İnsanoğlunun yaşamına sınırlar girdiğinde, hiç kimse bunun bir sınırlar zincirinin masumane öncüsü olduğunu bilmiyordu. Çok sonraları sınırsız sınırlar, ilk masumane sınıra geçit veren insanları hapsetti. İlk sınıra ‘evet’ diyenler, sınıra alındılar. Giyotine onay verenlerin hepsinin giyotine gitmesi gibi.
İlk sınır nasıl oluştu? İnsanlar neden kendilerini sınırlara aldılar? Bazıları neden diğerlerini sınırlandırdılar?
Öyle olmasaydı, bazıları sefa sürmezdi. Nerede bir sınır varsa orada sömürücüler var demektir.
Küçük sınırlar zamanla gelişti. Her şey sınırlara dâhil edildi. Aile sınırları, aşiret sınırları, beylik sınırları... En son devlet sınırları.
Bu da yetmedi, düşünce sınırları, ifade sınırları; en önemlisi de yürekler sınırlandırıldı. Sınırlar giderek güçlendirildi. Teller, mayınlar ve karakollarla yeryüzü adeta birbirinden koparıldı.
Sonra ‘sen-ben’ meselesi, milliyetçilik, köktendincilik, ırkçılık, savaşlar, sınır sorunları... Yeryüzü zehirlendi. Dünya vatandaşı olmak isteyene, dünya daraltıldı.
Sınırsız bir dünyanın yurttaşı olmak isterdim. Bütün kavgamız da bunun için değil miydi? Tüm mücadele bunun için verilmiyor mu? Bu, yurdunu inkar etmek değildir. ‘Bir insan dünya vatandaşı olabilir ama insan olan, doğduğu topraklarda ölmek isteyecektir.’ Çok beğendiğim bu sözde de ifade edildiği gibi, derin bir yurtseverlik, sınırlarla çevrelenmeyi değil, sınırsız kardeşliği gerekli görür. Milliyetçilik gibi bir zehirden uzaklaşıp, yurtseverliği derinleştirmek, sınırlara karşı verilecek en büyük savaştır.
Sınırlar söz konusu olunca, Kürtlerin durumu daha da önem taşır. Çünkü sınırları, diğer halklarınkinden çok daha fazladır. Ayrıcalıkları da bu noktadadır.
Kendi topraklarının ortasına tel örgüler geçirilmiştir. Kürdistan’ın en Güneyi’ndeki yerleşim yerinden en Kuzeyi’ne gitmek için en az iki sınır geçmek zorundasınız. Doğusu ve Batısı için de öyle. Nereye giderseniz gidin, ikinci adımda bir sınırla karşılaşırsınız.
Yaşamınızda sınırları ne kadar hissederseniz, Kürtlüğünüzü de o kadar yaşamış olursunuz. Eğer sınırlarla hiçbir alakanız yoksa kendi koşullarınızda yaşamıyorsunuz demektir. Bu kez de yeni sınırlarınız vardır. Dil sınırı, kültür sınırı... Bunları da hissetmiyorsanız, dönüp kendinizi sorgulamanız gerekiyor.
Kaçak olarak sınırları deldiniz mi hiç? Bu soruya cevabınız ‘evet’ ise, anlatacaklarımın çoğunu biliyorsunuz. ‘Hayır’ ise cevabınız, Kürtlerin yaşam tarzına yakından bakmanız gerekecektir.
Sınırlarla bölünmüş bir bedenin acısını herkes hissetmeli. Her Kürt, bedenini parçalayan tellerin sebebini bilmeli.
Ya mayınlar!
Kalleştir onlar. Kürtlerin göğsüne yerleştirilmiştir. İki elini kavuşturmak istersen, bir mayın patlar. Ve senden bir parça alır. Parçalanmış bedenin, bir kayıp daha verir. Bir gerilla ölür, bir kaçakçı ölür, tellerin ötesindeki sevgilisini görmeye giden delikanlı ölür.
Cenaze törenleri aslında bir acıya son vermenin törenidir... Bir yandan da ‘sınır’landırılmak istenenler inanmazlar cenazeye. Çünkü hiçbir bedeni sağlam olan, gömülmez, ‘tam’ gömmezler. Hep eksiktir. Bazen bir-iki parça ve bazen de, hiçbir şey. Bu yüzden de ölünmediğine inanılır. Ama bir şey son bulur; ‘bir gün ölecek’ endişesi.
Ölüm mekânları, sınırlar... Azrail’in tarlalarıdır adeta.
Neden Kürtler bu tarlalardan uzak durmadılar? Bu sorunun cevabı, Kürtlüğün özüdür. Çünkü umut mekânlarıdırlar da.
