Son mektubun üzerinden yedi yıl geçti ölçülebilir takvim zamanlarında. Yürek zamanında hep benimleydin oysa. Nereleri gezdim biliyorsun. Güzel dağların ardından isteksiz isteksiz mecburiyetten yolum yeniden düştü şehirlere. Sana hep yazmak istedim. Biliyorsun, dağlılığını sevdim en çok senin. Bir dağ gibi taşımak istedim yüreğimde. İkimizin de yüreğinin ortak mekânıydı dağ. Sıyrılıp bu mekanik zamanlardan dağın anlam zamanında yaşıyorduk sadece. Ötesi kirletiyordu ikimizi de. Zaman-mekân diyalektiğinde dağdan öte kirli, buruk, sesi soluğu kesilmiş oluyorduk. Hani alıp götürmese yüreklerimiz ve seslerimize sinen dağlar, dağın insanları, boğulurduk ikimiz de.
Hangi asfalt caddelerde beton duvarların ardında demir yığınlarının içinde gezinse de bedenimiz, yitik iki dağlıydık oysa sadece ikimiz de. Ölçülebilir zaman dışında yaşama tercihimizde kararsızlık geçirmedik ikimiz de. Hani bir dosta yazıyorum ya, hani adettir ya, seni ölçülebilir takvimlerin yedi yılında gönül alıcı bir özür dilemeliyim ya mektupsuz koyduğum için. Oysa biliyorsun bizim yürek âlemimizde pek ısınamadığımız kelimelerdir pardonlu, lütfenli, özür dilerimli seslenişler. Kırsak kalbini sevdiğimiz birinin, mahcup bir bakışımız, utangaç bir tebessümümüz, yere bakan gözlerimiz, kelimelerin bir türlü dökülemediği titreyen dudaklarımızın tamir edemeyeceği bir kalp yoktur, biliyoruz ikimiz de.
Her ne kadar hep yüreğimin dostlara ayırdığı o sımsıcak köşesinde taşısam da seni her yere, bir burukluk vardı hep içimde. Hani en iyi, dostlar bilir ya, bir dosttan sese dökülmüş, kalemde kalıcılaşmış ve sana ulaşmış bir selamın gururunu ve sevincini. Zaten ne isteyebilir ki bir dost bir dosttan yürekten bir selamın dışında. Ne kadar çok şey paylaşsalar da birbirleriyle, ne kadar birine ait bir şey, bir o kadar aitse ikisine de, yine de günde bin defa karşılaşınca gözleri, bir sıcak merhabanın, hasretle kucaklaşmanın yerini dolduramaz hiçbir paylaşma biçimi. Ama şehirlerde boğulmuş sesimle ve şehirlerde iyice bir yolunu şaşıran parmaklarımla kelimelere ve seslere dönüştürüp sana ulaştıramıyordum bir türlü selamımı.
Önceki mektupta gururla yazmıştım ya sana, seni en çok bu dağlarda anlayıp daha çok sevdiğimi. Yüreğimden hançereme bir yumruk gibi oturan sesim ve gözpınarıma asılı kalmış bir damla tuzlu suya gömülü bir gururla seslenmiştim sana.
Paylaşmak paylaşmaksa bütün güzelliklerini dostluk, en güzel yerlerde yaşadığın güzellikleri seninle paylaşamazlık edemezdim. Bu güzellikleri en çok hak eden ama en çok koparılmak istenen dostum, hasretinde olduğun bu dağlara ulaşmanın ve bu dağların en yüceleri Zağroslarda yaşadığım her şeyi seninle paylaşma sevincinde ve gururunda yazmak, duygularımı paylaşmak ne kadar rahatlatmıştı yüreğimi anlatamam.
Gördüğüm bütün dağlılara sana ve dostluğumuza dair bir şeyler anlatarak gururla taşırmak istedim seni dağlara. Dostlar kimseyle paylaşmak istemez dostlarını. Çok iyi bilirsin sen bunu, kıskançtır dostlar, en kıskanç sevgiliden bile daha kıskançtır dostlarını paylaşmada.
Ben seni dağlarla ve dağlılarla paylaşabilirdim ancak. Yüreği bir dağlı olarak çok iyi bilirsin sen, en ustasıdır onlar her şeyini paylaşmanın. Her şeyimle her şeyimi paylaşmak yakınlaştırıyor onlara beni en çok. Değer bilmez, dostluk bilmez şehir mekânlarında bize ait olan, dostlara ait olan paylaşılmışlıkların pazara düşme korkusudur kıskançlık. Her şey düşünce o pazarlara nasıl yitiriyorsa değerini, dostlukların da değerini yitirmesinden korkardık ikimiz de.
