6 Mayıs Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişlerinin kırk ikinci yıldönümü. Bizim kuşak kırk iki yıldır bu derin acıyı yaşıyor. Fakat bu acıyı daha derinden yaşayan, hatta daha oluşmadan hissederek önleme çabasına giren kuşkusuz Mahir Çayan ve arkadaşlarıdır. Kızıldere katliamının böyle bir acının yaşanmasını engellemek için geliştirilen eylem içinde gerçekleştiği ve söz konusu acıyı daha da büyütüp derinleştirdiği bilinen bir gerçektir.
Bizler kuşak olarak böyle büyük kahramanlıklar içinde ve derin acılar yaşayarak bu dünyayı tanıdık ve o gün bugündür yürüttüğümüz mücadeleye katıldık. Kuşkusuz bu büyük devrimci önderleri tanımadık, onlarla birlikte çalışmadık, fakat mücadele ruhumuzu ve bilincimizi onların yarattığı kahramanlıklar ve acılar içinde oluşturduk. Kim kimdir, pek bilmeyiz! THKP-C ile THKO neden ayrı iki örgüt oldu, fazla anlamayız! Ancak 1972 başından itibaren bu tür devrimci güçlerin faşizme karşı birlikte direndiğini ve Kızıldere yürüyüşünün bunun somut ifadesi olduğunu iyi bilir ve anlarız.
Bize söylendiğine ve sonradan öğrendiğimize göre, THKP-C ile THKO arasındaki temel görüş farklılığı ülkemizde gerilla mücadelesinin nereden başlayacağı noktasındaymış. THKP-C şehirden başlamalı derken, THKO kırdan başlamalı diyormuş. Velhasıl 12 Mart 1971 faşist-askeri darbesine karşı şehirlerde çok fazla planlı ve örgütlü olmayan silahlı eylemler geliştirildikten ve toplum silahlı propaganda ile uyarıldıktan sonra söz konusu bu görüş farklılığı da ortadan kalkmış. Nitekim Sıkıyönetim Askeri Cezaevinden kaçtıktan sonra yaptığı Genel Yönetim toplantısında Mahir Çayan, “Şehirlerde yapılması gerekenin başarıldığı ve gerilla direnişinin artık kıra taşınması gerektiği” değerlendirmesinde bulunmuş.
Diğer bazı eylemler gibi Mahir Çayan ve arkadaşlarını Kızıldere’ye götüren eylemlilik de işte bu anlayışın sonucu olarak gerçekleşiyor. Aralarındaki görüş ayrılığı da ortadan kalktığı için THKP-C ile THKO birlikte eylem yapıyor. Yani aslında birleşiyor ve bir örgüt haline geliyor. Kızıldere direnişi bunun somut ifadesi olarak gerçekleşiyor. Zaten amacı da Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesini engellemek. Yani THKP-C Önderi Mahir Çayan, THKO Önderlerini kurtarmak için kendi yaşamını ortaya koyuyor! Buradaki birlik ve yoldaşlık ruhuna bakın! Buradaki halka ve devrimci değerlere bağlılığa bakın! Buradaki değerlendirme ve yenilenme gücüne bakın! Mahir Çayan demek işte bunlar demek! İşte bunlar Mahir Çayan çizgisini oluşturuyor. Türkiye sosyalizminin ve demokrasisinin devrimci çizgisi de işte bu oluyor. Türkiye’deki demokratik devrim mücadelesinin temelleri işte böyle atılıyor. Bunlar tartışmasız ve silinemez olan ülke ve halk gerçeğimizdir. Bunlar Türkiye devrimciliğinin çizgi esaslarıdır.
Gerçek böyle olmasına rağmen, kırk iki yıldır Mahir Çayan çizgisinde yürüdüklerini söyleyenler peki böyle mi davranıyorlar? Mahir Çayan direnişçiliğinin mirası üzerinde var olanlar bu mirasın gereğini yerine getiriyorlar mı? Kuşkusuz bu sorulara olumlu cevaplar vermek mümkün değil. Eğer cevaplar olumlu olsaydı, yani Mahir Çayan’ın devrimci çizgisi yaratıcı bir tarzda ve kararlılıkla uygulansaydı, o zaman Türkiye demokrasisinin durumu kuşkusuz çok farklı olurdu.