Ölüm ve umut. Kürtlerin sırrı.
Sınırın ötesi; kardeşlik, birlik ve aşk.
Kardeşlik, birlik ve aşk için, sınırları ilk deldiğim günden bu yana, on yılı aşkın bir süre geçti. Aşka cesaretlenmiştim. Bedeli; adına sınır denilen, engeller konularak tehlikeli hale getirilen arazi parçasından geçmekti. Sonraki yıllarda yaşamım sınırları delmekle geçti.
Sınır ihlalcisi oldum. Kaç kez ihlal ettiğimi hatırlamıyorum. Yüzlü rakamlarla ifade edilebilir. Bazı günlerde sınır taşlarına yaslanıp uyuduğum da olmuştur.
İlk kez sınırı deldiğim günü hiç unutamıyorum. Sonrakiler unutuldu veya hafızamda küçük bir yer edindiler. O anıyı hatırlamamda, ilk olmasının ayrıcalığı vardı ama asıl mesele bir başkaldırıydı. Ya da ilk başkaldırımın ilk adımıydı.
O gün kendimde bir sınırı delmiştim aslında. Bunu, sonrasında daha iyi anlayacaktım. İnsan, yaşadığı anı anlayamıyormuş. Mühim olan yaşarken anlayabilmek ve yakalamaktı. Lakin zor olan da buydu. Daha sonra anlayacaktım birçok şeyi.
Her sınırı ihlal ettiğimde yeni bir şey öğrenecektim. Ölüm ve umudun mesken tuttuğu bir okuldu sınırlar. Tüm Kürtlerin anaokulu...
Sınırların ötesinde ne vardı? İşte, ilk merak ve öğrenmeyi kamçılayan soru. Sonra cesaretinizi toparlayıp ilk teşebbüssünüzde bulunursunuz. Korku, heyecan ve umut, iç içedir. Anlamsız bir tehlikenin içinden, ses çıkarma özgürlüğünüzü askıya alarak ilerlersiniz. Ölümü ve umudu aynı anda hissedersiniz. Her an vurulabilir veya mayına basabilirsiniz; aşka da ulaşabilirsiniz. Sonra, yıllarca çektiğiniz bir eziyetten birden kurtulmuş gibi rahatlarsınız. Arazide fazla bir farklılık olmadığını görürsünüz.
Bir yerden bir yere geçilmedi, anlamsız bir engel aşıldı.
Sırtınızı bir kayaya dayayıp sigaranızdan derin bir nefes çektiğinizde, dumanın tadının değiştiğini görürsünüz.
Artık yeni bir kişisiniz. Her şeyden önce kafanızdaki sınırları parçalamaya başlamış durumdasınız. Dar bir ufuk değil, geniş ufuk vardır önünüzde.
Sonra sınırları ihlal etmek bir yaşam tarzı haline geldi. Günlük, rutin bir iş.
Kürt gerillacılığının, yaşamı ve mücadelesinde sınır ihlali, çay içmek gibi rutin bir iştir. Güney’den Kuzey’e, Kuzey’den Doğu’ya, Doğu’dan Güney’e...
Bölünmüşlüğe bir başkaldırı hareketidir gerilla.
Sınırın ötesine her geçtiğinde birlik, kardeşlik ve aşkı yakalamıştır. Bir daha, bir daha... Yaşamının bir parçası olmuş, sınır ihlali. Yaralı bedenin kollarını kavuşturmak istemiş, yüreğe döşenen mayınları ve telleri sökmek için çok bedel ödemiştir. Mayın ve tellere rağmen, birlik ve kardeşliği yakalayabilmiştir.
Kürtler, tüm sınırların ötesindekilerle birlik ve kardeşliği geliştirebilmişti. Bir avuç gerilla, çıplak yüreği ve cesaretiyle bunu gerçekleştirebilmişti. En zor ve en insani olanı...
En çok sınır taşlarına öfkeleniyordum. Birileri gelip bağrımıza taş yerleştirmişti. ‘O taraf, bu taraf’ diye yaşamımıza girmiş. Ama her gerilla için bu sınır taşları, bir tarih okuluna dönüşmüştü. Yanından geçerken öfkeyle bakar.
Mermilerle tahrip edilmiştir tüm sınır taşları. Silaha hakimiyet ve nişan eğitimleri hep bu taşlar hedef alınarak yapılır.
Sıkılan her mermi, yılların öfkesiyle sınır taşlarını parçalar. Gerilla mücadelesinin özüdür bu. Yani tarihi bir haksızlığı ve yanlışlığı düzeltir.
