HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

sehitliklerŞEHİT ŞÎYAR ÊLİH YOLDAŞIN ANISINA

Dünyaya Kürt olarak doğmanın ayrıcalıklı trajedisi; yaşanan beş bin yıllık tarihsel sapmanın karşısına dikilip dur demek ve sonrada toprağa düşmektir.

Özellikle son iki yüz yılda gerçekleşen bütün insanlaşma mücadeleleri şöyle ve ya böyle yeterince başarılı olamadan, tarihsel sapma ve urlaşmanın ta kendisi oldular.

Önder APO’nun özelde Kürtlerde genelde dünya insanlığında yarattığı sıçrama şimdiden başarısını kesinleştirmiştir. Bu başarının da en hesapsız katılımcıları PKK’de gerçekleşen binlerce şehittir.

Şimdide ben bunlardan birini yazacağım.

Adı Şîyar olan bu şehidimizin tarihsel, coğrafik ve toplumsal arka planını bildiğim kadarıyla yazarak başlamak istiyorum. Bu tarz bir ele alışı da yöntemsel olarak önder Apo’dan öğrendik. Diğeri kapitalizmin parçalara ayırarak yaptığı anlatım yöntemidir ki daha çok hakikati gizlemeye yarar. Gerçekte öğretici değil cahilleştirici ve ezbercidir.

Şîyar arkadaş Êlih’li (isimleri Kurdî halleriyle yazmayı da ayrıca tercih ediyorum, Batman yerine Êlih diyeceğim)bir arkadaş olduğu için Êlih’le sınırlı tutacağım bu yazımı.

Êlih bundan yaklaşık olarak yüz yıl önce bir köydür. Bu yıllarda aşırı yağış sonucu köyün sel altında kaldığı da söylenir. Daha sonra 1950’ler öncesi olsa gerek Êlih bir ilçe olarak Sêrt’e bağlanır. Ama Êlih’liler Sêrt’ten çok kendilerini Amed’e bağlı gibi görürler.

Êlih’te petrol yataklarının bulunmasıyla beraber ki bu da 1950’ler sonrası oluyor, Êlih’ın nüfusunda belli bir artış yaşanıyor. 1990’lar sonrası ise yaşanan yoğun köy boşaltmaları nedeniyle Êlih daha çok kalabalıklaşıyor. Buna Koçerlere yaylaya çıkma yasağı da eklenince, birçok Koçer aşireti de Êlih’e yerleşiyorlar. Mevcut durumda giderek büyüyen bir il olduğu da bilinir.

Êlih’ın coğrafyası genelde ovalıktır ve oldukça verimlidir.Êlih petrollerinin ağırlıklı olarak çıktığı dağ ise Raman dağıdır. Dağ dediğim de Botan, Garzan’daki dağlar gibi değildir. Kendi çapında dağdır işte. Raman da, doğu ve batı diye ikiye ayrılır. Raman dağı oldukça da uzundur. Êlih’ten itibaren Eskîf ilçesine kadar uzanır. Êlih ile Kubînî arasında ise Qîre adında uzunca bir sırt vardır ki bu da Eskîf’e kadar uzanır, Eskîf’in karşısında doğu Raman ile Kîre birleşir. Dicle nehri, Êlih çayı ve Hezo çayı da Êlih arazisinden geçen çaylardır.

Êlih genelde aşiretlerden oluşur. Etnik olarak geneli Kürt’tür ama kuzeyinde Mehelmi’ler vardır. Dini açıdan büyük çoğunluğu Müslümandır. Ancak zincir biçiminde ardı sıra sıralanmış yezidi köyleri de vardır. Bunlar Kubînî ve İstasyon nahiyelerinde bulunur. Uzantıları Raman dağına kadar gider.

Göçlerin il merkezine yığılmasıyla beraber sosyal yaşamda dalgalanmalar olur. Her yıl birçok insan ırgatlık işçi olarak batı illerine çalışmaya gider. İstanbul tekstil işçiliği de ihtiyacını buradan karşılar. Koçer aşiretler ile diğer alanın yerleşik aşiretleri artık iç içe geçmiş bulunmaktadır. Êlih’e Mardin’in bazı ilçelerinden de göçler yoğun bir şekilde olmuştur.