O zaman Türkiye’de radikal demokrasi olurdu, AKP faşizmi değil. O zaman Türkiye’yi devrimciler yönetirdi, demogoglar değil. O zaman halktan en çok oyu demokratik güçler alırdı, faşist güçler değil. Kısaca kırk yıldır Türkiye toplumu faşist-oligarşik baskı ve sömürü altında değil, farklılıklara dayalı eşitlikçi ve özgürlükçü demokrasi altında yaşar ve yönetilirdi. Eğer kırk yıldır Türkiye’ye faşist-oligarşik rejim hakim olduysa ve demokratik devrim başarıya ulaşmadıysa, bunun temel nedeni Mahir Çayan’ın mirası üzerinde yürüdüğünü söyleyenlerin Çayan çizgisini doğru ve yeterli bir biçimde uygulamamasıdır. Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya önderliklerinin akibeti de benzerdir.
Bunun da baş sorumlusunun eskinin “Devrimci Yol Grubu” olarak adlandırılan ve bugün de ÖDP olarak devam eden hareket olduğu tartışmasızdır. Bu nedenle Devrimci Yol pratiğinin ve çizgisinin doğru değerlendirilmesi ve eleştirilmesi gerekir. Elbette bunu da Mahir Çayan’ın devrimci-demokratik çizgisi temelinde yapmak gerekir. Hem birlik ve hem de mücadele açısından bu çizginin Mahir Çayan gerçeğini nasıl tasfiye ettiğini görmek ve aşmak önemlidir.
Kuşkusuz birlik ve mücadele açısından Devrimci Yol pratiği de her zaman hatalı ve olumsuz değildir. Bu konuda olumlu tutum sergiledikleri dönemler de vardır. Örneğin 12 Mart faşizmi aşılırken devrimci gençliğin yeniden örgütlenmesini ifade eden Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği(ADYÖD) pratiği önemlidir ve olumlu yönü ağır basan bir pratiktir. Yine 12 Eylül faşist-askeri darbesi ardından geliştirilen Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi(FKBDC) örgütlenmesi de olumlu bir tarihi adımdır. Bunlar tüm sosyalist ve demokratik güçleri birleştirmeyi ve ortak örgütlülük içinde birlikte mücadele etmeyi içeren adımlardır. Mahir Çayan’ın birlik ve ortak mücadele çizgisine yakın adımlardır. Elbette olumluluk sadece örgütsel alanda atılan adımlarla sınırlı da değildir. Direniş mücadelesinde de benzer olumlu adımlar söz konusudur. Örneğin 1970’li yıllarda egemen kılınmak istenen MHP faşizmine karşı direniş önemli ve olumludur. İçinde eleştirilebilecek çok şey bulunsa da, genel planda direniş çizgisinin esas alınmış olması olumluluğu ifade etmektedir. Kuşkusuz bu dönemde direnen sadece Devrimci Yol Grubu değildir, pasifist gruplar dışındaki tüm devrimci güçler bu tarihi direnişin içinde yer almıştır. Ancak en büyük grup olarak Devrimci Yol’un direnişi seçmiş olması sonuç üzerinde ciddi etkide bulunmuştur.
Fakat Devrimci Yol Grubu’nun bunlar dışındaki pratiği olumsuzdur. Esas grup pratiğini belirleyen ise bu olumsuzluklardır. Örneğin ADYÖD’ten sonra AYÖD’ü dar grupçu yaklaşımla kurması ve devrimci gençlik örgütlenmesinin birliğini dağıtması çok olumsuzdur. Mahir Çayan’ın yarattığı birlik esas olarak burada yok edilmiştir. En büyük ve güçlü grup olmak tek başına hareket etmeyi veya herkesi kendine bağlamayı gerektirmez. Bu yaklaşım her şeyden önce demokratik değildir. Büyük grup demek, birlik ve mücadeleye öncülük etmek demektir. Demokratik büyüklük kendini pratikte böyle gösterir.
