım, halen gözü doymaz bir biçimde değerlerin gaspı özlemindedir. İnsanin nefsi kirlenir, insanin ruhu kirlenir de bu kadar nasıl oluyor? Hem de komutanlık adın birazcık tedbir alsa, biraz vicdani, biraz imanı olsa kesinlikle ne bu kadar acılarımız, kayıplarımız olur, ne de yaşama karşı biz bu kadar tepkili hale geliriz.

Açıkla diyoruz; bu kimden kalma? Bahane arıyorsunuz. Nereden aldın bu terbiyeyi? Büyük namussuzluk içimizde kendini böyle yaşatıyor. Fitne, adeta yüreği karaçalı, diken gibi batmaktan başka hiçbir özelliği olmayan. Kendini içimizde yaşatmakta hak sahibi gibi görüyor. Çılgın mı bu adam? İnsan cahil olur, fukara olur da bu kadar olmaz. Diğer yanda sözüm ona dürüst aptallara, kölelere baktığımızda bu da tam bunun zemini. Bırak başarıyı kendi can kaygısını bile başaramıyor. Kendini yaşatmanın, çok rahat alınacak tedbirlerini almaktan vazgeçiyor. Hayret ettiğim o ki bizim en erken yaşlarda sorguladığımız yaşam gerçeğini, siz nasıl utanmadan halen yaşamaya cüret ediyorsunuz. Size lanetliliğin bütün baştan çıkarıcı etkilerini herhalde yedi yaşınızdan itibaren vermişler, sizi bu hale getirmişler. Dediğim gibi, psikolojide de söylenir; “insan yedisinde neyse yetmişinde de odur.” Bu çok acı bir durumdur.

Kendimi an be an çözümlüyorum. Doğru yaşamaya ulaşamazsam, bir fikir noksanlığını taşısam o gün kendimi bitiririm. Sizin her şeyiniz eksiklik, yanlışlık oluyor, sonsuza dek onunla yaşamak sizin için artik bir kader gibi. Bu ruhla veya bu ruhsuzlukla bu savaşımın içine girilemez. Yalnızca sıcak savaş cephesinden bahsetmiyorum. Hep açıklıyorum; bizim yaşamımız bütünüyle savaşmaktan ibarettir. Her şeyden önce fikrin esasi vardır, onu temel adlim. Ruhum da değil böyle dikenli, kara yüzlü olma, ruhum muazzam bir aydınlatma içindedir. En güzel duyguları ve bütün zulümleri yıkacak kadar bir iradeyi yakalamadıkça o gün kendimi yaşamış hissedemem. Siz bütün bunları bir tarafa itiyorsunuz. Bizi biz yapan veya esasta Partimizin tümüyle yükseliş gerekçesini siz tanınmaz hale getiriyorsunuz. Dediğim gibi, düşmanın bile uzaklaştığı tehlikeli yaşam, hatta savaş özelliklerini kendimize, halkımıza dayatıyorsunuz. İnanılmaz bir şey ama gerçek. Yalnız özel savaşla karşı karşıya değil, içinizde nasıl bu kadar etkili olmuş, nasıl kişiliğinizi bu kadar açık bıraktınız, şaşırmamak elde değil. Onun için ben söylemiştim, hep söyleyeceğim yanlış doğmuş, yanlış büyümüşsünüz. Keşke doğmamış olsaydınız. İnsan bu kadar yanlışlıklarla nasıl yaşamaya cesaret eder. Büyük suç, büyük hakaret yer yarılsa da insan içine girse.

Kısaca lanetli kavimlerin tehlikeli isyan dönemlerini çağrıştırıyorsunuz. Size normal gibi geliyor, ama olmaz. Siz bu PKK’nin kitabını anlamamışsınız. PKK’nin kutsallığı, iman düzeyi, PKK’nin taktik savaşı, günlük uğraşı düzeyini de anlamamışsınız. Bu belayı bir an önce ortadan kaldırmamız gerekiyor. Düşmanın kendisinin bu barbar özelliklerini, en pis kalıntılarını bu büyük yüce harekete dayatmak şurada kalsın, bir an önce kesinlikle atmak zorundasınız. Bu bir dayatma filan değil, bu laneti savunmanın hiçbir yönü olamaz. Serseriler de böyle olamaz. Ben bunun izahını ne bir kitapta, ne de toplumsal hiçbir gerçeklikte bulamıyorum. Bunun izahı şu: Devrimin yüceltici etkisiyle düşmanın gerçeğimizde özel savaştan da öteye, günlük insan vurma taktikleri değil de, yaşam alışkanlıklarındaki kıskacın altında siz bir şeyler temsil ediyorsunuz, karıştırmışsınız bir şeyler oluyor size. Ben hiçbir zaman yaşamı böyle ele alamam. Yani bu yaşıma gelmişim sizin gibi bir saniyemi bile asla yaşayamam. Bana göre yaşama en büyük hakaret bu tarzla ayakta kalmaktır. Düşünün, söyleminizden, yürüyüşünüzden halk rahatsız ve başarı değil, başarısızlık getiriyor. Bundan kendinizi sorumlu tutacaksınız. Bu parti hiçbir zaman bunu hak etmedi. Bu kadar acıya dayanabilen, direnebilen ve bu kadar mucizeden de öteye bir çabayla işleri bu noktaya getiren bizlere de, sizin bu dayatmalarınız en büyük hakareti ifade ediyor.

Gelişememek hakarettir, başaramamak hakarettir. En şirin bir yoldaş haline gelememek hakarettir. Siz çok tehlikeli bir gerçeklikte oynuyorsunuz. Ne kadar yüceltici kutsal yönleri olan bir çalışmayı ortaya koyuyorsak şu anda musallat olunan budur. Çok iyi biliyorsunuz ki düşman bırakılmış, bu değerlere musallat olmuşsunuz. Yetki savaşı, kariyer savaşı, komuta savaşı adi altında düşman ortada yok, değerlerin bozulması savaşı var. Bunları anlamak da istemiyorsunuz, işin en acı tarafı kendinize göre gündeminiz var ve kemirici kurtlar gibi hep onu yiyorsunuz. Bir nefsini ıslah etme, iradesini geliştirme, işleri güzelce yapma denilen olaya yaklaşmak istemiyorsunuz. En değme komutanımıza bakıyoruz, nasıl yoldaşlarının üzerine, keyfi iradesini dayatır, nasıl ölüme gönderir, nasıl hiç başarmadan o değerleri kendine mal eder, fikri-zikri bu ve birçok açık ortaya çıkıyor. Önce Partinin bütün yüceltici etkilerine karşı uzlaşıyorsunuz, en karşıtları dahil Partinin bütün yüceltici ideolojik ve örgütsel pratik hattı çiğnendikten sonra, onun kuralları bir tarafa atıldıktan sonra ikinci düzeyde sıra birbirlerinize karşı geliyor. Bu sefer kim kimi halt eder. Bütün hünerlerini birbirlerine karşı kullanıyorlar ve o da bittikten sonra, birisi bitip sözüm ona hakim olup, iktidar olduktan sonra, üçüncü aşamada sıra kendisine geliyor. Yani nasıl ölecek? Çok kötü bir ölümle kendisini noktalamak, böylece üç aşamada bitişi gerçekleştiriyorsunuz. İnanılmaz bir şey bakin pratiğinize hemen hepsinde ağır basan yön bu üç aşamada kendini gösteriyor.