Gerilla, sınır üzerinde de konumlanır. Böyle bir günde binlerce kez sınırı ihlal ettiğimi hatırlıyorum. Kuzey-Güney voltamın iki ucuydu. Her defasında intikam alırcasına sınırın ötesine geçiyordum.
Anlamsız bir sınır, anlamlı bir ihlal.
Başkaları da bu anlamlı görevi üstlenmişlerdi. Kaçakçılar, köylüler, çobanlar...
Sınırlara en çok kaçakçılar hakimdir. Bu, onların yaşamının vazgeçilmez bir koşuludur. Gizli geçitleri, zayıf noktaları çok iyi bilirler. Bir yaşam okuludur onlar için sınırlar. Hepsi de gözüpek, cesur ve merttirler. Çok dikkatli ve titiz hareket ederler. Katır kervanları ya da sırtlarıyla malzemelerini taşırlar. Kimisi kiralıktır. Katır veya atlarıyla kira karşılığında yük taşır. Ya da sırtlarıyla...
Kırk kilo taşırlar. Ona göre de ücret alırlar. Karlı ve yüksek dağları aşarak hedeflerine doğru ilerlerler. Gizli geçitler ve kaçak mallarla bütünleşmişlerdir.
Yolları gizli, taşıdıkları gizli.
Kendileri kaçak. Yaşamları kaçak.
Hayalleri kaçak.
Firari ezgiler mırıldanırlar.
Sınır türkülerini söylerler.
Ve her sınır kuytuluğu, bir kaçak ezgi demlendirir bağrında.
Ve sınır insanı, bu kuytuluklardan geçerken kaçak ezgilerini bir yemin gibi saklı tutar ve korur. Olası bir ayrılıkta ezgiler diğer kaçakçılara miras kalsın diye...
Kiralık insan! Kürdistan sınırlarında buna çok rastlayabilirsiniz. Birisinin malını sırtıyla ölüm ve umut mekanından geçirerek karşılığında ücret alır.
Tek hedefi, evine sağlam dönmek.
Geçimini sağlama sorunu birinci sıradadır.
Harekete hazır hale geldiklerinde, yüz hatlarından Kürt tarihini okuyabilirsiniz.
Çok uzaklara bakarlar. Gergin ve öfkelidirler. Hafızalarında belki de ailelerinin son fotoğrafı vardır. Tarihe küskün bir bakıştır yüzlerindeki. Ufuklara kilitlenmiş bakışlarında umut vardır. Sınırda başlayan ve devam eden yaşamın aynı yerde vurulacağına duydukları inancı, hep kalplerinin üzerinde bir sır gibi saklı tutarlar. Ve belki de bir gün çok uzaklara da gidebileceklerinin, sınırsız bir yolculuğa duracaklarının umudu vardır o bakışlarda.
Koyun sürüleri de geçer bu sınırlardan. Sürüler ticaret amacıyla diğer tarafa geçirilir. Riski yüksektir. Çünkü sınır aşmak, mayın tarlalarından da geçmektir.
Her sınır geçişinde hayvanların bir kısmı telef olur şu ya da bu nedenle. Ama mutlaka zayiat verirler. En kötüsü mayın tarlalarına verdikleri kurbanlardır.
Koyun sürüleri mayın tarlasından nasıl geçirilir?
Bazen, rastgele bir yerden geçirilir. Bu, büyük risk demektir. Zorunlu hallerde başvurulur. Genellikle daha önce tespit edilen ve mayınlardan temizlenmiş bölgelerden geçerler. İnce bir hat mayınlardan kurtarılmıştır. Koyunlar disiplinli yol almazlar.
Çobanlar çok gergin olurlar. Hem kendileri, hem hayvanları için korkarlar. Sürüyü önlerine katarak ilerlemeye çalışırlar. Yani, tetikte yürürler. Buna rağmen mayınlara basan çobanlar olur.
Mayın tarlasından geçen koyun sürüsü gördünüz mü? Bir trajedi, bir başkaldırıdır. Koyunlar çok fazla iç içe yürüdükleri için, varsa tüm mayınlar patlar. Çobanlar diken üstündedirler. Hem can, hem mal tehlikesi vardır.
Koyunların, temizlenmiş bölgenin dışına taşmasına engel olmak için, çobanlar zaman zaman yan tarafları kontrol etmek isterler. Hareketin en korkulan anıdır. Sağa sola yanlışlıkla bir adım atsa, en iyimser durumda sakat kalacak. Ölüme fazla üzülmez. Çünkü acısına ailesinin acısı da eklenmeyecek.