Yine 12 Eylül faşizmi karşısında geliştirilen FKBDC’yi 1982 sonunda dağıtmak ve devrimci-demokratik hareketi 12 Eylül faşizmi karşısında birliksiz ve mücadelesiz bırakmak çok olumsuz bir pratiktir ve tarihin en ağır suçlarından biridir. Halbuki PKK deneyimi gösterdi ki, FKBDC direniş çizgisinde pratiğe geçirilseydi 1990’ların başında Türkiye’de demokratik devrim olacaktı. Eğer bu engellendi ve faşist-oligarşik sistem geçici başarı kazandıysa, bunda Kenan Evren cuntası değil, Devrimci Yol Grubunun FKBDC’yi boşa çıkarması esas rol oynadı. Türkiye halklarını 12 Eylül faşizmi karşısında öncüsüz bırakan o dönemin Devrimci Yol sorumlusu olan Taner Akçam denen kişi oldu.
1990’lardan bu yana da ÖDP pratiği Türkiye halklarını öncüsüz ve Türkiye toplumunu demokratik alternatifsiz bırakıyor. Ne kendisi öne geçip diğer demokratik güçleri birliğe ve ortak mücadeleye çağırıyor, ne de oluşturulmaya çalışılan demokratik birliklere katılıyor. Hep ayrı ve görünüşte tek başına durarak sürekli devrimci-demokratik güçlerin birliğini parçalıyor. Sanki rejim adına demokrasi hareketini marjinal ve parçalı konumda tutmakla görevlendirilmiş gibi. Peki bunun Mahir Çayan’ın birlikçi ve çığ gibi büyüyüp iktidar alternatifi haline gelen çizgisiyle ne alakası var?
Son 30 Mart seçimleri bir kez daha gösterdi ki, ÖDP’nin bu parçalayıcı ve alternatif olmama çizgisi esas olarak sisteme fayda getiriyor. Sol demokratik güçleri parçalayarak CHP kuyruğuna takıyor. Kendi başına gibi görünüyor, ama aslında objektif olarak CHP kuyrukçuluğu yapıyor. Radikal demokratik güçlerin birliğini ve alternatif iktidar gücü haline gelmesini engelliyor. Sosyalist ve demokratik hareketi CHP’lilik içinde eritiyor. Şimdi yeni bir radikal demokratik alternatif olarak Halkların Demokratik Partisi(HDP) geliştirilmeye çalışılırken de en ciddi engel olarak ÖDP ortada duruyor. Ne kendini feshediyor, ne de gelip HDP birliğine katılıyor. Kendisi de farklı bir demokratik alternatif sunmuyor. Peki bu durum nereye gidecek ve kime hizmet edecek? Bunun Mahir Çayan çizgisiyle uzaktan yakından bir ilişkisi var mı? Bunun radikal demokratik alternatifi etkisiz kılarak sisteme ve özellikle CHP’ye hizmet etmek olduğu açık değil mi?
Adına ne denirse densin ama bu durum artık kesinlikle bir son bulmalıdır. HDP önündeki ÖDP engeli kesinlikle aşılmalıdır. Bunun da en doğru yolu, kuşkusuz ÖDP’nin Mahir Çayan çizgisine girerek günümüzde bu çizginin pratikleşmesi olan HDP birliği içinde yer almasıdır. Yok eğer böyle yapmıyorsa, o zaman kim olduğunu ve kimlere hizmet ettiğini ortaya koymalıdır. Yoksa radikal demokratik hareket bu görevi yapacak ve ÖDP’yi gerçek ifadesine kavuşturmak zorunda kalacaktır.
Bu temelde idam edilişlerinin kırk ikinci yıldönümünde büyük devrimci önderler Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı saygıyla anıyor, tüm devrimci-demokratik güçleri Mahir Çayan çizgisinde birleşmeye ve güçlü bir demokratik alternatif yaratmaya çağırıyoruz!
Selahaddin Erdem
Yeni Özgür Politika