Bütün bunları söyleyeceğim. Korkunç bir duvar oluşturmuşsunuz, çarpıp geri dönecek, ama bu bir gerçek. Ülkenizde nefes bile alamıyorsunuz, savaş birliklerinde bir, iki adim yol bile alamıyorsunuz. Bütün kayıplar son süreçlerde en basit bir yol yürüyüşünde adımların bile savaş kurallarına göre atılmadığını gösteriyor. Yaşamda hepsi öfkeli, konuşmalarımın ağırlıklı bir bölümü, yüzde doksanı küfürle geçiyor. Çünkü yetersizlikleri, yönetim bozukluklarını had safhaya vardırmışlar. Hatta düşman ordusuna bakıyorsun, generaller aynen şunu söylüyor; "eskiden bizde asık süratlilik hakimdi, şimdi erlerimizle sıcağı sıcağına ayni çadırda kalıyoruz” diyor. Halk içinde “eskiden bunlar PKK’lidir, düşman gibi üzerine gidiyorduk. Şimdi hepsinin ayağına kadar gidiyoruz, hepsi şu anda bizi istiyor, PKK’yi değil” diyor ve "gerilla taktiklerini, pusuları, gözetlemeyi nefes nefese araştırmayı biz yapıyoruz” diyor. Bizim bütün olumlu özelliklerimizin hepsini düşman ordusu şu anda kendisine mal etmiştir. Bizimkilerinde yaptığı serserilikten başka bir şey değildir. Halen şunu kanıtlamaya çalışıyorlar; başka türlü olmaz. Sen kimden öğrendin başka türlü olmazı? Sen bir defa kimsin, nesin, kaç paralıksın bunu ölç biç diyoruz, yok! Eline sözüm ona bir yetki geçirmiş, hepsi hikaye aslında, ondan da bir şey anladığı yok. En iddiasız yaşamı, en sıradan yaşamı yürütüyor. Ülkesinde hiçbir gözü yok. Kendi yoldaşının hiçbir kıymeti yok. Bir savaş kuralının disiplinlice uygulanmasında hiçbir iddiası yok. O zaman kendini ne yapacaksın? Sorarım size; bu kişilikle halen nasıl yaşıyorsunuz? Bunun kendisi bile insanlığa büyük hakarettir. Gelişememenin teorisini yapmak, bozgunculuğun teorisini yapmak bizdeki en tehlikeli düşmanlık değil mi? Bütün raporlarınıza bakin, hatta günlük duygu düşüncelerinize bakın, kemirmedir. Daha da derinliğine ele alınsa özellikle toplumsal olayımızdaki düşmanın bu aile, kabile, aşiret kişilikleri biçiminde körüklediği bin yıldır beyinin de, yüreğin de bin defa yaptığı ve birbirlerine karşı kışkırttığı bir defa değil, binlerce defa oluşturduğu kişiliğin hortlatılmasıdır.

Sen şuna saldıracaksın, buna saldıracaksın; ajanlıkta değil, sıradan bir işbirlikçilik olsaydı biz ona da razı olurduk. Ama sen şöyle soyuna ihanet edeceksin, sen şöyle yaşamı rezil edeceksin, çok kötü bir çirkinliği kendine çok güzel yakiştiracaksin, bin yerden bir birbirinizi yiyip tüketeceksiniz örgütlenmeden bahsetmiyorum, tabii siyaset filan da yok burada herşeyinle bir diken gibi batacaksın, işte "iyi Kürt sen busun, devam et işte". Bin yılların hikayesini böyle PKK’ye de bulaştırdınız. Ata ideolojisi ki işte en büyüğü de Barzani, diğerleri de kulları. Ben yalnız bunlarla savaşa savaşa buraya geldim, savaşımımı kendimi tanıdığım ilk günden bugüne kadar bu olumsuzluklara karşi vererek geldim. Tekrar tekrar vurgulayacağım sizin yanılgınız burada. Benim savaşımım nedir? İşte gördüğünüz gibi, şu anda büyük bir olay haline gelmişiz; bir iddia da değil, bir kitle hareketi, bir halk hareketiyiz. Şimdi ya bunu tanıyacaksınız, gereklerine uyacaksınız, ya da bu savaşımın nerede olursanız olun hedefi haline geleceksiniz. Biz atadan kalma yaşama müsaade etmeyiz. Biz bunu on yaşımızda karşımıza aldık. Şu anda sizin yaşadığınız bu tarzı ben on yaşımda yerle bir ettim, böyle büyüdüm. Sen yanlış büyümüşsen bana ne. Seni fitne fesat temelinde büyütmüşler, seni zavallılık, inkarcılık temelinde büyütmüşler, ruhsuzluk, çirkinlik biçiminde büyütülmüşsün.

Peygamberde hitap ettiğinde "bu cehaleti, cahilliği, münafıklığı terk edin" demişti. Bilindiği gibi kitaplarda var, okuyun, PKK’li olamıyorsanız hiç olmazsa dindar olun. İyi bir Hıristiyan da olsanız razıyım, iyi bir Müslüman da olsanız razıyım. Ama bu münafıklığa asla razı değilim. PKK dinin ki onun tüm olumlu özelliklerini esas almakla birlikte yetmediği, mevcut reel sosyalizminde yetmediği hatta onun üstünde yer alan bir harekettir. Onların varsa olumlu yönlerini alan ve birde kendinden bir şeyler katan bir harekettir. İncelemeyi neden durdurdunuz? Yıllar geçti, bakın ben tek başıma milyonlara öğretiyorum, halen bıkmadım. Siz kendinizi eğitemiyorsunuz. Peki, kimsiniz, hangi taifedensiniz? Eskiden hangi kabileden, aşirettensiniz, hangi kavimdensiniz derlerdi. Sınıfınız hangisi belli değil, ama bu sorular yakıcıdır.

Diğer bir kusur şurada; mal edilecek bir takım değerler yaratılmış şu anda bunları kemirme savaşı var ki dikkat edin şu anda paylaşılacak fazla bir şeyimiz yok açık söyleyeyim ben eskiden anamın yaptığı yemekleri bin kez özlüyorum. Bugün PKK’nin zenginliği deniliyor ancak mücadele için bir şeyler yeniyor yoksa tadı zevki yok. Sizin üzerinde paylaştığınız şeyler bana çocukluk günlerimin özlemlerini hatırlatıyor. Neden, çünkü bunlar kan değerleridir ve ancak büyük bir savaşçılıkla yenilip, yutulabilinir, başka türlü kan içmiş olursun. Bu kadar savaşmama rağmen ben halen kendimi doğru dürüst yaşatamıyorum. Bu kadar şehit, bu kadar yoksul halkın emekleri karşılığında yemeği bile fazla buluyorum, onun için midem çalışmıyor. Midem daha çok kabul edilebilecek basit şeylere çalışıyor. Fizyolojik bir olay bile bu kadar şartlanmış. Hele Önderlik adına yersiz bir tek söz söylemem, hele böyle büyük yanlışlıkları yapmam, kelime düzeyinde, adım düzeyinde bile mümkün değil. Birde kendinize bakın, o zaman dehşeti görün. Halen bunları biraz kendimde örgütleyip uyanık kılmasam, beni bitirebilecek bir biçimde dayatıyorsunuz. Neden sizin gibi, Kürt olayında ciddi bir kişilik çıkmıyor? Bu ruhla çıkmaz. Neden ünlü bir komutan çıkamıyor içinizde? İşte ünlü komutanınızı gördünüz, her gün seyredin çok güzel. Evet, sözüm ona en yamanı, kendini en çok beğeneni, işte ortada neden kendinizi sorgulamıyorsunuz? Sizi adam asker yerine bile koymuyor, “susuz götürüp susuz getiriyor.” Bizim genel bir korkumuz, etkimiz olmasa da sınırsız öldürmede dahil tasarrufatta bulunuyor. Kızları en genel düşmüş insanlardan daha kötü kullanmaya yelteniyor ve siz sadece hayranlık duyuyor seyrediyorsunuz. Peki, o zaman insanlığınızı nasıl savunacaksınız? Hani özgürlük savaşçısıydınız? Burada büyük bir gaflet ve yanılgı içinde olduğunuz çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmıştır. Demagoji yapmakla bilmem kendi kendini aldatmakla insan cevap olamaz.

