Yeni bir 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününe girerken, özgür kadını yaratma mücadelesinde tüm dünya kadınlarına öncülük eden, Jan Dark, Olimpi de Gaus, Roza Lüksemburg, Clara Zetkin ve Sakine Cansız’ın, şahsında şehit düşen bütün kadınları bir kez daha bugün vesilesiyle anıyor ve tüm kadınların 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününü kutluyorum.
Kuşkusuz 8 Mart dünya emekçi kadınlar günü bütün kadınlar için, büyük bir tarihsel anlam ifade etmektedir. Kadınların, sistemin eşitsiz ve adaletsiz uygulamalarına karşı ortak mücadele ve güçlü bir iradesel duruşla isyana kalkması ve kendi haklarını elde etme mücadelesi vermesi, sömürü sisteminin gelişmesinden itibaren varola gelmiştir.
Bugüne adını veren ve kadının bir ulus olarak sömürülmesinden günümüze kadar süren bu mücadeleler içinde zirveleşen ve toplumsal bir ivme kazanan 8 Mart'ın anlamı, bir kez daha kapitalist modernitenin ideolojisinin pratikleştirildiği ve başta kadın olmak üzere toplumun tüm kesimlerine karşı sömürünün zirveleştiği yer olan New York’ta, gelişmiştir.
8 Mart 1857 yılında New York’ta dokuma fabrikasında çalışan kadın işçiler tarafından, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için bir grev başlatılmıştır. Amaçları verdikleri emeğe karşılık gelen ücretin kendilerine verilmesidir. “Nasıl olsa kadın işçilerdir” diyerek sergilenen yaklaşıma, “daha fazla sömüremezsiniz” denilmiştir. Bu eylemlerini birbirleriyle dayanışarak yapan kadınlar, ortak bir irade olmuşlardır. Yapılan mücadeleye yangın süsü verilerek, yüzlerce kadın cayır cayır yakılarak, fabrikanın kapılarına kilit vurulmuştur. Burada sadece fabrikaya kilit vurulmak istenmemiş aynı zamanda beyinlere de kilit vurulmak istenmiş, irade teslim alınmaya çalışılmıştır. Oysa cayır cayır yakılmalara karşılık güçlü bir tepki gelişmiş, beyinlere vurulmak istenen kilit yeni örgütlenmelere yol açmış ve bir çok düşünce gelişmiştir. Bu temelde 1903 yılında yine aynı ülkede yani ABD’de de sömürüye meydan okunarak, kadının ekonomik, politik ve kişisel haklarını savunabilmek için yeni bir örgütlenme yaratılarak, Kadın Sendikaları Koalisyonu kurulmuş ve devamında bu isteklerini sokağa taşırarak, ilk kadın gösterileri 1908 yılında gerçekleştirilmiştir. Bunu takiben 1910 yılında Kopenhag’da toplanan II. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında, dünya kadınlarının isteklerini dile getirebilecekleri uluslararası bir günün kararlaştırılmasına dair bir öneri Clara Zetkin tarafından yapılır.Bu karardan sonra, ilk Dünya Kadınlar günü 19 Mart 1911'de Almanya, Avusturya ve Danimarka'da kutlanır. Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün 8 Mart'ta kutlanmasına ise 1972 yılında Sidney'de yapılan Mart Hareketi adlı, büyük bir organizasyonla başlanılır.Birleşmiş Milletler ise, 16 Aralık 1977 yılında 8 Martın“Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını karar altına alır.
Hatırlanmak için kısa bir tarihçeyle belirtilen bu günü yani 8 Mart’ı bir kez daha yaşarken, günün tarihsel anlamını bilmek ne kadar önemli ise, bugün yaşanan gelişmeleri ve bu anlamda verilen mücadeleleri de anlamak özellikle kadının kendi geleceğini belirlemesi açısından önemlidir. Kapitalist modernite sistemi sözde çok demokrat ve insan özgürlüğünü savunan bir görünüm verse de özünde bir göz boyamadan öteye gitmemektedir. Günümüzde en çok “ben özgür iradeye sahibim”diyen kadın ya sistemin kölesi ya kocasının veya özel bir evde erkeğin tahakkümü olmanın statüsünü geçmemektedir. Kadınların artık erkeğin biçtiği statü ve cinsiyetçi toplum tabularını kırması mutlak bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. Hatta ihtiyaçtan da öteye zorla gasp edilen özgürlük hakkının yeniden tanınması gerekmektedir. Elbette ki bu hakkın verilmesini biz kadınlar hiçbir zaman bekleyemeyiz. Kendi tırnaklarımızla kazıyarakrak, yeniden toprağa gömülmek istenen bu özgürlük hakkımızı alarak bunun mücadelesini vermek birinci görevlerimiz arasındadır. Çünkü günümüzde dünya genelinde yaşanan kaos ve savaşlardan en çok etkilenen ve her açıdan zarar gören kadınlar olmaktadır. Bilindiği gibi ve çokça ifade edildiği gibi, bunun nedeni ise 5000 yıllık süre kapsamında inşa edilen erkek egemenlikli sistem ve eril zihniyetin doğurduğu uygarlık gerçeğidir.Kapitalist modernite sistemi içinde egemen olan erkek rengi, sosyal, siyasal, kültürel yaşamın her alanında erkeğin kurumsallaşması kadına hiçbir özgürlük alanı bırakmamıştır. Sadece mutfağa sıkıştırılarak, bir köle statüsü verilmiştir. Bugünde görüldüğü gibi,kadına dönük uygulanan sinsi ve kurnaz politikalar kendi yansımasını toplumsal alanın her yerine yansıtmaktadır. Biraz daha geniş örneklerle açıklayacak olursak yaşanan kadın intiharları, kadına karşı uygulanan şiddet boyutu ve bunun gelişerek kadını her geçen gün katleden, sadece bir cinsel meta olarak ele alan yaklaşımların gösterilmesi en büyük ahlaksızlık ve vijdansızlıktır. Bu nedenle kadına yapılan sömürüyü dünya genelinde en temel ve büyük sorun olarak görmemiz ve ele almamız gereklidir.