Ve iyi bilirdik asla pazarlara düşmemeliydi en insani yanımız olan dostluklar. O yüzden neyi düşürsen daha bir değer kazanan bu dağların dağ yürekli çocuklarıyla paylaşmıştım seni. Daha bir değer kazandı dağlara düşen dostluğumuz.
Sevgili dostum,
Yine o mekânlardayım bütün yüreğim ve üstelik bedenimle. Yeniden kavuştuğum bu güzellikleri bir selam yapıp dökmeden söze ulaştırmasam sana, ihanetlerin en büyüğü olan dost ihanetinde boğulacak yüreğim. Gururla şimdi sana selam veriyorum dağlardan. Bir dost sohbetinde gördüklerimi ve yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum seninle dostça. Hani ne kadar söze dökülünce sevinç veriyorsa insana bir merhaba, paylaşmada mahirdir en çok gözleri insanın. Biliyorum, merhabadan sonra gözlerimde paylaşabilirim her şeyi seninle. Hepsini yazmayı gerekli bulmuyorum sana. Ama gururlanacağını bildiğim için iki kelimeyle anlatayım sana yürümeye doyamadığım dağlarda dost yüreklerle seni nasıl paylaştığımı.
En çok sağlam dostluklara inanıyor onlar, hilesiz-hurdasız, fitnesiz-fesatsız, yalansız-dolansız, kirlenmesine asla izin vermedikleri bir parıltı olarak taşıyorlar yüreklerinde bütün dostluklarını. En küçük bir gölge düşürülse dostluklarına, hiçbir zulmün, işkencenin, acının, ihanetin kâr etmediği yürekleri bir çocuk kalbi gibi kırılıp daralıyor dünyaları.
Anlatırken seni, korumada maharetli oldukları yüreklerinde bir kıvılcım olarak hep taşıyacaklarını o göğüs kafeslerinde seni, biliyordum. Ve biliyorum şimdi, onların yüreğine düşmüş olmanın sevincindedir gözlerin. İsmini sevgiyle ve yiğitlikle sesine düşürse bile bir teki seni, bu, dünyalara bedeldir senin için. Ve bütün dost gayretimle seni anlatmaya çalışıyorum onlara. Anlayıp ‘yiğitliğine yakışır bu toprakların bir evladıymış’ diyorlar. Hani kolay kolay payesini kimseye vermedikleri yiğitlikle bir arada anınca onlar senin ismini, bir yiğitle dost olmanın gururuyla kabarıyor yüreğim. Bir çift söz etsem sana dair, dost paylaşımlarına inançta lekesiz, pırıl pırıl yürekleriyle ne kadar çabuk anlıyorlar seni, anlatamam. Ve dostluk ustası bu dostlar hemen teslim edip hakkını, veriyorlar sana hak ettiğin değerini.
Sevgili Burhan, güzel dostum;
Şimdi belki kızacaksın bana dostça bir sevecenlikle, ‘bırak sana ait çok iyi bildiğim o duygularını anlatmayı. Sen bana, o beni ben yapan o dağlarımı ve dağlarımın o güzel çocuklarını anlat’ diyeceksin. Hadi yine kızma öyle, kızgın çıkmasın bir nara gibi dağ hasretinde sarhoş sesin. Anlatacağım sana elbette, senin çocuğu olduğun dağların, seninle gurur duyan çocuklarını. Bir bilsen ne kadar ustalaşmışlar yeni dünyalar kurmada. Bir yurt yaratıyorlar şimdi bu güzel mekânlarda. En çok da dağ yüreklilerin koparılışlarında anayurtlarından öfkedeler. Kendileri için ne kadar sabır ve huzurla yaratıyorlarsa bu güzellikleri, bu güzelliklerden mahrum bırakılanlar bir an önce dönebilsinler diye bu güzelliklere, bir o kadar sevecen bir acelecilik ve telaştalar.
Sürgünlerde yurt hasretinde kanayan yürekleri, bu dağların güzelliğinde sağaltmak için bu bahara yetiştirmek istiyorlar güzellik inşalarını. Tek bir yüreğin dağ hasretinde kırık ayrılmasına bu dünyalardan kalmamış tahammülleri. Gömüldükleri, vurulup düştükleri bu dağlarda yanı başlarında olsun diye bütün dağ yürekliler, ha bire yer açma telaşındalar.