Yiğitlik nedir günümüzde? Yiğitlik günümüzde; temel doğrudan, temel tutumdan taviz vermemek, onun cesaretini ve çabasını sürdürmektir. Tek bir yiğit insan çıkmıyor. Olgun, dirayetli ne yaptığını bilen ve biraz düşmanıyla savaşabilen. Söyleyin bakalım, kim var içinizde böyle. Birde yaşam, kadın-erkek, duygu falan diyorsunuz, Allahın zavallıları siz ayakta duracak halde değilsiniz. Ben böyle olsam kadınlığımı da, erkekliğimi de iki günde dinamitlerim, zaten ilk günden beri dinamitlemişim. Nefse bak! Zavallı düşmanın her türlü hakareti, ölüm tehlikesi altındadır, gözünün içine ölüm girmiş halen kendine göre yaşamaktan bahsediyor. Ben bunlara itiraz etmiyorum, günlük olarak karşınızda, ama ısrarla şunu dayatıyorsunuz: "Sen bırak" diyorsunuz, ben yine yalanı mı sana yutturayım? Ben bir doğru üzerine ne kadar göz gezdirdim bilmiyor musunuz? Beni hiç tanımıyor musunuz? Sersem adamlar, ancak fukara analar diyeceğim. Onları söz konusu etmemek lazım. Sizin öğrendiğiniz anaokulları başka okullar, sizi çok kötü kandırmışlar. Bizim öğrenme tarzımız farklı. Çok önemli bir  şeye karar verişinizin altını mutlaka eşeleyip bulmalısınız. Yoldaş olamıyorsunuz. Bırakalım yoldaş olmayı, böyle bir kemirme hareketidir sürüp gidiyor. Diğer geri kalanlar da dediğim gibi köle, iradesiz, en ufak bir şeyde çarpılıp gidiyor. Yiğit yok. İnsan biraz tartışma yürütürdü ve kendine çeki düzen verirdi. Nasıl yiğit insan olunur? Halkının yüreğine göre, yoldaşlarının yüreğine göre nasıl olunur,  içinizde bunu hiç kendine soran var mı?  Ben kendimi size dayatmıyorum, beni öyle beğenin filan da demiyorum. Ama benim kendime olan saygımın bir gerçeği olarak bu kadar ciddi olmamıza rağmen halen dikkat ederseniz, düşmanımın bile benim için saygılı olduğu çok iyi bilinir. Nereye gitsem ki hiçbir imkanla bir yere gitmiyorum gittiğim her yerde bir bakış açısıyla ve iğne ucu kadar bir fırsatı yakalarsam, bir çabayla gidiyorum. Bunun dışında benim hiçbir olanağım yok. Bir yetkiyle,  sizin gibi o çok taptığınız bir komutanlıkla,  hazır bir kuvvetle ben hiçbir yere gitmem. Benim şu ana kadar gidişlerim hep bir bakış açısı altında, bir çabayla bir şeyler yaratmak içindir. Açıktır ve gözlerinizin önündedir. Hanginiz böyle yapmayı esas alıyorsunuz? Bir güne hanginiz böyle başlamak istiyorsunuz? O zaman neden kendinizi beğeniyorsunuz? Diğer bir nokta, hiç mi yapacak sağlıklı bir işiniz yok? Gerçekten çoktan öldünüz mü? O bazı tarikat üyeleri var Amerika’da, toplu intihar yaparlar, eğer bakış açısında tamamen ölüm mevcutsa, toplu intiharlar gerçekleştirin. Nitekim bizde de bu kayıplar bir nevi toplu intihardır. Onun bir değeri vardır, ama böyle pespaye yaşamanın bir değeri yoktur.

Ben size intiharı öğütlemiyorum, ben size zapt edilemez yaşamı öğütlüyorum. Yaşamı erken yaşlarda istediğim gibi yaşamayacağımı anlayınca müthiş akıllanma, iradelenme yolunu tercih ettim. Bakın siz bu konuda gerçekten büyük bir duyarsızsınız. O yaşlarda bir baktım ki benim yaşam olanaklarım aile bünyesinde, köyde, toplumda çok sınırlı, hemen tespit ettim. Baktım ki, şunu bunu yardıma çağırmakla, şuna buna yaranmakla hiçbir yere varılmaz. Bunu gördükten sonra tümüyle kendime yüklendim ve öğreneceğim dedim. Ondan sonra toplumun iyi görmediğini yapmayacağım, ama ki toplumun da gidişatı iyi olmadığı için yeni bir yol arayacağım. Yıllarca bununla kendimi yaşattım. Herkesin yaşadığını durdurdum kendim için. O sizin yaptığınız halen gözümüzü bile çıkarmak istiyorsunuz ya ben en erken yaşlarda onları tuttum “dur” dedim. Mümkünse bir insana büyük değer vereceğim. Bütün bilim kitaplarında artık hangi dinde, felsefede olursa olsun öğrenilene göre iyi şeylere göre bizim için bir yaşam yolunun bulunup bulunamayacağını soruşturdum. Doğruları buldukça sağıma soluma söyledim. Onun için de pratikte iş yaptım.

İnsan canlısıyım. Doğrular temelinde her insanla bitmez tükenmez çabalarla birleşebilmeyi esas aldım.  Şu anda benim gücüm ne bu örgüt, bu ilişki arayışı ve ne de bu doğrularla. Ne ile derseniz: Dille, gerekirse milyonlarca tekrarlamayla. Yaşam savaşının böyle geliştiği açık, kendinize bakın,  sorgulamayı duyuyor musunuz? Tüm yanlış yollara girmişsiniz, bir "dur" demeye hareketiniz bile yok, kendinize ilişkin cesaretiniz yok. "Bazı temel doğrulara kendimi yatıracağım, şu yanlışı yapmayacağım, örgüt içinde yanlışlık yapılırsa da yapmayacağım" diyen var mı içinizde? En akıllısı da dahil, geçen gün artık şunu demekten kendimi kurtaramadım: “Bakın yeter, sizi dinleye dinleye yirmi beş yıl geçti, ya çekil git, ya da kafana kurşun sık bir daha benim karşıma böyle çıkma, bile bile başarısızlıklara yol açıyorsun, ne diye kem küm ediyorsun" dedim. Adam gibi görevlerine sahip çık, bir şeyler yap, yapamıyorsan git. Mülteci kampı var, git orada yaşa. Yücelik adına, komutanlık adına böyle durma diyorum.  Ölü mü, canlı mı bilemiyorum, ama elinden yine hiçbir şey gelmiyor. Yol yöntem gösteriyorum, savaş etrafında bu kadar kötülük yayan kişilik var diyorum, hakim ol. Aynı cümleyi okuyor, tekrar ediyor. İşte PKK’deki aşınım. PKK’de neden sağlam merkez olunamıyor? Neden zafere göz dikmiş bir komutan, bir birlik ortaya çıkmıyor işte izahı buralarda.

Esas kişiliğini, kimliğini ifade eden Haki’lerden tutalım, öldüklerinde bile kendilerini borçlu hisseden ve gerçekten o günün imkanlarına göre çok büyük başarı olmasa da,  yanlışlara değil katılmak tek bir sözcükle bile yoldaşını yormayan, zorlamayan ve hep etrafına gücü oranında bir şeyler verebilecek bu kişiliği temsil ediyorlardı. Şimdi halen mevcut olan bizim içimizdeki yönetim midir, kadro mudur, komutan mıdır, ne derseniz deyin. Ne öğretebiliyor, ne öğrenebiliyor. Sözü zehir zemberek, davranışları da imhaya götürüyor. Düşman bizden öğrenmiş, oldukça başarmış, bizim tarzımızı uyguluyor. Eğer bunu aşamazsak çok tehlikeli bir durum. Kesin söyleyeyim ki ben biraz dayanıyorum. Benden yirmi dört saat sonra öyle yaşayacağını hatta bir şey başaracağını sanan varsa kesinlikle biter. Kendinizi aldatmanıza hiç gerek yok. Hiç ertelemeksizin eğer içinizde yaşamak isteyen varsa mutlak bir düzeltmeyi bu nefsinize yedireceksiniz. Özgürce ve savaşla olacak. Nedeni şurada burada hiç aramayacaksınız, kendinizde arayacaksınız. Anlamadık, duymadık demeyin, bakın ben açık geliyorum. Her geliş ciddidir, burada ben nasıl adam gibi karşınıza çıkıyorsam sizde adam gibi karşımıza çıkma dürüstlüğünü göstermelisiniz, ama adam gibi. Şarlatan, kof, dediği hep yalan çıkan kişiliklerinizi görmek istemiyorum. Çaresizliği de görmek istemiyorum. Neden yanımıza geliyorsunuz, biz burada ayı mı oynatıyoruz? Çok tarihi, çok hayati konuları dünya alem tanıyor, neden siz hala tanımıyorsunuz? Ben doğruları size göstermiyorsam hepiniz benden daha güçlüsünüz, hepinizi eleştiriyorum, birleşin, karşıma çıkın.

Demek ki benim bir tane yanlışım sizin seksen tane doğrunuzdan daha güçlüdür. Demek ki doğruların gücü bu kadardır. Burada neden destan yazmıyorsunuz demiyorum.  Neden birden büyük,  yiğit kesilmiyorsunuz demiyorum. Hayır, bunu söz konusu etmiyorum. Benim söylediğim açıktır: Nefsine hâkimiyet, doğrulara hâkimiyet;  ister savaşta, ister yaşamda net olabilmek kadar yılmadan yapılması gerekeni yapmak. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceksiniz. Her yerde, her zaman gerektiğinde benimde yanlışlıklarım, yetersizliklerim olduğunda bana yönelik olarak görevinizin bu olduğunu çekinmeden yerine getirmelisiniz. Sanıyorum söyleminizin altında diğer bir önemli etken de şu; esasta yaşamak istememek veya düşmanın bin bozduğu yaşamı biraz yaşayalım demek. Sigara misali ile tekrar örneklendirmek istersek; "bırak şu dumanla kendimi biraz sarhoş edeyim, yaşam bu kadardır benim için!" diyorsunuz. Buna karar vereyim mi? Bunu onaylayayım mı? Çirkin de olsa köylüler bunu söyler, hiçbir şeyleri yok, hep "yarabbi şükür" derler. Harap, bitap haldedir, her zaman "iyiyim" der. Nasılsın, "sağ ol" der. Ortada ne iyilik var, ne sağlık var. Yalan bir söylemdir tutturup gidiyor. Şimdi siz bunu dayatmak istiyorsunuz ki ben kolay kolay aldanamam.