Bu durumda kadınların hak ve özgürlük mücadelesi büyük önem taşımaktadır. Çünkü yaşanan bu haksızlıkların ve eşitsizliklerin temelini oluşturan bu egemenlikli zihniyetin aşılması en büyük görev ve acil bir insanlık sorunu olmaktadır. Yoksa, hergün basın organlarında arka arkaya verilen katliamlara gözümüz alışacak, kulağımızda artık duymaz olacaktır. Tek tek katilleri aramaktan ziyade bunun bir toplumsal katliam olduğunun bilincinde olarak katleden zihniyeti yok etmek ve buna göre kadının kendi ideolojik kurumlaşmasını yaratarak, öz savunma gücünü oluşturması aciliyet durumundadır. Bunun için demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmanın yaşamsallaşması için köklü bir mücadele vereceğiz.Kendisini kadının köleleşmesi üzerinde inşa eden mevcut sistem paradigması için temel ideolojik faktörler; cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik ve ilimcilik olmaktadır. Toplum kendisini kapitalist modernite kalıplarına göre şekillenmiş bu dört olguda sorgulayıp özgürlükçü bakış açısını yakalamadıkça demokratik bir sistemin ve kadın özgürlüğünün sağlamasından söz etmek mümkün olmayacaktır.
Bu bakımdan 8 Mart gerçekliğini sadece 1857’lerden başlayarakgünümüze gelen bir sorun olmadığını, 5000 yıllın toplumsal bir sorunu olduğunu bilerek yaklaşmalıyız. Yine,tüm mücadele araçlarımızı erkek egemenlikli zihniyetin özeleştiri vereceği bir konumda geliştirmeliyiz.Bu temelde erkeği de, biz kadınlara, bir yılın bir gününde sadece gül dağıtan pasif konumdan kendini çıkartarak 8 Martlara köklü özgürlük zihniyetiyle yaklaşma ve bunun için özeleştiri verme temelindeki kaçınılmaz görevlerine sahip çıkmaya davet ediyoruz. Köklü sorgulanan zihniyetle gelişecek kişilik savaşımını an be an kadın karşısında göstermeli ve bunun mücadelesini kendisiyle vermelidir.
21. yüzyılda kadının avantajları daha çoktur. Çünkü artık kendimize ait bir ideolojimiz ve bunun politik gücü olacak araçlarımız var. Bu araçlarımızı sadece fiziksel değil, hem kadını hem erkeği eğiten ve toplumun tüm ezilen kesimlerine özgürlük zemini hazırlayan bir kültürel yapıyla donatmalıyız. Yoksa bugün de görüldüğü gibi hegomonik savaşlarda ezilen, halklar ve yine kadınlar olacaktır. Kadının öreceği piramitler özgürlük basamaklarıyla şekillenecektir. Bu basamaklardan geçen insanlar, hegomonya değil, demokrasi kokacaklardır. Çünkü tüm dünyada kadınların yaşadığı sorunlar ve karşılaştıkları insanlık dışı uygulamaların aynı olmasının nedeni kapitalist modernite sisteminin yarattığı piramitlerdir. Buna en güçlü cevap, köklü olarak ataerkil zihniyeti ve onun insan ve özelde kadın yaşamı üzerinde uyguladığı soykırım politikasını yıkmakla vereceğimiz güçlü mücadele olacaktır.Bunun için 21. yüzyılı kadınların özgürlük yılına dönüştürmek için kadına dayatılan anlamsız yaşamı, tersine çevirmek açısından bu 8 Mart'ta ortak söz verelim. Birçok ülkede devletler tarafından erkek aklıyla kadınlara dönük çıkarılan yasa ve kanunlara güçlü bir direniş ve başkaldırıyla karşılık verelim.
2014 Yılında bir kez daha 8 mart dünya emekçi kadınlar gününü kutlarken daha bilinçli ve kapitalist modernite sisteminin bütün geriliklerine karşı ortak mücadele etmekle görevli olduğumuzun bilinciyle hareket edip, erkeğin mallaştırıcı, mülkiyetçi eğilimine karşı daha aktif bir mücadele içinde çabalarımızı yükseltmeliyiz. Genellikle erkek egemenlikli zihniyetinde oluşan kadın şeması düşünsel, ruhsal güzellikten ziyade kadını küçük bir eşya düzeyine indiren, istediği zaman ona gülen, istediği zaman onu oynatan, istediği zaman vurup-kıran ve erkeğe lütuf edilmiş zorunlu bir hediyeymiş gibi algılayan ve bize dayatılan yaklaşım ve anlayışları felsefik olarak ret etmeliyiz. Çünkü bizim felsefemiz, eşitlikçi, özgürlükçü, komünal bir demokratik modernite zihniyetiyle örülmüştür. Buna hem ulaşmalı hem de ulaştırmalıyız. Bu noktada biz kadınların yapması gereken en temel görevi özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi karşısında hiç pes etmeden mücadele vermek olacaktır. Yaşadığımız çağı demokrasi ve özgürlüğün yaşanılması için kadın zihniyetiyle donatalım.
Son olarak başta, özgür kadını yaratma mücadelesini veren ve yücelten Önder APO’nun 8 Martını kutlarken, onun şahsında tüm dünya kadınlarını ve ilerici insanlığı da selamlıyorum.
Özgür ve demokratik bir gelecekte buluşmak umuduyla
Diyana Amanos