Êlih Haki Karer ve Mazlum Doğan gibi büyük şehitlerin faaliyet yürüttüğü alanlardandır. Büyük komutan Egît’de Mazlum Doğan’ın yetiştirdiği bir kişiliktir. Daha sonra Hozan Şehit Mizgîn de Êlih’ın yetiştirdiği tarihsel bir semboldür. Mazlum Doğan’ın ev ev dolaşarak yaydığı PKK ideolojisi ve yaşam tarzı, bu gün milyonlarca halka ulaşmıştır.

Êlih başlangıçtan günümüze birçok şehit mücadeleye vermiş, birçok devrimci de vermektedir. Êlih Edip Solmaz’ın PKK adına ilk defa belediye başkanı olduğu ildir. Mevcut siyasal duruşuyla da yurtseverliğin kalelerinden biridir. Bu nedenle de “Êlih ovası Apocuların yuvası” diye slogan atarlar.

Şehit Şîyar da Êlih’e yakın Batı Raman’ın yamacında bulunan küçük bir mezradandır. Mezra verimsiz olunca da Êlih’ınYavuz Selim mahallesine göç ederler. Şîyar arkadaş burada gerillalar ile ilişki kurarak uzun süre milislik yapar. Daha sonra da tutuklanarak ceza evine girer. Cezaevinden çıktıktan sonra da bir süre normal yaşamını sürdürür ama özel yaşam örgütlemeye niyeti yoktur. Çünkü o mücadelesine kaldığı yerden devam edecektir.

Bende 98-2000 yıllarında Mava alanındaydım. Ova çalışmalarında yer alıyordum. Êlih’e ise kendisini çevreleyen Amed, Mardin, Xerzan ve Botan eyaletlerinden hiç kimse giremiyordu.2010’lu yıllarda o dönemin alay komutanı olsa gerek “bir tek terörist bile Êlih’te bırakmadım” diyecekti TV programlarında. Bizde Mava dağında yaptığımız tartışmaların ve aldığımız kararların bir gereği olarak Êlih’e gerilla olarak girecektik. Bunun için ovaya indik.

Ovaya indiğimizde bizim için gerekli olan sağlam bir ilişkiydi. Bütün olasılıkları değerlendirdik, bize yardımcı olacak milis veya yurtsever arıyorduk. Tam bu arada cezaevinden yeni çıkmış bir arkadaşın bizi görmek istediği tarafımıza bildirildi. Kendisi için bir köyde randevu ayarlayıp gelmesini istedik. Akşam olduğunda bizde sığınaktan çıkıp köyde randevu verdiğimiz eve gittik. Evde şişman yanakları al al, sonradan kod adı Şîyar olacak olan arkadaşla görüştük. Şişmanlığını cezaevinde kalmış olmasına bağladığım ama her şeye “evet” demesini pek anlayamadığım o anki adı Selahattin olan arkadaşla uzun uzadıya konuştuk. Ne dediysek “yaparım” dedi, ne istediysek “olur” dedi. Sohbetine doyamadık, gece ilerlemesine rağmen biz halen daha konuşuyorduk. Gece boyu konuşup tartışırken hep bir şeyleri eksik tartışıyormuşuz gibi geldi bana. Yapacağımız iş bir milisin yapacaklarını çok çok aşıyordu. O gece her şeye “evet” diyen Şîyar arkadaşa “bize katılmaz mısın” diye sordum, ona da “evet” katılabilirim dedi; “siz nasıl isterseniz!” O andan itibaren evde kalmamızın bir anlamı kalmamıştı ve de sığınakta bol bol zamanımız olacaktı tartışmak ve daha ayrıntılı tanışmak için. Evden günlük tüketeceğimiz peyniri alıp ayrıldık.

Böyle başladı Şehit Şîyar ile devrimci gerilla yaşamımız. Sanki birilerinin kendisine “gel gerilla ol” demesini bekler gibi bir hali vardı. Onun hayalinde evlenmek aile kurmak yoktu, sadece ve sadece halka insanlığa hizmet etmek istiyordu. Düşmana kini ve öfkesi cezaevine girdikten sonra daha da artmıştı. Bir evde ilk defa beline palaska bağladığımda, beline dolanmış şutik olmamasına rağmen ve palaskayı da en son ayarına getirmemize rağmen yine de palaska dar gelmişti. Ben ve ev sahibi Şîyar arkadaşa muzipçe espriler yapmaya başladık. Ev sahibi;“heval Şîyar arkadaş çok şişman” dedikçe ben, “zayıflayacak ince belli olacak” diyordum. Birkaç ay sonra da Şîyar arkadaşın beli incecik oldu ve bütün fazla kilolarından kurtuldu. Çünkü Mava ile Êlih hattında oldukça yoğun ve yorucu bir pratiğin içine girmiştik.