Kendimi çoktan doğru fikirlerle büyütmüşüm, üstün yaşam tarzıyla donatmışım. Siz anlamak da istemiyorsunuz. İşte kara cahiller veya diğer deyişle Ebucehiller tarihte böyledir. Çok ilginç, ne kadar birbirine benziyor. Binlerce yıl o yüceliş hareketleriyle cehalet veya geri çekilen hareketler arasındaki savaşımdır.  Sizi suçlamıyorum, sizin koşullarınız çok kötü. Yanlış dönemde doğmanız ve yanlış tarzda büyümeniz sizin büyük talihsizliğiniz. Açık söyleyeyim ben de anamla yıllarca uğraştım "neden beni doğurdun" diye. Taşlarla vura vura böyle intikamımı almak istiyordum. Çünkü bana göre bir çocuğa karşı bu büyük bir suçtu. Savaşımın en büyük gerekçesi, bu kabul edilemez yaşama karşıydı. Halen de dövüyorum. Dikkat edin, çekiç örsle vura vura bu yaşamı ister düşmanın şahsında, ister sizin iç gerilikleriniz şahsında ne hale getiriyorum. Halen de tatmin olmuş değilim, kinim öfkem daha da büyüdü. Kendi iradenize bakın. Daha bir şey yapamamışsınız. Hepsi yorgun argın, bıraksam bir yere ölüp gidecekler.

Tek başımaydım başladım, halen görüyorsunuz karşınızdayım. Ne kadar savaşmak istiyorum. Daracık bir mevzide olduğum halde her gün ne maharetler icat ederek savaşıyorum. Telesavaş diyelim dönemin tekniğini de biraz kullanarak telesavaşı nerelere taşırıyorum. Yani taktik hata yapmamak için çıkmıyorum. Yoksa bizzat hareketlenmeyle daha fazla gelişmeyi yol açacağıma eminim. Kemal Pirler beni yarım saat dinlemişlerdi ki, sene 1972'ydi, ilk defa birbirimizi görmüştük, Ben ayaktaydım, O da yatıyordu karşımda. Kıştı, soğuktu. O yatağın üstünde dinledi, ondan sonra bir karar verdi, gerçekten pir verdi ve tüm yaşamını da bir kahraman gibi yaşadı. Düşünün '72’de genel doğrular biçiminde birkaç şey söylüyorum; bu dönemde neredeyse her ay üç tane kitap değerinde değerli çözümlemeler yapıyoruz. Halen bir kulağınızdan girip girmediği de belli değil, diğerinden çıkması şurada kalsın.

 Tuhaf bir şey gelişen özel savaşım veya her savaşta böyle olmuş, bütün devrimlerde de olmuş: İslam, Fransız, Bolşevik devrimlerine baktığımızda da böyle şeyler var. Şu anda Bolşevik devriminin başına neler geldiğine bakın, korkunç, en hain sefiller mirası tepip tepip yiyor. Mafyalaşmaya bakın, korkunç, en hızlı zenginleşme şu anda Rusya’da. Amerikan kapitalizmi ile şu andaki Rus kapitalizmini mukayese edersek;  Amerikan kapitalizmi yedi suyla yıkanmıştır. En kara kapitalizm şu anda Ekim devriminin mirası üzerinde gerçekleştiriliyor. Fransız devrimi de öyleydi. Devrimin en büyük kahramanları Robespierreler gibi burjuvazi kendi diktasını kurmaya doğru gittiğinde, onun başını giyotine göndermekle işe başladı. İslam devriminde de öyle olmadı mı? Muaviye ve Yezid, İmam Ali ve İmam Hüseyin’in başını keserek bu saltanatı İslamiyet adına yükselttiler. Devrimlerin yanı başında böyle bir karşı devrim tehlikesi var.

Benim durumum biraz farklı. Ben kendime biraz hakimim. Tarihten ders çıkardığım gibi kendi pratiğime de çok duyarlı yaklaştığım için yüzlerce karşı devrimciyi ve onların küçücük kişiliklerini daha dogmadan beş paralık duruma getirdim. Yoksa PKK içindeki karşı devrimcilik hiçbir devrimci harekette yoktur. Hem yaygındır, hem amansız. Benim kendime ettiğim yeminler var, arkadan hançerlenmemek gibi. O yemin de ne demektir? Böylesi ihanetleri yememek için müthiş uyanıklık, duyarlılık, büyük hassaslıktır.  İçinizde aldanmayınız var mı? Bırak aldanmayı, aldatmayanınız var mı? İkide bir benim gücümü soruyorlar: Benim gücüm hassasiyetimden kaynaklanıyor, benim gücüm çok tedbirli olmamdan kaynaklanıyor. Tedbir nedir? Tedbir aslında şudur: Kendimi hep anlayış ve onun gerekleriyle duyarlı hale getirmek, götürmek, yatırmak, kaldırmak, konuşturmak, çalıştırmak bu.  Başka türlü önder yetişmez, başka türlü komutan olmaz. Siz kendinizi aldatıyorsunuz. Babanızdan öğrendiğiniz bazı yöntemler var, hatta bana göre köy muhtarlığı bile bu kadar ucuz elde edilemez. Durumunuz köy muhtarlığından da daha geri. Ne olacak haliniz? Tutarlı olacaksınız, duyarlı ve dürüst olacaksınız. Duyarlılığı, dürüstlüğü olan kişilikler sizin gibi asla olamaz ve kaybetmez de, bunu hep iddia ettim. Tek ihtiyaç duyulacak şey gün yüzünü görmek, nefes alıp vermektir, gerisi başarıdır.

Düşünüyorum,  ben halkın içine gireceğim de, bir dost, hatta beni sevmeyen birisi bile etkilenmeyecek. Şu anda bütün yöneticilerimiz geldi, ağa geldi, muhtar keşke muhtar gibi, ağa gibi de olsa en kof, en komik öleni dayatıyorlar. Belki çoğunuz "vay nedir bu savaşçılık, nedir bu başımıza gelen" diyorsunuz. Tabi, er meydanında böyle olur. Biz hiçbirinize rica ederek, gelin bizimle savaşın demedik. Ben size herkes yiğit olamaz demedim mi? Ama kendinizi öyle sanıyorsunuz.  Elbise ve silah oldu mu, geldi bizim gerilla! Kafanızı buna takmışsınız. Ben bile buna cesaret edemiyorum. Kolay mı sanıyorsunuz? Yönetim içinde öyle. Ben halen bir köylünün karşısına çıktığımda, neredeyse kalbim duracak. Ona gerçeğine göre doğruyu nasıl söyleyeceğim diyorum. Siz gidip yumruk gibi, nemrut gibi utanmadan, sıkılmadan adamın başına dikiliyorsunuz.  Böyle yönetim mi olur? Düşünün, bakin bu toplumumuzda kaç tane kahraman, çıkış yapacak adam var. Özel tedbirlerim olmasa hepsi neredeyse ağlayıp kendini yere atacak veya fitne fesat hareketini gırtlağına kadar körükleyecek. Çünkü elinden ancak o gelir. Bölücülük yap, ahbap çavuşluk yap, basittir, bu konuda sabaha kadar tutulmazsınız.