Seni anlatınca onlara ‘Bizim Karadeniz Burhan’a da güzel bir yer açmak gerekir bu dağlarda’ diyorlar. Gururlanıp seviniyorum. En çok gömülmek istediğin yerde bir yer açılacak sana. Kahpe kurşunlar düşürememişti seni toprağa. Dağ hasretine dayanamayıp sıyrılmıştın bedeninden. Dağlarda konacak güzelliklerin telaşında çırpınıyordu ruhun.
Dostlar hep müjdeli haberler bekler birbirinden. Madem bu kadar dostuz birbirimizle, yüreğime yerleşmiş bir müjdeyi vereyim sana. Zamanımız daha bir yakın gibi hissediyorum o güzel günlere. O güzel günlerde, o en güzel yerlerde, o olmayı en çok istediğin yerlerde bir yer açılıyor şimdi toprağa düşmüş bedenine. Her şeyinle seni dağlara getireceğim günler yakın diyor yüreğim. Bilirsin, kolay kolay yanılmaz dostluklardaki dağ yürekler. Çağırsam geleceksin, biliyorum. Sarhoş olacağız ikimiz de bu dağların güzelliklerinde. Bu sözleri duymak bile sarhoş etmiştir şimdi seni. Dağa ait bir damla, bir sözcük, bir selam bile ne kadar sarhoş edip sevinçlere boğar seni biliyorum.
Dağdayım şimdi Sevgili Burhan. Kalkmışsın o mahkûm edildiğin sandalyeden. Ayaklanmış, yürüyorsun benimle bütün patikalarda. Keyifli sohbetlerin, müjdeli haberlerin dost kucaklaşmalarının sevincinde çılgın ve sarhoş yüreklerimiz. Utanıp saklamaya gerek yok bu dağlarda sarhoşluklarımızı. Halden anlar dağlılar, anlayacaktır ikimizi de. Paylaşıyorum seni her şeyimle. Bu sarhoş, bu çılgın yüreklerimiz sofrasını buldu şimdi. Ekmeklerini paylaşacaklar bizimle ve sana ulaştıramadığım şaraptan dereler akacak yanı başımızda. Hangisi hangi dereden bir kadeh doldurup koysa önümüze, hangisi usulca okşayıp bir dağ çiçeğini, kokusunu savursa yüzümüze, hangisinin gözleri dikilse şarap renkli ufuklara gün doğumunda, biz de payımızı alıp yudumlayacağız büyük bir keyifle. Sonra sarhoşluğunda dağların, aylak aylak dolaşacağız bütün patikalarını. Dağ sarhoşluğundaki muhabbetlerimizde daha bir bulacağız kendimizi.
Sevgili Burhan,
Hasretlik bir mektup bu. Gecikmiş bir selam bu. Utancındayım gecikmenin. Duy titrek sesimi. Nemli ve utangaç gözlerimde kabul edeceksin biliyorum özrümü. Bu dağlar, her şeyiyle sen olan bu dağlar, bir ana gibi kucaklıyor ikimizi de. Böyle bir evladı doğurup ak sütünde emdirdiği için ne kadar minnetteyim bilsen o güzel ananın. Hepimize ana olan bu dağlarda sana saldığım bu selamda unutsam o güzel anayı, yarım kalacak bu selam biliyorum. En çok da seni yüreğinde taşıyan o güzel anaya da ilet selamımı. Seni kucaklayan ellerinden, seni seven yüreğinden ve seninle hep dolu dolu olan o gözlerinden öpüyorum hasretle. Gurur duyuyor seninle. Gurur duysun istiyorum benimle de, payımı alabildiğim için senin dostluğundan.
Analarımızın gururlanmasının bizimle, tutamaz hiçbir şey yerini. Bizimle gururlanan analarımızın gururundayız şimdi. Gururlanabiliriz ikimiz de, sen en güzel dağ, ben de en güzel dağın dostu olabildiğim için. Ana gururundayız ikimiz de. Dostuz ve anayız ikimiz de. Bir dost bulunca, en iyi dostu olan anasına kavuşmuş gibi olur insan. Ve en çok anasıdır insanın dostu. Sen yüreğimin dağ çocuğu, bütün açlıklarımda beni dostluğunla emziren sevgili anamsın. Varsa bir kusurum, en çok affedici olan çocuklar ve analar gibi affedeceksin beni, biliyorum. Bir dosta bir selam göndermenin ve kusurunu affettirmenin sevincinde kucaklıyorum seni.
Dağa geldim. Sana geldim. Yine ve yeniden, bütün yüreğimle merhaba dostum…
JÊHAT BÊRTÎ