Örgütsel ihtiyaçlar nedeniyle Şîyar arkadaşın katılımı normal bir katılım gibi olmadı. Savaşçı temel eğitimini ve ideolojik, siyasal eğitim görmeden direk pratiğe girdi. Kendisi hem milis, hem de cezaevinde kalmış olduğu için, belli bir bilinç düzeyi vardı. Geriye askeri eğitim kalıyor ki bunu da her Mava dağına gittiğimizde açığını kapatmaya çalışıyorduk.

Bütün arkadaşların ilk etapta dikkatini çeken şey Şîyar arkadaşın kişiliğiydi. Çok mütevazı ve alçakgönüllü bir arkadaştı. Şîyar arkadaşın çok hesapsız ve içten gelen bir mütevazılığı vardı. Sanki hiç devlet ve egemenliği tanımamış gibi bir alçakgönüllülüktü kendisinde var olan. Hiyerarşik, sınıflı, devletçi toplum formlarının daha hiç belirmediği dönemdeki insan kişiliği mevcuttu, Şîyar arkadaşta. Gerilla ve dağ yaşamına olan yabancılığı hemen göze çarpıyor ve arkadaşların dikkatini çekiyordu. Bu haliyle de yaşam içerisinde hem ilgi odağı oluyor, hem de arkadaşlar istekle kendisine yardımcı olmak istiyorlardı. Şîyar arkadaş da büyüklük taslamaz ve yaşamın ayrıntılarını öğrenmeye çalışırdı. Arkadaşın bu durumu ortamımıza ayrı bir hava veriyordu. Bu durumda hem kendisi moralli ve coşkulu pratiğe katılırdı hem de arkadaşların daha fazla motive olmasını sağlardı. Şehir, ova ve dağ arasında geçen pratiğimiz hareketli ve oldukça da canlıydı.

Bir gece yine Êlih’te iken yanına gideceğimiz aile evinde değildi, bu nedenle gece geç saatte sokakta kalmıştık. Gidebileceğimiz aileler vardı ama bulunduğumuzyerin çok ters tarafına düşüyorlardı. 1999 yılının sıcak ortamı olduğu için de düşman zırhlı araçlarla sokaklarda devriye geziyordu. Biz de mümkün mertebe ara sokakları kullanıyoruz ve duraksamak için de kuytulukları seçiyoruz.“Nereye gidelim, hangi aileye gidip kalalım” diye düşünüyor iken üç katlı bir binanın arkasına geçtik ki kuytu bir yer ve korunaklıdır. Binayı biraz inceledim ve alt katta koyunlar olduğunu gördüm. Bu iyiye işarettir. Çünkü Êlih gibi bir yerde sadece Koçerler koyun beslerler ve eğer evde Koçerlerin ise,Koçerler yüzde doksan yurtsever olurlar ve de eğer aile Koçer ailesiyse bize kucak açar sahip çıkarlardı. Evin ikinci katında bulunan oturma odasındaki televizyona kulak kabarttım, tam istediğim gibi, bizim televizyonu dinliyorlardı. Televizyondan Kurmanci lehçemizde sesler yükseliyordu.

Kafamda bir şeyler evirdim çevirdim ve pratik planımı şehit Şîyar’a anlattım. O da bana “neden olmasın” dedi ve harekete geçti. Şîyar arkadaş henüz daha tam olarak dağ gerillasına benzemediği için “konuşma aksanı ve fiziki duruş itibariyle” eve gidip kapıyı çalarak kendisini koyun tüccarı olarak tanıtacak ve bu arada ailenin durumunu tahmin etmeye çalışacaktı. Daha sonra eğer uygun olursa biz ailede gece ve sonraki gündüz kalacaktık. Şîyar arkadaş gitti gitmesine ama gelişi de gecikti. Ben de meraklanıyorum, acaba ne oldu diye. Derken evin köşesinden bir genç “heval gel içeri gidelim” diyerek beni çağırdı. O an rahatladım ve işimizin iyi gideceğinden emin oldum. Çünkü beni çağıran genç kırk yıllık dostummuş gibi bir ses tonuyla çağırıyordu. Bu da ailenin gerillaya ve devrimcilere aşina olduğunu gösteriyor. Oturma odasına geçip oturduk ve aile ile Şîyar arkadaş tanış oldukları için de koyu bir sohbete başladılar.