 Açık söylemeliyim şimdi bu işte ben sorumluyum, sorumluluklarımı gördüğünüz gibi temsil etmek ve gereklerini yerine getirmek zorundayım. Ben sizden korkayım mı, utanıp geri mi çekileyim? Sizin yaptığınız gibi büyük bir sorumsuzlukla mı karşılayayım olamaz mı? Siz peki nasıl geldiniz? Ben hiçbiriniz karşısında "zordayım, zavallıyım" diyor muyum? Askeri usullere göre, siyasal-ideolojik bütün yeterlilik düzeylerine göre karşınızda hazır değil miyim? Peki, siz neden bir kaç temel doğruda bile dayanamıyorsunuz? Gözlerinizden korkunç zavallılık okunuyor. Nereye giderse düşer ölür veya bela olur kalır. Hani büyük sözünüz? Zaten iddianız da çok zayıf.  Neyi başarabilirsiniz diye düşünüyorum da, fukara halkımızı hep göz önüne getiriyorum. Düşmanın alıştırdığı bazı şeyler var, şu anda ülkemizde bir kapıcılık var. En değme sözüm ona kendini ağa sanan, daha dünün geleneğine göre onurlu sayan birisi bir iş için görüyorsunuz ki beş, on bin kişi koşuyor. Hayret!  Tarihin hiçbir döneminde insanlar bu kadar işsiz değildiler. Anlayamıyorsunuz. Ben yolma da yoldum, pamuk da topladım, taş da taşıdım,  kısaca işle ilgili ve çok ciddi olarak önemli işlerdir, baktım ki yollar tıkalı, bir iş nasıl yaratılır meselesine kendimi verdim.

Bu devrimcilik nasıl başladı derseniz; yolmayı en temiz yolardım, babam işime hep bakardı, kusursuz bulurdu ve tarzım da müthiş fethediciydi. Bir köy koşullarında bile eksiksizdim,  ona rağmen biz bu işleri yetersiz gördük. Bu işlerle insanin kendini fazla uğraştırması tehlikeli olabilir dedim. Hatta en son üniversiteyi de bitirme noktasına geldim. Bir özelliğimiz şudur;  bir işi en iyi yaparım, yapabilecek düzeye gelirim. Sonra iş üzerinde düşünürüm, o iş yeterli mi, değil mi? Herhangi bir işe hakkını vermeden "sıkıldım, yapamıyorum" deyip kendimi koy vermem. İlginçtir, ama bu özelliğimi halen taşıyorum: Bir işe hakkini vermesem onu bırakmam. Korkunç bir inatla "ne zamana kadar bu işi tam iyi yapabilirim" noktasına getirdikten sonra, bu iş bu kadardır derim ve o işi bırakırım. Yeni ve daha sonuç alıcı iş lazım derim. Üniversiteyi de biz öyle bitirdik, dikkat edilirse günün ölçülerine göre herhalde en iyi işlerden birisini edinebilirdim. Olduğu gibi bıraktım.

Bir özellik, ama bakin çok önemli bir yanılgı veya kusurunuz var sanırım. Hiçbir işte dikiş tutturamıyorsunuz, ondan sonra Partiye geliyorsunuz. Bu yanlıştır. Diğer bütün işleri en iyi yapacaksınız ve ondan sonra,  "bunların hepsi yetersiz en güzel iş PKK’dedir" deyip geleceksiniz. PKK’ye yaklaşımınızı, katılımınızı kesinlikle böyle tarif edeceksiniz veya tanımı budur. Başka türlü katılımların hepsi yanlış. Toplum size altın gibi ne kadar iş de sunsa "hepsi benim için değersizdir" diyeceksiniz, ben böyle yaptım. Öyle yapmasaydım kusurlarımla PKK’lileşmeye başlardım. Yani elinden bir iş gelmiyor. Zaten toplum da bana onu söylüyordu. O köy koşullarında, hatta vilayet koşullarında bile belki dört, beş kişinin bile çıkamayacağı koşullarda, ben üstün bir iş imkanı yarattığımda köylülere “bakın, size bırakıyorum” dedim, "bu işi bıraktım" dedim. O zaman benim ciddiyetime inandılar. Diğer bütün işler de böyleydi,  askerlik işleri de böyle. Siz bu işleri kendi kendinize yaptığınızı mı sanıyorsunuz? Hayır, bir işi yapılabilinir düzeye getirdikten sonra size bırakıyorum. Bunları şunun için söylüyorum:  Siz halen bir işe doğru katılmayı da bilmiyorsunuz. Herhangi bir iş elinizden gelmezse, devrim işi elinizden hiç gelmez. Benim bulduğum devrim işi şu anda dünyada bile bir numaralı iştir. Gerçekten bir sihirdir adeta, bir kilittir bu iş ve etkisi de öyledir. Bunun özünde yatan nedir? İnsanın kendini en değerli iş konusunda çalıştırırsa, hiçbir tekniğin yapamayacağı, en verimli en güzel işi yapabilir. İşte ben bunu temsil ediyorum: Halk için düşünün,  müthiş zayıf, atomlarına kadar bölünmüş bir halkı örgütleme işi, işte birinci altın iş. İki imha sürecindedir, yani üzerinde bıçak sallanıyor, buna karşı savaş işi. İkinci altın iş, savaşı yapma işi. Üç, yaşam işi. Yani özgür, güzel yaşam işi. Güzel ve özgür yaşayanlar yalnız o yaşamın etkisiyle her türlü değerli düşünceyi ve eylemi kesinlikle vazgeçilmez bulurlar, hem de yaparlar. İşte altın işler. Kendinize bakın: "örgütlenme" diyorum kaçıyorsunuz; "eylem tarzı" diyorum, adeta "bin defa ölüme varız, doğru eylem adına yoğuz" diyorsunuz. "Güzel yaşam" diyorum aklıma bazı şeyler geliyor söylemeyeceğim "öyle yaşama hayır!" diyorsunuz. Olmaz!

Tüm bunları niçin söylüyorum? PKK’nin tarihine bir anlam veresiniz diye söylüyorum. Biz bu tarihi küçük göremeyiz. Biz bu tarihi hiç de sıradan karşılayamayız. Korkunç bir direnme tarihidir. Sanmıyorum, başka bir partinin tarihinde böyle direnmeler, böyle acılar, bu tarz dayanakları ve yürütülüşüyle bir örneği yoktur. Bunu anlaşılır kılmak istiyoruz, bunu anlamalısınız, dürüstçe, yeterlice anlamalısınız. Çünkü her şey burada gizli ve bu ülke için, bu halk için, hatta bu insanlık için tek doğru iş, tek önemli iştir. Varsa yiğitliğiniz, kendinizi kesinlikle bu işte biraz gösterebilmelisiniz. Bu kadar şehide verilen sözler var. Bunları ertelemeden,  bir değil binlercesine karşı kesinlikle kendimizde yaşatmanın sözüne sahip olmalıyız. Kimin haddine bu şehitleri çiğnemek, kimin haddine bunları unutmak! Bu değerlere ihanet edecek kadar kendimizden vazgeçmiş miyiz, gafil miyiz? Dikkat ederseniz bütün bunlarla hem sizi anlamak, tanımak istiyorum, hem de PKK’yi doğru anlatıp mümkünse kaynaşmanızı, bütünleşmenizi ertelemeksizin çünkü ertelenecek hiçbir saatimiz, günümüz yok bunları sağlamak istiyorum. Değer de veriyorum size, çünkü bize doğru gelebilmeniz değerli bir iştir. Teptiğiniz yollar var, geldiğiniz yerler var. Değerli kılmayı gerektiriyor. Bizzat yaşamlarınız var, değerli yaklaşımı gerektiriyor.

Şunda ısrarlı olmak zorundayım: Siz "bizde insanlık bitti, yiğitlik bitti, yaşam umudu bitti, güzellik bitti, zafer bitti" diyemezsiniz.  Bunu nasıl kabul edelim? Bu bitişlerin hikayesi gözlerinizden okunuyor. PKK’nin kaybettirilmek istenilen özü var, ben o tehlikeyi önlemek istiyorum. Bu kadar direnme, bu kadar şahadet, bu kadar eza ve cefaya katlanmak PKK’nin özelliği içindir, biz onu kesinlikle en kutsal değer, en yaşanılası değer olarak görüyoruz. Hepimiz buna göre onu yakalamak zorundayız. Hiç kimse hiçbir gerekçeyle ben buna ulaşamıyorum diyemez. Eğer "temsil edemiyorum" diyorsa o küstahtır, onun dilini kesmek gerekir. O sahtekarı bulup ortaya çıkaracağız, o ruhsuzu, o zavallıyı içimizden çıkarıp atacağız. Sanki hiçbir yaşam yolumuz yokmuş gibi kendini dayatır haliniz yüzünüzden okunuyor veya "bırak biz yanlışı dayatacağız" şeklinde bir tehdit de görüyorum. Ve her türlü çirkince yaşamaya da "evet" diyen hal hareketleriniz çok yaygın gözüküyor. Bunlara karşı durmak zorundayım. Savaşı sizin gibi anlamam.  Öyle "bir, iki Türk askerini vur", bana göre o savaşın en istenmeyen basit yanıdır. Asıl savaş dediğin ki, onu da bu yaşamın önünde engel teşkil ettiği için vuruyoruz, yoksa bir damla kan bile akıtmak istemeyiz engel olmasaydı veya yaşamımızı imha etmek istemeseydi, ben tek başıma bu kadar direnir, savaşı buraya kadar getirebilir miydim?  Savaş felsefeniz de bozuk, hiç yok denilebilir. Yaşam felsefenizin olmaması kadar, işte bizim kurnaz komutanlar nasıl yaşamlarını size dayattı gördünüz. Biraz kendini ölçen biçen ben olmasam beni de kandıracak. Zaten uzun süre kandırdı da. Bu neyi ifade eder? İşler halen tehlikede ve sizler ya derin bir gaflet içinde ya da bir aymazlık içindesiniz. Düşman ordusunun vazgeçtiği olumsuzlukları bu kadar yaşadığınıza göre; düşmanın kendini reformize ederek düzeltmesi imkan dahiline girmişken, sizin kontralaşma tehlikeniz boy veriyor. Bunun çok somut belirtileri fazlaca var.