Sonra, koyunların geçiş hattının çevresine yayıldığı görülür. Mayınlıdır, hiçbir canlı girmez. Bu nedenle, bol otludur. Koyunlar için yeterli bir sebeptir. Bazen çobanlar panik halinde müdahale ederler ve toprağa gizlenmiş bir mayınla sınırda vurulurlar. Bu, her zaman olmaz. Ama koyunları engelleyemezsin. Sağ ve sol tarlalara giderek yayılırlar.
Birden topraktan bir şimşek gibi alev fışkırır, sonra patlama sesi duyulur. Yüzeyde olduğu için, ses güçlü olur. Bir iki koyunun havada uçtuğu görülür.
Artık hiçbir güç sürüyü kontrol edemez. Mayın tarlasına dağılırlar. Peşpeşe patlamalar olur. Sesler birbirine karışır. Çok şiddetli bir yakın mesafe savaşı olduğunu sanırsınız.
Çobanlar çaresiz, oldukları yere yıkılır kalırlar. Büyük zarar görmüşlerdir. Dört yanlarında patlamalar olur. Savaşın ortasında kalmış bir çocuk gibidirler. Daha az zayiat için dua etmekten başka yapabilecekleri hiçbir şey yoktur.
Mayın tarlasının bitiş noktasına gidip kurtulan hayvanları toplamak gerekecek. Genellikle sürünün üçte biri telef olur.
Alışkındır... Her şeye rağmen bir dahaki sefer için umudunu canlı tutar.
Ve sıcak güneş altında çürüyen koyun leşleri. Koku tüm bölgeyi sarmıştır. Ama bu bölge mayınlardan da temizlenmiştir.
Ölümden çıkış yapmak, Kürtlerde bir yaşam tarzı haline gelmiştir. Daha büyük malları geçirmek için bu kez de bir sürü koyun harcanacaktır.
Mayınlar nedeniyle daha az kontrol edilen bölgeler, büyük mal geçişleri için tercih edilir. Bunun için hazırlıklar çok önceden başlatılır. Bu kez iş büyüktür. Sınırın ötesinde her şey hazırlanır. Önce koyun sürüsü mayın tarlasına sürülür. Manzara yine aynıdır.
Tek fark, çobanların üzüntüden yıkılmamasıdır. Çünkü amaçları, koyunları telef edip, yolları açmak. Trajedi bittikten sonra katır kervanları harekete geçer. Dört yüz, beş yüz veya daha fazlasından oluşan kervanlar, parçalı olarak yol alırlar. Mayınlı arazi, koyun leşleriyle temizlenmiştir.
Trajik ama başarılı bir sınır ihlalidir.
Yalnız bu da değil, ihlalin binlerce çeşidini keşfedeceklerdir. Çünkü ötesinde umut ve aşk vardır.
Önce beyinlerdeki sınırlar zorlanır. İlk başarı, cesaret kazandırır. Ve peşpeşe ihlaller gelir. Sonra sınır ihlalinin özgürleştirici havası yakalanır.
Hiçbir sınıra sığmayacakmış gibi kendinizi güçlü hissedersiniz. Zincirsiz bir yaşamın tadına o zaman varılabilir.
Araya teller ve mayınlar da yerleştirilmiş olsa, kollarımızı kavuşturabiliyoruz artık. Sınırın ötesi yok, sınırsızlık vardır. Birlik, kardeşlik ve aşk vardır.
Sınırları ihlal ettiren aşk, mayın tarlasından geçiş cesareti veren aşk. Tellerin koparamadığı aşk.
İşte! Kürtlerin kavgasının özü.
Ve bu derinleşip devam eder. Kavga bitse de o artık içlere sinmiş, içi yaralamıştır. Tel örgüler içte sarılır içi kanatır. O iki olur ve iki defa fiil işler. Biri dışta diğeri görünmez olan.
Tel örgüler, dikili taşlar, ekili mayınlar ve adına tutulan nöbetler. Kaçak bir hayatın korkaklığı ve yasak aşkların ürkekliği gibidir sınırlar. Parselli dünyalara çizilir bir yanı, öteki yanı ufukta vedalaşan sesimizde uzar gider. Bilinmezlerin korkulu telaşıdır belki, izsiz bir patika ihlali. Belki de tutsak umutlar yalnızlığıdır sınırlar.
Her sınır bir ayrılık zimmetler bize
Irayan kıyılarında yabanlaşır umutlar
Sınır tellerine takılır düşlerimiz
Ve her sınır nöbetsiz uykularda çiğnenir
Umutlar sınırların ardında
Öyle çok sınırlarla kuşatıldık ki; öyle çok sınırlara dizildik ki! Gelip geçen yolların tek gümrük kapısıydı sınırımız. Her yolcu uzayan kervana katardı yükünü, her katar bir han kapısında vizesiz ölümlerdeydi. Her ölüm bir ganimet istilası ve her istila işgalli sınırlardı artık.