Yine bir gece hem de dolunayda “bu gerilla için oldukça risklidir” Raman dağının yamaçlarında yürüyorduk. Benim kulaklarım çok yakınımda patlayan patlayıcılar nedeniyle biraz sorunlu, Şîyar arkadaşın ise bu konuda bir sorunu yok. Yamaçlardan yürüyor iken, küçük bir tepenin yanında bulunan bir boğazdan geçmemiz gerekti. Tepecik ve boğaz düşmanın pusu atabileceği yerlerden bir yer. Tepeye ve boğaza yakınlaştığımız zaman elimdeki gündüz dürbünüyle “gece dürbünümüz yok, dolunayda gündüz dürbünü de iş görüyor” tepeyi ve boğazı kontrol ettim. Herhangi bir şey görmedim. Daha sonra ben önde, Şîyar arkadaş arkada yürüdük ve tam boğazın üstüne geldik. İşte o anda Şîyar arkadaş bana seslenerek “heval Azad tepeden sesler geliyor” dedi. Benimde o anda tepeye bakmamla “koş” demem bir oldu. Çünkü tepede hareket eden bir görüntü görmüştüm. Yaklaşık olarak yüz metre koştuktan sonra yere oturup o neydi diye kendimize sormaya başladık. Eğer düşman askeri olsaydı çok kısa olan o mesafeden bizi görmemesi ve ateş etmemesi mümkün değildi. “Acaba düşman askeri daha yeni tepeye gelmiş yerleşmeye çalışıyor o nedenle mi bizi görmedi” diye de yorumladık. Daha sonra da mevsim sonbahar olduğu için köylüler geceden gelip çilo kesiyorlar ve eşeklere yükleyip köye götürüyorlar. Zaten eşekler kendisini çevreleyen çilo nedeniyle görünmez ve uzaktan bakınca ağaç yürüyor zannediyor insan. Tepede duyduğumuz ses ve gördüğümüz görüntünün çilo kesen köylüler de olabileceğini hesapladık bu nedenle. Daha fazla da oturmadan kalkıp ay ışığının geceyi yarı gündüz yaptığı, görsel olarak da insanı oldukça bir hoş eden manzaralı gecede sığınağımıza doğru yürüdük gittik.

Zamanı gece ve gündüz olarak ayırmak bana yetersizmiş gibi geliyor; gece gündüz evet ama bunun yanına dolunayı da eklemek gerekir. Çünkü gündüz her şey bir şekilde görünür, gece ise bir başka şekil. Bir şeyleri görseniz de geceleyin yine de karanlıktır veya karadır. Ama ay ışığında “ben buna dolunay” da diyeyim görsellik bambaşkadır. Ne tam karanlık ne de tam aydınlıktır, biraz aydınlık birazda karanlıktır. Doğanın veya evrenin bu hali insanın ruh ve duygu dünyasına bir başka etki eder. Gündüz gerilla için hele hele ovalık alanlarda, düşmanın tam hâkim olduğu zaman dilimidir. Bu nedenle düşmandır gerillaya gündüz. Gece ise gerillanın adeta hâkimler hâkimi olduğu zamanlardır, karanlık ve gözle görmekten çok hissiyatın ön plana çıktığı anlar. Kara bulutlu yağışlı gecelerde adım atmak bile mucizevi bir olaydır gerilla için, ama durmaz gerilla bütün doğa olaylarının kendisini gösterdiği her gecede yürür yürür ve yürür. Gece ay lambasının altında olduğu zamanlarda ise; ilk önce dolunayın ilk çıkışını görürsünüz ki bu görüntü her bir coğrafyada ve her bir mevsimde farklı, farklıdır. Ayın yükselişi ve batışını görürüsünüz. Ay doğar ve batar ama gerilla halen daha yürüyordur ülkesini baştanbaşa arşın arşın gezerek. Şehit Şîyar ise severdi böyle dolunaylı geceleri ve her ay, yeniden doğduğunda ay, Şîyar daha bir Şîyar olurdu; dağda ovada ve şehirde.