 Demek ki bu Parti dersi son derece yakıcı. Kesin dürüst ve yeterlilik temelinde bu partiye yenilerin de, eskilerin de doğru bir temelde paylaşımı, katılımı gerekiyor. Zorlama yok, ama aldatma da olmamalı. Çoğunuz yeni geldiniz. Tabi yeni eski fark etmiyor. Eskiler yenilerden daha duyarsız, o açıdan çağrılarımızı da, güne katılımınızı da istisnasız gerekli görüyorum. Sizi anlamak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Ama siz de halk adına artık bizi anlamaya çalışın. Amerikalılar kadar bizi anlamaya çalışın, TC'nin subayları kadar anlamaya çalışın. Hatta bu gafletten kendinizi çıkaracak kadar anlamaya çalışın ki, biz verilen sözün sahibi olduğunuzu biraz bilerek yaşam planlarımıza yön verelim. Yani geçen devrelerde de ülkeye adam gönderdik. Bazılarının nasıl kaybedildiğini, nasıl kaybettirdiğini gördünüz. Gelenlerin şahsında da okudunuz ki, daralmışlar, hatta filmlerde de görüyorsunuz büzülmüşler. Böyle toprağa kök salma, gürleşmiş diye bir kişilik göremedim. Hatta şimdi çoğu açlık sınırında.

Ben buralara geldiğimde, elin memleketinde sıfırdan başladığımda diyeceksiniz halk yardım etti, herkesi sen yaratmadın diyebilirsiniz fakat ben olduğum için oldu. Ben olmasaydım binlerce kişi buralardan geldi, geçti neden bir şeyler yapamadılar? Bir sebep gerekli, o da benim. Hepiniz gezdiniz, benim gittiğim yerlerden daha verimli topraklara da gittiniz, var olanı kuruttunuz. Hatta hiç kimsenin bana vermediği desteği ben hepinize verdim. Bunları niçin söylüyoruz. O kendini aç bırakmaların, o kendini kurutmaların, o kendini öldürtmelerin bir kader olmadığını göstermek için söylüyorum. Buradan daha kuru yer var mı? Her yerde değer yaratılır da herhalde buralarda yaratmak en zorudur. Burada ne ülkenin havasını koklarsın, ne mağarasını, ne toprağını, ne bulutunu, ne yağmurunu göremezsin. Burada her şey başkalarınındır. Ama burada yaratıyoruz, işte yarattık. Ama tekrar arkadaşlarıma soruyorum "nasılsın"; biliyorum ki açlık sınırında, sefil, zavallı, titriyor, sırf benim karşımda ayakta olduğunu göstermek için "iyiyim" diyor. Halbuki iyilikten eser yok. Neden kendini o durumu düşürdün? Gafil, zavallı. Ben öyle değilim.  Her gün herkese bir şeyler veriyorum, o halen zenginliğim var. Kendinize de bir şey veremiyorsunuz. Neden? İşte bunun terbiyeyle çok sıkı bir ilişkisi vardır. Ben kendimi öyle terbiye ettim ki hep insanların karşısına çıktığımda önlerine onları ilgilendiren bir şey koyardım. Bir icat, bir oyun işte şimdiyse bu büyük bir savaştır. En üretken bir savaştır. Düşünün sizde bunun heyecanı bile yok, çok acı. Keşke paralı askerlikle olsaydı da sizi maaşa bağlasaydık. Sahte komutanın söylediği "yaşamı geliştirelim, delikanlıları everelim," keşke çözüm olsaydı, hemen bu yolla kendimizi sağlam kılsaydık. Keşke o birbirinize hediye ettiğiniz değerler var; yumuşak sözlerle bu işler yürüseydi. Olmuyor. Söylesem, yapsam hain olur veya olanda bir günde biter. Yani imkânsız olduğu için değil, onunla büyütülemeyeceği, onunla kazanılamayacağı için. Maaşa bağlanan bir adam, işte Barzani peşmergesini görüyorsunuz, o kadar olursunuz. Köylüleri görüyorsunuz, bir karısı, bir kocası için hangi halde olduklarını görüyorsunuz. Böyle yaşam bir işkence, ama gerçek. Başka türlü nasıl yapabiliriz siz söyleyin.

Sizin söyledikleriniz şu; "biz böyle tepkileri geliştireceğiz". Bir tarz icat ettiniz, son süreçlerde muazzam bir karşı tepki durumunda aç bırakıyorlar kendilerini, benden intikam alıyorlar. Heval senin eline para verildi hem de dolar cinsinden, yollar açık istediğini al ve ülkenin de her tarafında yemişler var, otlar, ağaçlarda her türlü yemişler var. Hatta sürü sürü koyunlar var, tuzlama yapsa hiç aç kalınamaz. Niye kendini aç bıraktın? Aslında intikam alıyor. Ben bunlara son zamanlarda bazı küfürlerle karşılık vermek istiyorum, bunun formülize edilir bir yanı yok. Diğer bir şey, daha düşmana kaptırmadığı bir şey yok. Yüz binlerce mermi, çok önemli rol oynayabilecek silah ve yiyeceklerin hepsini kaptırıyor. Hatta yoldaşlarını, o gencecik insanları, ana kuzularını ölüme terk ediyorlar. Kader midir bunlar? Bir doğru taktik verilse hiçbirisine bir şey olmayacak. Gel de buna "deyyus", "aşağılık, tehlikeli adam" deme. Yani kötü niyetten mi yapıyor, hayır. Zamanında eğitime inanmamış, bir gerilla nasıl yaratılır, bir gerilla dağda nasıl yaşar, bu soruları kendine sormadığı gibi babasından köylülüğü öğrenmiş, köy çadırı nasıl kurulur, köy ilişkisi nasıl olur. Bu yöntemle adam olsaydı başta baban adam olurdu.

 Bir de en son işlediğiniz duygular, sevdalar meseleniz var, bu da işin tiridi oluyor. Her şeyi yaptığınız gibi tiride koymazsanız zevki olmaz. Bu alana da girdik mi, hassas alanlardan olduğu için her şeyin bitirilişinin daniskası oluyor. Son halka bu. Zaten Kürdün en son kendini bitirdiği nokta ve bunu bizde de tamamlamak istiyorsunuz. Zavallı adam, savaşta iflas ediyor, güç olmada iflas ediyor; ondan sonra kızları ben fazla suçlamıyorum, suçlanması gereken erkeklerdir, hakimiyet, irade sözüm ona güç konumu onda çünkü gözünü ona dikiyor. Düşmana karşı iktidar olamamış, geriliklere karşı iktidar olamamış, zavallı kıza karşı iktidar olmak istiyor. En büyük ayıp bu değil mi? Bak bu yönümle de kendimi iki cümleyle tanıtabilirim. Halen bu kadar çabalamalarıma rağmen belli bir iktidar gücü oluşmuş,  bütün emperyalizme karşı söz söyleyecek gücüm var, benden oldukça çekiniyorlar ama halen benim sizin yaptığınız gibi kendimi zayıf insanlara, bu savaşçılara, hele bu kızlara karşı bir iktidar güç gibi göstermek düşkünlüğünü yapmıyorum. Ne kadar büyük farkımız var değil mi? Ayıp diyorum, zayıf insanlara karşı insan kendini güçlü gösterir mi? Ama şu anda komutanlarımızın hızını kesemiyoruz. Bazıları da uyuşuk. Ya yaşamdan vazgeçeriz, ya canavar kesiliriz. Ayıp olan burası. Sen yaşamı kazanmadın ki veya neden ölümü esas alıyorsun ki, ölüm düşmanın sana yüzyıllardır dayattığıdır, biraz diren. Neden yenildikten sonra kadına veya düşkünlüğe koşuyorsunuz. Başararak koş. Dikkat edin, ilişkilerinizin özünde yatan yenilginin başladığı yerde, örgütün bittiği yerde güdüleriniz, en ilkel duygularınız kabarıyor. Halbuki tersi olmalıydı. Zafere doğru tırmandığınızda, ama gerçekten düşmanı yenmeye doğru gittiğinizde duyguların büyüğü gelişmeliydi. Doğrusu bu değil mi? Aşkın doğru tanımı budur. Özgürlük tutkusu hep böyle izah edilir. Ama siz hep tersine çeviriyorsunuz. Adına da kadın-erkek ilişkisi diye her gün şarlatanlık yapıyorsunuz. Bir türlü kendinizi bize doğru tanıtmak istemiyorsunuz. Yapmayın, ayıptır.