Öyle çok sınır çizdiler ki; her şehir, her sokak ve har kalabalık çiziktirilen korkularla kaçırılıyordu bizden. Öyle çok sınırlar ektiler ki; her patika, her ırmak ve her cıvıltı daha derinlere siniyordu. Her sınır başka bir sınırda tükeniyordu. Ve biz, biz olmaktan çıkıyorduk.
Tenhalara gizlenmiş gülüşler, hıçkırıklara gömülmüş ağlayışlar ve kaçamak suskunluğumuz bile sınırlarda yabanlaşırdı. Yarım kalan gülüşler peşindeydi yüreğimiz. Bazen çocuksu hayaller nöbetindeydik. Bazen de sınırlar aşmış yalnızlık tılsımında soyluyduk.
Baskın yemiş uykular yatağındadır gülüşler, her gülüş bir bilenmiş kin yüreklerde ve sınırlar kan damıtır gülüşlere.
Her sınır içimize işleyen bir hançer gibi zehirliyordu bizi. Her sınır bir yabancılaşma içimizde ve her sınır işgal edilmiş çocukluğumuzdu.
Sınırlarda yitirdik gülüşlerimizi, sürü sürü umutlar kaçakçılığı sınırlar. Belki ağıtlı sevdalar ötesindeydi sınırlar. Ve sevdalar hep sınır tellerine takılı bir serçenin ürperen yüreğinde saklıydı. İşte biz o zaman sınırındaydık sevdanın.
Dizili karakol gölgesindeydi kaçaklığımız. Her gölge sürülü namlular sıcağında eriyordu sanki. Ve biz, siperlenmiş korkuların ötesindeydik.
Bazen başak tutmuş toprağına değerdi telleri. Bir yanı biz, öte yanı bizden olanlardı. Ve sınırında biçiliyordu ekinler. Bazen bir köy çeşmesinde, pınar’ına değerdi sınırlar. Bazen de; gönüller meydanına çiziliyordu. Bir yanı umut, öte yanı yalnız çocuklar. Her sınır bölünmüş kabuslarda çizilir hayatlara ve her sınır çalınmış düşlerimizi pazarlar uzaklara. Ve, ve her sınır yalnızlığımıza çarpar ücretsiz.
Gelip dindiği tek duraktır yalnızlık. Tüm sınırların ve çiziktirilen tüm hayatların yorgun düştüğü bir yalnızlık kıyısıdır. Ve her kıyı ufka açılmış yüreğin dümeninde, umudun yolculuğundadır artık. Ve artık umut sınırlar ötesindedir.
Şimdi bir patika gümrüğünde sınırların seyrindeyiz. Uzayıp giden tellerine dokunuyoruz usulca. Her dokunuş üşüyen yalnızlığımızı sınar. Gözümüz hep berisinde sınırın. Sırtımız ise, suskun taşında. Önce çığlıklaşan sesimiz ihlal ediyor sınırları, sonra yalpalayan mermiler, dili taşlarına düşen yüreğimiz ise en son. Öncesi sonrasına benzemiyor artık, çünkü hep aynı mekan. Ötesinde biz, berisinde yine biz, sesimiz ise bizim olan sınırlardadır.
Patikalar sınır tanımaz. Ne ekili mayın, ne siperli karakol. Kıvrılarak süzülen her patika ihlal edilmiş bir sınır kaçakçısı sanki. Ve sanki her ihlal ötemize açılan bir han kapısı ve her kapı umut kervanına aralanan yalnızlığımızdır.
İşte şimdi ihlal edilmiş, kurşuna dizilmiş sınırların ötesindeyiz. Bizi bizden çalan her sınır şimdi bizi bize taşıyan ırmaklar gibi coşkundur. Ve her başak toprağına sarılır, her çeşme pınarıyla ışıldar.
Şimdi biz ufkun sınırında umudun nöbetindeyiz. Ne tel örgüler ne ekili mayınlar ne de karakollu rüyalar.
Biz şimdi dorukların sınırında doğan güneş seyrindeyiz. Her seyir bir sınırsızlık özleminde, her sınırsızlık biz olan toprağımızda gelecek tohumlar ardıllarına. Ve her gelecek bir avuç özgürlük yaşar.
Ve işte özgürlük, şimdi GÜNEŞ’ e verilmiş SÖZ’ün umudundadır...
NUMAN AMED