Şehidin ailesi de tipik bir Kurdî aile idi. Anne, baba, erkek ve kız kardeşler.

Evli olanlar aileden kopmuş kendi aile düzenlerini kurmuşlardı.Yeni evlenen ise aile ile beraber evin bir gözeneğinde kalıyordu.Ta ki sırası gelen evlenene kadar bu böyledir. Yeni evlenen baba-ana evinde kalır.Diğeri ise ana-baba evinden ayrılmıştır artık.Anne ve baba; erkek ve kız kardeşler, çemberi genişletirsek.Amca, hala, teyze çocukları; hepsi sıcak hepsi daha bir insan gibi insandılar.Çünkü hiyerarşik, sınıfçılık ve sermayecilik oyunları; daha kirletmemiştir henüz.Tertemiz dünyalarını.

Gerilla yaşamım boyunca ilk ve son defa Şîyar arkadaşla ortaklaşa tek bir çanta taşırdık. Hem benim hem de Şîyar arkadaşın kendimize ait olan eşyaları “o da nedir ki; fotoğraf albümü, tıraş gereçleri vb.” şeyler vardı çantada. Çoğunlukla da erzak gibi ihtiyaçları taşırdık çantamızda.

Şîyar arkadaş giderek tecrübe kazandı ve artık tek başına ovadan dağa grup götürecek hale gelmişti. Hem araziyi tanımış hem de hareket tarzına hâkim olmuştu. Sık sık daörgütlediğimiz çeşitli savaşçı kanallarından yeni arkadaşlar gelip saflara katılıyordu. Yine böyle bir günün akşamı hem iki yeni arkadaş Adana’dan gelmiş ve saflara katılmıştı, hem de bizim bir başka ova birimimiz yanımıza gelmişti. Buna göre oturup birkaç günlük planlama yaptık. Ben yanımıza gelen birimimizle kalacaktım, Şîyar arkadaş ise Nasır arkadaşla birlikte yeni savaşçı grubunu alıp Mava dağına gidecekti. Bunun için tartışıp dikkat edilmesi gereken konulara tekrardan parmak bastık ki, grubu götürmede herhangi bir sorun çıkmasın.

Daha isimlerini bile soramadan ve gece karanlığında daha henüz yüzlerini bile tam olarak tanıyamadığım iki tane gencecik devrimci olmaya aday insan ile birlikte Şîyar ve Nasır arkadaşı uğurladık ve bizde yapmamız gereken çalışmamıza döndük. Ertesi gün saat on civarı kaldığımız yerden görülebilen yola gözle baktığımda anormal bir araç geçişlerinin olduğunu gördüm. Bunun üzerine dürbünü elime aldım ve yolda geçmekte olan araçları kontrol ettim. Araçlar askeriydi ve aceleleri varmış gibi gidiyorlardı. Dağınık ve düzensiz bir şekildeydiler. O an durumun ne olduğunu anlayamadık ve herhangi bir tahminde de bulunamadık. Akşam olduğunda ancak yerimizden hareket edip köydeki köylülerle temasa geçtik ve arkadaşların şehit düşmüş olduklarını anladık. Daha sonraki olaya ilişkin araştırmalarımızda ise arkadaşların şahadet yerlerine yakın bir köyden erzak aldıklarını öğrendik. Biraz ekmek, birkaç tane de domates ile peynir alıp gitmişlerdi.