Sosyal dersler, sosyal yaşam diye bir kavram icat edilmiş. Sosyal yaşamı elli sefer tarif ettim. Bizim tarif ettiğimizin tersini dayatıyorlar. "Sosyal yaşamın bir anlam ifade edebilmesi için çok önemli siyasal ve askeri esaslara bağlanmak zorundayız" dedik. Örnek olarak kendi yaşamımı da gösterdim. Amansız bir örgütsellik ve siyasallıkla birleştirmeseydim, sosyal yaşam diye bir yaşam zaten yoktu. Halen de öyle. Bunlar çok açık, hepsini kanıtladık. Duygularınız son derece köreltici, müthiş güçten düşürür. Bu büyük bir hakaret. Nasıl cesaret ediyorsunuz şaşmamak elde değil. Ben bu yaşa geldim, halen güçlendiren ilişki, kadınlar konusunda bu kadar güçlendirmeyi daha çok yetersiz buluyorum. Bizimkiler buna karşılar. "Başını kaldıran kadın canavardır" diyor. Ünlü komutana bakın hele iradesi bitmiş, dört dörtlük teslim olan kadını bekliyor veya iliklerinden boşanırcasına bireyciliğe batmış ilişkiler istiyor. Ne kadar büyük bir ayıp! En kötüsü de sizin ruhlarınız buna alışmış. Yani serbest kalsanız hepiniz böyle olacaksınız. Aşka ne kadar büyük bir hakarettir bu. İnsana ne kadar büyük bir hakarettir. Bunda güzellik ilkesinden eser yok, güzel diyebileceğimiz kavramlarla ifade edilecek hiçbir şey yok. İşte böyle akıl hocaları türemiş ve gözü kara uygulayıcılar var içinizde. Aşık olmak kolay mı, ben bunu size açmadım mı? Açtım, çözdüm. Oldukça bilimsel olarak da izah ettim. Şu anda bu güçlü tarifi başka bir psikologun veya bir sosyologun yapacağını sanmıyorum. Güç yok sizde, güçsüz olanlar aşkla ne bağlantı kurabilir? En aşık olunamayacak kişilikler sizsiniz. Aşk zaten kişiliğinizde çoktan beri ölmüştür ve onun yerine ne kalmıştır biliyor musunuz? Afrika yerlileri, onlar çok güzel insanlar, bu geri düzeydeki ilişkileri bile bana çok anlamlı gelir. Ama sizinkiler bir karabatak gibi.

 Nedenleri var, tarih boyunca, sömürgecilikten ötürüdür, bunları anlamak zorundasınız. "Canım duygu istiyor" diyorsun, ne duygusu, duygu diye bir şey kalmamış sizde. Bu savaşın diğer önemli bir amacı da aşkı gerçekleştirmektir dedim ve şöyle dediler: Önderlik de böyle yapıyormuş veya böyle söylemiş vb. her şey ortada. Bu zavallı kızlara fiziki olarak ayakları üzerinde yürüme gücü vermek için bile kırk yıldır hazırlık yapıyoruz. Bir tanesini ya o, ya sen birbirinizin eline geçtiğinde ne yaparsınız. İki hafta yok, iki hafta da değil, belki de yirmi dört saat ne ruhi, ne fiziki bir yanı kalır. Ondan sonra bizim adam hoşaf gibi zaten dökülür. Hoşaf olmuştur zaten,  bizim aşığın içine düştüğü son durum bu. Seven adam, aşık olan böyle yapar mı? Bunları anlayacaksınız. Anlamadan sizi gebertirim. Anlayacaksınız, yaşayacaksınız. Biz öyle bildiğiniz gibi Hasso, Hüssolardan değiliz. Sinekli Hasso değilim ben, anlayacaksınız beni. Hiçbir erkek ve hiçbir kız bizi baştan çıkaramaz. Yanımıza gelenler göğe yükselme gereğini esas alırlar. Düşmeymiş, düşürmeymiş şurada kalsın, göklere uçmaktan bahsediyorum. Biz bunları kanıtlamışız. Biz hiç karşı değiliz aşklarınıza, duygularınıza, ama göklere uçuruyor mu orası önemli. Ama doğrultusu öyle değil, ondan sonra hemen uçtunuz, "yere çarpıldım, parçalandım" demeyeceksiniz.

Ben kendime fazla pay biçmiyorum veya her şeyi yarattım demiyorum, ama sağlıklı aşkın yolunu da açtığıma inanıyorum. İnceleyin, duyarlı bir biçimde inceleyin. Ben akıllı adamım, gerçekten bir şeyler yapıyorum ama siz onu mahvediyorsunuz. O sizin duygulandığınız bütün erkekler ve kızları gerçekten ben yarattım, farkında değilsiniz, ama halen onlara yaşamı öğretmeye çalışıyoruz. Yani düşünün fiziki, ruhi, bütün cinsel yanlar kusurlu, özürlü, onları muazzam düzeltmekle uğraşıyorum. Bunlar olmadan önemli duygular gelişebilir mi? Babadan anadan bellediğiniz bir sanat var; "kim kimi nasıl kandırdı". Zavallı hatırlıyorum '90’larda diyorlardı; "biz birbirlerimizin gözüne bakarız, ne demek istediğimizi anlarız!". Bu karasevda tarzı iyi ki buna kendimizi kapattık. Kapatmasak, benden de beş metelik değer çıkmazdı. Sonra ajanvari baktı, ajan olmayan da yok bizde. Sevdalandın mı bitti. Fazla kendimi abartmayayım ama herhalde oldukça etkilenen bir insanım, fakat halen kendimi temkinli yürütüyorum. Bütün insanlarla ilişkilerde sonuna kadar yüreğim çok duyarlı, insanlara verdiğim değeri sanmıyorum başka bir örnekte bu kadar gelişkinini bulabilirsiniz. Ama yine "ya şöyle olursa", tedbirli olacaksın, öyle olursan belki büyüdükçe büyürsün, belki kolay düşmezsin. Siz hemen yaltaklanıyorsunuz, serbest bıraksak burada kadın erkek boyutunda tabi birbirini aldatmayan adam kalmayacak. İdeolojiymiş, politikaymış,  örgütmüş bir çırpıda "bunlar bir tarafa, bizim fiskoslarımız bir tarafa" dersiniz. Tabi her şey kaybediliyor, dikkat edin ordu da gidiyor, yaşam da gidiyor, aşk da gidiyor. Şimdi bana "senin bu söylediklerin çok zorluyor" diyeceksiniz. Düşman senin için ne yapıyor, düşman sana kimliğine, kişiliğine göre, yüceliğe göre metelik kadar değer veriyor mu? Sorunu ben yaratmıyorum, sadece sorunun aşılmasının gerekçelerini yaratıyorum. Yaşamı kurtarma, yaşama saygı, güzelliğe davet, bunlar çok önemli değil mi? Kuşlar bile yuva yaptıkları yerde, en emin yerde, en azından yılanla insan elinin değmeyeceği yerde, bir emniyet anlayışıyla yuva geliştirirler. Kendinize bakın, düşman elini uzatsa gırtlağınızda. Neymiş, duygusallıklar gelişiyormuş. Hayret ediyorum kuşlara bakın öğrenemediniz mi, düşünün. İnsanoğlu düşünme, ya da gelişme yasalarına ters düştü mü kuştan daha beyinsiz oluyor. Kuş beyinli denilir ya tam da bizimkilere göre. Hatta kuşa hakarettir, kuşların beyni güzeldir, bundan daha da geri oluyor.

