Arkadaşlık namına oldukça etkilendiğim bir olayı sizlerle paylaşmak isterim. Özellikle geçenlerde Erdoğan’ın bizim yoldaşlık için dil uzatmasından sonra bu olayı yazmayı daha bir gerekli duydum. Devrim içerisinde yoldaşlığımız leke sürülmez, el uzatılmaz, laf dokundurmaz bir kutsallıkta olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. En azından devrime başkoyanlar, buna tanık olanlar veya bizi iyi takip edenler açısından bu öyle bilinir. Çünkü bizde arkadaşlık için toprağa baş koyulur arkadaşlık için bir lokma baraber paylaşılır ve arkadaşlık için yol gözetilir, baş ağrıtılır, düşünülür, duygulanır, hislenir ve etkileniriz.
Evet, uzatmadan olaya girelim. Bir grup arkadaş beraber mevziye yöneliyor. Ancak tepe etrafındaki dikenli teller sorun olur ve bilinen taktiklerle bu engel aşılır. Bu esnada tepeyi kaldırma heyacanı, eylem coşkusu, o andaki görev bilinci intikam hırsı, kaygı ve korku herşey iç içe olduğundan bir kadın arkadaş ayakkabısının tellere takıldığını farketmez bile. Ve o ruh haliyle saldırıya yönelir. İşini başarıyla hal ettikten sonra üzerindeki o yük kalkmış olacak ki daha yeni yeni ayakkabısının olmadığını ve tek ayakkabı ile kalmış olduğunu farkeder. O an kendi haline güldü mü acındı mı bu bilinmez.. Ama bunu etrafındaki hiç kimseye söylemediği kesindir. O haliyle epey yol kat etse de ağır aksak yürüdüğü gözden kaçmamıştır. Gerçi bir çok defa yaralı arkadaşlarımız noktaya geldikten sonra daha yeni yeni yarallı olduklarını itiraf ederler. Çünkü öncesi söylense arkadaşlara yük olma kaygısı belirir ya da geri cephe pozisyonuna alınmasından korkulur. İşte yine aynı sebeplerden dolayı bu yeni durum eylem zamanının sırrı olarak korunur. Ancak sabahleyin gün ışımasıyla beraber bu sır deşifre olur. Kadın gerillanın bir ayağı yara bere içinde. Tek ayakkabı ile eylem yapmış , geri çekilmiş ve gık bile dememiş. Olayın vahim kısmıysa ayakkabısının dikenli tellere takıldığını fark etmemesi ve buna rağmen eylem esnasında sivoreler gibi seke seke mevzilere yönelmesiydi. Tüm bu zorlu zaman dilimlerinde bunun farkına varmama işini tamamladıktan sonra yeni yeni öğrenmesi olayın hem trajik hem komik boyutu oluyor. İşte bu yüzden mağdurumuz arkadaşlarına mahçup mahçup gülümseyerek ayakkabısını düşman karargahında nasıl bıraktığını hangi biçimde açıklayacağını düşünür. Tabi bunu kimse sormaz. Hem ne önemi var ki? Eylem başarılı geçmiş ve arkadaş o haliyle de rolünü bayağı iyi oynamıştı. Çıplak ayakları sahil kumuna ayak basar gibi o an şikayetsiz kalmıştı. Ayaklarımız her zaman için olmazı yapamazı direten ten ağrılarına karşın inancın ittiatkarlığına usul usul uymayı bilen bir dinleyici olmasını bilmiştir.
Bütün gözler O’nda ve O demin belirtileni düşünürken arkadaşları ise bu sorunu nasıl haledip bir çare bulacağına odaklanmıştı. Çünkü bu haliyle nasıl yürüyeceği başlı başına bir sorundur. Elde bir şey yok. Tek çare başkasının fedakarlık yapması. Ve bunun üzerine istisnasız herkes ayakkabısını alması için ısrar eder. Hararetli bir tartışma başlamıştır. Benimkini al, benimkini al…Bütün bu ilgileri ve dikkatleri üzerinden dağıtmak isteyen kadın gerilla ise
-amma da abartınız ha!.. Daha eylem başlamadan beri, dün geceden beri bu haldeydim ve bu halde de olsa gayet normal bir şekilde yerime ulaşabilirim.
Tabi yoldaşlık sevgisi buna öyle gönül veremez. Bazıları ayakkabısını çıkarmaya yeltense de kadının direngen gururu bunu kabul etmez; “ne fark eder, ha ben ha siz” diye bu fedekarlığı katiyen red eder. O giymemekte ısrar edip ayağa kalkmış bu uzayan tartışmayı kesmek isterken ondan önce davranan bir erkek arkadaş ayakkabısının bir tekini ona doğru hafifçe atıp olanca hızıyla oradan uzaklaşır. Çare kalmamıştır artık giymek zorundadır. Bu içten yaklaşım üzerine gözleri dolan kadın gerilla dün akşamdan beri çektiği onca çilenin değdiğini bin defa milyon defa değdiğini içinden geçirir. Sırf yoldaşlık için aynı fedakarlığı milyon defa daha yapmaya hazırdır artık. Arkadaşlığın sevgisi ruhunu büyülemişti.
İşte öyküm burada sonlandı. Kısa bir kesit ama içi anlamla yüklü bir mesaj. Olayı sade anlatmak istedim. Çünkü öylesi olayların süslü edebiyata ihtiyacı yok. Zaten olayın kendisi edebiyata konu olacak bir kesit. Edebiyat öylesi anlarda tohum salar, güç bulup vücut kazanır.
Buna rağmen Erdoğan’ın bizim için “kendi yaralılarınızı öldürün” dediğimizi iftira ediyor. Tam tersine bizde birçok arkadaşımız kendini kurtarmış iken arkadaşının olmadığını görünce ateş hattına dönenlerin hikayeleri binlercedir. Üstelik kendisi sağlam iken sırf yaralı arkadaşını kurtarmak için geriye dönüp yaralanan ve ya şehit düşen arkadaşların sayısı o kadar çok ki anlat anlat bitmez. Hatta bir seferinde (en azından benim tanık olduğum) bir yaralı arkadaşı düşman mevzisi yakınından kurtarmak için tam 4 arkadaş şehit düşmüştü. İşte böylece kendini arkadaşı için feda eden bir yoldaşlık kültürüne sahip olduğumuzu her seferinde gelişen kahramanlık anılarında görüyoruz. Bir de bizim için güya ‘ölün, ölmeniz önemli değil mühim olan mevziyi kazanmaktır’ talimatının verildiği söylendi. Böyle söyleyenlerin bir anlığına da olsa içimize gelip de kendini savaş için dayatanların o ruh halini görmelerini öneririm. Çünkü bir çok arkadaş ön cephede yer almıyor diye veya eylem düzenlemesinde ön cephede olmuyor diye neredeyse örgütle karşı karşıya gelecek kadar kendini dayatıyor. Yani sıra fedailik yapmaya gelince ‘ben’ sıra güzellikleri ve yaptıklarının ürününü paylaşmaya gelince ‘ilk önce o’ diyen bir kültür. Bütün bunlar elbette çok güzel anılar yaratığı gibi iradeli onurlu çıkışlara da vesile olur.
Beritan Cudi