Kürdistan’ın başkenti Amed, dün yine tarihi günlerinden birine tanıklık etti. Amed’te bir milyona yakın insan, sel olup aktı. Yüz binler, üç özgürlük savaşçısını ölümsüzlüğe uğurladı: Sakine, Fidan ve Leyla…
Uluslar arası bir cinayetle fiziki olarak aramızda ayrılan bu üç devrimci, her gerillanın gitmek istediği Kürdistan’ın yüreği Amed’e son kez beraber geldiler. Dün Amed’in rengi hüzün ve öfkeydi. Yediden yetmişe hangi Amed’li ile konuşmak istesek sözcükler boğazlarına yumruk gibi oturuyordu. Zaten gözleri de söze pek yer bırakmıyordu…
Dün için çok şey söylenebilir ama bence dünün en önemli özelliklerinden biri Amed’in Ankara’ya tokat gibi verdiği cevaptı.
Bilindiği gibi Paris’in orta yerinde işlenen uluslar arası cinayetin hemen ardından cenaze merasimi tartışmaya başlanıldı. Önce TC hükümetin yandaş medyası, sonra Erdoğan’ın başdanışmanı Akdoğan ve sonunda Erdoğan da bu konuya dâhil oldu. Bu cenahın ruh hali aslında derin bir korkuyu yansıtıyordu. Aldıkları her nefesle sömürgecilerin korkulu rüyaları olan devrimciler, cenazeleriyle de sömürgecileri korkuya boğmuşlardı. Bunu anlamak zor değil ama bu cenahın ardına sığındıkları gerekçeler gerçekten hem çok komik hem de düşündürücü…
Erdoğan güruhunun ağzına sakız yaptıkları “Habur ve provokasyon” aslında sömürgeciliğin psikolojik savaşın bir parçasını yansıtıyor. Önce bir hatırlayalım Habur’da ne oldu? Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın çağrısıyla 2009 Ekim’inde bir grup gerilla dağdan ve bir grup sivil halk da Maxmur mülteci kampından barışa katkı yapmak için Türkiye’ye geldiler. TC devletinin beklentisi ve umudu gerillaların gelip kurbanlık koyun gibi başlarını sınırdan uzatmalarıydı. Gerillalar gelecekti ve TC de onları sıradanlaştıracaktı. Ama gerillalar Amed’e ulaştıklarında Batıkent Meydanı’na yine dün olduğu gibi iğne atsan yere düşmezdi. Amed adeta gerillalaşmıştı gerillalar da Amedleşmişti. Tıpkı dün aynı meydanda olduğu gibi…
Sömürgecilerin korktukları başına gelmişti. Yıllardır özel savaşın amansız cephelerinde gerillaya yapmadıkları saldırı kalmamıştı. Bununla da yetinmeyip kimyasal da dâhil her türlü silahla gerillana yönelmişlerdi. Hatta şehit ettikleri gerillaların cenazelerini parçalamaktan da geri kalmamışlardı. Ama yine de gerillayı Kürt halkının yüreğinden söküp alamamışlardı. Amed, o gün bunu her zaman olduğu gibi tekrardan ispatlamıştı tıpkı dün yine yaptığı gibi…
Ve sömürgecilerin kıyameti Amed’te kopmuştu… Sömürgeciler ortalığı velveleye vermişlerdi! Bir türlü kabullenemiyorlardı nasıl oluyor da Kürt halkı böyle sevinebiliyordu? Onlara göre Kürt halkı asla sevinmemeliydi. Eğer sevinmek, mutlu olmak kaçınılmaz olursa da bu, ancak sömürgecilerin belirlediği çerçevede olacaktı. Yani Kürt halkına açık açık şunu söylüyorlardı “biz nasıl istesek öyle sevineceksiniz. Mutluluğunuzun sınırını biz çizeceğiz. Çünkü siz Kürtler bizim sömürgemizsiniz.” 2009’da bu pervasızlığı gösteren sömürgeci TC, cenazeler konusunda da “Habur ve provokasyon” iddialarına sığınarak Kürt halkına şu mesajı veriyordu: “Sizin varlığınız bizim sömürgeliğimizden ibarettir. Sevincinizin sınırını biz belirlediğimiz gibi hüznünüzün de sınırını biz belirleyeceğiz.”
Sömürgeci TC devleti başbakanın öncülüğünde medyayı da arkalarına alarak cenazelerden günler önce kirli faaliyetlerine başladılar. Neymiş provokasyon olacakmış, süreç sabote olacakmış da mış mış… Amaçları cenazeye katılımı azaltarak dünya kamuoyuna “işte halk PKK’lilere sahip çıkmıyor” mesajını vermekti. Ama her zaman olduğu gibi Amed, Habur’dan gelen gerillaları karşıladığı aynı meydanda yüz binlerle tek yürek olup Ankara’ya tokat gibi şu cevabı verdi: “PKK HALKTIR HALK BURADA!”
Mem Amed