Öyle ya gerillasındır ve hep bilinmeze yol alır gidersin, sabaha ne olacağını, doğacak güneşin nelere gebe olduğunu kim bilebilir ki. Araştırmalarımızı derinleştirip şahadete neden olan olguları bilmeliydik ki yeni şahadetlerin önüne geçebilelim. Ve tespit ettiğimiz önemli bir nokta şuydu ki; arkadaşların gündüz konaklamak için seçtikleri yer tam da düşmanın gece termal kamera (gece görüş) koyduğu yerin karşısındaymış. Gece termal kamera ile şehit Şîyar’ın ve grubunun kaldığı yeri tespit edince düşman sabaha kadar beklemiş ve müdahale etmemişti. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber arazinin hâkim bir noktasından, mahkûm bir yerde olan arkadaşlara operasyon düzenlemişti. Silahlı olan Şîyar ve Nasır arkadaşlar çatışıyorlar düşmanla. Diğer yeni arkadaşlar ise daha gerilla elbisesi bile giymemişlerdi. Kurdistan dağları hep bir ana gibi olmuştur Kurd halkı için; tarihte ve günümüzde. Bu realite PKK gerillaları için daha fazla geçerlidir. Ve düşmanla karşılaşınca her bir gerilla koruyucu ananın kucağında olmak ister, doyasıya çarpışmak geçmişin ve bu günün intikamını almak için. Ama Şîyar arkadaşların içinde hareket ettikleri arazi yapısı yarı ovalıktır. Hava da aydınlık olunca yapacak pek bir şey yoktur aslında. Ve her dört arkadaş da yaklaşık olarak yarım saat çarpışarak iki düşman askeri öldürüyorlar. Biri teğmen olmak üzere iki askeri de yaralıyorlar. Akşam hoş beş şakalaşıyorken, sabaha yitirmek en güzide canları, can mı dayanır böyle derin ve tarifsiz acılara; olmasa daha büyük amaç ve yaşam aşkı.

 

Hani derler ya “delikli namlu çıktı mertlik bozuldu” diye. Bu söz karşısında gelişen savaş teknolojisine ne denir bilemiyorum. Çağımızın asimetrik savaşları savaş tarihinin en namert savaşlarıdır. En duygudan yoksun, en vahşi savaşlar bu yüzyılda yapılıyor ve yapılacak. Gelişen savaş teknolojisi insanlık tarihine en barbar çağını yaşatıyor ve yaşatacak. Şîyar arkadaş da diğer daha dağların kokusunu alamadan şehit düşen arkadaşlarla beraber çağın en ileri adeta toplumlara nefes aldırmayan teknolojisine karşı yeniden var olma mücadelesine fiziki anlamda son verdiler. Ve kendilerini halkın ve de ilerici insanlığın kalbine “Milenyuma” birkaç ay kala altın harflerle yazdırdılar.Mücadelemiz de devam ediyor hem de dünyanın ilk önce Kürdistan’da denenen en ileri savaş teknolojisine rağmen. Halkçı ve haklı yöntemlerle mücadelelerine ay ay, yıl yıl devam eden Şîyar’ın yoldaşları bu gün en ileri gece görme tekniklerine karşı basit bir şemsiyeyle cevap vermekteler ve onları boşa çıkarabilmekteler. Dedim ya “haklı ve halkçı mücadelemiz” diye, bedeli kan da olsa çare ve çözümler tükenmiyor Kürdistan’ın en doruklarında hep yükseklerde seyredenler için.

Şîyar arkadaşların grubunun cenazeleri şehit edilmeleri ardından, bölgeye yakın olan bir karakola getiriliyor. Cenazeler; bazı kısımları dışarıda olacak şekilde toprağa veriliyor. Ölüye bile saygısı olmayan TC askerleri tarafından.

Şîyar arkadaşın şahadetinden sonra ailesine haber vermemiz gerekiyordu, cenazelerini düşmanın elinden almaları için. Ancak bu o kadar kolay değildir. Bir aileye “oğlunuz şehit düştü” demek, en karmaşık duyguları yaşamak demektir. Ancak yapacak başka bir şey de yoktur; gecenin bir saati aldım elime telefonu ve aslında ne dediğimi şu an bilemiyorum. Telefonu kaldıran şehidin genç ve yeni evli kardeşi ise benden çok daha sakindi ve dolaylı olarak söylemek istediklerimi daha ben telaffuz bile etmeden anlamıştı. Böyle bir haberin kendilerine verilmesini bekler gibiydi. Belki de yeni doğacak olan çocuğuna onun adını verecek ve her Şîyar dediğinde onu anacaktı.

Şehit Şiyar şimdi Êlih’e yakın Bleyder köyündedir. Kısa ama anlamlı devrimci yaşamınla yarattığın değerler birikerek genişliyor ve yayılıyor. Önemli olan da bu değil mi zaten. “Ne kadar yaşadığın değil, nasıl yaşadığın önemlidir” derler ya sen onlardan biri oldun. Bir gün mutlaka mezar taşına baş koyma umuduyla…

KOD AD: ŞİYAR

ADI SOYADI: SELAHATTİN ATACAN

DOĞUM YERİ:ÊLIH

 

AZAT ARARAT