Yaşamı seveceksiniz, bunları söylerken kimse size yaşamdan, büyük duygulardan vazgeçin demiyor, tam tersine yaşamın bütün diyalektiğini, felsefik yönlerinden tutalım, estetik yönlerine kadar öğrenin diyorum. Öğrenin gelin. Öyle köylü kurnazlığıyla olmuyor. Eğer köylü kurnazlığıyla işler başarılsaydı biz dünyanın en önünde olurduk ve en görkemli aşıklar da orada ortaya çıkardı. Olur mu böyle şeyler? Bakıyorum bu dersler işinize gelmiyor, derslerin şahı böyledir işte. PKK’nin ideolojik, savaş dersleri hep bu temeldedir. Öyle bir tarz icat etmişsiniz ki, yaşamdan kopmuş, tükenmiş, demin de vurguladığım gibi, önce örgütü, sonra birbirini, sonra kendini tüketme tarzını ortadan kaldıracağız. Ben insanlar için bunun doğal olduğuna inanmıyorum, insanlıkta ısrar kesindir.

Umarım Partimizin resmen değerlendirilmeye çalışıldığı bu yirminci yaş yılına girişi ve en önemlisi de, daha da çarpıcı olanı düşmanın fark ettiği olumlu özelliklerimize sahip çıkıp, kendi olumsuz özelliklerini bize dayatıcı yanlarına karşı kesin yetkin bir savaşı vermede ve bunu hem kalıcı, hem kesin kılmada sadece karar değil, an be an yeterli bir çaba içindesiniz. Öncelikle bu tehlikeyi böyle aşma gücünü göstereceğiz. Onla birlikte tarihimizin çok müthiş direnme, başarma yanları var, onları yine aynı kesin kararlılıkla ve yetkin çabayla kendinize mal etme tutarlılığını göstereceksiniz. Özgür yaşam konusunda sağladığımız bir gelişme var, bu gelişmeyi hem çarpıcı bir biçimde ki en cansızı bile dirilişe çeker, ona yüksek değer biçeceksiniz, ilgi göstereceksiniz. Özellikleri var. Hem tanımlayacak, hem de kendinizi o temelde yaşamsallaştıracaksınız ve biz Partimizin bu yirminci görkemli final yılını bütün bu doğrulara yaraşır temelde karşılayacağız. Aksi halde kararlılığın tersine olan yanları aşılamazsa yirminci yıla girerken etkili olursa, biz bu Partiye ihanet etmiş oluruz ve Parti elimizden kayar gider, tehlikesi bu kadar büyük.

 İlk defa tarihimizde onurlu bir yaşamın eteğinden tutuyoruz. Bırakmamacasına kesinlikle ona sahip çıkabilmeli, sonuna kadar bunun için sorumluluk, ciddiyet göstermeliyiz. Her insanin eksikliği var, benim de dolu, ama herhalde yaşadıkça çabayla bunları da hem düzeltiyoruz, hem de aşıyoruz. Açık söylemeliyim ki hepinizden de çok zayıf olan birisiyim. Başlarken de, günümüze kadar da, ama bir farkım var ki yaşamaya karar verdikten sonra gereklerini yerine getirme tutarlılığı gösterme, inançla, dürüstlükle, sürekli elinden gelebilecek çabalara esirgemeksizin gösterdim. Kesin söyleyeyim ki ben de fark sürekliliktir,  halka üzerine halka eklemektir, "bununla kendim varsam varım" demektedir. Sizin hatalarınız, sürekliliği çok kesiyorsunuz, halkalar çok kopuk. Altın değerinde bir halka da olsanız, diğerlerinden kopuk olduğu için yere dökülüyorsunuz. Devrimin arabası sağlam zincirle ancak ileri çekilebilir. Sizde bütün halkalar kopuk olduğu için zincir bile olamıyorsunuz. Bırakalım sağlam bir zincir, yoğunlaşamama, halka üstüne halka ekleyememe, sizi böyle kopuk kopuk halkalar biçiminde şuraya buraya savuruyor ve dişe dokunur bir şey bırakmıyor. İşte bunu aşalım diyorum. Yaşam üzerine yoğunlaşmayı sürekli sağlayacak bir biçimde kesinleştireceğiz.

 Burada kayıplarımız o kadar önemli değil, biri gider on tane halka hazırdır, eklenir. PKK tarihi yenilmezlik tarihidir,  peş peşe, amansız ve fazlasıyla eklenen halkalar sisteminden ileri gelir. Belki incelemeyi bilmiyorsunuz, açın bakin kitabına böyle olduğunu görürsünüz. Eğer böyle olursanız her alanda sağlam yoldaşlıklarla ilerleyeceğiz. Akşam vurguladım, birisi kitap yazmış bizim için “Cumhuriyet” diyor. Sadece biz cumhuriyet değil, yani ekonomik, toplumsal, askeri bütün yönleri de böyle planlamış ve kendisine uygulatan bir otoritenin ta kendisiyiz. Klasik anlamda salt bir Parti değiliz, onu demek istiyorum. İlginç bir önderlik tarzıdır, bu da benim karakaşım kara gözüm değil, aslında bir müessese, bir kurumdur. Ben olsam da, olmasam da bu biraz devam edecek. Nedir?  İşte daha şimdiden mevcut devletlerden daha etkili bir olaydır. PKK’yi bir de böyle tanımlayacaksınız. Yani devlet düzeninden daha çok kendine göre bir iş düzeni var, ilkeleri ve pratikleri var. Yeni yaşamı ve onun savaşımı var. Hepsi iç içe aynı bir devlet sistemi gibi. Hatta ben bu devletleri fosilleşmiş buluyorum, dinozor devletler diyorum. Yeni devlet bizimkidir, ama öğreneceksiniz. Biraz gerçekleşmişiz, gerçekleştirdik, daha fazlasını içini de, dışını da veya kuralını da, doldurmasını da biliriz. Büyük, eşsiz bir çabadır, ne kadar güzel bir çabadır, ama önce anlamak, duymak gerekir.

 PKK’de biraz gerçekleşen insanlık iddialarından tutalım, bir insanın bütün kaybettiklerini bulmak kadar, neden ilgi bu kadar yüksek, bu nedenle insanlığın yitirdiği emellerinin halen temsil ettiği yer deniliyor. İnsanın yüce duygularının, bulunacağı yer diye halen ilgi var aslında. Bu bir parti değil yalnız dikkat edilirse bu bir yaşam arayışı bu yeni bir toplum arayışı ve hepsi içinde az çok bulunuyor. PKK'yi derinliğine anlamaya çelişeceksin. Ordu çalışmaları bunun küçük bir parçasıdır, diğer yönleri de çok önemlidir. Hepsi de bütünleyici, birisi olmadan diğeri olmaz. Sistemdir diyorum, kopuk tek bir halkası yoktur. Bunun için çok ciddi eğitime ihtiyacınız var, bunun için çok iyi bir örgenci, akilli, terbiyeli bir öğrenci olacaksınız. Öğrenmeden yaşamaya "asla" diyeceksiniz ve PKK bunu hak eden partidir deyip yaklaşacaksınız.

Eminim ki biz şimdiden, imkansızlıklardan mucizevi yarattığımız bu olayı insanlığın hizmetine bile taşırabiliriz. Yalnız halkımızın değil, bütün halkların, insanların hizmetine bile verebiliriz. PKK sevdası budur, PKK kahramanlığı bu temeldedir. PKK’nin zaferi de bu temeldedir. Bunun dışında benim sizleri karşılamamın hiçbir anlamı yok. Nereye bakarsanız bakın, bütün büyük davaların, büyük devrimlerin, büyük savunucuları ilkeleriyle ve savaşçılarıyla böyledirler. Bizden başka bir şey beklemeyin, düzenvari ilgiler, ilişkiler beklemeyin. Büyük ilkelerle, büyük savaşların gereklerini bekleyin. Geldiniz, bunu gördünüz ve bunu aradınız. Kaldı ki ekmek suyun da, o yakalamaya çalıştığınız yaşamın da ancak bununla mümkün olacağını bir an bile göz ardı etmeyin. Bütün zenginlikler, bu ilkelerin savaşımının bir sonucu olabilir. Yoksa ilkeleri ve savaşı bir tarafa bırakarak işte hepsi aç şu anda. Ama ben aç değilim mümkün de değil. En zenginiyim bu ülkede, bu halk içinde, her yönüyle zenginim. Neden, çünkü benim ilkelerimin amansız savaşı esas alındığı için bu böyledir. Bu çok net, bunu bırakıp neye dalabilirsin, bunu ikinci plana bırakıp neyi ön plana alabilirsin? PKK budur, önderlik budur, zafer de budur...

Reber APO

24 Kasım 1997